10 | ölüm

Elimdeki malzemeler ile kapıyı nasıl açacağımı düşünürken kapının zaten açık olduğunu görünce kaşlarımı çattım. Ben kesinlikle kapatmıştım, annem de. Eve hırsız mı girmişti? Yutkunup temkinli olmaya özen göstererek kapıyı ittirdim ve içeriye girdim. Etrafta hiçbir dağınıklık görmediğimde içim rahatlamıştı ama kasanın annemin odasında olduğunu hatırlayınca oraya doğru ilerledim. Eğer kasa boşaltılmışsa annemin koparacağı yaygarayı düşünürken istemeden burnumu kıvırmış dudaklarımı büzmüştüm.

Kapıyı açtığımda ise sanki sırtımdan soğuk bir rüzgar geçmiş gibi hissetmiştim. Elimdeki poşetler yere düşerken dizlerimin üzerine çöktüm. Başımı kaldırıp halatın bağlanmış olduğu avizeye daha sonra ise yan düşmüş sandalyeye baktım. Tepkisiz bir şekilde etrafı izlerken yukarıda sallanan annemin bedeni görüş açıma girdiğinde ağzımdan kaçan hıçkırığa engel olamamıştım. Bir tane daha, bir tane daha.

Hıçkırıklarım ağlamaya döndüğünde kendimi daha fazla tutamamıştım. Hıçkırarak ağlarken sinirden üzerimdeki hırkayı sıkıyordum.

"Sana güvenmemeliydim. Sana güvenmemeliydim, anne!" Asılı duran bedenine karşı öfkeyle bağırarak tüm nefretimi kusmaya çalışıyordum. "Nasıl bir anne kendi ölümünü çocuğunun gözlerinin önüne serer?" Sesim bağırmaktan kısıldığı için kendi içime bağırıyormuşum gibi hissediyordum. "Benden ne istedin ya? Lanet olsun, bana bir kez bile isteğimi sormadın. Her zaman çekip gittin ve beni bir başıma bıraktın. Lanet olsun sana!" Gırtlağımın acısını sonuna kadar hissetsem de susamıyordum. Bana bunu nasıl yapardı?

"Keşke geri dönmeseydin. Keşke hiç annem olmasaydın. Keşke beni hiç doğurmasaydın!" Dizlerimin üzerinde duracak gücüm kalmadığı için kendimi salacakken kendimi birinin kollarında hissettiğimde gözlerim kapanmadan önce gördüğüm gözler o ölüp bittiğim gözlerdi.

***

"Ne zaman kendine gelir?" Tanıdık olan ses zihnimde dönüp dolaşırken mayıştıran koku da oldukça tanıdık geliyordu. Gözlerimi yavaşça araladığımda Younghoon ve Juyeon karşımda duruyordu. Onların burada ne işi vardı? Asıl benim hastahanede ne işim vardı?

Yutkunup gözlerimi kısarak onlara baktım. Juyeon endişeyle yaklaşıp gözlerini gözlerimden ayırmamıştı. Bu gözlere baktığımda ise ne olup bittiği yeni kafama dank etmişti. Destek alarak kalkmaya çalıştığımda ise elini sırtıma koyup bana yardımcı olmuştu.

"İyi misin gibi saçma bir soru sormak istemiyorum ama başka bir soru aklıma gelmiyor," Younghoon düz bir ifadeyle bana baktığında ondan zaten bir şey sormasını beklemediğimi ona nasıl anlatmalıydım?

"Hayoon..." Hava kararmıştı. Okul saati çoktan bitmiş olmalıydı. Telaşla kolumdaki takılı iğneyi çıkaracakken Juyeon elini elimin üzerine koyup beni durdurdu. "Hey, ne yapıyorsun?" Bana şaşkınlıkla baktığında dilimi dudaklarımda gezdirip kurumuşluğundan kurtulmak istedim. Kaç saattir baygın yatıyorsam kurmaktan çatlamıştı bile.

"Kardeşim. Okuldan alınmalı. Saat kaç olmuştur," bana zombi görüyormuş gibi bakıp omuzlarımdan tuttu. "Sen deli misin? Çok büyük bir şey yaşadın ve düşündüğün bu mu?" Bana anlam veremeyerek bakması canımı daha çok yakıyordu. Biz onunla çok daha ağır şeyler yaşamıştık. Annemin ölümü beni etkilemezdi ki... Kendini evinde asıp cesedini çocuklarına gösteriş olsun diye sallandıran bir kadın benim annem olamazdı. Deli olan oydu.

"İnan bundan daha ağır şeyler yaşamışımdır," ona küçümseyici bir bakış attığımda artık ondan da yorulduğumu fark etmiştim. Annemden nefret ediyordum ama ondan hiçbir farkım yoktu. Beni, yaşadıklarımızı unutmuş olması elbet onun suçu değildi ama beni sevmiş olduğunu da düşünmüyordum açıkçası. Dünyadayken zaten sevgilisi olan birisi başka bir dünyada başka birini nasıl sevebilirdi? Daha yeni uyanıyor gibi hissediyordum. Onca zamandır uğraştığım her şey aptallıktı. Beni sevmeyen birini sırf bana biraz ilgi gösterdi diye saplantı haline getirmiştim. Asıl acınası durumda olan bendim. Annemden hiçbir farkım yoktu. O babamı zehriyle tüketmişti. İstediğini elde etmiş ama yine de sonunda zehri onu yok etmişti.

Ben de öyleydim.

Bu dünyaya geldiğimde juyeon'un başka birisiyle sevgili olmasıyla başımdan aşağıya kaynar sular dökülmüştü. Nasıl benden başkası olabilir diye... Bu kibrin kaynağı neydi, kimdi?

Oydu. Annemdi.

Zehrini bana da bulaştırmıştı.

"Annenin ölümünden daha ağır ne yaşamış olabilirsin?" Bu soru tüylerimin ürpermesini sağlamıştı. Bu öylesine sorulan ya da anlamaya çalışan birinin ses tonuyla sorulmuş bir soru değildi. Bu soru ne yaşamış olduğumu biliyor mu, diye test etmek için sorulmuş bir soruydu. Gözlerindeki o delici bakış ise bunu kanıtlıyordu.

Younghoon...

Her şeyi hatırlıyordu. Biliyordu.

Yutkundum.

"Juyeon, doktoru çağırabilir misin?" Juyeon şaşırsa da başını sallayıp odadan çıkmıştı. Şimdi öt bakalım, katil.

"Hatırlıyorsun. Her şeyi, değil mi?" Gözlerime yerleştirdiğim duygusuz bakışlar onu bulduğunda gülümsemişti. Tıpkı o günkü gibi.

"Bunu bu kadar geç fark etmen, üzücü." Çenemin titremesini durduramazken sadece ona baktım. Diyecek bir şeyim yoktu. Bunca zamana kadar beni salak yerine koymuştu. Benimle oynamıştı. Belki de kendini burada kral zannediyordu, bilmiyorum ama bu hiç iyi değildi.

İçeriye doktor ve Juyeon girdiğinde konuyu değiştirmek adına yüzüne samimi bir gülümseme yerleştirdi.

"Yani endişelenmene gerek yok. Kardeşin öğretmeninin evinde. Gayet iyi."

Chanhee... Onu tanıyor muydu? Tanışmış mıydı?

Yine bir ölüm, yine Chanhee ve yine Younghoon.

Bu tesadüf olamazdı, değil mi?

"Tansiyonunuz düşmüş o yüzden bayılmışsınız. Durumunuz göze alındığında ise sakinleştirici verdik. Bu tarz durumlarda kendinizi aksatmayın. Kendinizi iyi hissettiğinizde taburcu olabilirsiniz. Geçmiş olsun," doktor başını sallayıp gittiğinde gözlerimi zar zor ona çevirebilmiştim. O sinsi bakışları beni ürkütüyordu.

"Annem de kendini çok kötü hissediyor. Cenaze için yardımcı olmak istediğini söyledi. Yalnız kalman senin için iyi olmayabilir ama bizim evde çok mantıklı bir seçenek gibi durmuyor. Ne yapsak?" Sorduğu soruyla Juyeon'a baktığında ne yapmaya çalıştığına anlam vermek için sürekli yüz ifadelerini takip ediyordum. Annesi ile annem yakın arkadaş olmuşlardı. Kim bilir o kadın ne haldeydi? Evet, kendimi geçmiş onu düşünmüştüm.

"Aklın kalmasın. Bizimkiler zaten iş seyahatinde bize gideriz." İkisi kendi arasında karar verirken tam ağzımı açacakken bana dönmüştü. "Tabi senin için de uygunsa." İkisine ters ters baktım. "Gerek yok. Evimde kalabilirim," Juyeon mümkünmüş gibi gözlerini daha çok büyüttüğünde bana anlam veremiyor olması komiğime gidiyordu. V evreninde ki Juyeon iki kat ağır şeyler görmüş, yaşamıştı ve buna anlam veremiyordu. Burada gerçeklerden haberi olmayan tek kişi ben olmadığım için sevinmiştim. Ama bu işin içinde bir şey olduğu çok belliydi. Şu an kaçmak için yol aradığını fark etmiştim ama bizi diğer evrende yakın bildiği için bu kıyağı çekmesine de şaşırmıştım.

"Olur mu öyle şey ya? İtiraz edeceksin madem ben de kabul etmiyorum. Gidip taburcu işlemlerini halledeyim, geliyorum." Gülümseyerek odadan çıktığında öylece arkasından bakmaya devam ediyordum.

"O hallerinden çok farklı, değil mi?" Başımı ona çevirip baktığımda baş ucumda bulunan sandalyelerden birine oturdu.

"Onun burada ne işi var? Yanlış hatırlamıyorsam bayıldığımda da yanımda o vardı," başını salladı. "Sizin evde bir şey unutmuş onu almaya gelmişti. Ondan önce de bana uğramıştı. Seni o halde görünce etkilenmiş olmalı," dişlerimin arasından tıslayıp göz devirdim.

"Sana çok tanıdık gelecek bir replik söylememi ister misin?" Tek kaşımı kaldırarak ona sorduğumda yerinden hafifçe kalkıp kulağıma yaklaştı.

"Şu an için üzgünüm ama gelecek için bana teşekkür edeceksin."

Merhabalar!
Fici bir an önce sonlandırma isteği bu aralar üzerimde benim kendi hayatımdaki olaylardan ötürü ama bunu bir kenara bırakıp yazmaya devam etsem iyi olacak gibi görünüyor 😵😵

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top