B-42-

Merhabalar...

Sondan bir önceki bölümdeyiz.

Keyifli okumalı diliyorum:)

Yazdan kalma bir kış gününü yaşarken kasabanın insanı Güneş, bütün ihtişamıyla yeryüzünü ısıtıyordu. Aldatıcı olurdu kış günü yazı yaşamak; tıpkı yalandan mutluluk yaşamakla eş değerdi. Çünkü mutluluk denilen olgu kimileri için pahalı bir aksesuardan ibaret olurken kimileri için ona ulaşmak meşakkatli bir yolu kat etmekten geçiyordu.

Onlar mutluluğa giden yolun henüz başındaydılar ve yaşına basmış küçük bir çocuk gibi ilk adımların atıyorlardı. Biliyorlardı yollarına dikenli çalıların çıkacağını ve o karaçalıların ayaklarını çizip kanatacağını.

Tedirgin bekleyiş devam ediyor ve genç adam, arada bir sol kolundaki saate bakarak sıkkın nefesler alıp veriyordu. "Hah geldiler işte!"

Meraklı bakışlar aynı yöne döndü. İlkem, meseleyi en ince detayına kadar bildiği için en çok merak ettiği şey, kayın-valide adayını yüz ifadesiydi. Adımlar atıldıkça mesafeler kısaldı ve sonunda aynı masanın etrafında buluştular.

Küçükler saygıdan büyüklerin elini öpmek isterken anne hanım içi bir şey almaz almaz tepeden bakıyordu Sude'ye. Açık ve seçik olarak tavır aldığının bir göstergesiydi bu. İşte amansız bir mücadele başlamıştı. Kadının tavırları en çokta İlkem Öğretmeni üzüyordu. Böyle olsun istemiyordu zira arkadaşının yüreği zaten yaralıydı.

Kendi gerçeğiyle yüzleşmek ve bunu kabullenmek yeterince canını yakmıştı zaten, şimdi bir de kaynana kaprisiyle uğraşmak onun hassas ruhunu hepten yaralayacaktı. Bütün bunları düşünürken yediği lokmalar boğazına diziliyordu.

Büyüklerin olduğu sofrada fazladan sohbete girilmedi. Hoş zaten sohbet etmek için değil tanışma amaçlı düzenlenmiş bir kahvaltıydı bu. Kaynananın bu evlilik işine gönülsüz olduğu üsten bakışından her şeye burun kıvırışından bariz bir şeklide belli olmuştu. Sırf oğlunu kırmamak için geldiğini anlamak hiç de zor değildi. Yolun sonu ta baştan belli olmuştu; kayın-valide tarafından istenmeyen bir gelin olacaktı Sude.

Kafalarda yüzlerce soru ve moral bozukluğuyla döndüler eve. Gelir gelmez de hiç konuşmadan ikisi de kendilerini yatak odasına attılar. Sude'nin donuk bakışları dakikalarca tavanı izledi. İlkem, arkadaşını teselli etmek istiyordu ama sözün bittiği yerdeydiler. Sude, yetişkin bir kadındı ve her yetişkin gibi istenmediğini anlayabilecek yetiye sahipti.

Kahvaltı sonrası eve dönmüşlerdi ama akşama kadar bir kez olsun aramamıştı Ömür. Gece de aramamıştı. Ertesi günün gündüzü olmuştu ama hala aramamıştı. Neler oluyordu ve neden aramıyordu? Üstelik ertesi gün pazar günüydü Sude'nin izni bittiği için gidecekti. İki genç kadın tedirgindi ve nedenini cidden merak ediyorlardı. Öyle ki birbirleriyle göz teması kurmaya bile çekinir olmuşlardı.

Cumartesiyi pazar bağlayan gece Zarife Hanım, uyumak için odasına çekilince iki genç kadında odalarına çekildiler. Sude, mutsuz ve üzgündü neredeyse ağzını bıçak açmıyordu. Buraya kadardı işte korktuğu başına gelmişti. İçinde filizlenen umutlar ateşe verilmiş cayır cayır yanıyordu. Bir kere aptallık kendisindeydi her şeyin güzel olabileceğine nasıl da inanmıştı. İş ciddiye binince canım dediğin bu kadar çabuk el mi oluyordu?

Bir açıklamayı hak ediyordu ne olursa olsun iki kelimelik bir açıklamayı hak ediyordu. Yatağına uzanıp arkadaşına sırtını dönmüştü çünkü gururu incinmişti ve ağladığını görmesini istemiyordu. Onun hıçkırıklarını duydukça canından can kopuyordu İlkem'in. Bu duruma daha fazla dayanamadı ve ani bir kararla yatağından kalktı. Yumuşak tüylü halının üzerine çıplak ayaklarıyla basarken ayağının altı gıdıklanıyordu ama aldırmadı.

"Yapma, bu eziyeti kendine yapma. O aramıyorsa kendin ara. Biliyorum gururun incindi ama aşkta gurur olmaz. Biliyorum arayıp sorması gerekiyordu ama aramadı. Sen Ömür'ü en az benim kadar tanıyorsun. O sevdiği kadını yarı yolda bırakacak kadar onursuz biri değil. Eminim geçerli bir açıklaması vardır yoksa arar sorardı."

Sude, hırsla uzandığı yerden doğruldu ve yatağının üstüne bağdaş kurarak oturdu. "Ben sana bu işin yürümeyeceğini baştan söylemiştim, bak gördün mü ilk günden başladı olumsuzluklar." Ağlamaktan göz çeperleri kızarmış yanağı sırılsıklam olmuştu. Burnunu çekerek avuç içleriyle ıslaklığı kurularken bakışlarındaki kinaye onun umutsuzluğunu ayan beyan anlatıyordu.

Genç kızın ellerinden tutup tam teselliye yelteniyordu ki, telefonun melodik sesi kulaklarına yayıldı. Sude'nin anında şekil şemalı değişti ve ağlak gözlerine simli ışıltılar yağdı. "Ardı işte aradı!"

Hiç beklemeden yeşil tuşa bastı. "Sana da iyi geceler. Ne öyle mi? Yaa? Ay inanmıyorum? Yok, canım ne kusuru. Her şey yolunda mı? Tamam, o zaman. Hadi bende öptüm!" Konuşma biter bitmez elindeki telefonu yatağın üzerine doğru gelişigüzel fırlattı. İlkem'in gözü gözünün önünden geçip giden telefonu takip etti ve düştüğü yerde son buldu.

"Canım ne oldu, kötü bir şey yoktur umarım?" Gülüşleri büyürken nemli kirpik uçlarına bir damla gözyaşı asılı kaldı. İnce zarif dudakları aralanıp sözcükler kafesinden uçmadan önce hırçın bir rüzgâr gibi nefesi rotasından ayrıldı. Arkadaşına sarılmak isterken melankolik kolları güçlendi, "Yarın beni yolcu etmeye gelecekmiş. Bazı işlerim vardı arayamadım kusura bakma, dedi."

Sözcükler yerli yerine oturunca kolları gevşeyerek kendi önünde birleşirken suç işlemiş bir çocuk gibi utanarak yanakları kızarmıştı. Konuşmaya başlamadan önce ellerini yelpaze gibi kullanarak ateş basmış suratını yelledi. "Annesi demiş ki; eve gittiğinde evlilik konusunu ailesine açsın ve sonucu bize bildirsin."

Kara gözlerim şaşkınlıktan dışarı pörtlerken sağ elimi ağzıma götürüp bastırdım. "Ne, anlamadım? Yani seni istemeye mi karar vermişler? Ay, inanmıyorum..."

Başını evet anlamında aşağı yukarı sallarken hala çehresinde utangaçlık vardı. Sevdiği adamı yeterince tanımıyor olmanın verdiği utançtı bu. Utangaç başını önüne düşürdü. "Arkadaşım özür dilerim sen haklıydın. Ben çok çabuk pes ettim. Onun sözünü tutacağını bilmeliydim ama fevri davrandım."

Evet, Sude fevri davranmıştı ama yıllarca kendini bu işin olmayacağına inandırmıştı belki de ani çıkışları bu yüzdendi. Yoksa kalpten kalbe yol giderdi sevdiği adamı gayrette iyi tanıyordu. Ömür ise annesiyle girdiği iki günlük mücadelenin ardından zaferle çıkmıştı. Onu ikna etmek kolay olmamıştı. Hoş ikna da olmuş sayılmazdı sadece oğlunu kıramadığı için olur onayı vermişti bu evliliğe.

Mutluluğun perçin üstüne perçin attığı bir gece daha sona ermiş yolcunun gitme vakti gelmişti. Yolcu yoluna gitmiş geride kalanlara sabırsız bekleyiş düşmüştü. Zamandan bir beklentin varsa geçmek bilmez yoksa su gibi akıp geçer. Sude, gideli bir hafta olmuştu fakat hala bir haber gelmemişti. İyiden iyiye meraklanmaya başlamışlardı. Sude'nin durumunu büyük ihtimalle ailesi bilmiyordu eğer biliyorlar olsalardı muhtemelen bu evliliğe sıcak bakmayabilirlerdi.

Nereden baksan karanlık nereden baksan çıkmaz sokak...

Ömürlerinden bir gündüz daha silinmiş olarak anne kız akşam yemeğinden sonra yapacak bir işleri olmayınca Zarife Hanım'ın seçtiği bir diziyi izlediler. Zaman geçiyordu amma velakin hala arayan soran yoktu. Her iki tarafta da kızı arayıp sıkıştırmak istemiyordu fakat gergin bekleyiş zihinlerini hallaç pamuğu gibi atıyordu.

Saatin tik takları gece yarısını çoktan vurmuş İlkem Öğretmen ise odasına çekilmişti. Sıcacık yatağına sırt üstü uzanmış ellerini başının altına yerleştirmişti. Gözlerini dış dünyaya kapatmış iç dünyasıyla baş başa kalmıştı. Bütün olurları ve olmazları irdeleyip dururken sessize aldığı telefonu titreşime geçti.

Gece çalmaya başlayan telefonla arası iyi değildi hatta açmaya bile korkuyordu. Kapalı gözleri perdesini kaldırdı ve gece lambasını loş ışığıyla aydınlandı dünyası. Tedirgince uzandı eli komodinin üzerine korkak bakışları ekrana kaydı. Ekranda gördüğü isim; içindeki bentleri yıktı coşkun dereler gibi çağlayıp aktı duyguları. "Alo Sude!"

Aynı coşkudaydı genç kızın sesindeki tını. "Merhaba canım, rahatsız etmiyorum ya?"

"Kızım kafayı mı yedin ne rahatsızlığı, bir haftadır ben senden telefon bekliyorum."

Genç kızın sesinde bu kez mahcubiyet vardı. Belli ki bu hafta onun için de kolay geçmemişti. "Sizleri merakta bıraktığımın farkındayım özür dilerim."

"Sude'ciğim olumsuz bir şey yoktur umarım?"

Genç kızın sesi sürekli renk değiştiriyordu. Bu kez soğuk ve hissizdi, daha doğrusu kararsızdı. Ben geldiğim günden beri inan bu konuyu düşünüyorum. Sana belli etmek istemedim ama Ömür'ün annesi..." dedi ve sustu.

Genç öğretmen hiç düşünmeden telefon kulağında yataktan kalktı odanın içinde yürümeye başladı çünkü duymak istedikleri bunlar değildi. Yoksa kendi dışında bilmediği olaylar mı gelişmişti? "Ne olmuş Ömür'ün annesine?"

Sude'nin sesindeki ciddiyet durumun vahametini gösteriyordu. "Hiç saklama boşuna zira sende biliyorsun her şeyi. Geçen günkü kahvaltıda nelerin yaşandığını kendi gözlerinle gördün tatlım. Kadın beni istemediğini açık açık belli etti."

"Kızım bütün bunları daha önce konuştuk biz seninle şimdi neden tekrara düşüyorsun?"

Saliseler geçiyordu fakat genç kız bu soruya cevap vermiyordu. "İstenmeyen gelin olmak ağırıma gidiyor. Üstelik asıl meseleyi bilmiyor kadın, eğer bilseydi kesin bir dille istemezdi beni!"

Her konuda haklıydı Sude ama alacaklı değildi. Eğer bu evliliğe evet derse her vakit kendinden ödün veren taraf kendisi olacaktı. Bunu elbette İlkem de biliyordu. İçli bir nefes alıp verdi. "Peki, sonuç? Yani bir karara varabildin mi?"

Karsızlık belini bükse de bir karara varmış olmanın hazını yaşıyordu sözcüklere yüklediği anlam. "Ben daha dün açtım konuyu anneme. Kadın benden hevesli çıktı, düşünmeye gerek yok tanıdığımız insanlar çağıralım gelsinler, dedi."

"Kızım bu güzel haber. Bir saattir öyle dedin böyle dedin canıma okudun."

Sude'nin durumunda olan bir genç kız için cidden karar vermek sanıldığı kadar kolay değildi. Onun çektiği sancıların sebebi bile isteye kendini ateşe atmak gibiydi. "Bundan sonrası sende arkadaşım. Ömür'e senin haber etmeni istiyorum. İstedikleri zaman gelebilirler. Hadi canım öpüyorum seni, geç oldu daha fazla meşgul etmeyeyim. İyi geceler."

Yolcu yoluna devam ettiği müddetçe onun kararlı duruşu yoluna çıkan bütün engelleri aşar. Telefonun kapatma tuşuna basıp elleri arasında sıkmaya başladı. Genç öğretmen en az arkadaşı kadar kaygılıydı. Fikir yorgunu bedenini usulca yatağına bıraktı. Göz kapakları süzülür gibi kapandı. Onların bir gün mutlu olacağına inancı tamdı ama yolları uzun ve engebeliydi. Bu yolda zaman zaman ayakları tökezleyip düşeceklerdi fakat birlikte ayağa kalkmayı başaracaklardı.

Zihni diplerde gezinirken elinde sıkıca tuttuğu telefon titreşime geçti. Hiç düşünmeden ve ekrana bakma gereği bile duymadan açma tuşuna bastı ve telefonu kulağına götürdü. Arayanın Sude, olduğundan o kadar emindi ki, söylemeyi unuttuğu bir şey var sandı. "Alo canım!"

Kesik kesik nefes alıp veren ve boğuk bir erkek sesi, "Sesini duymak ne kadar hoş, dakikalardır arıyorum meşgulsün kiminle konuşuyordun?"

Genç öğretmen, durduk yere ahiret sorularına maruz kalmıştı. Onu sorguya çekme cür'etini kendinde nasıl bulabiliyordu; şaşkındı doğrusu. Kelimeler ağız boşluğundan çıkarken diline dolandığı için sarhoş olduğu alenen belli oluyordu arayanın. "Kiminle konuştuğum seni ilgilendirmez. Hem bu saatte sen beni neden arayıp rahatsız ediyorsun? Kapat şu telefonu sarhoş sende!"

Sesin sahibi bu kez taktik değiştirip alttan almaya başladı. "İlkem, nolur kapatma. Senin sesini duymaya ihtiyacım var, lütfen konuş benimle ne yapsam seni unutamıyorum." Genç adamın yalvaran sesini duymak kadının kalbine hançer olup saplanıyordu fakat yapacak bir şey yoktu. Onlar boşanmış ve yollarını çoktan ayırmışlardı. Boşanma arifesinde telafisi mümkün olmayan sözler söylenmiş ve birbirini bağlayan bütün ipler keskin bıçak yardımıyla kökünden kesilmişti.

"Arif, sen alkol almışsın ve ne dediğini bilmiyorsun. Biz ayrıldık bitti gitti bunu neden anlamıyorsun?"

Genç öğretmenin iç dünyası karmakarışıktı bir çıkış yolu aradı ama bulamadı. Gerginlik bütün benliğini esareti altına almış yüz kasları sertleşmişti.

"Evet, alkol aldım çünkü benim tek sığınağım sendin. Ben bir tek sana sığınırdım şimdi sende yoksun."

İşler gitgide sarpa sarıyordu ve genç kadının duyguları tarumar olmuştu. "Sen böyle yaparak ancak kendine zarar veriyorsun."

Sesli bir iç çekişin ardından yarım yamalak cümleler kurdu genç adam. "Ben zaten yaşayan bir ölüyüm sen yanımda yoksan yaşamanın ne anlamı var?"

Sarhoştu ve olayı iyice duygusala bağlamıştı. Onunla duygusal bağ kurmanın hiçbir yararı yoktu belki de yarın söylediği her şeyi unutup gidecekti. "Kapat artık şu telefonu. Konuştukça dibe batıyorsun ve ben seni dinlemek istemiyorum. Hem..." Kadının konuşması yarıda kesildiği için cümlesini tamamlayamadı.

"Hem ne, yoksa nişanlın mı kızar?"

Onu kendine getirmenin tek yolu duygusuz davranmaktı. "Evet, doğru bildin. Ben kendime yeni bir hayat kurdum bence bunu sende denemelisin. Onun için bir daha yoluma çıkmasan iyi edersin!" dedi ve telefonu genç adamın yüzüne kapattı. Kapattı ama Arif'in başına bir hal gelmesinden deli gibi korkuyordu. Kalbi zayıftı ve bu sözler ona zarar verebilirdi. Genç kadının, ruhu gecenin zifiri karanlığına doğru çekiliyordu. Bu kendisi değildi bu kadar katı bir insan hiç değildi.

"Allah kahretsin!" deyip telefonu yatağın üstüne fırlattı. Gözlerinden boşalan ıstırap yağmurları yanaklarının kıyısından sel olup çağlıyor ve kendisi buna engel olamıyordu. Bu gece yine uykular haramdı matemden nasibini almış kara gözlerine. Yapması gereken belliydi aslında kendisine bir kupa kahve yapıp sevdiği kitaplarından biriyle baş başa kalıp sabahlamak.

Geceyi gündüzün kollarına bırakan döngü yepyeni umutlara gebeydi ve her zaman umutlar umutları doğururdu. Sude, sen ara demişti ama dayanamayıp Ömür'ü kendisi aramıştı. Hiç vakit kaybetmeden kız evinden hafta sonu için gün aldılar. Her şey tamamdı fakat bir eksikle. Ömür'ün annesi. Şimdilik onun hakkında yeterli bir malumat yoktu ama bu mesele de zamanla çözülürdü. Öyle düşünüp öyle umut etti.

Cumartesi günü kız isteme merasimi vardı ama İlkem Öğretmeni yine uyku tutmamıştı. İster istemez kaygıları vardı; onları bu evliliğe zorlayarak iyi mi etmişti yoksa kötü mü bilemiyordu. Kitap okumayı denedi fakat zihni başka yerlerde cirit atarken yapamadı. Bir geceyi daha katletmişti savruk ruhuna vurulan çözülmesi zor kördüğümler. Geceden sıyırıp aldı kaygılarını ve o günün aydınlığına bıraktı.

Her şeye rağmen yaşam döngüsü devam ediyordu. Tatlı bir telaş içinde geçti kahvaltı faslı. Sonra hazırlık safhası başladı. Peş peşe çalan telefonlar iki ayağını bir pabuca sığdırıyordu. Nihayet her şeyi artlarında bırakarak yola çıkabilmişlerdi. Yolları uzun olduğu için biraz erken çıkmışlardı.

Kız istemeye tam olarak üç arabayla gidiyorlardı. Ömür'ün ailesi iki arabayla yerleşirken İlkem ve annesi Rüzgâr'ın arabasıyla gidiyordu. Kız isteme merasiminin heyecanı içlerindeki kötü enerjiyi silip süpürmüş yerini tatlı sevince bırakmıştı. Yol boyunca Sude, onları arayarak talimatlar verip durmuştu. Onun da heyecanı doruktaydı.

Uzun bir yolculuğun ardından sonunda kız evindeydiler. Her şey bir intizam içinde ilerliyor, herkes kendince gardını almış bir ciddiyet bir ciddiyet sorma gitsin. Sude'nin heyecandan eli ayağına dolanıyor hiç kimseyi görecek durumda değildi. İnsan heyecanlı olunca hep böyle olmaz mı, üzerine tatlı bir uyuşukluk çöker yaşam belirtisi olarak sadece kalbinin atışını duyarsın.

Sude'nin ailesi anlayışlı davranıp misafirlerini hiç yormadı. Ömür'ün annesine gelince; yol boyunca somurtuk davranan kadın kız istemeye gelince yanaklarında güller açıyordu. Ortaya çıkardığı oyun oskarlıktı doğrusu. Belli ki kadın oğlunun mutluluğuna gölge düşürmek istememişti. Bu da oğlunu ne kadar çok sevdiğini gösteriyordu.

Kız isteme merasimi bittikten sonra tatlılarını yediler ve uzaktan geldikleri için o gün kadınlar Sudelerin evinde kaldı erkekler otele gitti. Sabah kahvaltısında buluştular ve tekrar yola çıktılar. İlkem'in ruhu huzursuz olsa da şimdilik anın tadını çıkarmaya bakıyor ve mutluluğu kana kana içiyordu. Öyle ya yarının ne getireceğini kim bilebilirdi ki?

Bir ay içinde düğünü yapmayı planladılar düğünden önce resmi nikâh yapacaklardı eş durumundan tayin aldırmak için. Gelişmeler baş döndürücü bir hızla ilerliyordu. İlkem Öğretmen sonunda isteğine kavuşuyordu çünkü son arkadaşı da aynı kasabaya geliyordu bu ona bütün kötü geçmişi unutturmaya yetiyordu.

&&&

Hafta sonu bitmiş herkes rutin hayatına geri dönmüştü. Günlerden çarşambaydı ve o gün Songül'de bir başkalık vardı. Sanki kalbinin kıyılarına aşk gemisi uğramıştı. Adı üstünde aşktı bu; insanın nevrini döndürmeye yeter de artardı bile. Hatta kendi kişiliğinden çıkarıp bambaşka bir kişiliğe bile büründürebilirdi.

Genç kız için de durum aynıydı zira dışaradan baktığında kendi kabuğuna sığmayan bir Songül mevcuttu. İlkem, bunu fark etmişti ve nelerin olduğunu çılgınca merak ediyordu, ders saati biter bitmez soluğu Songül'ün yanında aldı. Çocuklar sınıftan çıkmıştı ama genç kız hala sınıfındaydı. Kapıyı tıklatıp içeriye geçti. "Nasılsın Songül'cüğüm? Sınıftan çıkmadan yakalamak istedim seni biraz laflarız diye düşündüm."

"İyiyim İlkem abla, geç otur şöyle laflarız tabii. Birer bardak içer miyiz?"

Öğretmen masasının tam karşısındaki sıraya geçip oturdu İlkem. "İçeriz içeriz!"

Songül çay söylemek için sınıftan çıktı kısa süre içinde geri döndü. "Ee, İlkem abla, görüşmeyeli nasılsın iyi misin?"

Genç Öğretmen arkaya doğru yayılarak otururken sağ bacağını sol bacağını üstüne bıraktı. Sağ elinin parmakları masanın üzerinde ritmli bir tempo tutturmuş ve keyifli görünüyordu. "İyiyim canım!" Oturduğu pozisyonu değiştirip vücudunu biraz öne doğru çekti. Bu kez iki eli de masanın üzerindeydi. "Ben iyiyim de sende bir başkalık var?" Zaten Songül'ün pek saklısı gizlisi olmazdı, olsaydı eğer duygularındaki değişim yüzüne yansımazdı. Bakışları etrafını turlarken hafifçe yüzü kızarmıştı. "Çok mu belli oluyor?"

İlkem vücudunu biraz daha öne doğru eğdi ve bakışlarını genç kızın yüzüne sabitledi. "Hım, dur bakayım ah evet çok belli oluyor!"

Şaşkınlık belirtisi olarak göz bebekleri gereğinden fazla açıldı, "Aklımdan geçenler yüzümden okunuyor mu yani?" diye sorarken yüzünü avuçları arasına aldı.

Fütursuz bir kahkaha sınıfın duvarlarında yankılandı. "O kadar da değil Songül, aklından geçenler alnında yazmıyor ama sende bir başkalık var bu yüzüne yansıyor."

Nihayet sipariş verdikleri çayları da gelmişti. Çaycı çayları bırakıp gidene kadar suskunluk hüküm sürdü aralarında. Songül hala sessizdi ve teneffüs saati de bitiyordu. Mahsus sinirlenir gibi yaptı. "Hadi artık kızım, çıkar şu ağzındaki baklayı." Çayından bir yudum aldı ve önündeki masaya bıraktı.

Songül, iki elini havaya kaldırıp, "Tamam ya tamam, teslim oluyorum. Aslında anlatacak pek bir şey yok. Geçen gün Mili Eğitim Müdürlüğüne gitmiştim biraz işlerim vardı. İşte orada buraya yeni tayini çıkmış bir öğretmenle tanıştım. Buraların yabancısı olduğunu falan söyledi. Ben de yardımcı olacağımı söyledim."

Ayağa kalktı çünkü ders zili çalmaya başlamıştı. Kendisiyle birlikte Songül de ayağa kalktı. Ona yaklaşarak gülümsedi. Omzuna hafifçe elini koyup bastırdı. "Yakışıklı mıydı bari?"

Genç kız, utanır gibi yaparak bakışlarını rastgele orada burada dolaştırdı. "Şey, sayılır!"

"Ne kadar yakışıklıydı mesela?"

Karşı cinsten birine ilk kez duygusal yakınlık duyduğu hareketlerine yansıyordu. Elini koyacağı yeri bile bilemez haldeydi. "Bilmem benden yaşça büyük görünüyordu fakat baya yakışıklıydı."

"Yaş olayına takılma canım, olgun erkekler daha anlayışlı olurlar. Ayrıca utanıp sıkılmana gerek yok birini sevmek ayıp bir şey değil ki."

Öne doğru iki adım atmıştı ki, duyduğu sesle duraksadı. "İlkem abla, henüz aramızda bir şey yok. Bir kere buluştuk biraz kasabayı gezdirdim hepsi o kadar. Yani kibar ve beyefendi birine benziyor."

Başını hafif bir açıyla yana yatırırken dudaklarını birbirine bastırarak gülümsedi. "Olsun zamanla birbirinizi tanırsınız."

Tam gitmek için sağ ayağını hareket ettirmişti ki, "Şey!" sesiyle olduğu yerde durdu. "Yalnız adam daha önce evlenip ayrılmış, evlilikleri kısa sürdüğü için çocukları da olmamış zaten. Anlaşamayıp ayrılmışlar kendisi de bu yüzden bulunduğu şehirden uzaklaşmak istemiş."

Yutkundu genç öğretmen, yutkunurken boğazına kıymıklar battı. Yutkunurken boğazına batan kıymıklar soluk borusunu parçaladı ve kan revan içinde bıraktı. Bu hikâye tanıdık gelmişti. Yoksa diye geçirdi içinden. Olmazdı değil mi, yok bu kadar alçalamazdı. Bunun tamamen bir tesadüften ibaret olmasını diledi içinden.

&&&

Takvimlerden her gün bir yaprak düşüyor, düğün hazırlıkları da zamanla yarışarak ilerliyordu. İlkem, fırsat buldukça Sude'ye yardım ediyordu ama ancak telefon aracılığıyla. Nikâhları erken yapıldığından tayini kasabaya alınmıştı fakat düğün hazırlığı yapmak için Sude iki hafta izinliydi. İkisi de aynı elbisenin farklı renklerini almışlardı, beyazını gelinlik olarak kırmızısını abiye elbise olarak. Kalın askılı "v" yakası derin dekolteli, vücuda tam olarak oturan diz kapaklarından sonrası volanlı bir şekilde genişleyerek açılan eteğin uzunluğu yerleri süpürüyor ve arkasındaki kuyruk elbiseye ayrı bir hava katıyordu...

Yıllara meydan okuyan tutkulu bir aşkın son sahnesi nihayet gelip çatmıştı. Muhteşem bir organizasyon ve misafirleri karşılama merasiminde İlkem de bu evliliğin baş mimarı olarak oradaydı. Yoğun bir kalabalık vardı ve gelen her konuğun elini sıkıyor ve hoş geldin diyorlardı. Tanıdık bir simayla çarpıştı gözleri ve istemsiz uzandı merhabalaşmak için elleri. "Senin ne işin var burada?" fısıltıyla çıkmıştı kelimeler dudakları arasından.

"Burası bir düğün salonu ve ben bu düğüne davetliyim!" dedi ve tam karşısında duran Songül'e baktı. Songül, genç öğretmenin kulağına eğildi, "İlkem abla sana sözünü ettiğim arkadaşım Arif. Onu düğüne ben davet ettim. Arif Bey, bu güzel hanım da abimin çocukluk arkadaşı İlkem Ateş."

Genç kadın, hiç bozuntuya vermedi ve sahte bir tebessüm astı yüzüne, "Tanıştığıma memnun oldum Arif Bey!"

Şimdi anlaşılıyordu her şey...

Songül'ün üzerinden kendinse ulaşmaya çalışıyordu ya da kıskandırmak istiyordu; kısasa kısas yani. Buraya kadar her şey sorunsuz ilerliyordu fakat Arif'i arkadaşları tanıyordu. Onlar görmeden bu iş halletmeliydi. Yoksa işler içinden çıkılmaz bir hal alacaktı. Karşılama merasimi birmiş herkes kendi yerlerine oturmuştu ve genç öğretmenin kafasının içinden yığınla senaryo geçiyordu. Omzuna dokunan elle irkildi. "İyi misin İlkem, dalgın gibisin? Hem onun ne işi var burada yoksa seni rahatsız mı ediyor?"

"Bir şeyim yok ben iyiyim. Hem benim için gelmemiş Songül'ün davetlisi olarak gelmiş. Ömür, görmese bari şimdi durduk yere düğünün tadı kaçacak."

Şaşırma sırası şimdi genç adama gelmişti. Sesi duyulmasın istiyordu başını biraz eğip İlkem'in kulağına doğru konuştu. "Songül nereden tanıyormuş?"

Umursamaz bir üslupla omuz silkti. "Milli Eğitim Müdürlüğünde tanışmışlar."

Genç adam başını olumsuzca sağa sola salladı, "Bilerek Songül'e yaklaşmıyordur umarım yoksa bu onun sonu olur."

"Biliyorum!"

Genç adam, bir sandalye çekip İlkem'in yanına yakın bir mesafeye oturdu. "İstersen gidip konuşayım."

İlkem Öğretmenin yüzüne olumsuz bir ifade yerleşti. "Sen bizimkilere yokluğumu belli ettirme ben gidip konuşurum onunla." Salondan çıkmadan önce Arif'e mesaj attı. Bahçeye çıktığında Arif, iki eli ceplerinde onu bekliyordu. Hiç duraksamadan yürümeye başladı genç adamda onun peşinden geliyordu. Gözlerden uzak kuytu bir köşe bulunca durdu. "Ne yapmaya çalışıyorsun? Songül'e zarar verdiğinin farkında mısın? Bak o kız senin bildiğin kızlardan değil, herkesi kendi gibi bilen saf iyi yürekli biri. Onu kendi pis emellerine alet etme!"

Alaca karanlıktaki yüzü tam olarak seçilmese de sesindeki kinaye belirgindi. "Senden öğrendim İlkem, yalandan iş çevirmeyi senden öğrendim."

Bu cevap genç öğretmenin üzerinde soğuk duş etkisi yapmıştı. "Nasıl yani?"

"Nasıl öyle mi, yalandan nişanlandığını gibi mesela!"

Genç adam, bir adım attı ve aralarındaki mesafeyi kapattı. Aralarında sıfır mesafe kalınca nefes alışverişleri birbirine karıştı. "Songül anlattı."

Yalanı yakalanan küçük bir kız çocuğu gibi yüzü kızarmıştı. "Merak etme senin sandığın gibi bir şey yok aramızda. Tesadüfen karşılaştık planlı değil. Bu arkadaşlığın işime yarayacağını biliyordum, bak seni bana getirdi. Ayrıca çok güzel olmuşsun!" Sözleri bitince kadının parfüm kokusunu derin bir nefesle içine çekti. "Yine aynı kokuyu kullanıyorsun."

İlkem, bir adım geriledi. "Git buradan ve o kızı rahat bırak bu senin yararına olur!"

"Saçmala ben kıza ne gibi bir zarar verebilirim. Biz sadece arkadaşız. Hem ben öyle biri miyim?"

Zaman bütün bildiklerini unuturmuştur kadına, "Biliyorum değilsin ama bir an düşünmedim değil."

Kadın bir adım daha geriledi "Şimdi git buradan!"

Adam iki büyük adım attı aralarındaki mesafeyi tekrar kapattı. "Sahi sen beni niye çağırdın buraya?"

Sinirlenmişti kadın, "Anlatıyorum ya Songül'den uzak dur. O kız seni seviyor onun duygularıyla oynama. Yoksa başın belaya girecek."

Arif'in yüzüne hiç olmadığı kadar ciddiyet yerleşti. Sesindeki kaba ton daha da belirginleşti. "Madem beni düşünüyorsun yapacağın şey belli. Bana geri dön!"

Tek kelimelik bir cevap her şeyi anlatıyordu aslında. "Olmaz!"

Genç kadın, arkasını dönüp gidiyordu ki, koluna yapıştı, "Neden olmaz? Gözlerinde hala ben varım bunu inkâr edemezsin?"

Kolunu sert bir hamleyle çekip adamın elinden kurtardı. "Bu hiçbir şeyi değiştirmez. Ben senden ayrılırken de seni seviyordum ama bu senin kararını etkilemedi. Son kez söylüyorum hayatımdan çık..."

"Lütfen bunu bize yapma. Ben köpekler gibi pişmanım. Senden binlerce kez özür dilerim. Nolur bana geri dön!"

Bütün bunları söylerken İlkem'in önüne diz çökmüştü. Eteğini onun ellerinden kurtardı başını yukarı meyillendirdi, "Olmaz sana geri dönemem. Benim sana geri dönebilmem için önce bir başkasıyla senin şahitliğinde evlenmem sonra da boşanmam lazım. Sen benden bunu yapmama mı istiyorsun? Ben bunu yapamam. Senin için de olsa ben bunu yapamam!"

Arif'in gözleri kocaman açılmıştı, "Nasıl yani?" diye sorarken.

"Nasılı var mı? Allah'ın boşanmayı güçleştirmek için kullarına böyle bir kural koyduğunu bilmiyor musun?"

Arif'in aralanan dudakları arasından "Bilmiyordum!" kelimesi döküldü ve gevşeyen kolları yanlarına düştü. Genç kadın, arkasını döndü başını yukarı kaldırıp vücudunu dikleştirdi. Kendinden emin adımlar atarken eteğinin yerlerde sürünen kısmı hışırtılı sesler çıkarıyordu.

Bir mekanizma sesiyle olduğu yere çivilendi ayakları...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top