day one
sıcacık bir yaz günü şortum ve ön düğmelerini açık bıraktığım gömleğimle sonunu göremediğim yol boyunca yürüyordum. nereye gittiğimi bilmiyordum ama düzenli olarak yaptığım bu yürüyüşler bana oldukça iyi geliyordu. tam tepedeki güneş çıplak göğsümü yakarken terleyen alnıma yapışan saçlarım beni hiç rahatsız etmiyordu.
dikenli bitkiler arasında yürüyordum yürümesine ama ne kanayan dizim ne de geride bıraktıklarım umurumda değildi.
nereye gittiğimi bilmiyordum zira kaderime doğru yürüdüğümden bihaberdim o zamanlar.
zar zor açabildiğim gözlerimle sağ elimde tuttuğum kitaba baktım. elim terlediğinden kitabın kapağı da hafif nemlenmişti. buruşmuş ve birkaç yerinden yırtılmış kitaba üzülmüştüm. belki de kendim için bile bu denli üzülmemiştim ama o kitap için üzülmüştüm. onu koruyabilmeyi çok isterdim. öyle çok isterdim ki bu uğurda kendimi bile kaybedebilirdim.
çok geçmeden bir yere vardım. kaderimdeki yere vardım. belki de evime vardım. haberim yok pek bilmem böyle şeyleri. yine de evim gibi hissettim ve gülümsedim. gülümsemem eskimiş biraz. samimi değildi pek lakin iyi hissettirdi, kendime getirdi beni.
ne denir buraya, nasıl betimlenir bilemedim ilk başta. sonra aklıma geldi o kelime. cennet. cennet desem yeridir burası için.
çiçekler.
çiçeklerle dolu her köşe ve kocaman bir ağaç var ortada. öyle büyük bir ağaç ki kollarımı gövdesine sarsam ellerimi kavuşturamam.
buraya gelirken neden hiç endişe duymadığımı da bu manzarayı görünce anladım. hiç korkmamışım ki ben kaderimden. ben ona koşmuşum, o benden kaçmış her zaman.
güneşin kavurduğu kum zemin terliğimi bile aşıp ayak tabanımı yakmaya başlamıştı. ben ise gözlerimi güneşten korumak adına avucumun içini gözlerime siper etmiştim.
deniz.
berrak su benden birkaç adım ötedeydi ve öylesine sakin dalgaları vardı ki bedenimi ona bıraksam beni yavaş da olsa dünyanın öbür ucuna götürebilecekmiş gibi hissediyordum. sahi, kendimi sonu görünmeyen bir okyanusa bıraksam hayatta kalabilir miydim?
elimdeki kitabı ağacın gölgesinin düştüğü en güzel alana özenerek koymuş ve kendim de hemen yanına uzanıvermiştim. kitaplar sadece okumak için değillerdi benim için. yeri geldiğinde onlarla sohbet edebilir, bisiklet sürmeye gidebilir ve yan yana uzanarak denizin rüyalara daldıran sesini dinleyebilirdiniz.
saçlarımın arasına kum dolmuş ve düğmeleri açık olan gömleğimin arasından güneşi selamlayan çıplak göğüslerim gittikçe daha da ısınmaya başlamıştı. oldukça büyük olan ağacın altındaki gölgede uzanıyor olsam bile bedenimde bir türlü beni terk etmeyen sıcaklık canımı sıkmaya başlamıştı.
"kamuya açık alanlarda çıplak dolaşmamalısın."
az ilerdeki kayalıkların arasında gelen ses ile birlikte doğrulmuş ve kitabımı avuçlarıma arasında adeta korumaya almıştım. ona karşı beslediğim ve durduramadığım bir korumacı tavrım vardı.
bana bunları söyleyen kişinin kim olduğunu bilmiyordum ama ağzının payını vermek üzere ağzımı aralamıştım. istediğim gibi dolaşabilirdim ve buna kimse karışamazdı.
henüz ağzımdan bir kelime bile çıkmadan bana bunu söyleyen kişinin kayalıkların üstüne çırılçıplak uzanmış bir kadın olduğunu görmemle dudaklarım arasında biriken bütün kelimeleri geri yutuvermiştim.
sıcak kumlardan oldukça yüksekte olan kayalıkların düzlük bir bölgesine gelişi güzel havlusunu sermiş ve çıplak bedenini güneşe karşı konumlandırmıştı.
kısacık saçları ensesinde bitiyordu ve kahverenginin en güzel tonundalardı. ıslak saçlarından akan damlalar kayalıklardan akarak kızgın kumla buluşuyorlar ve tıpkı benim göğsümden kulaklarıma ulaşan cız sesini çıkartıyorlardı.
bacakları o kadar uzundu ve beli o denli inceydi ki hayret etmiştim. hayatım boyunca görmediğim kadar güzel bir vücuda sahipti.
yüzünü pek göremesem bile suratıma bakarak sırıttığını anlayabiliyordum.
"sinirlenmene gerek yok, şaka yapıyordum."
onun görüntüsüne öyle dalmışım ki istemsizce kaşlarımı çattığımın bile farkına varmamıştım.
"buraya benden başka kimse gelmez."
ne demem gerektiğini bilmiyordum. kelimeleri aklımda toplamam ve söylemem uzun zaman alacağa benziyordu ve ben de kafa sallamakla yetindim.
"ama sanırım artık buraya rahatça gelemeyeceğim çünkü küçük bir hanım benim gizli cennetimi keşfetmiş."
gizli cennet.
söylemiştim işte size, burası bir cennetti.
cennetten de ötesiydi belki.
"gerçekten buraya senden başka kimse gelmiyor mu?"
sonunda düzgün bir cümle kurabildiğimde derin bir nefes almıştım. rahatlamaya ihtiyacım vardı.
"sence tersi olsaydı burada çırılçıplak uzanıyor olur muydum?"
bu fikrine katılmıyordum. hiç katılmıyordum hem de.
"insanlar etrafımızdayken giyinik olmak zorunda olmamız saçma. biz insanlar doğaya çıplak olarak geldik." gözlerini gözlerimden ayırmadan beni dinliyordu. güneş kremi sürmüş olmalıydı ki cildi güneş altında parıldıyordu.
"çıplak olarak doğduk ve çıplak olarak öleceğiz. bu dünyayı fazla umursamıyorum."
anladığını belirtmek istercesini kafasını sallamıştı ve bir saniyeliğine gözlerini göğüslerimde hissetmiştim.
"yine de güneş kremi sürmeliydin. boynun çok feci kızarmış."
söylediği şey üzerine kafamı indirmiş ve bedenime bakmıştım. öyle kızarmıştım ki boynumun aşağısındaki çiller bile görünmez hale gelmişti. bu halimi görür görmez de ne yapacağımı bilemeyip gömleğimin düğmelerini iliklemeye başlamıştım.
yaptığım şeyi komik bulmuş olmalı ki sırıtmıştı. yerinde hafif doğrularak hemen yanındaki kısa, tül elbisesini üzerine geçirdi.
bir yandan da beyaz çantasından bir şey bulmaya çalışıyordu. kendimi oldukça kötü hissediyordum. bunalmıştım ve neden olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
"işte, bunu sürebilirsin."
çantasından zorla bulduğu güneş kremini de alarak bana doğru adımlamaya başladı. kayalıklardan inerken hiç zorlanmamıştı ve kum da çıplak ayaklarını hiç yakmış gibi değildi. işte o an; karşımdaki kadının gerçekten buraya ait olduğunu, buranın gerçek sahibi olduğunu anlamıştım.
sonunda yanıma ulaştığında yüzünü ilk kez yakından görmek karnıma çok feci bir ağrı saplamıştı. güzel gözleri ve dolgun dudakları vardı. doğal güzelliğini hiçbir kişi inkar edemezdi.
işaret parmağına güneş altında kalmaktan bayağı cıvıklaşmış güneş kreminden biraz sıkmış ve aniden boynuma ve göğüs arama bulaştırıvermişti. beklemediğim hamleyle vücudumun titrediğini hissetmiştim.
kısaca gözlerimin içine bakarak gülümsemiş ve ben onun sürdüğü kremi vücuduma yaymaya çalışırken tekrar benden uzaklaşarak denize doğru ilerlemişti.
yürüyüşü modelleri andırıyordu ve ben hayatımda ilk kez böyle bir kadınla karşılaşıyordum.
omzunun üstünden ağacın hemen dibinde oturan bana dönmüştü. gülümsüyordu ve gülümsemesi iç ısıtan türdendi. benimkinin aksine eskimiş bir gülümsemesi yoktu. o an gülümsemesinin hiç eskimemesini dilemiştim.
"en azından artık yalnız değilim." hâlâ bana bakarak söylediği şeyleri hâlâ kremi iyice bedenime yedirmeye çalışırken dinliyordum.
"ne zaman sıkılırsan buraya gelip benimle takılabilirsin, roseanne."
benim cevap bile vermemi beklemeden mini elbisesini tek hareketle üstünden çıkarmış ve çıplak vücudunu yine sergilemişti. üç adımda ayakları suya değmiş, beş adımda dizleri ve on bir adımda da omuzları suyun altında kalmıştı. çok geçmeden oldukça ileri açılmış, onu görmem gittikçe zorlaşmıştı.
ne yapmam gerektiğini bilmediğimden öylece orada kalakalmıştım.
sanırım eve gitme vaktim gelmişti lâkin yaklaşık bir saat önce sahilde tanıştığım bu kadının adımı nereden bildiğini hâlâ anlayamamıştım.
.
day 1
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top