Bölüm 2


Odanın sol tarafında bulunan elbise dolabının içine saklandı Qarukkin. Sesler iyice odanın dibine geldiğinde çoktan dolaba yerleşmiş küçük bir aralıktan kapıyı gözlüyordu. Seslerin sahibinden her ne kadar korksa da göreceği şeyi bir o kadar da merak ettiği kesindi.

İnlemek ve ağlamak arası bir ses ile giderek yaklaşan şey tam kapıdan içeri girecekti ki birden duruverdi. Durduğu anda inlemesi de susmuştu. Bir el fenerinin ışığına benzeyen bir ışık görüldü sonra ilk olarak. Odanın yanıp sönen lambaları artık tamamen kararmış ve odayı sadece o cılız fener ışığı aydınlatır olmuştu. Qarukkin nefes alış verişlerini kontrol etmeye çalıştı dikkatlice. Bir fare kadar sessiz olmak zorunda olduğunu biliyor ve bunun için neredeyse kalbinin atışını bile durdurmak istiyordu. Soğuk yüzünden titrediği anlar da çok geride kalmıştı artık. Korku o kadar canlandırıcı ve güçlü bir duyguydu ki bedeni her anlamda kendini yeniden programlamış gibiydi.

Bir elektrik motorunun sesine benzeyen bir ses duydu birden. Fener ışığı odanın kapısının tam önünde bir sağa bir sola dönüp duruyordu. Sonra o elektrik motorunun sesi yeniden yükseldi ve arkasından vuran ışıklar yüzünden gölgesi iyice korkutucu bir hal alan şey içeriye ilk adımını attı.

Qarukkin'in gözleri daha da büyümüştü şimdi. İçeriye giren şey hemen hemen bir insan boyundaydı. İlk önce sadece bir gölge olarak algılayabildi gördüğü şeyi. Loş ışık altında daha fazlasını görmesi de çok zordu zaten. Varlık ilerledikçe daha da netleşti görüntüsü. Boyu bir insan kadardı sahiden ama kesinlikle bir insan değildi bu varlık. Çıkardığı sesler bir insanın ağlamasına benziyordu, pürüzlü ve eski bir hoparlörden çıkan bozuk bir ağlama sesine ama bir insan değildi. Etrafı kalın kablolarla adeta bir koza gibi sarılmış, iki cılız metalik bacak üzerinde hareket eden, kafasının olması gereken yerde eski bir motosiklet kaskı takılı olan paslı bir metal yığınıydı. Paslı, eski ve "canlı" bir metal yığını.

Paslı ve canlı makine, masasının başında ölü bir halde bekleyen Lyra'ya yanaştı kesik adımlarla. Onun yüzüne ve bedenine baktı uzun uzun. Sonra da o uğursuz inlemesine başladı yeniden. Zaman zaman hıçkırıklarla ağlayan bir kız çocuğunun eski bir telefondan duyulan sesine zaman zaman da kapı gıcırtısı ile elektrik kıvılcımlarının sesine benzeyen bir inleme çıkartıyordu. Qarukkin ise hala bir hayalet gibi sessiz olan biteni izlemekteydi.

Ağlamaları parazitlerle karışan varlık ellerinde tuttuğu bir şeyi usulca Lyra'ya doğru uzattı sonra. Adeta karşısındaki beden uyuyor da onu uyandırmaktan korkuyormuş gibi hareket ediyordu. Bir süre bekledi öylece. Eklemlerindeki pas zaman zaman hareketlerinin gıcırtılarla bölünmesine bazen de bir hareketinin bir süre öylece kilitlenmesine neden olmaktaydı.

Aradan yaklaşık 2-3 dakika geçmişti ki varlık nazik hareketlerle Lyra'dan birkaç adım uzaklaştı. Ona adeta sahip olmak istediği oyuncağa bakan bir çocuk saflığıyla bakıyordu. Kafasına geçirdiği kask bir sol yanına bir sağ yanına yatıyor Lyra'yı adeta hüzün içinde inceliyordu. Qarukkin onun yüzünü göremese de eğer bir gözü varsa onların yaş ile dolu olduğuna yemin edebilirdi.

Kısa bir süre daha varlık hareketsiz kaldı. Öyle ki Qarukkin bir anlığına bozulup öylece donduğunu düşündü. Tam saklandığı dolaptan çıkacaktı ki yeniden gıcırdamaya başladı paslı makinenin eklemleri.

Geldiği yolu takip ederek kapıya doğru yürüdü. Başı şimdi önüne eğilmiş ağlaması ise daha boğuk bir inlemeye dönmüştü. Yürümeye devam etti. Kapıyı geçti ve yukarı çıkan merdivenlerin olduğu yöne dönüp devam etti. Birkaç dakika sonra ne paslı eklemlerinin sesi ne de inlemesi duyuluyordu.

Güvende olduğuna emin olduktan sonra usulca dolabın kapısını açtı Qarukkin. Az önce gördüğü o ürkütücü metal ve kablo yığınından sonra Lyra'nın bedeni fazlasıyla sıradan bir nesneye dönüşmüştü sanki. "Buradan kurtulup evime gitmeliyim" diye geçirdi içinden. "Annem ve babamı bulmalıyım. Onların yanında güvende olurum."

Yürüdü. Lyra'nın bedeninin yanına doğru yürüdü. Odadan ayrılmadan önce yapması gereken iki şey vardı. Önce o paslı şeyin Lyra'nın bedenine ne yaptığını görmek sonra da az önce saklandığı dolabın içinde fark ettiği elbiseleri üstüne geçirmek. Ve tabii nihayetinde de bu garip binadan kendini bir an önce dışarı atmak.

Lyra'nın yanına geldiğinde öğrencisinin ödevini kontrol eden huysuz bir öğretmen gibi durup inceledi etrafı. Lyra'nın bedeni ilk gördüğü zaman nasılsa öyle duruyordu hala. Lakin bir fark dikkatini çekti Qarukkin'ın. Lyra'nın alnında papatyalardan bir taç duruyordu şimdi. Gerçekten de ölü bir prenses gibiydi.

"Ne yani?!" dedi adeta öfkeli bir sesle. "O şey Lyra'ya papatyadan bir taç mı taktı sahiden?"

Şaşkınlığı hala sürerken Lyra'nın masasının üstüne göz gezdirmeye başladı bu sefer. Bir sürü polaroid fotoğraf ve kâğıt çarptı gözüne ilk olarak. Qarukkin usulca masaya uzandı ve fotoğraflara bakmaya başladı.

"Polaroid fotoğraflar" diye fısıldadı. En az 100 sene önce kullanılan bir teknolojiydi bu. Büyük babasının bu makinelerle çekilmiş birkaç resmini görmüştü hatta. Babası da o makinelerden neredeyse aşk ile bahsederdi. Düğmesine bastığında çektiği fotoğrafı bir karta basarak sunan eski fotoğraf makineleri.

Yine de...

Yine de başka bir yerden de hatırlıyor gibiydi bu makineleri. Onlar hakkında bu kadar bilgi sahibi olmasına şaşırmıştı hatta. Bu konu üzerinde daha önce düşünmüş gibiydi. Zorladı zihnini. Yeniden beyaz bir ışık patlaması canlandı gözünün önünde. Lakin hangi anısına ait olduğunu bir türlü hatırlayamadı.

Düşünceler zihninde dolaşıp dururken resimlerden birinde Lyra'nın gerçekte neye benzediğini de ilk kez gördü. Bir fotoğrafın altında Alba ve Lyra yazıyordu. Güzel gümüş rengi saçları olan, masum, çocuksu bir yüzü vardı Lyra'nın. Ve o resimlerde tıpkı şu an olduğu gibi çiçekten bir taç takmıştı. Muhtemelen bir piknik veya eğlenceden geriye kalmış bir resimde donmuş kalmış mutlu bir andı bu. Resim çok ayrıntılı değildi belki ama çiçeklerin papatyalardan oluştuğu seçilebiliyordu. Tıpkı şu an Lyra'nın cansız bedeninin alnında duran taç gibi.

Alba'nın yüzüne baktı sonra. Pek de zeki bir adam olmadığını hissetti nedensizce. Lakin Lyra'ya aşk ile baktığı kesindi. İki sevgilinin onlar için artık anı bile olmayan günlerinden birine aitti bu fotoğraf ve Qarukkin kendini zamansız bir paparazzi gibi hissetti. Usulca aldığı yere bıraktı o resmi ve diğer resimlere göz atmaya başladı. Çok bir şey yoktu onlarda. Köpekler, kuşlar ve manzara resimleriydi sadece.

Resimlerle işi bittikten sonra masaya ve yere saçılmış halde duran sayfaları aldı eline. Kâğıtların bazılarında garip insansı şekiller bazılarında ise uzun uzun tutulmuş notlar vardı. Okumak istedi ama imkânsızdı. Her biri bilmediği bir dilde yazılmış gibiydi. Baştan sona bilimsel tabirler ve daha önce hiç duymadığı kelimelerle doluydu. Sadece bir tanesinde bir şey çekti dikkatini. Muhtemelen Lyra'nın tuttuğu kişisel notlardan biriydi.

Bugün ben de onlara katılacağım. Daha fazla bu şekilde yaşamanın ne anlamı var ki? Sonsuzluk dururken kim yok olmayı ister ki? Karbon yok olmak zorunda. Hem zaten Qarukkin Minninsha Enstitüleri dünyanın en iğrenç yeri!

Dudağını büzdü Qarukkin. "Karbon yok olmak zorunda" ne demekti ki? Anlayamadı. Sonra yeniden Qarukkin Minninsha Enstitüleri kelimeleri ile göz göze geldi. Sahiden de kendi adını taşıyan bir tesisteydi şu an ve artık bir arkadaşı gibi hissettiği Lyra buradan nefret ederek ölmüştü. Kafası iyiden iyiye karıştı. Daha fazla şey öğrenmek için ne yapması gerektiğini düşünürken yeniden titremeye başladığını hissetti.

Hala çıplaktı.

Dolaba doğru yürüdü sonra. Az önce saklandığı dolabın içinde birkaç parça elbise dikkatini çekmişti. Muhtemelen Lyra'nın elbiseleriydi onlar.

Açtı dolabı ve bakındı hızlıca. Dizlerine kadar gelen siyah bir çizme, gerçekten dar ve ince bir pantolon ve mavi bir tişört buldu. Hemen giyindi ama bir şey ona çok garip geldi. Giydiği elbiselerin markalarının hiçbirini tanıyamamıştı. Ne kaliteli ne ucuz. Bildiği hiçbir markadan değillerdi.

Dolabın içinde başka bir sürü eşya da vardı tabii. Üstünü giyindikten sonra biraz eğildi içeriye doğru. Bir kulaklık buldu sonra. Kırmızı bir ışık yanıp sönüyordu. Ani bir refleksle kulağına taktı kulaklığı. Dinledi ve dinledi.

Küçük bir cızırtı duydu ilk önce. Bir melodinin bozulmuş hali gibiydi. Sonra ses biraz daha arttı ve biraz daha. Bir kız sesiydi duyduğu. Hayal kırıklığı ve acı karışımı bir ses çıkartıyordu.

"Çok güzelim!" kelimelerini anladı ilk olarak. Ses sürekli "çok güzelim" diyordu. "Bu kadar güzel olacağımı bilmiyordum."

Qarukkin tüm dikkatini kulağında cızırdayan sese vermişti şimdi. Kendinden başka birileri daha vardı belki de burada. "Beni..." dedi Qarukkin. "Beni duyuyor musunuz?"

"Bu kadar güzel olacağımı bilmiyordum." dedi karşısındaki ses ve devam etti. "Sen beni nasıl buldun? Nerdesin?"

Olduğu yerde donup kaldı Qarukkin. Sahiden de birileri vardı kulaklığın diğer ucunda.

"Ben..." dedi titreyen sesiyle. "Lütfen bana yardım edin!"

"Qarukkin bu sen misin?" dedi ses.

"Evet." dedi Qarukkin ürkek ama umut dolu bir sesle. "Sen kimsin?

Lakin ses kesilmişti şimdi. Hiçbir şey duyamıyordu. Sadece garip bir titreşim hissetti kalbinde. Adeta yeri titreten bir titreşim.

Baştan ayağa ürperdi sonra Qarukkin. Hissettiği titreşim kalbinden gelmiyordu. Sahiden de yerden geliyordu. Kulaklıklardan birini usulca çıkarttı kulağından. Nefes bile almıyordu artık. Usulca arkasına döndü.

Hiç dönmemiş olmayı dileyecekti.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top