3.Bölüm: 'Kamış ve Su'
Evlenme çağında bir genç kız tarafından taciz edilmiştim ama çocuk aklı ile olanları normalmiş gibi düşünüyordum. Aklım başıma geldiğinde fark ettim ki, çok fena tongaya gelmiştim. Ters garda getirmişti beni.
Bir seneye kalmadı, kendinden on yaş büyük biriyle evlendirdiler zaten. İnşallah, olimpiyat ateşi gibi yanan libidosunu söndürebilmiştir, itfaiye hortumuyla eniştemiz. Betimlemeyi kes.
Bir kaç yıl sonra bende ergenlik baş gösterdi. Dünyayı başka bir gözle görmeye, olaylara başka bakmaya başladım. Siyah beyaz geçen bebekliğimden , çocukluğumdan sonra ergenliğim başladı. Biraz daha renkli. Bir çok erkek o yaşta cinsellikle tanışmasını övünerek anlatırdı. Ama benim için iğrenç bir şeydi. Hiç kimseye bir şey anlatmadım. Belki inanmazlar bana diye anlatmadım, belki de anlatılacak bir şey olarak görmedim.
İradem dışında ve kandırılarak yaşadığım bu olayın izleri yıllarca benimle birlikte geldi. Düşünmemeye, unutmaya çalıştım. Fakat hiç umulmadık zamanlarda hala aklıma geliyor işte. Böyle silik bir anı gibi geliyor aklıma. Fotoğraf karesi gibi. Hareket yok. Sadece bir kare. Ne unutabilirsin tam anlamı ile , ne de tam anlamıyla hatırlarsın. Saman alevi gibi bu his. Bir kibritin alevi gibi bu his.
Aslında yaşadığım mutluluğu ya da hüznü uzun seneler yanında götüren biri olmadım ben. Türk halkının genetik özelliği bende yoktu. 2002 yılındaki, dünya kupasında üçüncü olduğumuz, Avrupa kupasında sekizer sene ara ile çeyrek final ve yarı final oynamamız anlatılır durur. Benim için geleceğe bakmak önemlidir. Geçmişteki hayal kırıklıklarını, başarısızlıklarımızı ve hatta başarılarımızı da bir kenara bırakarak ilerlemek. Ağır ağır yürüyorum ben. Ne arkama bakabiliyorum, nede geleceğime. Önüme bakarak, ağır ağır yürüyorum. Ellerim cebimde.
Neyse konumuz bu değil Kardeşlerim...
O yıl yedinci sınıfa başlamıştım. Okuldaki arkadaşlarım, birlikte büyüdüğümüz kızlara başka gözlerle bakmaya başlamışlardı. Anlayacağınız, tipik erkek muhabbetlerine girmişlerdi. Aklım eriyordu ama böyle muhabbetlere girmek istemiyordum. Saçma sapan bir muhabbetti çünkü bu. İnsanların arkasından konuşmak. Bir insanı becermek isteyip , bir yandan da , yüzüne gülmek. Şebeklik yapmak. İki yüzlülükten öte değil benim için.
Sınıf arkadaşlarım, çıkma tekliflerinden ziyade, kızlarla uğraşmaya başlamışlardı. Tipik ergenlik hareketleri işte. Saç çekme, tekmeleme gibi çocukça hareketler. Bazı arkadaşlarımızsa sevgililik olayına girmişlerdi. Helal olsun vallaha. İyi cesaret. Sessiz sedasız çıkıyorlardı, başlar önde eğik. Ne anlatıyorlardı birbirlerine, merak ediyordum. Ama çok da fifi yani ne konuştukları. Sadece duygusal modda takılıyorlardı işte. Neden ikiside yere bakıyordu hiç anlamıyordum. Sohbet edip duruyorlardı işte.
Sınıftaki arkadaşlarım, gözlerini birlikte büyüdükleri kızlara çevirmişlerdi. Anlıyorum fakat yine de ANLAMIYORDUM. Anlam veremiyordum. Sanki ölüyü diriyi sikmişlerdi de, gözlerini beraber büyüdükleri kızlara çevirmişlerdi. İğrenç bir şeydi bu. Hemde çok iğrenç bir şey. Demek ki sünnet olmak ile adam olunmuyormuş.
Siz hiç ilkokulda veya ortaokulda hoşlandığınız kızın saçını çekmediniz mi? Onun özel eşyalarını alıp zarar vermediniz mi? Sizden hoşlanan kızdan hiç tokat yemediniz mi? Adam gibi söylemeye kimsenin cesareti yoktu çünkü. Hiç kimsenin. Adam gibi senden hoşlanıyorum diyemezdik. Sadece saç çekerdik. Kızlarda da durum değişmezdi.
Bizim zamanımızda, o yaşlarda adam gibi konuşmanın karşılığı saç çekmeydi. En iyi aşk, acı çektiren aşktır daha o zamanlar öğrenmiştik. Ben ne saç çektim ne de biriyle konuştum.
Arkadaşlarım, kimi seviyorsun diye sorduklarında "Hiç kimseyi" diyordum. Birini seviyor muydum '' Hayır '' birini sevmeye bile cesaretim yoktu. Sevsem bile söylemeye gururum el vermezdi.
İlkokul öğretmenimle seneler sonra karşılaştık, " Hala çapkın mısın? diye sordu. Ortalama ayda bir yeni bir kızdan hoşlanıyormuşum. Ben masumum, ilkokuldaki sınıf öğretmenimin yalancısıyım.
Neyse konumuz bu değil.
Benden yaşça büyük, abiler ile oturduğumuz sohbetlerde de durum hep aynıydı. Abartılar ve yalanlar. Gözümde fazla büyütür, anlattıkları yalanlara kanardım. Her çıktıkları kız manken gibiydi, hepsi zengindi. Modern çağın kitaplarındaki kızlar gibiydi hepsi maşallah. Her söylenene, anlatılana inanıyordum işte. Çıktıkları kızlar saraylardaki prensesler.. Bunlarda kel olan misali.
Mahallemizin abileri benimle dalga geçelerdi ara sıra. Bende bunlara cevap verirdim elbette. En çok Seyhan abi uğraşırdı beni. En ufakları ben olduğum için üstüme gelirdi. Bende kendimce cevap verirdim tabi. Altta kalmak mı ? Asla öyle bir durum söz konusu değil. Bana ne diyor ise , karşılığını alıyordu hemen.
Yalanın kitabını hatta ansiklopedisini yazardı Seyhan abi, anlık performansta. Okuldan dönerken köşedeki kahvehanenin önünde mahallenden arkadaşlarıyla oturuyorlardı. Beni görünce seslendi.
"Emrah, kamışa su geliyor mu?"
"Anlamadım abi, ''
Tarık abi araya girip "Nerden bilsin, kaç yaşındasın sen Emrah?" dediğince bir an önce bu sorgulamanın bitmesini istediğimden hemen "On üç abi ''dedim.
Seyhan abi "Ohoo ben bunun yaşındayken." Tarık abi benim sıkıldığımı görünce konuyu değiştirmeye çalıştı "Çocuğa kötü örnek olmayalım."
"Tamam abi denerim" Ne dediklerini iyi kötü anlamıştım. Fakat yine de içimden gelmiyordu yapmak.
Kamışa su geliyor mu? Kuş ötüyor mu? gibi şakalara maruz kalıyordum. O zamanlar pek anlamıyorsunuz bunların anlamlarını. Zaman ilerledikçe anlıyor sonra siz de sizden küçüklere aynı soruları sormaya başlıyorsunuz. Büyükleriniz size yapıyor , sizde küçüklerinize. Bu bir kısır döngü , bu bir etme bulma şeklinin bir başka türü.
Seyhan abi ve mahalledeki diğer abiler oturmuşlardı. Başı boş takılıyorlardı genelde. Ara sıra girip çalışıyorlar ama yine de boş bedavalardı. Hepsi askerliğin gelmesini bekliyorlardı. Seyhan abi yine seslendi. ''İyi günler'' dedim. Seyhan abi ''Lan Mal Selamın Aleyküm'' diyeceksin dedi. Zaten biliyordum. ''İyi günler de bir selamdır'' dedim. Biraz meydan okurca ses tonu ile. Aldırmadı. Ama uyuz olmuştum. Muhabbet döndü. Yine pornoya geldi. Bana porno yıldızlarını isim isim sayıyordu. Saydığı isimler hep erkek porno yıldızlarının isimleriydi. İşte tam fırsatını bulmuştum. Alaycı bir ses tonu ile ''Abi sen hayırdır ? Sürekli erkek porno yıldızlarının isimlerini sayıyorsun ? Hayırdır onlar mı kalıyor o filmlerin sonunda aklında ?'' diyerek alay ettim onunla. Herkes gülmeye başladı. Seyhan ''Abin ile nasıl konuşuyorsun sen'' diyerek sertleşse de biraz ses tonu. Diğer abiler, ''sen adamın üstüne geliyorsun hak ettin'' diyerek beni korudular. O gün dönüm noktasıydı. Seyhan abi bir daha alay edemedi benimle. İşte o an anladım ki , söyleyince iyi oluyorsun. Söyleyince çekiniyorlar senden. Sessiz sakin olunca olmuyor. Efendi olunca olmuyor bu işler. Adamın boşluğunu yakalayıp vurunca , senden iyisi olmuyor. İşte bunu ta o zaman anlamıştım. Bunun keyfide bambaşkaydı laf aramızda. Çok hoşuma gitmişti.
Yazları hala babamın yanında dükkanda çalışıyordum. Yedinci sınıfın yazıydı .
Ali amca, babama lunaparkta çalışabileceğimi söylemiş. Ben de lunaparkta çalışmaya başladım. Babama göre okumakla adam olunabilirdi. Fakat çalışmakla daha çok adam olunurdu. Beni okuyacak olarak görmüyordu Babam zaten. Öyle bir ihtimali göz önüne bile sermiyordu.
Ben çalışmak istemiyordum. Gönlümce gezmek, eğlenmek istiyordum. Ama ne mümkün. Rahmetli amcamın başına gelenleri unutamayan babam beni sürekli çalıştırıyordu. Çalışmayan, gününü gün eden amcamınki gibi bir sondan koruyordu beni kendine göre.
Lunaparkta çalışmayı sevmiştim. Benim için inşaattan sonra kurtuluş, ikinci okulum olmuştu.
Oradaki abilerle sohbet ediyordum, beni koruyorlardı. Çocuk muamelesi görüyordum. Kimsenin hoşuna gitmez fakat benim gidiyordu. O zamanlarda bana ''Çocuk'' lakabı takılmıştı.
Lunaparkta çalışmaya başladım. Harika zamanlardı. Lunaparkta çalışmaya başladıktan sonra içimde bastırdığım bir çok duyguyu ortaya çıkardım. Babamın kıyağıydı belki de orada çalışmam.
Akşam saat beşte lunaparka gidiyor gece yarısına kadar çalışıyorum. Lunapark bana özgürlük, tanımadığım insanlarla sohbet etme fırsatı vermişti. Ama en önemlisi özgüven sahibi yapmıştı.
Tanımadığım insanlar ile özgürce konuşuyordum, yeni şeyler öğreniyordum. O yaşıma kadar sadece dükkana gelenler ile diyalog kuruyordum. Onlarda iki üç kelimeyi geçmezdi.
Zamanın pezevenkleridir hayat kadınları ve eğlence sektörleri. Zaman ile para kazanan bizlerin saatle asla işi olmazdı.
Çocuklarını getiren anne babaları görüyordum. Çocukları biraz daha fazla eğlensin diye aileler benimle muhabbet ediyor kafaya almaya çalışıyorlardı. Ben de kırmıyordum tabi. Lunaparka ilk girdiğimde atlıkarıncayı işletiyordum. Benle yaşıt ya da bir iki yaş büyük çocukları bile eğlendiriyordum.
Kız peşinde koşan erkekleri görüyordum, dar alanda kısa paslaşmaları. Erkeğin tüm cesaretini toplayıp kızın yanına gitmesi ya da kıza bir arkadaşını göndermesi. Bana ilginç geliyordu.
Ben bir kızdan bile hoşlanmaya bile cesaret edemezken. Aşağılık kompleksi her bir tarafımı sarmışken insanların bu denli cesaretli olması beni şaşırtıyordu. Kimse karşısındakinin onu kabul edip etmemesi ile ilgilenmiyordu.
Sadece "Ya tutarsa" olayı işte. Ya tutarsa. Bazen tutuyor bazen de tutmuyordu.
İlk konuşmalar. Anlamsızca sağa sola bakmalar, utanmalar. Başlar hep önde, eğik.
Bazıları kaçmayla, bazıları Allah'ın emri peygamberin kavliyle istemeyle, bazılarıysa askerde terk edilmeyle son bulan derbeder aşklar.
Hepiniz sevmişsiniz, sevilmişsiniz kardeşlerim. Kiminizin aşkı hiç başlamadan bitmiş. Kiminizin aşkı bakışmaktan öteye gitmemiş. Kiminiz kavuşmuşsunuz sonra ayrılmışsınız. Kiminizse hala birliktesiniz. Kiminiz ise onunla evlenip mutlu bir yuva kurmuşsunuz.
Dün, bugün, dün ve yarın. Her gün birbirinin kopyası. Biraz daha yaşlanarak devam eden bir döngü. Her gün yeni baştan.
Geçmişte yaşadıklarımız ve yaşattıklarımız. Hissettiklerimiz ve hissettirdiklerimiz. Hissettirdiklerimizi peşimize takdığımız bir şarkı sadece hayat. Her gün tekrar çalan bir şarkı.
Bütün ömrümüz hayallerle geçiyor. Kafayı yastığa koyduğumuzda, gerçekleşmesini isteyerek kurduğumuz hayallerle. Kendimizce iyi olacağına inandığımız her şeyi umut etmekle. Umut ederek yaşıyoruz. Yaşadıkça ölüyoruz. Köpek gibi çalışıyoruz, hırsımıza yenik düşüp çalıyoruz, kendimizi kaybederek öldürüyoruz. Şartsız, koşulsuz seviyoruz ve seviliyoruz. Yalanlar söylüyoruz.
Umutlarımız olmadığında, umutlarımız gerçekleşmediğinde mi?
Kadere sövüyoruz. Ağlıyor, yıkılıyoruz, bazen de yakıyoruz.
Size neyi anlatayım?
Ne olursanız olun, ölümün olduğu yerde her sevda ayrılığı, her canlı ölümü tadar.
Hiçbir şey ama hiçbir şey sonsuza dek sürmez.
Unutmayın. başlangıcı olan her şeyin, elbet bir gün sonu vardır.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top