Bölüm 25
Yemeğime o kadar hızlı yapıştım ki anlatamam çünkü neden? Başıma gelecekleri biliyorum da ondan. Sonra yemek yemek hak getirecekti. Muhtemelen ailecek önümüzdeki birkaç öğünü atlamamız gerekecekti.
Ağzıma keklerden bir dilim daha tıktığım esna da annemin kocaman açılmış gözlerine baktım, ilk kez bu kadar iştahla yediğimi görüyordu. Buna kızacağını bilsem de umurumda değildi. Telefonu kapatmadan önce hepimizi birer kez süzdü.
"Evet, tabii. Nerede?" Cevabı aldıktan sonra telefonu kapadı, hemen buradaydı. Yakında geleceklerdi.
İçimi tuhaf bir burukluk kaplamıştı. Dolunay'la bakışıyordum, yemek yemesini işaret etmiştim. Yapmamıştı, bu yüzden biraz bencil olduğumu düşünmüştüm. Ama yemek yese de yemese de aynı sorunlarla birazdan baş edecektik. Öyle değil mi?
En azından sofradan yemek yiyerek kalkabilirdi. Belki de cidden bencildim, gerçek annesi benim manevi annemdi ve benim biyolojik annemde onun manevi annesiydi. Babamın kim olduğunu kimse bilmiyordu çünkü biyolojik annem biyolojik olması gereken babamı aldatmıştı.
Evet, karışık gibi gözükse de asıl doğrular bunlardı. Bu yüzden Saraçoğlu ailesi büyük bir yıkımla karşı karşıyaydı. Herkes kavga etmeye başlamıştı, muhtemelen Dolunay'ın manevi anne ve babası ayrılacaktı. Bu durumsa tüm çocukları etkileyecekti.
Artık bana sinirli olmak için gerçek bir nedenleri vardı. Ailem gerçekten de ailelerini tamamen yıkmıştı ama bizim sorunumuz olduğunu düşünmüyordum çünkü adı üstündeydi: Biz en başından beridir düşman ailelerdik, düşmanlığımız kaç nesil öncesine dayanıyordu. Başka ne yapabilirdik ki?
İmkanları olsa aynılarını yaparlardı, biliyordum. Elbette dediklerime Dolunay dahil değildi ama olanlar yüzünden aramın onunla da pek iyi kalabileceğini sanmıyordum. Artık ailesine geri dönecekti, geri döndüğündeyse kardeşleri onu bana karşı dolduracaktı.
Yine de bana psikolojik veya gerçek anlamda şiddet uygulamayan, aksine olabildiğince sahip çıkan bu Saraçoğlu'nu -aslında Aksoy'u- fazlasıyla özleyecektim.
Yemeğimizi yedikten sonra hizmetçiler hemen sofrayı toplamaya başlamış, adeta bizi masadan kovmuşlardı. Kıyafetleri uygun olmayan kişiler daha uygun kıyafetler giymeye gitmişti, karşılaşacağımız canavarlarla yüz yüze geldiğimizde uygun olmak istiyorduk.
Merve, Dolunay'ın hemen yanında duruyordu, merdivenlerde oturuyorlardı. Güzel bir yer seçmişlerdi. Ne göz önündeydi ne de çok uzakta. Dolunay ellerini dizlerinin üstünde birleştirmişti. Konuşmuyorlardı.
Yanlarına gidip alt basamaklardan birine oturmuştum. "Hazır mısınız?"
Başını hafifçe indirip bana baktı. "Sence?" Sanki biraz sesi sinirli çıkmıştı. Bu Dolunay için alışılmış bir şey değildi.
"Anladım."
Merve bana baktı. Alp'ten hiçbir haber yoktu, bir köşede sinir krizi geçiriyor olmalıydı. Merve işaret parmağını dudaklarının üstüne götürdü. Ne demek istediğini çok iyi anlamıştım ama sessizlik hoşuma gitmemişti, susarsam olayların daha üzücü olacağını düşünüyordum.
Dizine dokundum. "Bir şey ister misin? Seni iyi hissettirecek..."
Suratıma bakıp sinirle güldü. Yine de kaba bir cevap vermedi. "Hayır, yok." İç çekti. "Olma ihtimali de yok. On altı buçuk, on altı yıl önceki hatayı saymazsak hiçbir şekilde beni iyi yapamazsın. Bunu düzeltmenin bir yolu da yok."
Derin derin nefes aldım. "Haklısın, üzgünüm."
"Senin suçun olduğunu söylemedim Defne." Dolunay birilerine sinir olsa da kimsenin suçlu hissetmesine, üzülmesine katlanamıyordu. "Üzülmene gerek yok." Kapıya doğru baktı, manevi annesini gördü. "Geldiler."
Merve hepimizden önce kalkarak ellerini bize uzattı. Karşılık verip kalktık, geniş pencereler sayesinde bahçeye doğru geçtiklerini gördüm. Annem konuşmamış, sadece çardağı göstermişti hafifçe gülümseyerek.
Adımlarımızı hızlandırarak yetişmiştik, sesimizi çıkarmıyorduk. Dolunay kız kardeşimin elini bırakmıştı, ikimizde sorun etmemiştik. Ailesiyle arasını bozmak istemiyordu, sonuçta yıllardır beraber yaşamışlardı ne kadar sorun olursa olsun.
Benim manevi babam buradaydı ama Saraçoğlu ailesinin babasından haber yoktu. Bir süre manevi babam beklemiş, ardından ayağa kalkmıştı. Aramızdan ayrılmıştı, bu kavga için bir araya gelinmiş bir toplantı değildi kesinlikle. Karşı tarafın babası yoksa durmasının manası da yoktu.
Kadınları yalnız bırakmak daha iyi anlaşmaya varmalarını sağlamak da kuvvetli olacaktı, öyle düşünmüştü. Karısına tamamen güveniyordu.
Öz kardeşlerim hemen annelerinin yanında duruyordu. Birkaçının kolları göğüslerinde birleşmişti. Birkaçı da fark etmemişti ama bacaklarını sallayıp duruyorlardı. Kuş cıvıltılarının yerini konuşma sesleri aldığında başladığımızı anlamıştım.
Babam içeriden bizi izliyordu, fark edilmemeye çalışıyordu ama ben fark etmiştim. Dolunay'da tam karşıma oturmuştu.
"Dolunay hakkındaki düşüncen nedir?" Kızıl saçlarını kulağının arkasına attı.
"İyi bir çocuk." Kendinden emin, oldukça dik oturuyordu. "Güzel yetiştirmişsin, o senin çocuğun. Onu sen yetiştirmişsin." Yere baktı. "Defne ise benim çocuğum."
"Güzel."
Bir süre kimse konuşmadı. "O zaman bunu bir kenara atmak en iyisi olacak."
"On sekiz yaşlarına basmak üzereler zaten, kendi kararlarını verebilirler. Ki ben herkesin kendi manevi ailesini seçeceğine güveniyorum." Oğluna baktı. "Şimdi bir dava açarsak en az dört yıl sürer, bu yüzden açmamak daha mantıklı."
Belki de kadını kocasından ayırdığı için, belki de biyolojik olması gereken babama büyük bir iyilik yaptığı için oldukça keyifliydi. "Gayet güzel bir düşünce. Ancak bir şartım daha var. Çocuklar yirmi bir yaşına basana kadar basında ikimizde birbirimiz hakkında hiçbir şey demeyeceğiz, karşıt haber çıkmasına da izin vermeyeceğiz."
"Biliyorum." Tek taşına baktı. "Yoksa olaylar büyür ve aynıları olur. Öyle değil mi?"
Ve böylece anlaşmaya varılmış oldu.
FİNALE bir bölüm kaldı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top