30

Bir anne kaybettiğinde bununla baş etme biçimi sessizlik içinde kabul etmek olmuştu. Mezarın olduğu yerden ayrılıp kendine yeni imkânlar bulmak için yola çıkması ne kadarını almıştı?

Yeni bir anne ona kucak açtığında kaybetme duygusunu kabullenerek girmişti aileye ve gittiğinde buna hazırlıklıydı.

Ne hissetmesi gerekiyordu? Onca sene bir şekilde de olsa hayatta olduğunu ama kendi hayatında olmadığını bilmenin öfkesi ve hüznünü mü yoksa kaybettiğini sandığı bir bağa yeniden kavuşmanın mutluluğunu mu?

Kelimeler sadece kafasının içinde değil dışarıda, bedeninin etrafında, gözlerinin önünde dolanıp duruyordu; dengesini yitirmek üzereymiş gibi afallıyor, elleriyle destek alacak yerler arıyordu.

“Öldükten sonra tekrar uyandım,” diyordu ses. “Ölüyüm ama hayattayım da,” diyordu.

Neden ve nasıl bilmiyorum, ne zamana kadar bilmiyorum, bunun anlamı ne bilmiyorum. Yanına gelmek istedim ama bensiz devam ettiğinizi görünce her şeyi bozmak istemedim. Güneşe çıkamam, gözlerimizi yakıyor. Neden bilmiyorum. Özür dilerim. Seni özledim. Sizi uyarmaya geldim. Ben ölüyüm. Ölüyüm.
Ben. Ölüyüm.

Öyleyse neden karşımda dikiliyorsun demek istiyordu ama Ender sessizlik zamanlarına geri dönmüştü. Adımları onu uzaklaştırdı ve İhtiyar’ı endişelendirmemek için ağzından sadece “Yürümem lazım,” cümlesi çıktı.

Salkım ağacına doğru yürüdüğünü fark ettiğinde geçen seferki olanları hatırlayarak yönünü değiştirdi. Gece vakti ormana girmek istemiyordu ama kasabada da kalmak istemiyordu. Hiçbiri iyi bir fikir değildi. Hiçbir yere gitmek istemiyordu da ama eve de dönmek istemiyordu.

Her yere gidebilirken hiçbir yere gidesi yoktu.

Sonra adımları durdu ansızın. Anılarında kızıl bir kız belirdi, her seferinde arkasını dönüp gitti. Sadece geceleri gördüğü, gün doğumuna az kala çiçekleri ile konuşurken gitmesi gerektiğini söyleyen bir kız. Daha önce kasabanın hiçbir yerinde görmediği bir yabancı, ismini asla öğrenemediği…

Derin bir nefes alırken başını yukarı çevirdi Ender. Elleri ceplerinde, soğuğu engelleyemiyor. Burnunun ucunun kızarmaya başladığını tahmin ederekten havanın pusluluğunda tek tük yıldız görmeye çalıştı ama hayal ettiğiyle kaldı.
Nefesini havaya bırakırken çıkan buhar, kasabanın sisinde kayboldu gitti.

“Ölü birisini bekleyip durdum,” dedi kendi kendine. Sonra da güldü. Tam da bana yakışır bir son.

Yine de adımları mezarlığa yönelmişti. Bunu fark ettiğinde kendisini durdurmak aklından geçmedi bile ama kızın sadece bir kez bu yöne doğru gittiğini anımsayınca bir an için şüphe etti. Diğer seferlerde tam tersi tarafta, kasabanın dışı, ormanın içine doğru koştuğunu görmüştü.

Varış noktasından emin olmayışı yönünü değiştirmesini kolaylaştırırken içgüdüleri ne derse oraya yönelmeye karar veren Ender hızlı adımlarla aşina olduğu yola yöneldi ve sadece merak etti.

Benimle konuşur mu? Bu sefer kaçmadan sohbet edebilir miyiz? İsmini öğrenebilir miyim? Ne zamandır ölü?
Sonra bir an için, zihninde kendi sesini duydu. O anki değil, eskilerin bir yankısı. Bir varmış bir yokmuş diyordu seslerinden biri. Kitap okuyordu gözünün önünde beliren kendisi. Eğer oradaysa, diye merak etti ansızın, kitap okuduğumda beni duyuyor muydu?

Üzerine çöktüğüm mezar ona ait olabilir miydi?

Mezarlığa varmak üzereyken sesler duyduğuna yemin edebilirdi ama adımlarını hızlandırıp ağaçların arasından çıktığında etrafta kendisi hariç hiç kimse yoktu. En azından görebileceği her yer boştu.

Belki de rüya görüyorumdur diye düşünmüyor değildi. Eve gidecek ve İhtiyar’ı uyurken bulacaktı. Lilyum hakkındaki her şey bir hayalden ibaretti ve Ender de hayal gücünü fazla serbest bırakmıştı.

Fakat uyanıktı. Bundan emindi. Duyduğu şeyleri uyduracak hayal gücü olduğunu da sanmıyordu hem.

Etrafta anlamsızca gezindi. Adımlarını büyükçe ama ağırca attı. Birkaç yaprak tekmeledi. Diktiği ağaçların gövdelerine dokundu, çalıların yapraklarını okşadı ve her birinin altında yatanları düşündü. Gerçekten de uyanıklar mıydı?

En son isminin Bonto olduğunu bilmediği çalının yanında çömeldi Ender. Neden bilmiyordu ama kitap okuyacağı zaman hep onun önüne gidiyordu. Belki de mezar taşının yanındaki dikili taş dikkatini çektiğindendir, belki de taşın üstünde kırık gül sembolündendir. Bilmiyordu. Bonto’nun yaprakları, minik meyveleri ve mezarlığın griliğine kattığı renk hep çok hoşuna gitmişti. Kızıllığı siste işaret feneri gibiydi.

Ender izlendiğinden emindi. Birilerinin, o bakmadığı anda ağaçların arasından gözlerini üzerine diktiğini ensesinde hissedebiliyordu. Seslenmek istedi. Arkasını dönüp hepsini yanına çağırmak, en azından ondan korkmalarına gerek olmadığını belirtmek istedi. Neden bilmiyordu ama her birini tanıdığı hissinden kendini kurtaramıyordu. En azından onların, kendisini tanıdığından emindi. Fakat Kızıl’ın ortaya çıkması asıl beklediği şeydi. O da gelmeyince Ender istenmediğine karar verdi. Büyük ihtimalle onları korkutuyordu.

Böylece arkasını dönerek onları rahat bıraktı.

Eve dönmesi ve başka bir ölüyle yüzleşmesi gerekiyordu.

Olabildiğince ağır adımlar atmasına rağmen çiçeklerin kokusunu şimdiden duyar olmuştu. Şapkacının kapısının yine aralık durduğu görünce kapatmadan geçemedi. Eve girişten girmek yerine arkayı dolandı ve serasından geçerek bahçesine geçti. Tam arka kapıdan geçecekti ki koşturan bir figür, ayağı takılıp düştüğünde kendisini çitlere yanaşırken buldu. “Korkuluk?” dedi asla öfkeli görmediği genç adama. “İyi misin?” Çitin üstünden atlayıp yanına gitmeye yeltendiği esnada Korkuluk hızla ayaklandı.

“Gelme, iyiyim,” dedi uzak bir sesle. Başka hiçbir şey demeden döndü ve gitti. Ender bir süre arkasından bakakalmıştı. Ardından o da eve girdi, ışıkların kapalı olduğunu gördü. İhtiyarın kapısı kapalıydı. Lilyum’un gidip gitmediğini merak ediyordu ama sormaya cesareti de yoktu. Odasına çekildi ve güneş tırmanmaya başlamışken kendisini yatağına bıraktı.

🥀

O gece, Ender’le karşılaşmasından birkaç saat önce Korkuluk, Buva’nın yanından ayrıldığında baktığı her yerde onları görüyordu. Geceye karışmış beyaz noktadan ibaretlerdi. Kafasının içinde seslerini duyabiliyordu: Bizim için birini geceye çek. Birini öldürmemize yardım et. Sen olmayan birini daha aramıza kat.

O da, kendisine cilve yaptığını bildiği genç kızlardan birini seçti. Herkes ona güvenirdi, kızı ailesinden izinle yürüyüşe çıkarması zor olmadı. Etrafta gezen bir katil mi var? Korkuluk’la gezmesi hiç sorun olmaz! Korkuluk neticede, o korur.

Yollarını kasaba mezarlığına yönelttiğinin pekâlâ farkındaydı. Üzerindeki bakışların da.

Hiç öyle bakmayın, diyordu içinden. Ortalık yerde cinayet işlemenize izin vermeyeceğim.

“Son zamanlarda seni pek göremiyorum,” dedi kız yüzünde gülümsemeyle. Bu anı o kadar uzun zamandır bekliyordu ki kalbinin atışlarından kendi sesini duyamayacak haldeydi.

Korkuluk’un en sevdiği rengi biliyordu, aynı zamanda hepsini ayrı ayır sevdiği zamanları da hatırlıyordu. Bir yaprak gördüğünde düşüşünü dakikalarca izlediği anları biriktirmişti kendi zihninde. En sevdiği yemeği de bilirdi ki ailesi ona yiyecek vermek istediği vakitlerde kulaklarına fısıldardı ve Korkuluk’un tabağı gördüğündeki yüz ifadesini zihnine kazırdı.

Tüm kahkahalarının tonunu ezbere biliyordu.

Korkuluk ise sadece kendisinden hoşlandığını biliyordu o kadar.

“Ortalıkta dolanmak için pek de akıllıca bir zaman değil,” diye mırıldandı Korkuluk. Kızı mı yanıtlamıştı kafasındakilerle mi mücadele ediyordu kendi de pek emin değildi.

Mezarlığa yaklaşmak üzereyken, etraflarında sıklaşan ormanların ortasında durdular. Kız fark etmemişti ama Korkuluk, giderek yaklaşan beyazlıkların ortasında kaldıklarını görmüştü.

“Gerçekten mi?” dedi yüksek sesle.

“Bir sorun mu var? Neden durduk?” Fakat Korkuluk ona bakmıyordu. Bu da genç kızın etrafa bakınmasına sebep oldu ve ağaçların arasından çıkan figürleri gördüğünde kendisini Korkuluk’un arkasına çekti; gömleğini avuçlarının içine almış, korkuyla ona tutunuyordu.

Bu hareket Korkuluk’un kalbinin teklemesine sebep oldu. Birazdan başına gelecekleri ve sorumluluğunun ona ait olduğunu bilmek ama onun kendisine sığınması Korkuluk’un içinde, olduğuna inandığı tüm insanlığı da yitirdiğine inanması için yeterliydi.

Geri dönüşü olmayan bir yola girdiğinin farkındaydı artık.

“Durmak bilmedin,” dediler.

“Kasabanın izlememesini tercih ederim.”

Bu sohbet genç kızın gömleği bırakması ve Korkuluk’tan da geri kaçması için yeterliydi ama arkasında boşluk yoktu. “Neler oluyor?” diyebildi zar zor, korkusu boğazında büyümüştü.

Korkuluk arkasını dönmedi. Gözleri yumuluydu fakat kulaklarını kapatmak için hiçbir yolu yoktu. Sesler büyüdü, büyüdü, büyüdü. Kocaman bir beden halini aldı. Karşısında dikildiğini hissedebiliyordu. Soluklarını hissedebiliyordu. Yardım et deyişini duyabiliyordu.

Sonra sesler durdu ama ensesinde hissettiği soluklar hiç gitmedi.

Gözünü açtığında yanından geçip gittiklerini gördü ama ceset yoktu. Arkasını dönerek yerde yatan, gözleri korkuyla çarpılmış halde göğe bakan kızı gördü. “Bir dakika bir dakika,” dedi yanından geçmekte olan son kişiyi tutup durdururken. “Onu neden almıyorsunuz?”

“Kasabalıların öldüğünü bilmesi gerek ki geri geldiğinde dirildiği fikrini inkâr edemesinler.”

“Onu burada mı bırakacaksınız yani?”

“Hayır, onu sana bırakıyoruz. İnsanların görebileceği bir yere götüreceksin.”

Korkuluk birkaç adım geriledi, derin bir nefes aldı. Bağırıp çağırmak ve onu ne sandıklarını yüzlerine haykırmak istiyordu ama kendisini tuttu. Gülerek başını iki yana salladıktan sonra cesede takılmaktan son anda kurtulup kenara çekildi. “Biri beni görürse, işim biter. Sizi görürlerse, asla yakalayamazlar. Neden biraz mantıklı düşünmüyorsunuz ve işinizi kendiniz halletmiyorsunuz? Onu size getirdim zaten! Benden istediğiniz buydu.”

“Yerinde olsam seninle yürüyüşe çıkmış bir kızın öldürülmesinin nasıl üstüne kalmayacağını düşünürdüm çocuk. Senden böyle aptalca bir hareket beklemiyordum ne de olsa. Beni şaşırttın. Hayal kırıklığından doğmuş bir şaşırtma. Ama tabii, mantıklı olduğundan buna dair bir planın vardır, öyle değil mi? Sen halledersin. Ne de olsa Kont’un gözde insanısın.”

Korkuluk’u bakmak istemediği cesetle baş başa bıraktılar. Bir süre, dudaklarını ısırarak orada öylece dikildi. Ne kadar görmezden gelirse o kadar gerçekliği silinirmiş gibi hissediyordu. Fakat boşluğun sesi kulaklarında çınlıyordu sanki. Tüm bedeninde yayılan titreşim gözlerini karartıyordu.

Bir şeyler yapması gerekiyordu. Ailesi kızı geri beklerken ve sabaha tüm kasaba akşamı onunla geçirdiğini bilecekken bir şey yapması gerekiyordu.

Kanlanmış dudaklarını sildi, cesedin önünde eğildi ve gözlerini kapattı. Kucağına aldıktan sonra kasabanın içine fazla girmeden, yine de gün ışıkları ile insanlar evlerinden çıkmaya başladığında görebilecekleri bir noktaya bıraktı kızı. Eve dönüş yolunun da üstündeydi konum.

Oradan uzaklaştı, birkaç tanıdığının yanında belirdi. Sohbet etti, onlara kızla yürüyüş yaptığını ve ardından ayrıldığını söyledi. Herkese, sadece bu konuyu açıyordu ve ardından orayı terk ediyordu. Kendisi için tanık oluşturuyordu. Hatta birkaç tanesi genç kızı eve doğru ilerlerken gördüğünü bile iddia etmişti.

Yine de yeterli değildi. Buva kasabadayken değildi.

Ellerini cebine atmış yürürken oraya ait olmayan bir şeye değdi parmakları. Ucundan çıkarıp baktığında kızın boynundaki şalı gördü. O anki panikle elini geri sokarken etrafına bakındı ve dengesini sağlayamayarak düştü. Ne zaman almıştı bunu? Neden almıştı?
Dalgınlığına gelmiş olması affedemeyeceği bir aptallıktı. Diğerlerinin yanındayken görülmüş müydü acaba?

Sorular beynini kemirirken uzaktan Ender’i gördü. İlk başta yanına giderek ona da aynı hikâyeyi anlatmayı düşündü ama dalgınlığını ve çatık kaşlarını görünce bundan vazgeçti. Kendisi uzaklaşmak üzereyken de Ender’in duraksadığını, yön değiştirdiğini gördü. Sonra aklına bir fikir geldi.

Buva’nın hâlihazırda ondan şüphelendiğini düşününce neden olmasın dedi. Böylece onu takip etti. Eve gitmediğini görünce, o andan daha uygun bir zaman olmadığına karar verdi ve Ender’in odasına sızdı. İçeride ışık yok, İhtiyar’ın kapısı da kapalıydı.
Şalın Ender’in yatağının altına doğru ittirdi. Buva’nın zihnine şüphe tohumlarını eker de odasının aranmasını sağlarsa çok işine yarayacak bir eylemdi bu. Üstelik onu gece yürürken gördüğünü de birkaç kişiye anlatırsa…

Kendisiyle gurur duymuyordu. Hayır. Aksine, arkadaşı olarak gördüğü ve vakit geçirmeyi sevdiği bu bahçeyi yakmakta olduğu düşüncesi midesini yakıyordu ama kasabayı kaybetmeyi göze alamayacak kadar korkuyordu da.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top