⇝ Gökkuşağı Grisi | 1/2
-1- / 2
Bu küçük, şirin kafede kâh gülüp kâh ağlarken zamanın nasıl geçtiğini anlayamamışız. Bir de baktık ki büyümüşüz, her birimiz ayrı yerleri kazanmışız. Yarından sonra her şeyin çok farklı olacağını biliyordum. Artık burada olmayacaktım. Ne sıcak yuvam, ne şirin kafem, ne de sevdiğim insanlar yanımda olmayacaklardı artık. Dışarıda beni bambaşka bir hayat bekliyordu ve ben sevdiklerimden ayrılacağım için hüzünlüyken yepyeni bir hayatın başlangıcıyla heyecanlıydım da aynı zamanda.
O gün içim içimi yese de kafenin müşteriler için ayrılmış kısmına çıkmadım bir daha. Gizemli adamı son kez seyretmek istemiştim, ama bütün gün İdil'in gözü üstümdeyken bunu yapabilmem pek de mümkün değildi. Aslında onu her zaman oynadığım bir oyun sayesinde keşfetmiştim. Bir kafede çalışıyorsanız ve sürekli müşterilere servis yapıyorsanız boş kaldığınızda kendinize yeni uğraşlar edinebiliyordunuz. Ben de kafedeki müşterileri dış görünüşlerine göre bir kalıba sokup mesleklerini, hayatlarını tahmin etmeye, daha doğrusu uydurmaya çalışıyordum. Mesela şu köşedeki kısa boylu tıknaz, beyaz kıvırcık saçlı ve gözlüklü adam iyi bir üniversitede profesör de olabilirdi, çok yaşlı bir ressam da. Belki de bir banka müfettişiydi. Ne olduğu umurumda olmasa da hayal etmek, uydurmak, bu oyunu oynamak zevkliydi. Bay Gizem de 1 yıl önce bu oyunu oynarken karşıma çıkan bir müşteriydi işte. Yani İdil'in abarttığı gibi öyle büyük büyük etkilenip heyecanlanmıyor, aşkımdan ölüp bitmiyordum. Sadece uzun boylu, karizmatik, sempatik ve ağırbaşlı bir adamdı ve ben diğer müşteriler gibi ona da sanal bir kimlik oluşturmuştum hayal gücümde. Mesela benim hayalimde Bay Gizem, çok şık mekânlara gidip güzel yemekleri tadan, sonra onları gazete köşesinde yazan bir gurmeydi. Bunu nereden mi uydurmuştum? Buraya her geldiğinde başını kaldırmaksızın harıl harıl dizüstü bilgisayarında bir şeyler yazıp duruyordu. Açıkçası bende bıraktığı ilk izlenim de buydu. Hatta bu düşüncelerimden İdil'e bahsettiğimde bana gülmüş, "Bu kadar yakışıklı bir adam ya modeldir ya da iş adamı. Hani filmlerde hep öyle olur ya." diyerek göz kırpmıştı. Benimle dalga geçmişti yani. Tabi kuzenim yakışıklılık kısmını abartmıyordu, Bay Gizem gerçekten de hoş biriydi. Fakat bunun artık bir önemi yoktu çünkü ben bu sanal kimlik oyunuma bir son vermek zorundaydım. Buralardan gidiyordum, artık yeni bir hayatım olacaktı. Ama içimde sanki sonsuz dek buraları terk ediyormuşum gibi yoğun bir hüzün vardı. 4 yıl çok uzundu, belki ondandı. Bilmiyorum.
Akşam eve gelip bavullarımı gözden geçirirken bile içimde tuhaf hisler vardı. Gideceğim için inanılmaz heyecanlıydım ama sanki bir parçamı da burada bırakıyordum. Annemle ilk defa bu kadar uzun ayrı kalacaktık, sanırım sebep buydu. Onu yalnız bırakmak... Aslında yalnız olmayacaktı, teyzemler ona yol arkadaşlığı edecekti, aksine yalnız kalan ben olacaktım ama yine de benim içim biraz tuhaftı. Onu çok özleyeceğimi düşünürken burnumun direği sızladı.
Dönüp yanımdaki yatakta bağdaş kurup beni seyreden İdil'e baktığımda aynı yüz ifadesini onda da görünce rahatladım. Demek ki yalnızca ben hissetmiyordum bu duyguları. İdil'in gözleri de en az benimkiler kadar özlem dolu bakıyordu. "Keşke aynı şehirde olsaydık. Sen İzmir'e, ben Bursa'ya... Olmuyor ki böyle!"
O oyunbozan bir çocuk gibi dudaklarını sarkıtırken yanına oturdum. Aslında onu teselli edecek cümleler bende yoktu çünkü ayrılacağımız için ben de en az onun kadar üzgündüm. "Evet, kim bilir ne kadar eğlenirdik. Ama kader, ne yapalım. Hem sen İzmir'e kaçarsın, ben Bursa'ya gelirim. Tatillerde yine burada buluşuruz. Ayrıca sen daha şanslısın biliyor musun? Bursa buraya daha yakın, ama ben ta nereye gideceğim."
"Hayır, sen daha şanslısın." Aniden yatağın üstünde zıplayarak çığlık attı. "İzmir'e gidiyorsun kızım! İzmir! Deniz, kum, güneş, hava, yakışıklı meteorlar..."
Uyarı dolu bir sesle "İdil!" derken güldüm. Bu kız iç akıllanmayacaktı. Hem de hiç. Bir gram bile. Ama ben bu çatlak deliyi seviyordum.
"Yok, yok ben yatay geçiş sınavına girip yanına geleceğim. Gör bak. Ben burada her hafta sonu bu koca karıların dırdırını çekemem. Hem sen de yoksun. Annem ayrı, Gülben teyze ayrı. Deliririm vallahi!"
Sahte serzenişleriyle yüzünü buruştururken ne kadar komik göründüğünü bilseydi keşke. İzmir'e gelişinin pek mümkün olmadığını bilsem de uysal bir biçimde "Olur." diyerek teselli ettim onu.
O an İdil'in az önceki çığlığını duymuş olacak ki, Rezzan teyzem geldi. "Hadi bakalım gevezeler, bu gece evi başımıza yıkmadan yatakları hazırlayın da yatalım." İkimiz de çil yavrusu gibi dağılıp yataklarımızı hazırladığımızda kendi odalarımıza döndük. Bu gece son gecemizdi ve koyun koyuna yatmayı planlıyorduk. Kim bilir bir daha ne zaman görecektik birbirimizi... Tamam, biraz abarttığımın ben de farkındayım ama size daha önce de söyledim, ben daha önce ailemden hiç bu denli uzak kalmadım. Garipsiyorum. Ama bir yandan da heyecanlıyım, mutluyum, umutluyum. Ayaklarımın üzerinde duran özgür bir birey olmak için ilk adımımı atıyorum. İdil de, ben de buna alışacağız.
Tam yataklarımızı hazırlayıp uyuyacakken içeri Gülben teyze girdi. Yüzünde hem yaşlı bir kadının meraklı bakışları, hem de mızmız bir çocuğun ifadesi vardı. "Bu gece beni de alın aranıza!" dedi.
İdil'le birbirimize bakıp güldük ve yatakta ona da yer açtık. Henüz uykumuz gelmediği için gece lambasını yaktık ve yatakta oturup sohbet etmeye başladık.
Gülben teyze içindeki meraklı kocakarıyı çıkarıp "Peki şimdi sen İzmir'e gidince, Bay Gizem'e ne olacak?" diye sorunca kısılmış gözlerimle boşboğaz kuzenime döndüm.
Oysa hiçbir şey olmamış gibi omuz silkerek "Ne? Bunu fark etmemek için aptal olmak lazımdı." dedi ve rahatlığından ödün vermeksizin teyzemin sorusunu yanıtlamamı bekledi. "Evet, seni dinliyoruz Ela Hanım."
"Bay Gizem diye biri yok arkadaşlar. O sadece benim sanal kimlik oyunumun ufak bir parçası. Buradaki sıkıcı günlerimin eğlencesiydi, bitti gitti. Ben üniversiteye başlıyorum ve inanılmaz heyecanlı bir hayat beni bekliyor. Eminim ki tüm bunları düşünecek vakti bırakın, kafamı kaşıyacak vaktim bile olmayacak.
"İyi bari en azından oradan şöyle helal süt emmiş, yakışıklı, karizmatik, kaslı birini bulmaya çalış. Bak yoksa evde kalırsın ha!"
Teyzemin sözleriyle istemsizce kıkırdamaya başladım. Herhâlde kendisi gibi olacağımdandı bu korku ve endişesi. Kendisi bu yaşa kadar bekâr kalmış ve kendini genç hisseden kadınlardandı. Kız kurusu diyemiyorum, çünkü çok kızıyor. Hatta annemle veya Rezzan teyzeyle kavgaya tutuştuklarında kızgınlıkla bile bu sözü kullansalar günlerce kızar durur. Sanki kız kurusu olmak kötü bir şeymiş gibi... Ben de kız kurusu olmayı planlıyorum mesela. Hem beyaz atlı prens bekleyip hem kız kurusu olmak planlanır mı, diye sormayın çünkü oluyor. Şöyle ki, tünelin sonunda sizi bir prensin beklemediğini bildiğiniz hâlde düş kuruyorsanız sonunuzun Gülben teyze gibi olacağını biliyorsunuz.
Geniş yatağa uzandığımızda ikimiz de tavana bakarken küçüklüğümde gökyüzüne bakıp gökkuşağının gelmesini beklediğim günler gelmişti aklıma. Bir gün annem güneşe bu kadar uzun bakmamamı, bunun gözlerimi bozabileceğini söylemiştim ama aldırmadım. Omuz silktim. Gökkuşağının gelmeyeceğini biliyordum, ama beklemek her zaman güzel ve büyüleyici olmuştur. Tıpkı gelecekteki beyaz atlı prenslerimizi beklemek gibi... Bilirsiniz işte, hiç gelmeyecek şeyleri beklemek insanı yorduğu kadar ümitlendirir de. Çünkü o beyaz atlı prenslerin asla gelmeyeceğinin bilincinde olmanıza rağmen hayal etmek keyiflidir.
Peki, ya yanılıyorsam? Ya gerçekten bizleri bekleyen beyaz atlı prensler ya da pembe düşler bir yerlerde varsa?
...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top