7. Bölüm: "Kaçışa Ramak."

"Önyargılı olana değil, Önyargıya neden olana kızın. Onu da es geçmeyin sakın, Önyargıya neden olandan farklı olamadığı için." -Y


-Kaçışa hazır mısın?

7. Bölüm: "Kaçışa Ramak."


Acı, daha fazla göz yaratır. Daha fazla görüş... Olaylara farklı açıdan bakmamızın temeli oysa.

Acı yıpratır,
acı olgunlaştırır,
Ve en önemlisi seni ne kadar bocalatsa da ayakta tutar.
Hayattaki her bir çukura atılan adım, zirveye ulaşmak için basamaktı bana göre.
Duygusallık acıyı getirirdi. Acı ise asıl seni. İçindeki sen.

Evet, ben Su Grubu'nun üyesiyim. Ay'ın dünyadaki temsilcisi.
Duygunun en yoğunu...
İnce yeşil kapağını açtığım kitap, Burçları anlatıyor.
Pencereden vuran loş ışıkla göremeyerek, gözlerimi biraz daha kısıyorum.
Saatin varlığından bihaber, Lily'nin horlaması eşliğinde kelimeler üzerinde tekrar tekrar göz gezdiriyorum. Burçların dört gruba ayrıldığı söyleniyor.
Ateş,
Toprak,
Su ve hava!

Ateş grubu: Koç, Aslan, ve Yay burçlarını barındırıyor.

Yönetici vasıf, kendini beğenmiş ve gözlerinin daima zirvede olduğundan bahsediliyor.
Bunun, Bill'in ait olduğu burç sınıfı olduğunu hissediyorum.
Babasının işini elinden almak için, Bay Charlie'nin meşe ağacının altında uyuduğu örtünün altına zehirli yılanı koyması yokluyor zihnimi.
Hem de birkaç defa. Fakat, kötülerin bonus canları olduğunu kanıtlıyor Charlie, ölmeyerek.

Toprak Grubu: Boğa, Başak ve Oğlak burçlarını barındırıyor.
Değişmeyen aynı fikirler, ve düzen takıntılarının oluşuna ilişiyor gözlerim, sayfanın bitmesi ile parmağımı ıslatarak sayfayı çeviriyorum.

Su Grubu: Yengeç, Akrep ve Balık burçlarını karşıma çıkarıyor.
Ait olduğum katagori...
Duygusallık ve geçmişe özlemin zirve yaptığından bahsedilirken fısıldaşıyorum kendimle,
"Hiç te öyle değil."

Hava Grubu: İkizler, Terazi ve Kova'dan oluşuyor.
İkinci bir yüzün olduğu söyleniyor. Konuya bağlı kalamama, ani değişimlerinden bahsediliyor.

İnsanları böyle kalıplar içerisinde değerlendirmek, bana saçma ve gereksiz geliyor. Ama bir yanım, kendimden yola çıkaracak bunların doğru olduğunu teyit ediyor.

Sayfayı çevirdiğim sırada, mürekkep lekesinin giderek aşındığı bir cümleyle odaklanıyorum. Gözlerimde net bir hâl alması için yakınlaştırıyorum.
Loş sarı ışık, mürekkebin parıltısını göz bebeklerime yansıttığında, satırlar zihnimin bir köşesinde kanımın her bir zerresini donduruyor,
"O da bu satırları okurdu."

Kitabı ellerim yanmışcasına hızla yatağın diğer ucuna fırlatıyorum. Bir şeye temas etmeye korkuyorum, gözlerimin önüne dökülen siyah saçlarıma dahi.

Bu bir ip ucu olabilir mi?
Öyle olsa bile neyin ip ucu?

"Kalkın!" Katı sesim, karanlık odada kulakları korkuyla doldurduğunda, irkilme sesleri duyuluyor ardından.

Samuel, hızla yatağında doğrularak iki kere alkışlayarak ışıkları açıyor.
Yanıma gelip elini sırtıma koyuyor,
"Bir sorun mu var?" Diyor ve gözlerimin içine bakıyor açık kahve gözleriyle.
Arada bir bu kadar aptalca sorular sormasına kızıyorum.
Hatta sürekli.
Eğer bir sorun olmamış olsaydı, şu anda uyuyor olurdum.
Lily'nin kalın bacakları yatağın üst kısmından, Sam ve benim tam ortama sarktığında gözlerimi belirtiyor ve tutarak onu aşağı düşürüyorum.

Yer ile yapışık bir halde alnı kırışık bir biçimde bana bakıyor,
"Hey!" Çıkışıyor öfkeyle, "senin sorunun ne Eliza?"

Yatağın diğer tarafına uzanarak kitabı alıyorum. Dehşete düşüren cümleleri...

Gecenin gece olmaktan çıkışına neden olan o cümleleri gösteriyorum.
Sam, eğilerek okumaya başladığı cümleyi işaret parmağıyla saçlarını kaşıması ile bitiriyor.

"Eğer bu bir işaretse, devamı da olmalı. Duvarlar, dolaplar, yatak altları, pencere kenarı... Her yere bakın!"

İkili yatakların arasında bulunan, duvarı kaplayan kırmızı dolabı açarak içindeki her şeyi yere döküyorum. Köşeleri, çekmeceleri, üstü her neresi varsa araştırıyor ama bir şey bulamıyorum.

İhtiyacımız olan tek şey bir yazı!
Lily'nin sadece bacakları gözüküyor yatağın altından. Sam, pencere kenarlarını santim santim tarıyor. Samuel, soyunma kısmını inceliyor, ama bir şey bulamıyoruz.

Kırmızı dolabın karşısında, işaret parmağımın tırnağını kemirip, ayağımla ritim tutarken, hızla onun yanına gidip duvara dönük olan kısmına yöneliyorum. Diğerleri de onu çevirmem için yardımda bulunuyor.

"Sen mükemmelsin," diyerek parlıyor adeta Lily.

Parmaklarımı dolabın arka kısmında gezdirmeye başlıyorum. Ardından geriye birkaç adım atarak çizgilere yeniden bakıyorum.
Bir kaçış planı olduğunu anlamamız zaman alıyor.
"Bir kaçış plânı... Ama ne için?"
Olanları hiç görmemiş varsayıp ışıkları kapatıyoruz.
"Bundan kimseye bahsetmek yok," Diyerek onlara yöneliyorum. İşaret parmağımın tehditkâr biçimde savrulmasını, başımın sağ ve sola olumsuzca sallanması tamamlıyor. Tek kelime dahi etmeden yatağıma giriyorum. Onların iyiliği her şeyden önemli!

Sabah, güneşin tenime kamçılar biçimde yakan ışınları etkisiyle, kolumu gözlerime gölge yapmaya çalışsam da güçsüz kalıyor terle yerimden kalkıyorum.

Adımlarım ölü bir insana ait gibi, cansız ve isteksiz koridora çıkıyorum.
Temizlenmem gerekiyor ve istediğim zaman bunu yapabilmek, yüzümde tebessüm oluşmasına neden oluyor.
Kapıyı hızla açarak soğuk fayanslara adımımı attığımda, hafifçe titreyerek tabandan ayak parmak uçlarıma erişiyor ağırlık.
Parmak uçlarımla hızla kabinin kapısını hızla açtığımda çığlık atıyorum.

Bir elimi karşıma duvar yapıp diğer elimi çevirdiğim başıma, gözlerime perde yapıyorum. Ardından bir çığlık yayılıyor ağzımdan kendime engel olamayarak,
"Aman tanrım Samuel, çok özür dilerim, affet!"
Arkamı dönüyor ve giyinmesi için zaman ayırıyorum.

"Sorun değil Eliza, çıplak değilim." Diyor titrek bir sesle. Utandığını seziyorum.

"Üzgünüm..." diyerek yüzümü ona döndüğümde, altında şort olduğunu görüp derin bir 'oh' çekiyorum. Üst kısmında bir şey giyili olmadığını görüyorum. Islak saçlarından akan damlalar, köprücük kemiğine, ağırlığını taşıyamayarak teker teker  damlıyor. Arkasından yayılan sıcak su buharı, beni gözlerimi ovma fikrine itse de aldırış etmiyorum.
"Çıplak olmadığını söylemiştin, ahmak!" Diyorum, tekrar arkamı dönmeye yeltenerek.

Sırıtıyor, "kısmen" diyerek hızla çıkıp gidiyor. Onun gitmesiyle birlikte ben,
Chester'e kızmaya başlıyorum.
Bu denli büyük bir yapıda, bu denli bir zenginlikte, neden iki erkek ile odamızı ve yaşam alanımızı paylaşıyorduk?

Kendimi suyun altına, damlalarının bedenimi ele geçirip onu sarmasına dalarak bulunduğum durumu anlamaya çalışıyorum.

Haftada bir kere simülasyon eşliğinde sınav oluyoruz, akademinin içinde serbesttiz, ama her daim gözlemlendiğimizi biliyorum. Teknolojileri çok gelişmişti, ve buna hazır olmadığımızı düşünüyor olmalılar ki sadece küçük bir kısmını görüyoruz. Geçmişimiz onların elindeydi. Her bir cisim, her bir anı, her bir insan... Hayatımız hakkında bilmedikleri bir şey yoktu. Bunu tam da ilk sınavda anlamış olmam beni hayrete düşürüyor. Dehşete kapılama neden oluyor.

Kimin çocuğuydum?
Bunu biliyor olabilir miydiler?
Sanırım, tasarlanmış bir kaderi yaşıyorum. Onların çizdiği hayatı...

Analiz evet, yaşamım ve yaşadıklarım ile yaptığım analizler olayları daha iyi kavramam için etkili olacağını umud ediyorum.
Kapıdan gelen vurma sesi, kapının gıcırdar biçimde açılması ile son bulurken Lily sesleniyor bana,

"Eliza, çıkman gerek, Chester programda değişiklik olduğunu duyurdu."

Lanet Chester, haftada bir sınav olmamız yetmiyor bir de programda değişiklik yapıyor.
"Chester'e randevum olduğunu söyle." Diyorum gülerek, Lily buna eşlik ediyor.
Hızla çıkarak üzerimi giyiyorum. Henüz bir şeyler bile yemeden nasıl ayakta kalabilirdik ki?

Bugün, mor formalarımızı giymeyi istiyorum. Dördümüz de mor renkli formaları giyip cam asansörün önünde gelmesini bekliyoruz.
Lily, bugün bir değişiklik yapıp saçlarını iki yandan ayırarak bağlamış bir biçimde gülümseyerek saçlarıma bakıyor.

"Güzel saç ördüğümü söylemiş miydim Eliza?"
Gözlerimi deviriyor ve ciddiyetle, on santimi zar zor geçen saçımı ören Lily'e bakıyorum.

"Yengeç akademisinin en güzel kızı ben oldum sanırım Lily."
İroni yaptığımı anlamış olmalı ki yüzü düşüyor.
Asansör iki cam kapıyı girmemiz için açtığında, içeri ilerliyor ve zemine hızla iniyoruz.

Kapıda bizi, boyu iki metreye yakın, uzun sarı saçlı iri ve kaslı olduğunu bariz bir şekilde gördüğüm bir kadın karşılıyor.
"Nerede kaldınız? Bay Chester konuşmaya başlamadan ilerlesek iyi olur," diyor sınıfların bulunduğu kısmın zıt yönüne ilerleyerek.

Koridor, kendini aşağı inen demir merdivenlere bıraktığında, tepede pusuda bekleyen ışıklar hızla yanıyor. İnmeye devam ediyoruz. Yaklaşık on kat!
Evet, tam on kat!

Kurumamış olan saçlarımın kuruduğunu, midemin ise daha fazla kalori ihtiyacı duyarak kendi kendini yemesi düşüncesi sarıyor düşüncelerimi.

Merdivenler, kadının parmak izi ile açılan dev kapıya çıkıyor.
Loş ışıkların hakim olduğu yaklaşık yetmiş kadar yatağın bulunduğu odaya geliyoruz.
Katlarımızda olan yataklardan olduğunu anlıyorum.
Her birinin başında ekran, sensör, kaskı anımsatan baş ağrılarının sebebi başlıklar bulunuyor.
Boş kalan dört kişilik yere yatırıyor kadın her birimizi.
Her birimizin gözlerinin gördüğü tek şeyin, tavandan sarkan loş ışıklar olduğuna eminim.
Bileklerim, kelepçe ile kilitleniyor. Başımda ise milyonlarca çivinin batışını anımsatan başlık takılıyor.
İniltiyle, "canımı acıtıyorsun." Diyorum, o kalp ve nefes sensörünü takarken.

"Birazdan geçecek," diyerek teselli ediyor beni.

Chester'in kaba sesi duyuluyor. Yatakların arasında dolaştığını, topuk seslerinden anlıyorum. Topuk sesleri, en yakınımı, yatağımın hemen önünü bulduğu sırada bir müddet beni süzüyor.

"Kara harita dün gece, bir bölümü daha ileri taşıyacak birisini kaçırdı.
Akrep, artık hazırda.

Avrupaya ait olan her kasabadan çocukların kaçırılması arttığında, on altı yaşına erişememiş çocukları da almak zorunda kaldık. Sizleri. Soluksuz çalışmamızın ardındaki tek neden, aramızdaki hainlerin oluşu. Kendi akademimizin Akrep burçlarını ve harita için bulunan her saf burcu sığınağa, koruma altına aldık. Çünkü haritayı geçemeyen her çocuk, hayata sadece birkaç saniye daha tutunabilir. Bu, yenisinin gerektiğine işaret. Sanki bir eşya gibi.

Eğer ki gözlemlerimde yanılmıyorsam, haritayı geçebilecek biri, aranızda.
Amacım, onu ve onları korumak. Ne pahasına olursa olsun."

Tavandaki ışık, yayılır biçimde gözlerimden beynime işleyerek bedenimi etkisi altına aldığında, sınavın başladığını anlıyorum. Artık çok geç. Birinci sınavın devamı olacak olması bana o darbeyi tekrar hatırlatıyor.

Yüzümde hissettiğim darbe, beni zeminle buluştururken kapıdan gelene bakıyorum. Kavisli yüz hatlarını saran sinsi gülümesi ile karnımın yanına kadar yaklaşıyor. Ayakkabısını karnımda hissediyorum. "Kalk seni küçük şeytan!"
Burnunun ortasına dek dökülen sarı saçlarını geriye atıyor, tek dizi üzerine çöküyor alayla.
Cevap vermemem üzerine hiddetle çıkışıyor bana,
"Kalk!"

Zihnimde bir film şeridi gibi geçmişim izleniyor. Kasabada gençliğe yeni eriştiğim ilk zamanlara dalıyorum. Pazara, gölde tuttuğum balıkları satmaya gittiğim zamanlara.
Yaşı, neredeyse elliyi doldurmuş kadınların neyi giymem, neyi giymemem gerektiğini iğneli sözlerle söylediği o anki hislerimi yokluyorum.
Nasıl davranmam gerektiğini söyleyen yabancı insanlar, bana mide bulandırıcı geliyor.

İnsanları memnun etme pahasına iplerimizi onların eline vermek...
Bu ben değilim, itaatkâr, boyun eğen!

Hem gece, hem gündüzü aynı anda olamam, hem iyi, hem de kötüyü,
Acıyı ve sevinci...
Ya siyah olacağım, ya da beyaz.
Ne de olsa tek hatamızda zıt yönergeye dönmeyecek mi onların gözünde kendim?
Bu benim. Benim olan bu hayat...
Benim olan bir başkasının olsaydı, farklı bedenlerle, farklı duygularla biçim bulmazdık. Birkaç saniyelik bir eleştiri için, hayatı bir başkasının gözleriyle, bir başkasının hisleriyle mi yaşayacağım?

Geçmişim, bana bir şey öğretmişti.
O da insanları değil kendini memnun etmenin gerektiğini.
Öfkeyle kızışarak ayağa kalktıgımda, onun suratına attığım yumruk, sersemlemesine neden oluyor. Burnundan dudaklarına salyalı pisliği yol izlerken, iğrenir biçimde ona bakıyorum.

"Annenin burada olamaması üzücü."

Onu geride bırakıp kapıya ilerliyorum, gözlerimi alan ışığın kaynağına. Elimi alnıma gölge yapması için düz bir şekilde yerleştiriyorum. Gözlerim, her adımda biraz daha kamaşıyor.
Soğuk rüzgar tenime saplanır biçimde vücudumu ele geçirirken, aldığım her bir nefes, soğuğu biraz daha içime katarak vücut ısımın düşmesine yardım ediyor.
Karşıya bakıyorum. Benim için kâbus haline gelen, beyazların içindeki kara vahşete... Kurda.

Ağzından akan her bir salya kar taneciklerini eritiyorken, yerinde sabit kalıyor. Gözlerinin siyahı, içime işleyerek beni tepkisiz bırakıyor.
Gözleri, gözlerimi tam anlamıyla bulduğunda hemen yanıma adapte oluyor.
Onunla birlikte yanıma dönüyorum.
Jack.
Kulaklarıma dolan dondurucu rüzgar, burnuma kırmızıyı her saniye işlemeye devam ettiği sırada, kurda tekrar bakıyorum.
O, bir şey yapmıyor. Sadece bekliyor.

Sayılan kaburgaları, omuz çıkıntılarını bir bıçak gibi keskinleştiren zayıflık, onun avını önüne beklediğinin kanıtı. Kardeşime bakıyorum, sessizce. Sanırım, fedakârlık zamanı.

Başım öne eğik, adımlarım bir saatin akrep okunu anımsatırca yavaş, ağır.
Bedenimi ona, dişlerine armağan ediyorum.

Gözlerim ile birlikte kollarım da açılıyor, bedenimdeki yorgunluk giderek arttığı sırada Chester geçemeyenlerin isimlerini okumaya başlıyor.

"....Sam Wilson,"

Tepki kelimesi beni terk edip bedenimi kilitlediğinde, aklıma Sarah geliyor.
Buradan gitme vakti.
Tam da şimdi!

Burç Savaşları 7. Bölüm Sonu. 14.09.2019

-Düşünce ve yorumlarınız benim için değerli.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top