19. Bölüm | Güncellendi

Yeni gün doğarken odayı dolduran günışığı dalga halinde düğüm olan iki bedenin üzerine yayıldı. Birbirine karışan bacaklar örtünün altında kaybolurken Jessie'nin sırtı Adrian'ın göğsündeydi. Yüzlerinde huzurlu bir tebessüm vardı. Adrian yüzünü kadının mis kokulu saçlarına gömmüş uyuyordu. İlk uyanan Jessie oldu. Gözlerini birkaç sefer kırpıştırdı. Başını eğerek aşağıya baktı, kendini güçlü kollar tarafından sarmalanmış halde buldu. Güldü, gördükleri hoşuna gitti.

“Kıpırdanmayı kes, uyumayı dene! Henüz uyanmak için çok erken.” Gelen boğuk sesle gözleri kocaman oldu. Adrian uyanıktı! Üstelik biraz önceki tutuşundan daha sıkı bir şekilde sarılıp kendine çekiyordu.

Jessie karmaşık hisediyordu kendini. Bir yanı içinde bulundukları durumdan memnunken bir diğer yanı hissizdi. Yaşadıklarını sorguluyor, hislerini çözmeye uğraşıyor, bastırmak zorunda kaldığı duyguları boğazında düğümleniyordu.

“Uyandın mı sen?” diye sordu Jessie sakin olduğunu düşündüğü bir sesle. Adamın yumuşak gülüşü kulağının dibinde ahenkle yankılanırken yutkundu. Belini saran güçlü kollar gevşeyip geri çekilirken iç çekti. Adrian, ani bir hamleyle kadını yüz yüze gelecek şekilde çevirip yalandan kaşlarını çattı. Uykusu kaybolan canlı gözleri kadının şaşkın bakan gözlerine kenetlendi.

“Birinin sana rahat durmanın ne demek olduğunu öğretmesi gerekiyor,” diyerek sataşan adamın yaklaşan dudaklarına bakarken kalbinin ritmi şaştı. Oyunbaz bir gülüşle Adrian burnunu kadının burnuna sürttü. İçini çeken Jessie küçük bir çocuk gibi kaşlarını çattı.

“İçimdeki sese kulak vermeyeceğim,” dedi Jessie, gözlerinde beliren pırıltılarla dudakları muziplikle kıvrıldı. Adam başını yana yatırıp güldü.

“O sesin ne dediğini merak etmiyor değilim.”

“Seni tekmelemem gerektiğini söylüyor ama onu dinlemeyeceğim.” Dişlerini sergileyen koca bir gülüş hediye etti adama. Adrian ise gözlerini kısıp tehlikeli bakışlarla onu süzerken gizem kattığı sesine ciddi bir tonla konuşmaya başladı.

“Daha iyi bir seçenek sunabilir miyim?”

Adrian’ın üzerinden çekilip yanına uzanmasıyla Jessie doğruldu. Kalbi değişik ritimler tuttururken adamın oyununa ayak uydurdu. Havalı bir edayla saçlarını geriye savurarak bağdaş kurup oturdu. Başını yana yatırdı, bir süre inceledikten sonra Adrian'ın gözlerinin içine baktı. Gülmek için kıpırdanan dudakları düz bir çizgi halini aldı. Adrian ise tek dirseğini yatağa dayayıp ona doğru yan döndü. Kadının dudaklarından dökülecek kelimeleri merakla beklemeye koyuldu.

Jessie dudaklarını yalarken “Ciddi bir konuşma gerçekleşmeyecek değil mi şu anda?” dedi. Adrian dudaklarını büzüp başını eğdi. Sabahın sekizinde uykularından kalkmış yatakta otururken ne yaşayacaklarını merak ediyordu. Jessie’nin duruşundan yaydığı enerjiden etkilenen Adrian gerçek anlamda boyun eğdi. Jessie gözlerini kıstı, sorgu memuru izlemini verse de umursamadı. Adrian'ın neler düşündüğünü bilmek, onu daha yakından tanıyıp inebildiği kadar derinlerine inmek istiyordu.
En azından oynadıkları oyun bitene kadar!

“O zaman ben sana kahvaltı hazırlayayım.” Adrian Jessie’nin sözlerinden sonra kocaman gülümsedi. Kollarını uzatıp kadını kendine çekerken huzurlu ve mutluydu, sonrasında sıkıca sardı. Jessie iç çekip Adrian'ın göğsüne sokulurken mırıldanmaya devam etti. “Tamam, pek becerikli sayılmam ama güzel kahvaltı hazırlarım!”

Jessie gülümserken, Adrian uzanıp burnunun ucundan öptü. “Aslında dışarı çıkabiliriz.”

“Niye ben seni zehirler miyim?” suratını asan Jessie küskünce kollarını göğsünde birleştirdi.

Adrian kaşlarını çatarak baktı kadına, kendine çekip “Ben öyle bir şey mi dedim?” diye azarladı. Babasından azar işiten küçük bir kız gibi büzüştü Jessie, Adrian'ın göğsünde.

“Tamam demedim ben bir şey, sen kalkıp bana kahvaltımı hazırla.” Jessie kırık dökük bir sesle soğukça söylendi. Adrian ise bu çocuksu çıkışa gülmekle yetindi.

“Deme sen bir şey.” Adrian kadını bırakarak yatağa tekrar uzandı. Üzerine örtüyü çekerken kısık bir sesle mırıldandı.

“Demedim zaten ben bir şey.” Muziplikle parıldayan mavi gözleri kadının dudaklarına ilişti. “Biraz daha mı uyusaydık biz?” Jessie aynı fikirde olmadığını belirtircesine susarak adamı protesto etti.

“Jessie,” diye seslenirken sesi yumuşacıktı. Güldü, ardından iki elini birleştirerek yanağının altında kıstırdı. Jessie bu seslenişle ürperirken içini kaplayan sıcaklığa aldırmadan dudak büktü.

“Hımm…” dedi soğuk bir sesle. Adrian bu soğukluğu umursamadı. Uykulu gözlerini kırpıştırarak kadına uzun uzadıya baktı.

“Jessie bana kahvaltı hazırlamanı istiyorum,” dedi hemen sonra. Gözlerindeki istek pırıltılarından kadını ikna edeceğine emindi.
Jessie bu sözlerin üzerine tek kaşını kaldırıp Adrian’ın yüzüne bakarak “Bunun bir intihar girişimi olduğunun farkındasındır umarım,” dedi inatçı burnunu havaya kaldırarak.

Adrian baş döndürücü gülümsemesiyle “Bana kıyamayacağını sen de biliyorsun…”  dediğinde Jessie kaşlarını çatıp ani bir hamle ile adamın başının altındaki yastığı çekip kafasının yatağa düşmesini sağladı. Ardından vakit kaybetmeden kaptığı yastığı Adrian’ın suratına geçirdi. Ama Adrian ondan önce davranıp yüzüne ulaşmadan yastığı yakaladı. Kenara fırlatarak Jessie’yi tuttuğu gibi üzerine çekti.

“Sen bana nasıl kıyarsın!”

“Eh, biraz önce bunu uygulamalı göstermedim mi Bay Ben Yüce Zeka?”

“Üstelik bir de dalga geçiyorsun?”

“Bunu anlamış olman ne kadar güzel!”

“Ve bunları benim üzerimde uzanırken yapıyorsun.”

Jessie araladığı dudaklarının arasından bir şey çıkmasını çok istedi. Bunun yerine adamın bakışlarını üzerine çekecek bir başka hamle yapıp dudaklarını birbirine bastırdı. Elleri özgürdü, belini kavrayan tutuş ise nazikti. Büyük bir sessizlik içinde adamın göğsünden destek alarak kenara çekildi ve ardından yataktan kalktı. Ardına bakmadan odadan çıkıp kendini koridorda buldu.

Kısa bir süre sonrasında Jessie, kızarmış yanaklarına ellerini koyarken irileşen gözlerle mutfak kapısının ağzında dikiliyordu. Jessie'nin çıplak ayakları soğuk bal rengi fayansta iz bırakarak mutfağın içine doğru ilerledi. İçini kemirecek bir kıskançlık dalgası bedenini sardı. Beyninde yankısı bulan merak duygusu bu eve gelen kadınların mutfakta ne kadar zaman geçirdikleriyle alakalıydı. Başını iki yana sallayarak söz verdiği kahvaltıyı hazırlamak adına işe koyuldu.

Adrian kadının kolları arasıdan sıyrılıp gitmesini hiç istemiyordu. Onun kahvaltı hazırlama teklifini geri çevirmesinin asıl nedeni kadının yatağından çıkıp gitmesiydi. Yeterince tek başına yatmıştı bu koca yatakta. Elbette ki hayatında başka kadınlar olmuştu fakat Jessie farklıydı. O değişikti. Kalbine gizliden gizliye girmiş ve köklerini salmıştı. Bu yüzden Jessie’nin belinden düşen Adrian'ın eşofmanıyla yataktan inip, paçalarına basmamak için kenarlardan tutarken koşturup, odadan fırlayıp kaybolması sinirlerini bozmuştu. İç çekerek uyumaya koyulsada gözüne uyku girmedi. Üzerindeki örtüyü tekmeleyerek attı ve yataktan kalktı. Ayaklarını yataktan sarkıtarak biraz bekledi. Belini geriye doğru büktü ve gerildi. Tadı kaçmıştı, tuzsuz bir güne uyanmıştı. Ayağa kalktıktan sonra ilk iş kendini banyoya tıkarak soğuk suyun altına atmak oldu.

Soğuk su bedeninden akıp giderken ruhundaki karamsarlığı da alıp götürüyordu. Kısa bir duşun ardından peşinde şeytan kovalıyormuş gibi süratle hazırlanıp odadan çıktı. Derin bir nefes alarak aceleci adımlarla merdivenlere yöneldi.

Kar beyazı gömleğinin üzerine giydiği lacivert takım elbisesiyle kalp sağlığı için sakıncalı bir görünüm sergiliyordu. Elindeki kravat ile boğuşurken kedisi Miskin yavaşça Adrian’ın bacaklarına sürtünerek üst kata çıkmaya başladı. Adrian yüzüne yayılan tebessümle merdivenlerden son hız inerken bağlamak ile uğraştığı kravatını boynundan çekti. Kırışmasını umursamayarak ceketinin cebine sıkıştırdı. Büyük adımlarla merdivenin yanından dolanıp mutfağa doğru yöneldi. Duyduğu kıkırtılar, kısık sesle söylenen şarkılarla meraklanarak adımlarını daha da hızlandırdı.

Jessie şakıyarak kahvaltı hazırlamaya devam ediyordu. Büyükannesinden öğrendiği kreplerinin lezzetine doyum olmazdı. Kahvaltılıkları muntazam bir şekilde mutfak masasının üzerine yerleştiriyor, ufak dokunuşlarıyla bir ressamın elinden çıkmış tablo kadar büyüleyici hale sokuyordu.

Gözleri masayı tararken bir eksik var mı yok mu onu ölçüp biçiyordu. En son içeceklerle bardakları masaya yerleştirip kısık sesle şarkı mırıldanırken kahvenin hazır olup olmadığına baktı. Kahvenin mis kokusu kaldırdığı kapağından süzülerek havaya karışıyordu.

O anlarda Adrian ceketini düzeltirken mutfağa ulaştı. Başını kaldırıp kahveyle uğraşan Jessie gözüne takıldı. Uzun tişörtü kalçasından aşağı dökümlüydü, altına giydiği eşofman altının belinden düşmemesi için üst kısmını katlamıştı. Üzerine basıp düşmemek için de paçalarını katlayıp çıplak ayaklarını ortaya çıkarmıştı. Her hareketinde savrulan sarı saçları sırtında dalgalanıyordu. İç çekti Adrian. Hayatının sonuna kadar görmek isteyeceği yegâne tabloydu bu. Omzunu mutfak kapısının kasasına yaslarken kollarını geniş göğsünde bağlayıp sessizce mırıldanan kadını izlemeye başladı.

Beli ağrımıştı ama her şeye değmişti. Geriye doğru bir adım atarken derin bir nefesle doldurdu ciğerlerini ve yeniden güldü. Jessie bedenini sağa sola sallayarak keyifle güldü.

“Oldu işte, eksik yok. Çok güzel oldu her şey.” önüne gelen saçlarını eliyle arkaya atarken duyduğu bariton sesle yerinde sıçradı. Korkuyla gümbürdeyen kalbine sağ elini bastırırken hızla arkasını döndü. Korkuyla irileşen yeşil gözleri Adrian'ın okyanus mavisi gözleri ile buluştu. Engelleyemediği çığlığı boğukça dudakları arasından kaçarken geriye kaçıp tezgâha yaslandı.

“Adrian!” dedi nefes nefese, sonra sustu bir anlık şaşkınlıkla. Ardından dudakları aralanırken balık gibi açıp kapadı ağzını. Ürkek bir hareketle kuruyan dudaklarını ıslatırken biçimli kaşları çatıldı.

“Güzel görünüyorlar.” diye seslendi Adrian. Yaslandığı yerden doğrulurken kollarını çözdü. Jessie kendine gelirken gözlerini kısıp kollarını göğsünde bağladı.

“Neden orada sessizce dikiliyorsun?” diye söylendi huysuzca.
Adrian sırıtışını saklama gereği görmeden mutfağa girerek yerine geçip oturdu. Jessie'nin ürkmüş halini süzerken sırıtışı daha da büyüdü. Geniş omuzlarını çocuksu bir masumiyetle silkerken “Seni izliyordum.” dedi sır verir gibi. Jessie yaslandığı yerden ayrılırken iki adımda kendi yerine geçerek sandalyesini çekip oturdu.

“Amacın ödümü patlatıp beni öldürmek mi?” diye sordu huysuz bir tavırla. Adrian tek kaşını kaldırıp soruyu es geçerek boş fincanını kaldırıp kadına döndü.

“Kahvemi içmem için ne kadar beklemem gerekiyor?” gülümsedi. Jessie sessizce adamın isteğini yerine getirdi. Kahve makinasındaki hazneyi çıkarıp adamın önüne koydu. Adrian, aynı sessizlikte kahvesini koyup içmeye koyuldu.

“Masadakiler göründüğü kadar lezzetliyse şanslıyım demektir.” Adrian genç kadına göz kırparak kahvaltısına geri döndü.

Jessie'njn kaşları çatılırken kendi kendine gülümsedi. Adrian ya çok açtı ya da beğendiğinden tabağına doldurduklarını bir çırpıda tüketiyordu. Başını iki yana sallayarak kahvaltısına geri döndü, tabağındakileri bitirmeye koyuldu.

Adrian tabağındakileri silip süpürürken arada kaçamak bakışları Jessie’ye dönüyordu. Aklında biriken tonla fikirle kadının büyüleyici güzelliğine bakıyordu. Jessie her zaman mı güzeldi yoksa tanıdıkça daha mı güzelleşiyordu, emin değildi. Daldığı düşünce girdabından ona kıkırdayan kadın çıkardı.

“Beni güzel bulduğunu bilmiyordum,” diyen Jessie’ye boş gözlerle baktı. Kaşları çatılırken dudaklarını büzüp gözlerini kıstı.

“Sesli söylemedim ben onları,” diyerek savundu kendini. Jessie gür bir kahkaha attı.

“Bunu sevdim,” sataşmaya devam ederken dudağını yaladı. Bu hareket adamın keski bakışlarından kaçmadı. Adrian oturduğu sandalyede kıvranırken keyifle güldü. “Benimle ilgili tatlı fikirlerinin olmasını bilmem güzel. Ama dikkat et hayatım, fazla tatlıdan şeker komasına girme.”

“Bütün isteğimi öldürürken mi? Hayır, sevgilim! Şeker komasına girmeden kalpten gideceğim.”

Kahvaltı bitiminde ortalığı topladıktan sonra birlikte yan yana gülümseyerek çıktılar mutfaktan. Geniş salona geçerken tek kelime dahi etmediler. Adrian kanepenin yanına önceki gün bıraktığı çantasını alırken göz ucuyla Jessie’ye baktı. Gülümsemek için kıpırdanan dudaklarının bir kısmı dişlerinin arasında ezilmekteydi. İç çekti bir anda, oysa o dudaklar kendi dişleri arasında olup oyun oynamalıydı. Çantayı aldıktan sonra kısa adımlarla kadının yanına ulaştı. Her ikisi de kendi tavırlarına gülüp doğru yapıp yapmadıklarını kafalarında ölçüp biçiyorlardı. Derin bir iç çekti Jessie ve ardından Adrian güldü.

“Kendimi kocasını işe yollayan kadınlar gibi hissediyorum. Şimdide elveda öpücüğü mü vereceksin bana,” dedi dudaklarını bükerken Jessie. Adrian yüzünü buruşturdu. Uzanıp kadının açık saçlarını karıştırdı. Yanağını okşayıp geri çekildi.

“Gün boyu ne yapacaksın?” diye kapıdan çıkarken sordu merakla. Jessie omuzlarını silkeleyerek gülümsedi.

“Bütün gün yatmayı ve dinlenmeyi planlıyorum. Ondan önce büyükannemi ziyarete giderim sonra eve gelir sana yemek yaparım.” Adrian güldü. Çantasını sağ elinden sol eline alırken eğilerek hırsızının yanağına yumuşak bir öpücük bıraktı.

“Kendini fazla yorma,” dedi Adrian kocaman gülümserken.
Öyle bir kendinden emin bir söylemle dile getirmişti ki, Jessie sözlerin altında bir ima olup olmadığını anlamadı. Kollarını göğsünde kavuşturup kapıya yaslandı. Adrian’ın arkasını dönerek arabasına yönelmesini, direksiyon başına geçip gözden kaybolana kadar onu seyretti.

Jessie kapıyı kapattıktan sonra sırtını yaslayıp soluklandı. Karmaşık duygularla kapıda bir süre bekledi. Ardından kendini çekip adımlarına emirler yağdırarak üst kata yöneldi. İlk iş olarak ılık bir duş almak için banyoya geçti. Dişlerini fırçaladıktan sonra kendini suyun altına atarak olanları düşünmeye başladı.

Adrian farklı bir adamdı.

Bunu yaşadıklarıyla kavrayabilmişti. İlk karşılaştıkları anda ödü patlasada ondan zarar gelmeyeceğini artık biliyordu. Sonunda fark edebilmişti ona karşı hissettiklerini. Adrian’a karşı güçlü duygular hissediyordu ve bunu kısmen de olsa göstermekteydi. Tek sıkıntı Adrian tarafından reddedilme korkusu, onun görememesiydi. Zamanla her işin yoluna gireceğini biliyordu.

Ilık su bedeninden akarken ruhunu da yıkamaya koyuldu. Tuhaf şeyler ile doluydu kalbi. Büyükannesi için korkarken tanımadığı ama tanımaya başlayıp çok sevdiği adam ona iyi geliyordu. Dudaklarına ilişen tatlı gülümsemeyle gözlerini kapayarak köpüklü küvete uzanarak keyfine baktı. Çok kalmamayı aklına not ettiyse de iç geçirip uykuya dalması kaçınılmazdı.

..

Son anda onu kararından döndüren yine hırsızı oldu. İşe gitmekten vazgeçti.

Onun yerine emlakçı arkadaşıyla buluştu. Jessie için güvenli bir yerde ev alma fikri artık normal geliyordu. Tek istediği Mia ile torununun rahat bir hayat sürmesiydi. Kimi kandırıyordu, homurdandı. Asıl amacı hırsızını gözünün önünden ayırmamaktı. Herhangi bir karşılık beklemiyordu. Sadece o ışıltılı gülümsemeleriyle Jessie ona gülsün, yeterdi. Onun rahatlığını ve güvenliğini elbette önemsiyordu. Arkadaşının şık ofisinde, yumuşak koltuklarına kurulup otururken aklından çok şey geçiyordu.

Aradığı tarz evlerin listelerini belirleyip titizlikle inceledi.

“Bu evi ne için istiyorsun?” diye soran arkadaşına ilk başta bir cevap vermedi. Israrla bakan kahve gözlerin üzerindeki ağırlığından bıkıp derin bir nefes aldı.

“Benim için önemli birine,” diyerek geçiştirdi. Mark aldığı yanıttan tatmin olmasa da sessiz kaldı. Adrian’ın isteklerini yerine getirmeye çalıştı. Birçok ev gösterdi. Stüdyo daire, orta sınıf bir ailenin yaşayacağı bir başka daire, lüks villalar ya da korunaklı sitelerdeki müstakil evler... Hiçbirini beğendirmedi. Adrian’ın beğenmeme nedeni evlerin konforlu olmayışından çok kendi evine uzak kalışıydı. Bıkkınlıkla nefeslendi.

“Kendi evine yakın bir yerden istediğini açıkça söyleyip beni uğraştırmasan,” diyen Mark’a ters ters baktı. Birkaç saatin sonunda aklındakine yakın bir ev beğendi.

Adrian merakla bakan arkadaşının konuya girmemesi için  “Burayı elden geçirmişsin,”  dedi. Etrafı inceleyen bakışlarında bariz memnuniyet vardı.

“Yemedim,” diye atıldı Mark, “Asıl konudan sapma!”

Adrian omuzlarını silkeledi. “En azından denedim.”

Mark, Adrian’a gülümsedi. Arkadaşının bakışları etrafında dolaştıktan sonra kendi gözlerine döndü. Aralanan dudaklardan dökülenler Adrian’ın kaçmaktan yorulduğu duygularıydı.
“Bir kadın var,” diyerek söze başladı.

Mark kaşlarını kaldırırken “Her zaman bir kadın vardır,” diye homurdandı. Adrian’ın uyaran bakışıyla ellerini dudağına götürüp görünmez fermuar çekti.

“Beni mikser gibi karıştıran, tek bir gülüşle hazır ola sokan, bir tek kaşını indirmesiyle nefesimi kesen bir kadın var.”

Her şeyi en ince detayına kadar anlattı. Evine girdiği andan itibaren oynadıkları oyuna kadar eksiksiz bütün olan biteni arkadaşına anlatırken omuzlarından büyük bir yükün kalktığını hissediyordu. Arada bir arkadaşının gevezelik etmesine ses etmiyor hatta hak verdiği düşüncelerine ortak oluyordu. Anlatacakları bittiğinde, derin bir nefes alıp soluklanırken soluğunu boğazına düğümleyen sözlerle sarsıldı.

“O kadınında bir heves almadığına emin misin?” Mark’ın meraklı sorusuyla dişlerini sıktı. Hak vermek şöyle dursun, bu fikir Adrian’ı iliklerine kadar donduruyordu. Başını iki yana salladı.

“Büyükannesi ciddi bir operasyon geçirecek ve kadının hayatta kalma şansı bile yok. Üstelik yaşadıkları yer, inan ikisi için de sağlıklarına elverişli bir yer değil. Ve ben orada kalmalarını istemiyorum.” Düşünürken dolgun dudaklarını büzdü. “Jessie içinde fikirlerim var. Onun için iş bakıyorum, buna ihtiyacı var ve…”

“Onunla yatacaksın!”

“Siktir, ne? Hayır! Yok, öyle bir şey.” diye çıkıştı Adrian arkadaşına. Mark başını iki yana sallarken ciddiydi.

“Beni kandıramazsın dostum! Sen bir şeyi istemeden kılını bile kıpırdatmayacak bir adamsın. Bunu ikimizde çok iyi biliyoruz!” derken gözleri birden ışıldadı. Adrian panikle yerinde doğrulurken başını arkaya atarak güçlü bir kahkaha savurdu.

“Bu sefer değil!” diye bağırdı Adrian. “Bu sefer başka! İnan ya da inanma umurumda değil. Ben o kadına dokunmaktan öte şeyler hissediyorum!”

Mark duraksadı, gözleri kocaman açıldı. Nihayet uçarı arkadaşı bir baltaya sap olabilecekti! Kahkahalarını sürdürürken gözünden akan yaşları sildi.

“Tanrım âşıksın sen!”

“Kim âşık?” diye sordu kapıdan giren Gökhan. Adrian başını iki ellerinin arasına alarak saçlarını karıştırdı.

“Bir sen eksiktin,” diyen Adrian’a bakarken Gökhan şaşkındı. Ayakta durmaktan vazgeçen Adrian, Mark’ın yanındaki boş yerine geçerken ikisine de şüpheyle baktı.

“Burada hangi kahrolasıca dolap dönüyor?” dedi gözlerini kısarken. “Derdiniz ne sizin!”

“Unutma Gökhan’ım,” diyebilmeyi başardı Merk nefeslenirken. “Dertsiz bir insan asla yoktur! Bu da kulağına küpe olsun.” Gökhan kaşlarını çatarken sağ kulağındaki pırlanta küpesine eli gitti. Kızgınlıkla derin bir soluk alarak açık kapıdan dışarı seslendi.

“Bize sert birer içki bulup getirir misin? Acil lütfen!”

Sıkılmıştı Adrian.

Onu sıkan yaşadıklarını en baştan bir daha anlatmak değildi, arkadaşlarının her dinleyişinde baş sallayıp kahkaha atmalarıydı. Ardı ardına sıkıştırmalı sorular, elle tacizler derken bunalmıştı. Suç işleyip de iyi kötü polisin eline düşmüş gibi hissediyordu kendini. Derin bir iç çekerken omzuna dirseğini dayayıp düşüncelere dalan Gökhan’a kısa bir akış attı.

“Pençelerini üzerimden çeker misin artık?” diye sordu. Gökhan sırıtmış ardından tüm ağırlığını arkadaşına vererek yerine yayınmıştı.

“Aslında anlamalıydım! Benim restorana Adrian her seferinde hep tek gelirdi, oysa o gün. Birden ne olduysa kolunda çelimsiz sıska ve…”

“Ağzını toplamazsan yerleri süpüreceksin.” diye hırladı Adrian, Gökhan’ın sözünü keserek.

“Doğru tahmin! Adamımız âşık olmuş.”

Mark ve Gökhan’ın kahkahaları arasında dizlerine koyduğu dizüstü bilgisayarını tararken gözleri temkinlice arkadaşlarına kayıyor, onların dalga geçmeye hazırlandıklarında geri vites yapıp yerine siniyordu. İstedikleri sert içkilere dokunmamışlardı. Küt bardağın içindeki kehribar renkli sıvı masanın üzerinde içilmeyi bekliyordu. Adrian arkadaşlarını boş vererek uzanıp bardağı aldı ve tek dikişte hepsini içti. Boğazından aşağı inen yakıcı sıvı ile kısa bir öksürük krizi geçirirken yeni bir kahkaha tufanının fitilini ateşledi.

“Kesin artık şunu,” diye homurdanırken boğazını tutuyordu.
Yeniden gözlerini ekrana çevirdi  Mark’ın bulduğu evi incelemeye başladı. İki katlı ev; üç odası, iki banyosu -biri odalarda idi-, geniş salonu, ful döşeme mutfağı olan bir evdi. İçine sinmişti bu ev ve rahatlığı da düşünerek evi beğenmişti. İşler umduğundan daha hızlı gelişmişti. Aradığını kısa sürede bulmuştu. Tereddüt etmeden alım işlemlerini gerçekleştirdi. İşlemler sırasında Mark bir an bile susmamış Adrian’ın başının etini yerken “Gerçekten Adrian bunu o kadın için mi yapıyorsun?” diye sormuştu. Mark kaşlarını çatarak düşünceli bir şekilde arkadaşına baktı.

“Evet, onun için,” derken derin bir nefes aldı. Arkadaşının itiraf bekleyen bakışlarına homurdandı. “Siktir! Yakınımda kalması için, tamam! Oldu mu?”

Gökhan sırıtırken Mark’ın omzuna ufak bir yumruk attı. “Şimdi oldu dostum, değil mi?”

Mark kahkaha attı.

“Rahat duramaz mısın sen?”

“Hayır, rahat durursam sizi kimse dürtmez ki.” Gökhan arkadaşının yanından ayrılırken göz kırpmayı ihmal etmedi.
Adrian derin bir nefes alırken ellerini yüzüne bastırarak gözlerini ovdu. Başının ağrısını iki deli arkadaşına borçluydu. Onlarla bir şeyleri paylaşmaktan şimdiden pişman oldu.

“Ben kaşındım,” derken aklında Jessie vardı. Acaba şimdi ne yapıyordu? Oturduğu yerden doğrulurken ağrıyan belini tutarak esnetti. Arkadaşlarının sırıtan ifadelerine bakmadan ceketini üzerine geçirirken önündeki sehpadan telefonunu alıp birkaç numaraya tuşlayarak kulağına götürdü. Birkaç çalış sonrasında sekreterinin sesi gelmişti kulağına.

“Bay Patrov,” dedi karşı taraftan gelen ince ses. “Nasılsınız?”

“İyiyim Naelle, bugün için tüm toplantıları, ıvır zıvırları ertelemeni istiyorum senden. Ben birkaç gün daha uğrayamayacağım şirkete. Halletmem gereken işlerim var. Bir sorun oluşursa topu Ade’ye paslamanı istiyorum.”

Güldü. Kız kardeşi bu duruma oldukça sinirlenecekti. Arada gitmelerini saymazsa tamı tamamına bir haftadır şirkete uğramıyordu. Ondan önce de tatil diye bir ay ortalardan kaybolmuştu ve tüm işler büyük kardeşi Ade’nin başına kalmıştı. Sekreteri söylediği tüm direktifleri not alırken Adrian başka neyi unuttuğunu düşündü. Unuttuğu bir şey olmadığını kavrayınca kadına iyi çalışmalar diyerek telefonu kapattı. Telefonunu kulağından çektikten sonra ceketinin cebine yolladı.

“Gidiyorum ben,” dedi sakince. Gökhan gözleri parıldayarak baktı arkadaşına.

“İstersen benim dükkânı arayıp mantı paket ettireyim? Yenge sevmişti nasılsa,” derken kocaman bir gülüş oturdu Gökhan’ın dudaklarına. Adrian kaşlarını çatıp bir şey demezken Mark Gökhan’ın ensesine bir tane patlattı.

“Dostum alıştırarak söyler misin bizim toy aşığa! Adamın yüreğine inecek.” Her ikisi kahkaha atarken Adrian çoktan kapıdan çıkmak üzereydi.

“Zevzekler.” diye homurdandı ve gözden kayboldu.

...

Yazar Notu: (eski notu düzeltip yeniden eklemek istedim, haklı bir serzenişte bulunmuşum ✋)
Bir şeye değinmeden geçemeyeceğim. Tamam, bölümleri geç paylaşıyor olabilirim, buna tepkidir belki ama neden yorumlar ve oylamalar bu kadar düşük?
Bir hata varsa, söyleyin! Söyleyin ki kendimi düzeltebileyim. Ve evet bu hikaye 2011’den beri yazılmayı, final olmayı bekliyor ve çoğu okur da bitmemesinden dolayı hikayeyi bıraktı. Ama tek taraflı bir hata yok ortada. Okurlar bana ne yapmam gerektiğini; hatalarımı, varsa yanlışlarımı söylerse daha çabuk finali görür, belki de bu kadar beklemek durumunda kalmazdık.
Çünkü ben inanılmaz sıkıldım.
Hani iki kelime yazması bu kadar zor olmaması gerek ve neden oylamalar yok?
Beğenilmiyor mu? Kötü müyüm ya da yeterince iyi değil miyim? Sorularım bir dünya ama cevaplarım yok. Bu da beni üzüyor.
Arkadaşlar sizlerden tek istediğim okuduğunuz bölümleri beğenmeniz. Sınır koyan yazanlardan değilim öncesinde de bunu denedim ama sonuç hep üzünç oldu bana.
Çok bir şey istemiyorum oysa. Hislerinizi benimle paylaşıp gereken ilgi olsa nasıl sevinirim. Hem yazma şevkim de artar ve hikaye finali görürdü.
Ki bu kitap burada final olsun istiyorum artık.
Her neyse, okuyan her kişiden en az bir kelimelik bir yorum istiyorum. Bunu bana çok görmeyin.
Sevgilerle.
İletişim için 👇
Facebook Yazar Sayfası: Hayat-I Roman
Facebook Okur Grubu: Nurhayat Turna Okurları
Twitter: @sonsayfasihayat
İnstagram: @sonsayfasihayat

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top