2 | teraslı bahçe

Kahvaltı faslı bittiğinde heyecanla nereye gideceğimiz hakkında hayal kuruyordum. Ben dışarıya çıkabilecek ve istediğim gibi gezecektim. Özgür olma düşüncesi daha önce hiç bedenimi bu kadar gıdıklamamıştı. Bunun hayaliyle huylanıp duruyordum. Gyuvin üstünü değiştireceğini söylemiş ve ortadan kaybolmuştu. Diğer herkes de işlerinin başına dönmüştü. Çıkmakta olan Jiwoong'u gördüğümde hem beklemekten sıkılmış olmanın verdiği bezdirici hisle hem de merak duygusuyla hareket edip yanına gitmiştim. Bizim de çıkacağımızı bildiğinden onun için geldiğimi seslenene kadar anlamamıştı.

"Hey, bir baksana." Boy aynasından kendine bakmaya devam ederken göz ucuyla bana baktı. Bu kadar donuk birisiyse bu bakış bile dinleniyor olduğumu bilmeye yetmişti.

"Eskiden kavgalı falan mıydık? Bana karşı bir garezin varmış gibi hissediyorum?" Onu incelemeye devam ederken duvara yaslanmış kollarımı göğsümde bağlamıştım. Yan bakış atıp kravatını düzeltmeye devam etti.

"Neden öyle düşündün?" Düz bir ses tonuyla konuştuğunda omuz silktim. Bu tavırları beni korkutamazdı. "Nefret ediyor gibi bakıp konuşuyorsun, yetmez mi?" Tek kaşımı kaldırarak duvardan çekildiğimde yüzü bir karış şekilde bana tam dönmüş bakıyordu artık.

"Benim genel tavrım bu," omuzlarını inat eder gibi daha da dik tuttuğunda bu haline gülümsedim. Benimle ne derdin olduğunu da çözeceğim ama daha sonra. Kendini beğenmiş bir edayla tam karşısında durdum.

"Alışacağım o zaman desene," onunla inat ediyormuş gibi görünüyor olabilirdim ama aslında derdini ortaya çıkarmaya çalışıyordum. Çünkü yeni hayatımda değil sorun ufak bir pürüz dahi istemiyordum. Ben bir şeylerle uğraşmaya gelmemiştim. Bana hediye olarak sunulan bu hayatı en iyi şekilde sahiplenecektim.

"Yüzündeki o gülümseme," işaret parmağı ile ağzımı gösterdiğinde anlamayarak kaşlarımı çattım. "daha önce görmüş olduğum bir gülümsemen değil," söylediği cümle ile kaskatı kesildiğimde başka bir şey söylemeden iş çantasını alıp evden çıkmıştı.

Ben öylece kalakalırken ne demek istediğine anlam vermeye çalışıyordum. Neden eskisiyle kıyaslamıştı ki? Hoon gibi davranmak kesinlikle istemiyordum. Babam da bu konuda ısrarcı davranmıştı. Sözleşmede bana tek bir madde bile sunma imkanı bırakmamıştı. Çünkü parasız kalmam benim için bir son olduğunu bildiğinden ve özgür olmayı da ne kadar çok istediğimi bildiğinden buna zorunluymuşum gibi hissettirmişti. Fakat sözde de olsa ona kendim gibi davranacağımı söylemiştim, o her ne kadar kabul etmese de.

***

"Bu kafe görüp görebileceğin en iyi kafelerden! Ben sana hep burayı anlatıyordum. Sen daha önce hiç içeriye gelmemiştin ama yine de bir yerden başlayacaksak orası bu kafe olmalı! Bir de babam önerdi. Onu da hep buraya sürüklerdim."

Gyuvin heyecanla konuştuğunda onun bu haline gülmeden edemiyordum. Heyecanlanınca çok konuşuyordu. Ötmesi en kolay olan askeri bulmak benim için bir zaferdi. Bunun sevincini içimde yaşayamadan duramıyordum. Koluma girip beni içeriye doğru çekiştirmeye başladığında önce bir durup dışarıdan görünüşüne baktım kafenin.

Hem ferah görünüyor hem de tatlı konsepte ev sahipliği yapıyordu. Nedense ilk adımı atmakta kararsız hissetsem de Gyuvin'in çekiştirmeleri ile bu başarısız sonuçlanmıştı.

Bizi kendisinin en sevdiği kısma oturttu; teraslı bahçeye. Bu kısım, en dış bölmedeydi ve dizaynı bahçe gibiydi. Neden teraslı bahçe dedikleri her halinden belli oluyordu.

"Buyurun, ne sipariş edersiniz?"

Yanımıza gelen garsonun sesiyle başımı kaldırıp sesin sahibine baktım.

Gözleri nedeni bilinmez ama çok parlak görünüyordu. Yüzündeki hafif gülümsemesi ve yüz hatlarının güzelliği ilgimi çekmişti. O tam olarak benim ideal tipimdi. Elinde tuttuğu küçük not defterine baktım, daha sonra ise dirseğinden bileğine kadar inen damarına... Onu niye incelediğimi bile bilmiyordum. Bu kadar hoşuma gitmesi normal miydi?

Başımı biraz daha kaldırıp isim rozetine baktım.

S. Hanbin

Yutkunup başımı kaldırdığımda bana bakan gözleriyle karşılaşmayı beklemiyordum. Birkaç saniyelik bakışmanın ardından gözlerimi kırpıştırarak ondan kaçırdım. Kalbim inanılmaz derecede hızlı atıyordu. İlk kez bu kadar heyecanlandığımı hatırlıyordum.

Bir an kendimi ilk gördüğün erkeğe aşık olma salak mısın diyen iç sesimle münakaşa ederken bulduğumda Gyuvin'in sesiyle düşüncelerimden ayrıldım.

"Senin istediğin bir şey var mı, hyung?" Gyuvin siparişini vermiş olmalıydı. Zaten dışarıya çok çıkan birisi olmadığım için kafelerde ne popülerdir ya da menüde her zaman olan o şey nedir, bilmiyordum. Bunun çaresizlik hissi beni hüzne sokarken tekrardan onun sesini duymamla alnımdan vurulmuşa dönmüştüm.

"Sanırım hyungunuz kararsız kalmış olmalı," Hanbin gülümseyerek bana doğru yaklaştı ve telefonundan menüyü açarak biraz kaydırdı. Durup baş parmağıyla işaret ettiği menüye baktım. Daha önce duyduğum ya da gördüğüm bir menü değildi. "Bu benim favorim. Size bunu önerebilirim," yüzündeki gülümseme silinmeden geriye çekildiğinde hala sabırla cevabımı bekletmesi beni daha da etkiliyordu. Hele ki yaptığı bu jest beni tam kalbimden vurmuştu.

Ben bu kadar çabuk etkilenen birisiysem eğer birkaç dışarıya çıkmam ile Seul'da ki tüm erkeklere aşık olurdum gibi hissediyordum.

Ne yapsam acaba çapkın mı olmalıydım?

Babamın asla kötü manşet olmamı istemediği sözleri kulağımda yankılanınca bu düşünceleri halının altına doğru süpürmüştüm.

"Ah, evet. Denemek isterim, teşekkürler." Başını sallayarak yanımızdan ayrıldığında hala onun arkasından bakıyordum. Vücudunda ki kıvrımları bile çok beğenmiştim. Normalde bu dikkat ettiğim son unsurlardan birisiydi. Fakat beğendiğim birisi olunca sanırım her kısmını özenle inceliyordum.

Tezgahın arkasına gidip yine onun gibi garson olan kıza bir şeyler söylediğinde not defterini önlüğünün ön cebine koymuştu. Başını kaldırdığında zaten ona baktığım için göz göze gelince tedirgin olarak hızla önüme döndüm.

Göz göze gelmiştik!

Ah, bunca şeyin içinde aşk benim için en son plandaydı ama en azından bir kere bu çocuk ile yatmak isterdim.

Lanet olsun, Hao iyice edepsiz bir insana dönüştün.

"Kızlar! Bu Hoon değil mi!?" Gelen çığlığa karşı şok olarak Gyuvin'e döndüğümde gözlerini kısıp tahmin ettiği şey başına gelmiş gibi bir mooda bürünmüştü.

"Ben bunları oyalarım. Sen arka kapıdan çık ve taksi çağır. Beni bekle daha sonra, tamam mı, hyung?"

Ne yapacağımı tane tane söylediğinde başımı sallasam da hala yerimden hareket edemiyordum. Aslında benim olmayan hayranlar tarafından yakalanmıştım. Bu hiç planımda olmayan bir şeydi. Medyaya hafıza kaybı geçirdiğimi söylemişlerdi. Bu yüzden insanların anlayışlı olacağını düşünüp zaten yakın olan kafeye geldiğimizden babam koruma peşimize takmamıştı. Ben de doğal olarak gerek duymamıştım.

Uzun zaman sonra dönmesi ve böyle bir haber ile dönmesi tahmin ettiğimizin aksine daha bomba bir olay yaratmıştı.

"Gel benimle," ben şoka girmiş bir halde öylece dururken bir anda bileğimden tutulduğumda neye uğradığımı şaşırmıştım. Kim olduğuna bakmama gerek yoktu. Bu kolu daha demin görmüştüm. Bir şey demeden beni sürüklemesine izin verdiğimde beni bir kapıdan geçirip merdivenleri indirmeye başladı.

"Burası arka kapıya çıkan yol." Kısaca açıkladığında ne yapmak istediğini anlayıp o görmese de başımı salladım. Ani olan her şey beni duraksatıyordu. Aşırı derecede içe dönük bir insandım. Bu yüzden bir şey olduğu zaman anında kendi iç sesimle mahkemeye oturuyordum. Bu benim en kötü huylarımdan birisiydi.

Kapıdan tam çıkacakken bir grup öğrencinin içeriye akın etmesiyle Hanbin'in hızlı refleksi sayesinde yangın kısmına çekilmiştim.

Duvara hızlı bir şekilde yaslanınca o da üzerime doğru eğilmişti. Aralık olan dış kapıdan yansıyan ışık yüzlerimize vururken yutkundum. Siktir, çok çekici görünüyordu!

İşaret parmağını dudaklarının üstüne götürüp susmam için işaret ettiğinde başımı usulca salladım.

Hipnoz olmuş gibi onu takip etmem şu an beni nasıl bir duruma sokuyordu acaba?

Bitmek bilmeyen saniyeler, dakikalar geçiyormuş gibi hissettiriyordu. Bana eğik ve tam yüzümün önünde duran yüzü düşünce algoritmamı etkisizleştirirken tek yaptığım onun parlak gözlerine bakmaktı. Başta birkaç kez gelen var mı diye kontrol etse de daha sonra o da bırakmış sadece benim gözlerime bakıyordu.

Sesimi bulmak için dilimi dudaklarımda gezdirerek dudaklarımı ıslattım. Fakat bu hareketimle bakışlarının odağı dudaklarım olmuştu.

"Sanırım gittiler," başını salladı. "Sanırım," geri çekilmeden durmasına karşılık onu öpme isteğim artarken kendimi tutmaya çalıştım.

Hadi ama Hao sen şu an Hoon'sun ve kariyerini kirletemezsin. Sonuçta gerçekten hafızanı kaybetmedin.

"Ben gitsem iyi olur," son bir kez daha gözlerine bakmak için gözlerimi ona çevirdiğimde dudaklarıma kapanan dudakları ile bir kez daha şok dalgaları beni ele geçirmişti.

Aman tanrım, dışarıda hayat bu kadar hızlı mıydı?

Alt dudağıma yapışan dudaklarına karşın bir şey yapmadan tepkisiz dururken onun da hareket etmemesi beni deliye çeviriyordu. Ne ama benden bekleyemezdi. Ben hayatımda hiç öpüşmemiştim!

Dudaklarını dudaklarımdan ayırdığında aralık kalan dudaklarım bana inat daha fazlasını ister gibi duruyordu.

"Gideceğin sırada içeriye birisi daha girmişti," tüh, ben de kendi istediği için öptü zannetmiştim. Anlık hayal kırıklığı beni ele geçirse de belli etmemeye çalışarak başımı salladım.

"Oh, anladım. Öpmene gerek yoktu yine de," laf sokmadan edemeyince içimden kendime küfür etmiştim.

"Zaten bahaneydi."

Selamlar!
İlk bölümden kiss olur mu diye sormayın çünkü ilk kez bunu yaparak okurlarımı zortlatmak istedim!

Hanbinciğim ile çok planlarım var ama bunlar gizli olacak ve en sonunda çok şaşıracaksınız 👻

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top