umrumda olmayan şeyler ayağımı yerden kesemez

Bu bölüm beni gaza getirme çabaları için müteşekkir olduğum @aureoluss bebişime ithaf edilmiştir

Yayını gerdi, kaslarının ağrısını görmezden gelerek odağını karşısındaki kırmızı noktaya verdi...

Tek gözünü yumdu, artık her şey daha netti. Son kez gerdirdi yayını ve artık ipin gerilemez hâle geldiğinden emin olduğunda, yıllardır yapmak istediği, içinde bir kıvılcım misali yanıp tutuşan ateşi barutla buluşturmanın vakti geldiğini anladı...

Okunu sımsıkı tuttu, hiç bırakmayacakmış gibi. Okun arka kısmındaki çıkıntıları gerdirdiği yaya yerleştirdi. Her şey çarklı bir mekanizma gibi ilerliyordu...

'Tik, tak' ritmiyle akıp giderken saat, bir şeylerin artık başlaması gerektiğinin bilincine vardı kadın...

Derin bir nefes aldı. Nefesini var gücüyle üfledi ve intikam isteğiyle yanıp tutuşan nefesi, yayın içine yerleşmiş okun ucuna bir ateş misali düştü. Bu, hedefini daha da çok yakacaktı...

Gözlerini yumdu, gökyüzüne baktı. Birilerinin kapladığı yeri terketmesi gerekiyordu. Tanrı böyle emretmişti ve böyle olacaktı, bunun başka bir yolu olamazdı.

Ömründe ilk kez korkudan titreyen elleri, kararlılıkla tuttuğu oku parmaklarının arasında oluşturduğu hapisten azad etti...

Artık bedeniyle değil ruhuyla hareket ediyordu, bir tüy kadar hafif, bir ateş kadar da sıcaktı.

Kendini öne attı, ömrü boyunca ona yapılanların bedelini ödetmişti ama henüz alt edemediği bir düşmanı vardı.

O düşman, yüzüne gülenlerden biri değildi. O düşman, onu aldatanlardan biri değildi. O düşman, kalbini parçalayanlardan biri de değildi.

O düşman, aynaya baktığında gördüğü yegane katiliydi. O düşman, ta kendisiydi.

Ve acı içinde kıvrılırken ateş kırmızısı dudaklarından sonu olacak sözler döküldü; "Pour mettre fin à cette douleur, je devais être plus rapide qu'une flèche de l'arc..."

Bu acıyı bitirebilmek için yaydan fırlayan bir oktan daha hızlı olmalıydım...

🥀

Adreanna eskise bile giymekten hiç bıkmadığı, bej renginde saten kumaştan yapılmış, üzerinde yine aynı renk tülden kabarık olmayan bir etek katmanı bulunan pek de gösteriş belirtmeyen elbisesiyle odasının içinde volta atıyordu.

Babam gibi değilim, diye düşündü.

O prensin dışarıya vurduğu burjuva görünüşün altında yatan sistematik şekilde gizlenmiş paranoyak ruhu babamdan önce farkettim... kendi kendine konuşarak bir kanaate varmaya çalışıyordu.

Kimse ona bakmıyorken titreyen elleri, her şeye hakim olabilme isteği, istediği şeyi yapabilmek için kendiyle çeliştiğini fark edemeyişi...

Bunlar bir paranoyakta görülürdü, en azından okuduğu kitaplardan böyle biliyordu.

Üst damağıyla alt dudağını içe doğru sıkıştırıp endişeli bir mizaçla odasından çıktı. Kraliyet ailesinin bulunduğu ve duyuruların yapıldığı büyük balkonla bitişik olan kattan ayrı bir yerdeydi Adreanna'nın odası. O kimsenin göremeyeceği alt katta kalmayı istemişti.

Uzun koridor kirlenmiş ve rengi solmuş bir halı serilmiş olan basamaklarla son buluyordu. Basamakları sessizce çıktı, adımlarına dikkat ediyordu çünkü tahtalar sağlam değildi ve yanlış bir hareketinde büyük bir çatırdama ile orada olduğunu bütün şatoya duyurabilirdi.

Yaklaşık yirmi veya otuz -ki, kendisi de emin değildi- basamak çıktıktan sonra geniş ve ferah görünümlü rustik bir hole vardı. Burası eskiden oturma odası olarak kullanılıyor ve şimdi küçük bir masanın olduğu yerde bodrum kata inen merdivenler bulunuyordu.

Kimseye görünmediğinden emin olabilmek için basamaklardan aşağıya bakındı. Görünürde kimse yoktu, ama dediğim gibi, sadece görünürde değildi.

🥀

Bine yakın kitabın bulunduğu dev kitaplığa bir cüceymişçesine bakıyordu. Kitaplık o kadar büyüktü ki, Adreanna 1,87 boyuyla bile o kitaplığın yanında bir yer fıstığını andırıyordu. Ellerini bel boşluğunda tutup kitapların dizilimi için oluşturduğu koordinasyonu hatırlamaya çalıştı.

İlk üç sıra Fransız edebiyatından eserler, onun üstünde kalan iki sıra pozitif bilimler üzerine yazılı kitaplar, onun da üstündeki dört sıra ise psikolojik bilimler kitapları ile doluydu.

Kaşlarını çatıp en üste baktığında o kitapları tek başına alamayacağından emindi. Monoton adımlarla kitaplığın kenarına koyulmuş ortalama altı metre yüksekliğindeki taşınabilir merdivenin yanına gitti. Derin bir nefes alıp oldukça ağır olan merdiveni iki eliyle havaya kaldırdı. Daha doğrusu kaldırmaya çalıştı.

Yirmi altı yaşında olmasına rağmen kilosunun otuz dört oluşu, ondan belki de iki kat ağır olan merdiveni tek bir hamlede kaldırmasına engeldi. Adreanna üzerine binen bu büyük yükle dengesini sağlayamayıp yere yığılmış, merdivenin de önce kitaplığa çarpıp sonra bir deri bir kemik kadının üzerine düşmesiyle kitaplar da yere saçılmıştı.

Zor bela merdivenin altından sıyrılıp öfkeyle ayaklarının üstünde toplanmış ve âdeta "Biz binlerce sayfayız!" diye bağıran ağır kitaplara göz gezdirdi. Hızlı bir hareketle kitapları üstünden çekip ayağa kalktı. Şimdi bir de ihtiyacı olanı bulup diğerlerini yerleştirmekle uğraşacaktı.

Hışımla eteğini geriye çekip dizlerini hafifçe kırdı ve bir eliyle kitapların ön yüzünü çevirmeye başladı. Aradığı şey "Psikolojinin Psikolojisi" adlı kitaptı. Her ne öğrendiyse o kitaptan öğrenmişti.

Uzun bir uğraştan sonra avcunda hissettiği kadife dokunun aradığı kitabın kapağına ait olduğunu farketti. İki eliyle yaklaşık iki bin sayfalık kitabı aldı ve saf tahtadan yapılma minik masaya yerleştirdi. Geriye çekilip önünde duran yüzlerce kitabı nasıl yerleştirebileceğini düşünmeye başladı.

Celinn'i çağırsa, Andreoi ile uğraştığı için sinirlenecekti. Hizmetçilerden birini çağırsa mutlaka babasının kulağına gider, babası da Andreoi hakkında bu tür davranışlarda bulunduğu için yargılar veya yaygara çıkartırdı. Kendi başının çaresine kendisi bakacaktı; başka seçeneği de yoktu zaten.

Merdiveni yerden kaldırıp dikleştirdi ve yerdeki kitapların içinden Fransız edebiyatına ait olanları ayıkladı. Onlar ilk üç sırada olduğu için merdiven kullanmasına lüzum yoktu. Hepsini tek tek yerleştirdi. Sıra pozitif bilim kitaplarındaydı, Fransız eserlerine nispeten daha zordu çünkü pozitif bilimler adına yazılmış kitapların kitaplığının dörtte üçünü kaplamasını severdi Adreanna. Yaklaşık bin kitabın olduğu dev kitaplıkta altı yüze yakın pozitif bilimler kitabı bulunuyordu.

Bir kısmını kucağına alıp merdivenleri çıkmaya başladı. Tahminen bir on dakika sonra tüm işi bitmişti. Şimdiyse kitaplıktan çıkardığı psikoloji kitabını kurcalayarak önlemini almalıydı.

Edindiği deneyimlere göre, etrafta gelişen psikolojik rahatsızlıkları keşfedemeyenler ya da geç farkedenler bu durumdan en az hastalık sahibi kadar muzdarip olabiliyorlarmış.

Hele ki bu hastalık sahibi, paranoyağın tekiyse.

Elbette üzülüyordu sevdasından ayrı kaldığına lâkin yas tutarak da bir şey elde edemezdi. Babasının inatçılığına bakılırsa Andreoi ile evlenmesinin tek bir kaçış yolu vardı; o da Andreoi'nin hastalıklı oluşunu kanıtlamak.

Gerçi, inanır mıydı babası, onu da bilmiyordu.

Omuzunda hissettiği ağırlıkla daldığı düşüncelerden sıyrılıverdi. Kuşu Mieanna'yı ayağı yaralı şekilde görmeyi ummuyordu, intihar etmeyi denediği günden -iki gün öncesinden- bu yana kuşunu hiç görmemişti.

En son mektubu kuşun ayağına bağlayıp pencereden dışarı salmıştı, 'Büyük ihtimalle nereye gideceğini bilemeyerek şatoya geri döndü' diye düşündü. Halbu ki mektuptan -daha doğrusu bir parça kağıttan- eser yoktu.

Kuşu nezaketle avcuna alıp anlayamayacağını bile bile konuşmaya başladı.

"Yaraladılar mı seni meleğim? Gümüş renkli kadife miniğim, yollayamadın değil mi mektubumu?"

Kuş ise Adreanna'nın sıcacık ellerinin arasından başını çıkarıp anlaşılmaz türden hareketleriyle ötüyor ve ufak hareketlerle Adreanna'nın parmaklarını tehtid edercesine gagalıyordu.

"Yoruldun değil mi? Senin için zor bir gün olmalı."

Mieanna, sabrının taştığını belli edercesine sivri tırnağını Adreanna'nın avcuna geçirdi. Adreanna ise gülümseyerek avcunu açtı ve kuşun özgürlüğe kavuşmasına fırsat tanıdı.

Kuş, göz kapayıp açıncaya kadar odadan çıkmış, sesi ise gitgide uzaklaşan bir frekans edasıyla azalmaya başlamıştı. Yavaş yavaş, acı çektire çektire sesinin desibel desibel azalışı Adreanna için bir huzur kaynağıydı. Saatlerce bir kuşun doğadaki seslerini dinleyebilirdi.

Sıkıntıyla nefes verip kadife dokulu kitaba çevirdi odağını. Sayfaları tek tek çevirdi, kağıtların birbirine sürtündüklerinde çıkardığı ses kulaklarını doldurmuştu.

Bulamıyordu bir türlü, kendisini bu bilinmezden çıkaracak şeyi arıyor fakat bulamıyordu. Paranoyaya dair hiçbir bilgi, bırakın bilgiyi bir hece bile bulunmuyordu.

Üzüntüyle kitabın kapağını kapattı. Kaderine boyun eğmek istemiyordu, bir yolunu bulup ipleri eline almak ve hayatını kendi şekillendirmek istiyordu.

Duyduğu fısıltı ile karışık kıkırdama seslerini duyduğunda telaşla bej rengindeki eteğini sürükleyerek oturduğu yerden kalkıp ritmik adımlarla merdivenlerin başında soluğu aldı. Kapının kenarında durup yüzlerini göremediği kişileri duymaya çalışıyordu.

"Ah, Andr! Korkak olma burası kullanılmayan bir yer kimse yoktur."

Adreanna kaşlarını çatıp sahibini tanımadığı sese odaklandı.

"Merak etme, yakalanırsak bile 'müstakbel karımı görmeye geldim' dersin olur biter."

"Aptal mısın? Olayın akıbeti bile belli değil, o kadının ne yapacağı belli olmaz."

Andreoi'ye ait olduğundan emin olduğu ses Adreanna'nın çatık kaşlarını daha da çatmasına ve sinirden dişlerini sıkmasına sebep oldu.

Bu aptal ne arıyordu burada?

İkili bir süre sessiz durduktan sonra Andreoi konuşmaya başladı.

"Bana yardım edeceksin değil mi?"

"Etmeyecek olsaydım inan bana gelmezdim."

"O zaman anlat," dedi Andreoi sinirle. "Adreanna'yı ikna edebilmem için ne yapmam gerektiğini anlat."

"Kadınlar..." diye söze girişti Andreoi'ye nazaran daha genç görünen Thao. "Gösterişten zevk alırlar, mücevherler, altınlar ve mükemmel ötesi takılardan bahsediyorum elbet."

Andreoi sessizliğini korurken Thao gardını indirmiş vaziyette, rahat bir şekilde konuşmasına devam etti.

"Eğer jeton o kalın kafana düşmediyse konuyu açayım," diyerek göğsünde kavuşturduğu ellerinden birini Andreoi'nin kafasına indirdi. "Gözlerini altınlarla körelt, mücevherler içinde yüzmesini sağla..."

Andreoi hâlâ sessizce düşünürken Thao, Adreanna'nın nefretini kazanacak cümleyi kurdu.

"...onun ayaklarını yerden kes!"

Adreanna fal taşı misali açılan gözleriyle onlara arkalarından bakarken çığlık atmamak için kendini zor tutuyordu. Kadınlar bir mücevherle dizgine getirilebilecek kadar değersiz değildi, olamazdı.

Fakat öfkesine yenik düşüp onlara sataşmaya çalışırsa yenik düşeceğinden emindi. Her ne kadar boyun eğmek doğasında yoksa da, fiziksel özelliklerinin Andreoi ve Thao'ya oranla daha güçsüz olduğunun da farkındaydı. Zayıftı, cılız bir tipti. Baş kaldırırsa ikisiyle başa çıkamazdı.

Kapının geniş pervazına tutunarak sinirden kaybettiği dengesini toplamaya çalıştı.

Umrumda olmayan şeyler ayağımı yerden kesemez, diye düşünürken aklındaki planı iyiden iyiye benimsiyordu. Eskiden merdiven bulunan yerin üstü sağlam bir tahta ile kapatılmıştı. Üstünde de küçük bir masa vardı.

Masayı kenara çekup tahtayı kaldırdığında küçükken tüm vaktini o basamaklarda oturduğu zamanları hatırladı. Pek fazla anısı vardı buralarda.

Fakat şu an nostalji yaşayabilecek durumda değildi, acilen odasına geçip planını uygulamaya geçirmeliydi. Vakit daralıyordu ve yarına bırakamazdı.

Merdivenlerin açıldığı koridorda Adreanna hariç kimse kalmıyordu. Tahtayı tekrar kapattıktan sonra aşağıya temkinli adımlarla indi. Yaklaşık on tane küçük basamak bulunuyordu.

Son kez arkasına bakıp kimsenin gelmediğinden emin olunca kendisini odasına kapattı.

"Birilerine Adreanna'nın kim olduğunu gösterme vakti geldi," diyerek aynadaki yansımasından güç alıyordu. Geri geri adımlayarak gözlerini aynadaki yansımasından çekmedi. Kendini yatağa attığında güneş yeni yeni doğuyordu. Normal bir seher vakti geçirmiş görünümü verebilmek için enerji toplaması gerekiyordu.

Andreoi kurnazsa, Adrenna kurnazlığın kitabını yazmıştı.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top