Station
Araçla giderken etrafa bakmaya pek cesaret edemedim. Daha fazla garip şeyler görmek istemiyor, eğer bu bir rüya ise acilen uyanmak istiyordum.
Araç, "Merkeze geldiniz." sözü ile durdu ve emniyet kemeri açıldı. İşte bu yüzden daha fazla garip şey görmek istemiyordum. Bunlar bile kendi zamanıma göre aşırı kaçıyordu. Konuşan, uçan araba ha? Bir kaçığın rüyası için bile fazlaydı.
Ejderhaya benzeyen bir adam - ki gerçekten çok benziyordu, hatta ateş püskürtmesini bile bekledim - beni araçtan indirdi (daha doğrusu sürükledi) ve devasa bir yapıtın önüne bıraktı.
Yapıtı süzerken boynum kırılacak sandım. Çünkü o kadar uzundu ki, Tanrı katına kadar çıkıyor gibiydi.
Kafamı yapıttan zorla da olsa çekerek kapının önünde duran adamlara bir göz attım.
Keşke atmasaydım.
Tamamen boka bastığımı hissettim, en küçük hücreme kadar.
Adamın kafası yoktu. Yani normal olarak yoktu. Onun yerine çakal suratı vardı. Aşırı derecede korkunçtu. Altıma kaçırmadığım için beynimde kendimi alkışladım.
Burada olmak için ne günah işlemiştim bilmiyorum ama eve gider gitmez kiliseye uğrayacağım kesindi.
Çakal adamlardan biri yanıma gelip bugün bilmem kaçıncı kez maruz kaldığım 'sürükleme' olayını tekrarladı. Merkez kapısından girmeden önce diğer çakala "Onu arayın." dediğini duyabilmiştim.
İçeri girince direkt olarak devasa boyuttaki heykel çarptı gözüme. Binanın yarısı uzunluğundaydı. İnsanı anımsatıyordu birazcık. Ama daha ne olduğunu tam çıkaramadan asansöre benzeyen bir şeyin içine uçtum. Baya uçtum yani, ayağım yerden kesildi falan, hoştu.
Çakal adam da içeri girip "12. kat V blok" dedi. Asansör "Peki efendim." der demez kapı kapandı ve yukarı çıkmaya başladık.
Şaşırdığım bir konu vardı. Hâlâ bağırmamıştım. Ya da ağlamamıştım. Sakindim ve ne zaman patlayacağımı bilmiyordum. Umarım bir anda yere yığılmazdım. Amen.
Asansörden, kata geldiğimize dair bir ses duyuldu, ardından kapı açıldı.
Ortam sakindi, pek fazla şey -ne tür varlıklar olduğunu daha çözemedim- yoktu. Olanlar da insana biraz daha benziyordu. Birkaç fazlalık hariç.
Çakal Bey(?) süslü bir kapının önünde durup "Burada bekle." dedi ve gitti. Ne yapacağımı bilemez bir şekilde kaldım ortada.
Lanet olası bir yerde, lanet olası ne olduğunu bilemediğim varlıkların arasında, lanet olası bir durumdaydım. Lanet olsun.
Kapının önünde bir sağa bir sola yürüyerek kendimce plan yaptım. Uzun bir süre geçti, ne çakal adam ne de başka birisi geldi. Tüm bu süre zarfında kafamda o kadar çok plan yaptım ki, bu planlar gittikçe normalliğini, gerçekleşme olasılığını kaybediyordu. En son kanat takıp uçarak gitme düşüncesi ile boğuşurken asansör kapısının açılma sesi geldi kulağıma.
Kafamı oraya doğru çevirirken hafif bir rüzgar esti, saçlarım uçuştu, yavaşça gözlerimi kırpıştırdım. Tabii bunların hepsi sadece 1 saniyede, beynimde meydana geldi. Ama asansörün içinden çıkan adam, yürürken resmen parlıyordu, etrafa ışık saçıyordu. Bunlar benim hayal ürünüm de olabilir ama umurumda değil.
Adam - ya da genç, her neyse - üzerime doğru geliyordu. Heyecanlanmadım desem yalan olur. Böyle bir durumda heyecanlandığım için kendime kızdım tabi, ama adam heyecanlanılmayacak gibi değildi ki. Tamamen bir insana benziyordu, kuyruğu ve kafasındaki - boynuz mu o? - garip şeyi saymazsak. Teni, kulakları ya da yüzü diğerleri gibi değildi. Daha çok benimkiler gibiydi.
Adam elini kaldırınca arkamdaki kapıdan ses geldi ve ben de hızlıca arkaya dönüp kapıya baktım.
Kapıdaki kilitler tek tek açılıyordu. Bir adama bir de kapıya baktım. O da, sanki zihin gücüyle bir yerleri açmak çok normal bir şeymiş gibi, rahatça içeri yürüdü.
Eliyle kapıyı kapatmadan önce kaşlarını kaldırıp gözümün içine bakarak - ki şu an gözlerinin sarı renkli olduğunu fark etmiştim - "Gelmiyor musun?" diye sordu.
Tanrım, okuduğum tüm yaoiler için çok üzgünüm, lütfen beni koru. Binlerce kez amen.
***
kim taehyung
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top