Shopping
Yolculuk genel olarak sessiz geçmişti. Sabah, hissettiğim korkudan ve gerginlikten dolayı etrafı izlemeye vaktim olmamıştı, daha doğrusu cesaretim yetmemişti. O yüzden bu yolculuğu bir fırsata çevirmek istemiş ve yapabildiğim kadar etrafı izlemiştim.
Binanın camından izlediğimden biraz daha farklı hissettirmişti. Eh, havada süzülüyor oluşumun da bir etkisi vardı bunda. Yüksek bir hızla yanından geçtiğimiz binalara bakıyor, içlerinde nasıl bir hayat sürüldüğünü hayal etmeye çalışıyordum. Yaşamları biz insanlardan çok da farklı olamazdı, değil mi? Sonuçta her canlının ortak ihtiyaçları vardı. Besleniyorlardı, çalışıyorlardı ve günün sonunda herkes kendi yuvasına çekiliyordu.
İki ırk arasındaki ortak özelliklere odaklanmıştım. Böylece fazla korkmama gerek kalmayacaktı. Bu ülke, gezegen, diyar her neyse artık hakkında ne düşüneceğimi pek bilemiyordum. Hayran kalmak ve dehşete düşmek arasında gidip geliyordum. Şehrin düzeni tam bir teknoloji şehri olduğunu haykırıyordu. Yakın arazide pek fazla ağaç bulunmuyordu ve bu da beni oksijen konusunda endişeye düşürüyordu. Fakat buradaki herkes rahatça nefes alabiliyor gibi görünürken ben de alabilirdim. Herhalde. Sanırım. Değil mi?
Genel olarak şehrin düzenini ele aldığımda kendi dünyamdakilerden pek de farklı durmuyordu. Bulutlara kadar uzanan cam kaplı binalar, üzerinde arabaların park edildiği ve yayaların yürüdüğü yollar, günler ötedeymiş gibi duran fakat altımızdaki arabalarla saatler içerisinde ulaşabileceğimiz dağ sıraları ve şehri çevreleyen ormanlar. Farklı olan tek şey, içerisinde yaşayan türler gibi duruyordu. Ve bu farklılığın sadece dış görünüşle sınırlı kalmadığını düşünmeye başlamıştım. Beni bu düşünceye iten olay da sabahki kapı olayıydı.
Zaten hatırlamışsınızdır herhalde fakat bence yeniden hatırlatmamda sakınca yok.
Şu an yanımdaki sürücü koltuğunda oturan ve arabayı büyük bir ciddiyetle süren yakışıklı adam – bu kelimeyi söylemekten kendimi alıkoyamıyordum – sanki dünyanın en basit olayıymışçasına kapıyı açmıştı. Zihin gücüyle. Bakınız tekrar ediyorum: zihin gücü. Açıkçası yanlış gördüğümü falan düşünmüştüm çünkü eh, bilirsiniz, o anda kafamda pek de yerinde değildi, oradan oraya sürüklenip durmuştum – ve tabii ki bambaşka bir diyarda gözlerimi açtığım ayrıntısını da atlamamak gerek. Bu sebeple gözlerimin bana oyun oynadığını sanmıştım fakat odadan ayrılırken de aynı şey gerçekleşmişti. Kapı otomatik kapılardan olsaydı tamamdı ama değildi işte. Bildiğimiz elle açılan büyük, cam kapılardandı.
Şimdilik bu düşünceyi bir rafa kaldırdım. Yanımdaki adamdan korkmama sebep olacak tüm düşüncelerden kurtulmam gerekiyordu yoksa ona güvenemezdim. Ona güvenememek demek onun da bana güvenmemesi demekti ve bu işin sonu benim eve ulaşamamamla bitiyordu. Elbette ki bunu hiçbirimiz istemezdik, değil mi?
Kafamı iki yana sallayıp düşünmeye bir son verdim. Kafam zaten yeterince doluydu ve zihnim de karmakarışıktı. Oturduğum yerde sadece düşünerek hiçbir yere varamazdım. Taehyung bana yardım edeceğini söylemişti ve garip bir şekilde onun sözlerine inanıyordum. Belki de tutunabileceğim tek dal olduğundandı, bilinmez. Fakat dünyada sıkça kullanılan bir sözün de dediği gibi: Denize düşen yılana sarılır.
Kim Taehyung'un güvenilmez bir yılan olduğunu düşünmüyordum fakat aşırı güvenilir biri olduğunu da söyleyemezdim. Sonuçta daha tanışalı birkaç saat olmuştu ve bu birkaç saatte birine gözüm kapalı güvenmem beklenemezdi, beklenmemeliydi.
Adını anmışken ondan yana döndüm. Düz bir ifadeyle aracı sürüyordu. Gözleri yoldaydı, bir kere bile benden tarafa bakmamıştı. Dikkati ve bakışları hazır başka taraftayken yüzünü inceleme fırsatını yakaladım. Sağ tarafında yer alıyordum, bu sebeple dövmesini yakından görebiliyordum. Evet, sabah daha yakın pozisyonda da durmuştuk fakat o vakit dikkatimi tam verememiştim. Şimdi ise zihnim ve yüreğim rahatlamış bir vaziyetteydi, bu yüzden kendime izin verdim.
Dövme deyip duruyordum fakat yakından bakınca öyle olmadığı anlaşılıyordu. Doğum lekesine benziyordu daha çok, özel bir işaret gibi. Burnunun, gözünün ve dudağının altındaki benlerin yanı sıra yanağında da bir tane vardı. Esmer teni, an itibariyle arabanın ön camından yüzüne vuran güneş ile altın gibi parlıyordu. Güneşten yayılan sıcak ışınlar, sarı harelerini daha da parlak kılmıştı, bir aslanın gözlerine benziyorlardı şimdi. Güzel bir adamdı işte, uzaylı falan olsa da.
Siyah tutamlarının çevrelediği küçük boynuzlar ki onun tehlikeli biriymiş gibi görünmesine yol açıyordu, yanımdaki bu adamın bambaşka bir tür olduğunu gözüme sokmak istiyormuş gibi parlıyordu güneş ışınları altında. Ah, şu an bacağıma değen yumuşak kuyruğu nasıl unutabilirdik ki? Sanki bacaklarıma bir battaniye serilmiş gibi bir sıcaklık veriyordu. Değişikti, kucağımda kedi tutuyormuş gibi hissettiriyordu. O, bunun farkında mıydı bilmiyorum fakat benim görmezden gelebilmem imkânsızdı.
Ben ona bakadururken araç yavaşladı ve süzülerek aşağı indi. Aracı yolun kenarında bir yere park ettikten sonra bana döndü. Hâlihazırda gözlerim zaten onun üzerindeydi. Göz göze gelince bir an şaşırdı, bunu beklemiyor gibiydi. Hızlıca başını salladı ve düz surat ifadesine büründü.
"İçeri girdiğimiz an senden çok dikkatli olmanı istiyorum. Kesinlikle göze batacak hiçbir şey yapmamalısın. Ne kendini ne de beni tehlikeye at."
'Salak değilim herhalde, anladık' demek istesem de tuttum kendimi. Belli ki bu dikkat çekme olayı gereğinden fazla önemliydi. Zaten asansörde yaptığı konuşmadan sonra fazlasıyla dikkatli olacaktım; söylediğim her şeyde, bulunduğum her harekette titiz davranacaktım. Bunları bildiğim halde yine de usulca başımı salladım.
Dediği şeyi anladığımdan tam olarak emin olabilmek için bir süre daha baktı gözlerime. Bana, sanki bir çocukmuşum gibi davranması sinirimi bozmuştu biraz.
Oflayarak "Tamam, anladım. Dibinden yürüyeceğim, hiçbir kelamda bulunmayacağım ve değişik bir hareket de sergilemeyeceğim," dedim.
Sinirlenmeye başladığımı anlamıştı sanırım çünkü başka bir şey demeden araçtan indi. Emniyet kemerimden gelen ve açıldığını belirten sesle ben de arabadan inip onun yanına ilerledim. Gergin duruyordu ve bunun sebebini de anlıyordum. Bana bu konuda güvenmesi için daha ne yapmam gerekiyordu bilmiyordum fakat anlamasını sağlamalıydım.
Hemen sol tarafında durduğumda elimi kaldırıp hafifçe sıktım omzunu. Sözlerimle olmasa da hareketlerimle anlatmaya çalışıyordum. 'Bana güvenebilirsin,' diyordum.
'Güvenini boşa çıkarmayacağım.'
Yaptığım şey karşısında hem şaşırmış hem de rahatlamış duruyordu. Yüzümdeki minik gülümseme ile baktım yüzüne, sorun olmayacağını belirtecek şekilde salladım başımı. Yüzümdeki gülümsemeyi gördüğünde onun da dudaklarında bir tebessüm yeşerdi.
Korkuyordu. Korkuyordum. Fakat başka şansım ya da şansımız yoktu. Tabii onun vardı, eğer beni gider de hükumete falan şikâyet ederse kurtulurdu, korkacak bir şeyi kalmazdı. Nedense böyle bir şey yapacağını düşünmüyordum. Fazla mı çabuk güveniyordum? Bilemiyordum. Kendisine olmasa bile verdiği söze güveniyordum, güvenmek istiyordum. Derin bir kuyuya düşmüştüm, etrafta başka hiçbir çıkış yoktu. Sadece o vardı ve bana uzattığı dal. Tutunabileceğim tek dal o'yken seçme şansım yoktu. Ya çukurda tek başıma çürür giderdim ya da ona güvenmeyi seçer ve dışarı çıkardım.
Önümüzde duran büyük binaya girmeden önce "Başını öne eğ," diyerek son kez uyardı beni.
Binaya dıştan bakılınca pek de market havası vermiyordu, sabahtan beri gördüğüm diğer tüm binalara benziyordu sadece. Giriş kapısının yanında bir tabela asılıydı, bu dilde bir şeyler yazıyordu o yüzden ne yazdığını anlamamıştım. İçerisinin market olduğunu belirten tek şey tabeladaki yazının altında yer alan yemek ve sebze resimleriydi.
İçeri girdiğimizde sakin olmak için derin bir nefes aldım. Ellerim ben daha onları engelleyemeden Taehyung'un ceketinin ucunu kavramıştı. Herhalde şehirdeki tek market falandı çünkü bu kadar dolu olmasının başka bir açıklaması olamazdı.
Taehyung da şaşırmış görünüyordu, neden bu kadar dolu olduğunu çözememiş gibiydi. Fakat kendini toparladı ve büyük ellerini, hala ceketini kavrayan titrek ellerimle buluşturdu.
Bir saniye, şu an el ele mi tutuşuyorduk biz?
Eğmemi söylediği başımı elimde olmadan hızlıca kaldırdım ve yüzüne baktım. Herhangi bir duygu belirtisi göstermiyordu, sanki yaptığı şey onun için çok önemsizmiş gibiydi.
Böyle yapıyorsa bir bildiği vardır deyip ben de umursamamaya çalıştım. Fakat aklımda bir soru işareti belirdi. Çevredekiler el ele tutuşmuş iki erkek görünce bunu garipsemez miydi? Aklımdaki soruya bir cevap bulabilmek için Taehyung'a döndüm yeniden. Sesli bir şekilde soramazdım, fısıldamam gerekiyordu. Bu sebeple hafifçe parmak ucumda kalkıp Taehyung'un kulağına yaklaştırdım dudağımı.
"El ele tutuşmamız daha fazla dikkat çekmez mi?"
Kulağına değen nefesimden rahatsız olmuşçasına kıpırdadı yerinde. Kafasını iki yana sallayarak "Neden çeksin ki?" diye sordu.
"Çünkü ikimiz de erkeğiz."
Dediğim şeye inanamıyormuş gibi bakıyordu gözlerime, sanki hayal kırıklığına uğramış gibi.
"Bu tarz şeylerden nefret edebileceğini tahmin etmemiştim, üzgünüm. Ayrıca hayır, kimse sorun etmez çünkü tarih öncesinden gelmiyoruz."
Sesi biraz sinirli miydi yoksa bana mı öyle geliyordu?
Ellerimi saran sıcaklığın kaybolduğunu hissettiğimde elimi bıraktığını gördüm. Beni yanlış anlamıştı.
Hızlıca uzanıp elini tuttum yeniden.
"Yanlış anladın beni, o anlamda söylememiştim. Benim için bir sıkıntı yok fakat çevredekiler için bir sorun olabilir diye düşünmüştüm. Üzgünüm, benim hatam."
Yeniden birleşene ellerimize baktı bir süreliğine. Anladığını belirtmek için kafasını salladı. "Sorun değil," diyerek geçiştirdi.
Çevredekilerin tepkisinden korkmamın sebebi, her ne kadar teknoloji ve sağlıkta ilerlediysek de halkın bu konudaki düşüncesinin neredeyse hiç değişmemesiydi. En yakın arkadaşımdan biliyordum ne tür acılar çektiğini. Namjoon sırf bir erkeği sevdiği ve onunla evlendiği için uzun bir süre kötü laflara ve bakışlara maruz kalmıştı. Fiziksel açıdan değil de psikolojik açıdan hasar vermeye çalışıyorlardı. Fakat Joon, bir anlığına bile olsa Jimin'i sevmeyi bırakmamıştı. İkisinin aşkına o kadar özeniyordum ki... Birbirlerine olan sevgileri sayesinde her türlü zorluğa göğüs germişlerdi, birlikte.
Markette raflar arasında gezerken bunları düşünüyordum: en yakın arkadaşım ile eşinin, sonsuza kadar süreceğine emin olduğum aşkları.
Ben bunları düşünürken Taehyung ürünlerin yanında bulunan ekranda bir şeylere basıyor ve ilerlemeye devam ediyordu. Sanırım şu an sebze reyonundaydık, tam olarak bir şey diyemiyordum çünkü dünyada yetişen sebzelere hiç benzemiyordu buradakiler.
Kendi ülkemdeki yemekleri düşündüm bir an. Ah, tanrım! Şimdiden özlemiştim o tatları. Burada, hiç bilmediğim yemeklerden tatmam gerekecekti, tabii aç kalmak istemiyorsam. Japchae geldi aklıma. En sevdiğim yemek... Artık sadece hayallerimde tadabilecektim.
Taehyung küçük adımlarla ilerliyordu rafların arasında. Bir sürü şeyi sepete ekliyormuş gibi gözüküyordu. Neden bu kadar fazla çeşit aldığını merak ettim.
"Neden çok fazla şey alıyorsun?"
Mor renkli, dışında pembe tanecikler olan bir meyveyi sepete atıyordu o sırada. Bir sonraki rafa geçmeden önce bana dönerek sorumu cevapladı.
"Hangisini seveceğini bilmediğim için hepsinden alıyorum."
Pekâlâ, bu kesinlikle beklemediğim bir şeydi. Kimse, tekrar ediyorum, hiç kimse daha önce benim için böyle bir şey yapmamıştı. Şok içinde hala aynı yerde duruyordum. Şaşkınlıktan, tuttuğum esmer eli bırakmıştım, kollarım iki yana düşmüştü. Peşinden ilerlemediğimi fark eden Taehyung, meyve reyonunun yanında şok içinde duran halimi görmüş ve elime uzanmıştı. Az öncekinden daha sıkı şekilde tuttuğu elimle birlikte ilerlemeye devam etti.
"Haydi, işimiz daha bitmedi."
Bedenim yeniden yanında yer aldığında bu sefer yüzümde engelleyemediğim, kocaman bir gülümseme vardı. Yüzümde yer alan gülümsemeyi gördüğünde Taehyung da tebessüm etti.
Paketli yiyecekler kısmına geldiğimizde alışverişimiz hala devam ediyordu. Hayatım boyunca bu kadar yiyecek satın aldığımı hatırlamıyordum. Taehyung sepete birkaç şey daha eklerken biraz etrafa bakınmak istedim. Market hala doluydu fakat ilk girdiğimizdeki kalabalık biraz da olsa azalmıştı. Etraftaki kyuuwalara bakarken uzaktan bize doğru bakan bir adamı fark ettim. Yeşil teninin üzerinde siyah benekler bulunuyordu, kafasında saç yoktu, tırnakları ise uzun ve siyahtı. Adamın bakışından rahatsız olup kafamı aşağı eğdim ve Taehyung'a biraz daha yaklaştım.
Kafam sırtına değdiğinde Taehyung benden tarafa döndü.
"Bir şey mi oldu?"
Hafifçe başımı salladım.
"Arka taraflardaki adam bir süredir bizi izliyor."
Dediğim şeyle kafasını kaldırıp etrafa bakındı. Adamı tanıyabilmesi için tarif ettim. "Yeşil tenli, kel olan."
Sonunda adamı gördü ve yüzü anında endişeye büründü.
Kısık sesle "Belediye binasında yüksek mevkili bir çalışan, senden şüphelenmiş olmalı," dedi.
Anında telaşa kapılmıştım. Göz bebeklerim titriyordu aynı ellerim gibi. Yakalanmak istemiyordum, ceza almak ya da öldürülmek de istemiyordum. Eğer yakalanırsam başı belaya girecek olan tek kişi ben olmayacaktım. Endişelerim bu sefer de yönünü Taehyung'dan yana kullandı.
Taehyung'a sessizce "Bir şey yap, yalvarırım, kurtar bizi bu durumdan," dedim.
Göz bebekleri endişe ile parlıyordu fakat sakin kalmaya, belli etmemeye çalışıyordu. Tek elini ensesine atıp kaşıdı bir süre, sonra yüzüme değdirdi bakışlarını. Ve ben daha ne olduğunu anlayamadan sıcak dudaklarını titreyen dudaklarıma kapattı.
Ne
Oluyor
Şu
An.
Şaşkınlığımı üzerimden atamadan dudaklarını yavaşça hareket ettirmeye başladı. Bir elini yavaşça enseme çıkardı ve yüzümü yüzüne yaklaştırdı.
Tanrım!
O an, kocaman açılmış gözlerimle aşırı komik gözüktüğümü düşünebilirdim fakat tanrı aşkına, öpülüyordum! Hem de daha bugün tanıdığım ve aşırı çekici olan bir uzaylı tarafından!
Az önceki ani hareketinin aksine yavaşça geri çekildiğinde gözlerim hala kocaman açık, dudaklarım da öpücüğün verdiği şaşkınlıktan dolayı aralık haldeydi.
"Adamın bakışlarından kurtulmak için aklıma başka bir şey gelmedi. Rahatsız olduysan özür dilerim."
Bunları söylerken sağ elinin avcu ile yanağımı okşuyordu.
Ne diyeceğimi bilemeyecek bir haldeydim. Yüzüne aval aval baktığımı fark edince aralık olan ağzımı kapattım ve anladığımı belirtmek için hafifçe başımı salladım.
Daha tam olarak kendime gelememişken parmaklarımızı birbirine kilitledi ve kasa benzeri yere ilerledi. Cebinden şeffaf, karta benzeyen bir şey çıkarıp kasanın arkasında duran robota okuttu. Birkaç saniye bekledikten sonra tüm sipariş ettiklerimiz bir çantaya konmuş halde geldi. Kasanın yanında duran robot tüm çantaları çıkışa götürdü, onun peşinden de biz ilerledik. Robot, ürünleri arabaya yerleştirirken kenarda bekledik. İşi biten robot markete geri döndüğünde bir süre arkasından bakakaldım.
Taehyung ile ellerimiz hala birbirine kenetliydi ve arabaya binene kadar da öyle kaldı.
***
sonraki bölüm biraz geç gelebilir, bu yüzden şimdiden özür dilerim 😔
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top