yılbaşı özel / siyah şeytan
lütfen tanıtım tarzındaki bu bölümü çerezlik gibi değil de dikkatle okuyun, her bir cümlesini anlamaya çalışın, zira her cümlesinde anlamlar saklı olan bir giriş hazırlamaya çalıştım
tanıtımın sonunda görüşürüüz<3
***
Bir varmış bir yokmuş...
Hayır, hayır. Böyle değildi. Bu bir masal değildi. Gerçeklerin keskin kılıcıyla darbesini almış, kanayan bir yaraydı bu. Evet, hala bir yaraydı. İyileşmemişti. Tıpkı kuluçkaya yatmış bir virüs gibiydi. Sessizliğe bürünmüş ve karanlık köşesine çekilmişti. Ama hala orada bekliyordu. Ta ki ışık yüzüne vurana kadar... Ta ki karanlık köşesi artık kaybolup onun dışarı çıkma vaktinin geldiğini söyleyene kadar...
Evet, böyleydi. Yaralar vardı, kanayan yaralar. Durdurulup durdurulamayacağını kimse bilmiyordu. Herkesin ortak fikirde olduğu tek bir şey vardı. O da yaraların kapatılamaması halinde hayatın duracağıydı. Evet, bu ölüm demekti. İşin ironik tarafı ise, ölümden bu kadar uzakken aynı zamanda ölüme bu kadar yakın olmanın anlık bir mesele olmasıydı. İşleri zorlaştıran da buydu.
Kişi zorlukların kendisine doğru geldiğini önceden sezdiğinde, yıkılacağını bilse de en azından bir tepkisi olurdu. Zamanı olurdu. Geç de olsa zamana sahip olurdu. Ancak onu sezemediğinde, ölümü aniden onu boğazından sıktığında afallamış bir halde kaderine razı olurdu. Acınası olan da bu değil miydi? Bir zamana bile layık görülmemesi?
Masallar neden vardı? Çünkü aslında her gerçeğin sonu ölümdü. Buna dayanmak sadece masallarla olurdu. Onlar bize umut verirdi, kısa süreliğine mutluluk verirdi. Gerçekler? Gerçekler çoğu zaman kötüydü. İyi olduğunu zannettiğimizde dahi, sonundaki ölüm maskesini takardı.
İşte böyleydi. Maskeli bir gerçek vardı.
O seziyordu. Bir uğursuzluğun peşinde olduğunun farkındaydı. Ancak sadece bir öngörüydü bu. Hiçbir temel gerekçesi yoktu, basit hislerdi. Bu yüzden aslında bunu sezdiğinin farkında bile değildi.
İşin tuhaf yanı, bunu diğer herkes seziyordu. Sadece kimse farkında değildi. Herkesin bildiği bir sır gibiydi. Ama aynı zamanda kimse bilmiyordu.
Huzursuzluk yıllardır ayakta kalan ve şu anda da kalmaya devam eden büyücülerin yetiştiği o okulda kol geziyordu. Güneş dahi bu huzursuzluktan etkileniyormuş gibi kaçıyordu onlardan. Gündüz vakti dahi oluşan boğuk hava, sonsuz bir geceyi andırıyordu.
Gülümsemesinin ardında şüphelerini saklayan o altın sarısı saçlara sahip kız, aynanın karşısında şüpheye bürünmüş yüzünü inceliyordu. Sağ elini kaldırıp aynanın önünde tuttu. Bir süre öylece durup sanki başkasını izliyormuş gibi yüz ifadesini çözümlemeye çalıştı. Son zamanlarda bunu çok sık yapıyordu.
Hatta bazen aklını kaybetmeye başladığını hissediyordu.
Her şeyden şüphe duyuyordu. Hem de her şeyden... Kalbinin derinliklerinden yükselen güvensizlik onu yoruyordu. Elini hızlıca indirdi ve bakışlarını kaçırdı. O cesur bir kızdı. Güvensizliğin onu yıkacağını düşünmüyordu. Tüm herkesten uzaklaşsa bile yıkılmayacağını düşünüyordu.
Tek bir istisna.
Sevdiği adamın duyguları için hissettiği şüphe onu asıl tüketen şeydi. Her geçen gün biraz daha uzaklaştığını hissediyordu. Yoğun olduğunu söylüyordu, ona eskisi gibi zaman ayırmıyordu.
Başta ona hak vermişti. Evet, kendisi hala bir öğrenci temsilcisiydi. O ise klan başkanı olmuştu. Zaman ayırmakta zorlanabilirdi elbette. Ama zihninin bir köşesinde karanlıkta bekleyen o şeytan fısıldıyordu.
"Öyleyse öncesinde nasıl vakit ayırabiliyordu?"
Ne değişti? Aklındaki soru buydu. Ne değişmişti? Kendisi mi, o mu?
Sonunda bakışlarını aynadan çekti ve derin bir nefes alarak odasından çıkmadan önce pelerinini üzerine giydi. Henüz bugün klan başkanı olmuştu, en azından sırf bunun için bir şeylerin yoluna girebileceğini hissediyordu.
Boğuk koridorda ilerledi. Bu koca katta dört klanın başkanlarının odaları bulunmasına rağmen, kat o kadar genişti ki sanki farklı alemlerdeydiler.
Küçük bir davet şeklinde üç başkanın gelişinin kutlanmasının devamında kutlama uzatılmadan görevlendirmelere geçilecekti. Genç kız ikinci kata ulaştığında adımlarını yavaşlattı. Gözleri tek bir kişiyi arıyordu. Merdivenlerin başındayken onu buldu.
O kızla konuşuyordu yine. Yine.
Merdivenlerin tırabzanına sürtünen elinin onları sıktığının farkında bile değildi. Tırnakları da sürtünmeye başladığında genç adamın bakışları kızı buldu. Çok kısa bir bakıştı. Hemen ardından bakışlarını kaçırdı ve hoşnutsuz bir edayla yanındaki yakın arkadaşına döndü. En azından kızla gülerek konuşmayı kesmişti.
"Ah Chaeyoung, sonunda gelebildin!" Chaeyoung kulağına dolan heyecanlı sesle irkildi. Afallamış bakışlarını sesin sahibine çevirdi. Afallamasına pek aldırmamış bir şekilde bakışlarını sürdürüyordu Wendy. Chaeyoung da bozuntuya vermemeye çalışarak gülümsedi. Sahte bir gülüştü. Son zamanlarda sürekli tekrarladığı gibi...
"Odaya henüz yeni yerleşebildim," dedi nazik bir tonda. Wendy karşılığında gülümsedi ve arkadaşının kolundan tutarak sonunda merdivenlerden inmesini sağladı. Doğrudan artık çok iyi anlaştığı Baekhyun'un yanına doğru yol aldılar. Chaeyoung'un iyi anlaştığı birisi değildi. Bu ifade Wendy için geçerliydi. Chaeyoung, Baekhyun'dan hala nefret ediyordu. Hatta şimdi daha fazla nefret ediyordu ama sadece saklıyordu.
Tıpkı Jungkook'a olan aşkını sakladığı gibi.
Rol yapmak artık temel ihtiyaçlarını gidermek gibiydi. Bunu daha önce deneyimlemeyen biri için iki yıl boyunca rol yapmak, fazlasıyla yorucuydu. Zaman zaman bu yükün altında ezildiğini hissetse de amacı uğrunda devam ediyordu.
Baekhyun gülümsediğinde Chaeyoung oracıkta boğazını kesmek istedi. Oysaki yaptığı gülümsemesine karşılık vermekti. Aynısını binaya ilk girdiğinde de yapmıştı. Odalarına yerleştikten sonra buraya tekrar dönmüşlerdi.
"Üyelerin çoğu değişti," dedi Baekhyun karşılama faslını geçip. Gülümsemesi anında solmuş, yerine katı bir ifade gelmişti.
"Aleyhimize mi lehimize mi?" diye sordu Chaeyoung tek kaşını kaldırarak.
Baekhyun komik bir şey duymuş gibi güldü. Chaeyoung'un bakışları istemsizce Jungkook'un olduğu masaya gitti. Belki Baekhyun'un kahkahasını duyup bakar diye umut etmişti ama Jungkook oralı bile değildi. Bıkkın bir nefes verdi ve tekrar Baekhyun'a döndü.
"Elbette aleyhimize. Seha'nın bize çalıştığını mı sanıyorsun? O sadece Jungkook'a çalışır. Puştun teki." Son cümlesini tükürürcesine söyledi. İşte şimdi Jungkook keskin bakışlarını Baekhyun'a dikmişti. Sanki dediğini hissetmiş gibi gözlerinden nefret okunuyordu. Baekhyun karşılığında onu sinirlendirmek ister gibi sinir bozucu bir gülümseme takındı. Bu durum Chaeyoung'un ilgisini çekmişti. Jungkook'un ne tepki vereceğini merak ediyordu. Soğukkanlı davranıp önüne dönmesini bekliyordu ki Jungkook öne doğru çıkacak gibi bir hareket yaptı. Koluna dolanan el ise bu sefer Chaeyoung'un nefret dolu bakışlara sahip olmasını sağlamıştı.
Yeeun'du.
Jungkook bakışlarını Yeeun'un ellerine indirdikten kısa bir süre sonra Yeeun yavaşça elini çekmişti. Bunun üstüne Jungkook bakışlarını başka bir tarafa çevirdi. O sırada Chaeyoung tırnaklarını avuçlarına geçirmeye başlamıştı bile. Farkında olmadan yaptığı bir başka şeydi.
Baekhyun'un bakışları kısa bir süredir Chaeyoung'un üzerindeydi ancak Chaeyoung zihninin gürültüsünden başı dönmüş bir haldeyken bunun farkında değildi. Wendy bile bu durumdan dolayı gerilmişti. Jimin'in onu çağırdığını görünce Chaeyoung'a söyleyerek oradan ayrıldı.
Baekhyun konuşma sırasının ona geldiğini hissetti.
"Jungkook'tan neden nefret ediyorsun, Chaeyoung?" Baekhyun öyle biriydi ki, ses tonuyla karşısındaki kişinin baştan aşağıya titremesine sebep olabiliyordu.
Chaeyoung gözlerini kırpıştırarak Baekhyun'a baktı. Bir anda böyle bir soruyu beklemiyordu. Aklına gelen ilk şeyi söylemek zorunda kaldı. Fısıldayabilmişti yalnızca. "Annemi öldürdü çünkü."
Fısıldamasının sebebi maskesinin düşmesinden korkmasıydı. Saklı olan bir başka neden daha vardı ve bu gerçek olandı. Çünkü Jungkook gerçekten annesini öldürmüştü.
"Yani öncesinde ölmeyi göze alabildiğin birisiyken, o hayatını kurtarabilmek adına anneni öldürüyor ve sen de ondan nefret mi ediyorsun?" Dudaklarına küçümseyici bir gülümseme yerleşti. Chaeyoung besbelli gerilmişti ama hala sakinliğini korumaya çalışıyordu.
Chaeyoung abartılı bir ses tonunda söylendi. "Hayatını kurtarmak için olduğunu da nereden çıkarıyorsun?"
Sonuçta o odada yalnızlardı. Chaeyoung, Jungkook, Rosé. Ve Taehyung'un ölü bedeni. İlk ve son kez orada görmüştü. O görüntü aklına geldiğinde kısa bir süreliğine sıkıca gözlerini kapattı. Gözlerini tekrar araladığında bir kaplanı andıran Baekhyun'un gözleri keskin bir şekilde kendisine doğrultulmuştu.
"Annen güçlü bir kadındı, Chaeyoung. Güçlü iki kişi karşı karşıya geldiğinde birisi ölüyorsa iki seçenek söz konusudur. Birincisi öldürmek isteyen kişi karşıdakini öldürmüştür, ikincisi ise kendisini savunmaya çalışan kişi karşıdakini öldürmüştür." Baekhyun devam ederken Chaeyoung hala nereye varmaya çalıştığını anlayamıyordu. "Jungkook'un Rosé'yi öldürmek için mantıklı bir sebebi yoktu. Sonuçta kim Jungkook'un yürekten okulu savunduğunu söyleyebilirdi ki?" Histerik bir gülümseme yayıldı dudaklarına. Ardından tiksindiğini belirten bakışlarını Jungkook'a çevirerek devam etti. "O tüm savaş boyunca kendisini düşündü. Okulu düşünmüş olsaydı savaş o gün, orada bitecekti. Kendisini düşündü ve savaş bitemedi. Devamında Rosé'nin ölmesi de yine kendisini düşünmesinden kaynaklıydı. Sadece kendini koruyordu. Onu öldürmeye çalışmıyordu."
Chaeyoung ona karşı çıkmamak için zor durdu. 'Beni düşünüyordu, bu yüzden savaşı bitirmedi' dememek için zor durdu. Ama ikincisi için bir şey diyememişti. Jungkook kendisini korumuştu. Bunun için onu suçlamıyordu. Daha doğrusu, bu olay üstüne düşünmeyi reddediyordu. Çünkü düşündükçe kafasında kuracağı şeyler olacağını biliyordu. Bu yüzden iki yıl boyunca kabuslarına girse de her seferinde bu konu hakkında kendisiyle bile konuşmayı reddetmişti.
Sonuçtan kaçıyordu. Jungkook'un annesinin katili olmasından kaçıyordu.
Chaeyoung alaycı bir şekilde gülmeye çalıştı ama kafası çok karışıktı. "Ne yani? Sırf kendisini korurken annemi öldürdü diye onu affedip ondan nefret etmeyeyim mi?" İçten olmayan bir kahkaha attı.
Baekhyun bilmiş bir şekilde gülümsedi. "Böyle yap demiyorum. Zaten böyle yapıyorsun."
Chaeyoung'un sahte gülümsemesi anında kesildi ve uzun bir aradan sonra ilk defa korkuyu iliklerinde hissetti. Baekhyun saygıyla eğildi ve oradan ayrıldı. Yüzüne tokat yemiş gibi hisseden Chaeyoung ise arkasından bakakaldı.
Görevlendirmeler biter bitmez Chaeyoung doğrudan Seha'nın odasına ilerledi.
İşte düşünceler zinciri böyle başlamıştı. Chaeyoung'un iki yıldır düşünmeyi reddettiği şeyi Baekhyun tetiklemişti. Chaeyoung'un zihninde biriken düşünceler bir patlamaya yol açmış ve tüm gün aklında dolanmıştı. İçlerinden birini susturmak için şimdi Seha'nın odasına gidiyordu.
Bunu susturmaya gerçekten ihtiyacı vardı çünkü o olay henüz yeni olmuş gibi şoktaydı. Böyle hissetmek kanını donduruyordu.
Seha'nın odasının olduğu koridora geldiğinde muhafızlar onu durdurdu. "Giriş yasak."
Chaeyoung sertçe saçlarını çekiştirdi ve kalbindeki sızıyı görmezden gelmeye çalışarak sözlerini bastırdı. "Önemli."
Muhafızlar bir yanıt verme tenezzülünde bile bulunmadı. Chaeyoung'un gözleri parlıyordu. Olabilirmiş gibi öfkesini sesine biraz daha yansıttı. "Önemli dedim."
Chaeyoung ileri adım atacağı sırada birkaç metre ilerisindeki geniş kapının ardından bir şeyin düşme sesi geldi. Muhafızlar gerilerek arkalarına döndüklerinde Chaeyoung fırsat bilerek hızla ileri doğru atıldı. Muhafızlar ne olduğunu anlayamadan Chaeyoung onların önüne geçmişti bile. Kapıyı şiddetle açarken cümlesine başladı.
"Kardeşimin mezarı-"
Öfke ve hüzüne bürünmüş haykırışı gördüğü görüntüyle kesilmişti. Neden yasak olduğunu şimdi anlamıştı. Nefesi kesildi.
Hayatı boyunca hep güçlü ve yıkılmaz gördüğü Seha, gözlerinin önünde yere yığıldı. Arkasındaki muhafızlardan biri şiddetle omzuna çarpıp içeri girerken Chaeyoung da dizleri üzerine düştü. Diğer bir muhafız sertçe Chaeyoung'u yakaladığında bakışları hala zorlukla nefes almaya çalışan Seha'nın üzerindeydi. Çaresizlik dolu bakışları zihnine kazınmıştı.
***
tanıtım olarak algılayabilirsiniz, genel olarak olayların nasıl koşullarda başlayacağını anlamanız için böyle bir şey yapmak istediim
herhalde tahmin ettiğiniz gibi pek huzurlu koşullar değil kdjskldj
öncelikle umarım başta söylediğim gibi okumuşsunuzdur
öyle tahmin ederek birkaç soru sormak istiyoruum
chaeyoung'un sormak istediği soru sizce neydi?
seha'nın durumu hakkında ne düşünüyorsunuz?
baekhyun blöf mü yapıyor yoksa gerçekten bir şeyler mi sezmiş?
chaeyoung'un düşünceleri ve jungkook'un tavırları hakkında ne düşünüyorsunuz? + olarak bu durumu finalin son kısmını okuyarak onu dahil edip düşünmenizi istiyoruum
eski günler için böyle bir sürü soru sorayım dedim...
yüksek ihtimalle yazın aktif bir şekilde görüşeceğiz, o zamana kadar hazır bugün vakit bulmuşken siyah pelerin'in ikinci kitabı siyah şeytan için tanıtım tadında bir bölüm atmak istedim<33
sizi çoook seviyoruuum<3
umarım beğenmişsinizdir,
sevgilerle, matmazel.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top