☬21☬

Taehyung ve Yugyeom odada volta atarken kafayı yemek üzereydim. Şerefsiz Yoongi beni düpedüz temsilcilikle tehdit ediyordu. Ne bok yiyecektim acaba? Elimi saçlarımdan sertçe geçirdim ve kurumuş dudağımı yaladım. "Ne yapacağım ben?" dedim Yugyeom ve Taehyung'a bakarak.

İkisi de durdu ve bana öylece baktı. Yüzlerindeki bakış o kadar umutsuzdu ki, en kolay çözüm yolu kendimi yok etmek gibi gelmişti o an. En sonunda Yugyeom konuşmak üzere dudaklarını araladı. "Mesajlaşmalar yayımlanırsa Seha kesin olarak ikinizi de temsilcilikten alır mı? Mesajlar o kadar mı önemli, Jungkook?"

Başımı önüme eğdim ve gözlerimi sıkıca kapatıp açtıktan sonra bir süre ne diyeceğimi bilemesem de konuşmak üzere dudaklarımı araladığımda Taehyung araya girmişti. Tek kaşını kaldırdı sorgular gibi. "Sexting yapmadınız herhalde?"

Başımı hızlıca iki yana salladım. "Saçmalama. Tabii ki yapmadık. Sadece..."

"Sadece ne?" dedi Yugyeom ortadaki yatağına oturup bağdaş kurduktan sonra. Taehyung da yanına oturdu ve ikisi de bakışlarını üzerime dikti. "Biraz gevşek konuşmuş olabilirim," diye mırıldandım. "Ne kadar gevşek?" diye sordu Taehyung. "Yani sonuçta genciz, gevşekliğimiz ne kadar sorun olabilir ki?" dedi Yugyeom beni rahatlatmak ister gibi.

Oysaki insanların ağzına sakız olup itibarımızın yerle bir olmasına yol açacak kadar gevşek konuşmuştum. "Beni sevdiğini ima ettim, her ne kadar gıcık etmek için yaptığım bir şey olsa da herkesin anlamak istediği gibi anlayacağına eminim. Her şeyi geçtim, en basitinden yurt meselesi var. Chaeyoung sürekli yurttaki bir kızla yattığımı ima etti, bu yalan olsa da buna da inanacaklarına eminim. Pelerinimi almam için yaptığımız buluşma planları da orada. Sadece o kısmı yayımlarsa insanlar bir randevu zannedebilir."

Taehyung elini saçları arasından geçirdikten sonra bir iç çekti. "Mesajlar yayımlanırsa Seha sizi kesin olarak temsilcilikten almayabilir."

"Öyle olsa bile ikimizin de itibarını mahvederim, Taehyung. Aklından bile geçirme."

Taehyung başını yana eğdi ve her zaman bir şeyler öğrenmek istediğinde yaptığı gibi gözlerini kıstı. "Söylesene Jungkook. Umurunda olan senin itibarın mı, yoksa Chaeyoung'un itibarı mı?"

"Bu durumda sadece kendimi düşünecek kadar bencil ve şerefsiz değilim, Taehyung."

Taehyung bir kahkaha attı. "Ne tuhaf ki, Chaeyoung'un burada olduğu gece bencil ve şerefsizdin."

Kaşlarımı çattım. "Ne demeye çalışıyorsun, Taehyung?" Bir şey demesine izin vermeden devam ettim. "Şu an tartışmamız gereken geçmiş mi sence, yoksa mahvolmasına az bir zaman kalmış geleceğim mi?"

Sessiz kaldığında Yugyeom havayı yumuşatmak ister gibi aramıza girdi. "Evet beyler, saksılar çalışmaya başlasın artık. Konuşmaları Yoongi'nin elinden geri nasıl alabiliriz?"

Yatağımın üzerinde duran telefonumu havaya kaldırdım. Yoongi ve Yugyeom konuştuktan sonra Yoongi telefonu bir yere bırakacağını söylemiş ve Yugyeom da gidip almıştı. Önce saf Yugyeom sevinmişti mesajları almayacak diye ama, Yoongi'nin tehditini devam ettirebilmesi için elbette mesajların kopyasını alması gerekiyordu. Ki yüzde bir milyon ihtimalle de almıştı. "Bu telefondan alacağını almış zaten, Yugyeom. Düşünmemiz gereken elinde ne kadar kaydın nerede olduğu."

"Birkaç tane kayıt diyorsun yani?" dedi Yugyeom, tek kaşını kaldırarak. Yoongi'den bahsediyorduk. Elbet ki işini sağlama alacak ve tek kayıtla yetinmeyecekti. Tek bir tane kayıt olsa onu döve döve elinden alacağımı çok iyi biliyordu. Hoş, hala onu dövmek seçeneklerim arasındaydı. Acıdan kıvranana dek onu ölesiye dövmek istiyordum. Haddini fazlasıyla aşıyordu. Kendi klanında huzursuzluğa yol açtığı yetmiyor gibi bir de benim klanıma da bulaşıyordu.

Belki onu yakında durdurmayacaktım ama eninde sonunda onu durdurmak zorunda kalacaktım. Bu reddedilemez bir gerçekti. Min Yoongi, eninde sonunda karşıma çıkacaktı zaten. Sadece o ölümüne susamıştı ve ölümünü erkene çekmeye uğraşıyordu. 

"Bu imkansız," dedi soğuk bir ses tonuyla Taehyung. Gözlerimi devirdim. "Ne yani? Öylece temsilcilikten ayrılmam gerektiğini mi söylüyorsun?" Alaycı bir ses tonuyla dillendirdiğim kelimeler üzerine dudaklarını birbirine bastırdı. "Gerçekçi olalım. Bu sefer diğerleri gibi değil, Jungkook. Bu sefer gerçekten boyundan büyük işlere bulaştın."

"Sikeyim, Chaeyoung'a yaklaşmamı söyleyen sizdiniz!" Sinirli bir şekilde ayağa fırladım. "Şimdi de bu siktiğimin olaylarını ben tek başıma yapmışım gibi davranamazsınız!" Kalkmam üzerine Taehyung da ayaklandığında Yugyeom endişeli gözlerle bize bakıyordu. Bizi sakinleştirmek ister gibi ellerini havaya kaldırdığı sırada Taehyung gözleri kışkırtıcı bir şekilde parlarken konuşmaya başladı.

"Pelerini aldıktan sonra Chaeyoung'la sarmaş dolaş dans eden ben değildim, Jeon Jungkook." Kendime hakim olamayarak ileri doğru adımladım ve sert bir şekilde Taehyung'u ittirdim. Beynime dank etmiş gibi oluşan düşüncelerimle tükürürcesine haykırdım. "Adi şerefsiz!" Yugyeom da sonunda ayağa kalkıp aramıza girdi. Bir eli Taehyung'un diğer eli benim göğsümdeydi. "Kesin artık şu saçma oyunu!"

Dudaklarım soğuk bir şekilde yukarı kıvrılırken hızlıca konuştum. "Tüm istediğin başımı belaya sokup temsilcilikten çıkmamdı, değil mi Taehyung? Sevgili dostum, sonra sen de benim yerime temsilci olacaktın. Ayrılırken Seha'ya seni önereceğimi biliyordun, tüm bunları-"

"Ne sikim saçmalıyorsun?!" Taehyung bir anda gürlediğinde Yugyeom'u umursamadan odanın bir diğer köşesine ittirdi ve iki adımda yanıma ulaşarak yanağıma sağlam bir yumruk geçirdi. Arkamdaki yatağa düştüğümde gözümü hırs bürümüş, tüm duygularım ve hareketlerim Taehyung'a zarar vermeye odaklanmıştı.

Taehyung yumruklarına ardı sıra devam etmek için üzerime eğildiğinde tekmemi karnına geçirerek yere düşmesine sebep oldum ve ona fırsat tanımadan yumruklarımı geçirmeye başladım. "Bu siktiğimin ağzını bir daha kullanamayacağın kadar döveceğim seni!"

"Sen öyle san," diye mırıldanarak beni yana devirdi ve bu sefer o yumruk atmaya başladı. Sesleri duymuş olmalılar ki bir süre sonra odanın kapısı dolmaya başlamıştı. Birkaç kişi aramıza girmeye yeltendiğinde son gücümüzle onlardan kurtulup birbirimize vurmak için Taehyung'la canla başla uğraşıyorduk. Ama sonunda o kadar çok kişi yanımıza gelmişti ki mecburen birbirimizden ayrılmıştık.

Beni tutan yaklaşık dört kişiden hala kurtulmaya çalışıyordum ki en sonunda tanıdık bir yüz sinirli bir ifadeyle bağırdı. Jackson'dı. "Bak! Yugyeom'a bak!" Başıyla odanın bir köşesini işaret ederken korkuyla titredim. Oraya bakacak cesareti kendimde bulamıyordum ama gerçek dostum Yugyeom'a ne olduğunu bilme merakı daha baskın gelmişti. Farkında olmadan tüm vücudum titrerken yavaşça başımı o tarafa çevirdim. 

Kafasını masanın kenarına çarpmıştı.

Gözlerim şokla açılırken diğerlerinin dikkatsizliğinden de faydalanıp hızlıca aralarından sıyrıldım ve Yugyeom'un önünde diz çöktüm. Titreyen ellerim Yugyeom'un kana bulanmış yanağında ve yakasında gezerken delicesine titriyordu. "Y-yugyeom..."

Saniyeler sonra yanımda Taehyung'un varlığını hissettiğimde ona baktım. O da aynı benim gibi endişeli gözlerle Yugyeom'a bakıyor ona seslenmeye çalışıyordu. Kanımda elektriği hissediyormuşum gibi gerilip tüm titremem ellerimde toplanıp yok olduğunda yumruğumu sıktım. "Onu sen ittirdin," diye fısıldadım dişlerimin arasından. Gözlerimdeki nefret tarif edilemez derecede dışarı yansırken bana bakmayan bir insan bile nefretimi ve damarlarımdan akan elektriği hissedebilirdi.

"Ne?" Kaşlarını çattı ve fısıldadı. 

"Onu sen ittirdin!"

Taehyung'un gözleri sinirle parlarken ikinci bir kavga tehlikesini nefes nefese kalmış bir çocuğun sözleri böldü.

"Seha, Jeon Jungkook'u ve Kim Taehyung'u çağırıyor."

Taehyung'la bakışlarımız aynı anda çocuğa döndü ve yine aynı anda birbirimizi buldu. Yugyeom'a döndüm. "Yugyeom'u biri almadan hiçbir yere gitmiyorum," dedim kararlılıkla. Başını yavaşça yerden aldım ve kucağıma bıraktım. Siyah saçlarını geriye attım. Yarası ciddi durmuyordu ama baygınlık geçiriyordu.

Taehyung kalkıp hızlı adımlarla eline birkaç peçete alıp geldi ve Yugyeom'un yüzündeki kan lekelerini sildi. Yugyeom'un kanı elime bulaştığında yutkundum. 

Sonumuzun bu olacağını bilmiyordum.

***

Dakikalar sonra Yugyeom'u ortak binadaki revire götürmek için aldıklarında, ortak binanın görevlileri adeta Taehyung ve beni yaka paça Seha'nın binasına götürmeye başlamışlardı. Yorgun adımlarım arkamdaki görevlinin itişleriyle sık sık tökezlerken elimdeki Yugyeom'un kanından gözlerimi alamıyordum. Kavga ettiğimiz için özellikle bizi çok yakın yürütmüyorlardı. 

"Ne yaptığını görüyor musun?" diye fısıldadı Taehyung. Görevli konuşmamasını ister gibi sert bir şekilde omzuna vurarak ittirdiğinde Taehyung tökezledi. Yine de pek umurunda değil gibiydi.

"İstediğini aldın mı?" diye fısıldadım karşılık olarak. 

İşim bitmişti.

Derin bir iç çekti ama imalı soruma bir karşılık vermedi. Üzerimizde pelerinlerimiz varken, bu siyah pelerini taşımak ilk defa beni bu kadar çok bunaltıyordu. Seha'nın binasına arka yoldan gittiğimiz için kimseyle karşılaşmamıştık. Ama ne tesadüftür ki, bu gece Chaeyoung ve Chanyeol'un şarkı söyleyeceği geceydi. Ortak binanın önünden ışıklar yayılıp okulun her bir yerini aydınlatıyor, Chaeyoung'un ipeksi sesi beynimde yankılanıyordu. Titrek bir nefes aldım. 

Kendi duygularım uğrunda hayatımı mahvetmiştim. Her şey kalbimde yeşeren o tehlikeli duyguyla başlamıştı: Aşkla. 

Chaeyoung'a olan anlamsız ve saçma düşüncelerim, güzelce yetişmiş ve önce tatlı bir ilgiye, daha sonra oldukça alevlenerek gözümü perdeleyecek olan hırsa bürünmüştü. Dikkatsizliğim hayatım boyunca olmadığı kadar körüklenmişti, öyle ki dikkatsizliğim karşısında bugüne kadar elde ettiğim tüm unvanları kaybetme tehlikesiyle göz göze gelmiştim.

Ne tuhaftır ki, bunca arbedede asıl canımı yakan tüm bu unvanı kaybedecek olmam değildi; asıl acıma sebep olan, hayatımdan silinecek olan insanlardı. Kelime parçaları ya da bir iki lakabın gram yararı yoktu size. Varmış ya da yokmuş, sizi o kadar da etkileyen bir şey yoktu. Ancak bir ruhun varlığı öyle değildi. Çok daha tatmin ediciydi ve her daim varlığını belli ederek ruhunuzu yeşertmeye yardım ederdi.

Karanlık merdivenleri çıkarken yüreğimdeki tarif edilemez korku, balo gecesindeki kadar yoğun değildi. Korkmuyordum, sadece boşluktaydım ve kafam çok bulanıktı. Ne düşüneceğimi bilmiyordum veya düşünüyorsam da ne düşündüğümü. Chaeyoung'un sesi gittikçe beynimde bulanıklaşırken yutkundum. Onu tam şu anda yanımda isterdim. Sadece sarı saçlarında ellerimi gezdirsem de olurdu. Konuşmama gerek yoktu.

Merdivenleri çıktığımızda adımlarımız koridorda neredeyse yankılanırken buna karşın büyük bir tezatla nefes seslerimiz dahi duyulmuyor, adım sesleri dışında ortama ölüm sessizliği liderlik ediyordu.

Hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçerken bu kadar hissiz olacağım kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Seha'nın odasının bulunduğu en üst kata çıkmadan görevliler bizi ikinci katta durdurdu. Kaşlarımı çatarak onlara baktım. Bir şey söylemiyorlardı.

"Neden Seha'nın yanına gitmiyoruz?"

Topuklu sesleri koridorda yankılanmaya başladığında asıl karşı karşıya geleceğimiz kişinin Seha değil, yardımcısı olduğunu anlamıştım. Gözlerimi sanki dudaklarında bir zafer edası taşır gibi gülümseyen kadına çevirdim. O an, ondan tiksinmiştim.

Başımı dikleştirerek ona baktım. Gözü ikimiz üzerinde de dolandığında durdu ve gülümseyen ifadesi yok oldu. Açıkçası gerçekten gülümseyip gülümsemediğini bilmiyordum, hayal etmiş bile olabilirdim. Şimdiki bakışları öylesine ciddiydi ki saniyeler önce gülümsediğini düşünemiyordum.

"Seha hakkınızda kararlarını verdi." Bakışlarını Taehyung'a çevirdi ve ardından arkasındaki görevliye baktı. "Üst kata götür." Taehyung'un bir şey demesine kalmadan arkasındaki görevli onu ite kaka yukarı götürmeye başlamıştı. Tek kaşımı kaldırdım ve dudaklarıma soğuk bir gülümseme yerleştirdim. "Beni ne yapmayı düşünüyorsunuz?"

Başını yana eğdi ve yemin ederim ki gözlerinde kısa bir an küçümsediğini belirten o bakışları gördüm. Bunu görmek şaşırtmıştı. Dudaklarım hafifçe aralanırken başıyla solumuzda kalan büyük odayı işaret etti. Tek kelime etmedi ama bu sessizliği bile beni yıkmaya yetmişti. Tüm o alaycı gülüşüm ve hissizliğim bir anda darmaduman oldu. İç sesim kahkahalarla gülerken 'Şimdi nasıl hissiz kalacaksın?' diye haykırıyordu.

Yutkunmak istedim ama kurumuş boğazım buna büyük bir engel oluşturmuştu. Arkamdaki görevlinin ellerini sırtımda hissettiğimde ürperdim. Bakışlarım bomboş bir hal almışken kadının gözlerinin içine baktım. Başımı hızlıca olumsuz anlamda salladım. "Okuldan atın beni." Sesim oldukça güçsüz, fısıltı halinde dökülmüştü dudaklarımdan. Onun duyup duymadığına bile emin değildim. 

Bana ikinci bir sessizlik sundu.

Ölüm gibiydi. Bakışları, tek kelime etmemesi... Ölümü çağırır gibiydi. Beynim neler olduğunu henüz yeni kavrıyor gibi bir anda telaşa kapılmıştı. Sırtımdaki görevlinin elleri sertleştiğinde kaşlarımı çattım ve başımı sertçe iki yana tekrar salladım. Sesim telaşımla iki katına çıkmıştı ama hala güçsüzdü. "Beni okuldan atın!"

Sanki azılı bir suçluymuşum gibi görevli iki elimi koca avucuna sığdırarak arkamda birleştirdi ve diğer eliyle ensemi kavradı. Beni adeta sürükler gibi götürürken başımı ensemdeki darbeyle kaldıramıyordum. İstemsizce derin nefesler alıyordum ve bu kısa sürede ciğerlerime baskı yapmış, daralmama sebep olmuştu. Gittikçe daha derin bir nefes almaya çalışıyor, her bir uğraşımda bocalıyordum.

Önümdeki kapı açıldı ve daha önce görmediğim o oda içinde buldum kendimi. Bakışlarım hızlıca etrafta dolanırken gözlerimi kırpıştırıp duruyordum. Şimdi vücudumu saran siyah pelerin, adeta tenimi yakıyordu. Ondan nefret etmiştim.

O görevlinin elinden kurtulmayı çok istemiştim ama nereden baksam benim iki katım vardı. Şuracıkta kalp krizinden gebersem daha mutlu ölürdüm.

Odanın sonundaki camdan yapılma duvara baktım. Ürkütücü bir şekilde parlıyordu. Kapıya hızlı bir şekilde ilerlediğimizde camdan kapı açıldı ve sert bir rüzgar tenimi yalayarak geçti. Görevli beni ittirdiğinde tökezleyerek bir iki adım gidebilsem de dizlerim üzerine düşmüştüm. 

Tanrı aşkına... Herkes buradaydı, herkes... 

Bakışlarımı terasın aşağısında gezdirdim. Burası Seha'nın zaman zaman konuşma yaptığı bir balkondu ve boydan boya burada kim varsa görebiliyordunuz. Seha'nın şakası yoktu. Herkes buradayken şakası olamazdı.

Okulda ne kadar kişi varsa hepsi aşağıdan bana bakıyordu.

Chaeyoung.

O da bana bakıyordu. Umutsuz bakışlarımı gizlemek için sadece yere baktım. Yerden kalkmadım. Az sonra olacakları biliyordum. Arkamda adım sesleri duydum. Görevliye ait olamayacak kadar ritmik ve güçlüydü.

Seha'ydı.

Son uyarım derken şaka yapmıyordu.

Rüzgar sanki uzun zamandır bu anı bekliyormuş gibi delicesine şiddetlenmişti ve pelerinimi uçururken dalgalı siyah saçlarımı havalandırıyor ve tenimi adeta kesiyordu. Ensemden çekildiğimi hissetmemle beraber zorla ayağa kaldırılmıştım. Seha ensemdeki elini çekmedi ve daha önce de ilk kez yaptığı üzere pelerinimi bir hışımla üzerimden çıkardı ve bir kenara fırlattı.

Kendimi o kadar güçsüz hissetmiştim ki pelerinsiz...

Bunu daha önce yaptığında bu balkondaki ben değildim, ben sadece aşağıdaki kişilerden biriydim. O an buradaki kişiye yapılanlardan zevk bile almıştım. Şimdi öylesine dehşet içinde hissediyordum ki... Tarifi yoktu. Sadece hisler vardı ve cidden canımı yakabilirler gibi beni sarıyor ve sıktıkça sıkıyorlardı. Ama bir adları ya da tarifleri yoktu.

Sadece benim hissedebildiğim can yakıcı varlıkları vardı.

İnce tişörtüm gecenin soğuğunda beni ısıtmaya yetmezken az sonra bir öneminin kalmayacağını biliyordum. Seha öne çıktı ve çaprazıma geçti. Bilerek önüme geçmemişti. Bu rezil halimi herkesin görmesini istiyordu. Nasıl can çekişeceğimi herkese göstermek istiyordu, bu onun gözdağı gösterisiydi.

Ellerini arkasında birleştirerek başını dikleştirdi. "Bu ana daha önce de tanık oldunuz." Gür sesi koca alanda yankılanırken önümdeki kalabalıktaki en uzak kişi bile çok rahat bir şekilde sesini duymuştu. 

Fısıltılar beynimde yankılanıyordu. Göz ucuyla -hatta belki de açık açık- Chaeyoung'a bakıyordum. Herkes fısıldaşırken gözlerini bir an bile üzerimden ayırmamış dudakları aralanmamıştı dahi. Gözlerimi kaçırdım. Berbat hissediyordum. Onun karşısında böyle olmak berbat hissettirmişti.

"Seoul Sihir Okulu'nun kuralları vardır ve bunların dışına çıkmak söz konusu dahi olamaz. Bunu hepiniz biliyorsunuz. Daha önce de olduğu gibi hepinize ibret olması için Regressus Carmine büyüsünü hepinizin önünde gerçekleştireceğim." Kalın sesi beynimde yankılanıyor, gittikçe bulanıklaşarak kayboluyordu.

Duraksadı ve devam etti. "Regressus Carmine boyunca, Niger Klanı'nın geçici temsilcisi Kim Taehyung olacak!"

Bu siktiğimin saçma bir şakası mıydı?

Bunun yerine ölmeyi yeğlerdim. Ben ayaktayken Seha seri bir hareketle elindeki dört klanın rengini taşıyan taşı ucunda tutan asayı havaya kaldırdı. Üzerimdeki tişört gözden kaybolduğunda soğuktan dişlerim takırdıyordu. Yine de başım dik durdum ve güçlü olmasını umduğum bir sesle bağırdım.

"Regressus Carmine yerine okuldan atılmayı tercih ediyorum! İsteğime kulak asın, Yüce Seha!" Fısıltılar hiç olmadığı kadar yoğunlaştı. Aradan sesler duyabiliyordum.

"Bu çocuk delirmiş olmalı!"

"Regressus Carmine gerçekten o kadar dehşet verici mi?"

"Ah Tanrım, şaka gibi!"

Yutkundum. Seha durdu. Sanki herkes durdu. Hareketlerim de durdu. Sanki hiçbir şey dememişim gibi Seha tekrar asayı kaldırdı. Karşı koyulamaz bir güçle dizlerim üzerine sertçe düştüm. Çıplak sırtım, sanki bir kafes dövüşü izler gibi heyecanla bakan topluluğa dönmüştü. Nefes almaya çalıştım ama üzerimde öyle bir yük vardı ki nefes bile alamıyordum.

Sırtımın bir ok yayı gibi gerildiğini hissettim. Çığlık atmak için dudaklarımı bile aralayamadım. Sırtım delicesine gerilmiş, boyun kaslarım kopacak gibi yanıyordu. Başım büyünün etkisiyle yukarı çevrildi. Sırtım yeterince gerildiğinde Seha'nın dudaklarından dökülen büyüye ait latince kelimeler vücudumda bir yıldırım hissi yaratmıştı. 

Aşağıdakilerin hayretle konuşmaları yayılırken kulağımda bir kalkan varmış gibi çarpıp geri dönüyordu sanki. Sırtımın sağ üst köşesinden sol at köşesine doğru dayanılmaz yakıcı bir ağrı baş gösterdi.

Aynısı Yoongi'ye yapılırken izlemiştim. Şimdi onun sırıtarak izlediğine emindim.

Derim yarılıyor gibi yanıp karıncalanırken bir çığlık bile atamamak tüm kaslarımın kasılmasına sebep olmuştu. Kaslarım o kadar çok kasılıyordu ki neredeyse biraz daha zorlasam büyünün hakimiyetini devralacaktım.

Damarlarımda çok büyük bir gücün dolaştığını hissederken buna büyük bir tezatlıkla acı daha da derinleşti ve omurgama ulaştı.

Şuracıkta bayılabilirdim. Şüphesiz ki buna engel olan tek şey Regressus Carmine idi.

Acı ilerledi, beynimi uyuşturdu. Gittikçe derinleşti. Çığlık atmak istedim. Öyle ki boynumdaki tüm damarlar çatlayacak gibiydi.

Ardından acı son noktasına geldiğinde daha önce almadığım kadar derin bir nefes verdim ve soğuk geceye boğuk inlememi sundum.

Acı yok oldu. Karanlık çöktü. Sesler kesildi.

***

bölüm uzunluğu: 2.5k

Regressus Carmine, büyü kitapçığında 'Geri Dönüşüm Büyüsü' olarak geçer. Sadece Seha'nın asasıyla yapılabilir.

IV. Seha (yani günümüzdeki Seha), tarihi boyunca sadece iki kez yapılmıştır. Birincisi Min Yoongi için, ikincisi Jeon Jungkook için. Bu büyü sadece temsilcilere yapılır.

Sanırım Jungkook'un okuldan atılmak isteyecek kadar, Regressus Carmine'i istemediğini anlamışsınızdır, çünkü Regressus Carmine bununla sona ermedi:)

Taehyung hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kim haklıydı? Taehyung mu Jungkook mu?

oy vermeyi unutmayın<3!

umarım beğenmişsinizdir,

sevgilerle, matmazel.


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top