37 ➳ 'engeller'

'Elimi uzatıp dokunabileceğim kadar yakınımdasın ama ruhum ruhuna ulaşamıyor.'

🌼🌼🌼

Aldığım nefes ciğerlerimi öyle bir doldurmuştu ki daha önce hiç bu kadar çok rahatladığımı hatırlamıyordum. Ellerimden şimdi bile kayıp gidebilirmiş gibi sımsıkı sarılıyordum ona. Kalp atışlarını kulağımda hissetmek beni buradan soyutluyor ve mayıştırıyordu.

Sessiz ama tereddütlü fısıldamasını duydum. "Burada olmamalısın."

Sesindeki tereddüt saklanamaz boyuttaydı. Yine bana ve kendisine yalanlar söylediğinin farkındaydım. Sırf beni göndermek için söylemek istemediği şeyler söylüyordu. Ama onu tanıdığımı unutuyordu.

İstemeyerek de olsa geri çekildim, en azından şimdi gözlerine bakabiliyordum. Tereddüt etmeden ellerimle sıkıca ellerini tuttum. Nemli gözlerim yüzünden bulanık görüyordum ama buna aldırmadım. "Burada olmalıyım. Çünkü gitmene izin vermeyeceğim." O göremeyecek olsa da dudaklarıma küçük bir tebessüm yayıldı.

Bakışlarını ellerimize çevirdi ve derin bir iç geçirdi. Bu tereddüdü bile kalbimde bize dair umutların yeşermesine neden oluyordu. Buna engel olmak imkansızdı. Onu unutacağımı düşündüğüm her an, biraz daha ona yaklaşıyordum. Çıkamadığım bir bataklık gibiydi.

Bakışları ellerimizdeyken baş parmağımla yavaşça elinin üzerini okşadım. Bunu yaparken belki de dışarıdan kendinden emin ve sakin görünüyordum ama yaşadıklarımın bununla hiçbir alakası yoktu. Endişeliydim, heyecanlıydım, gergindim. Kalbim kulağımda atıyordu. Elini elimde hissetmek aklımı bulandırıyordu. Güçlükle fısıldadım. "Gitmene izin vermeyeceğim. Anlıyor musun beni?"

Bir elini çektiğinde istemsizce kalbim teklemişti ama elini kaldırıp gözümün kenarından henüz damlamış bir yaşı sildiğinde kesik bir nefes aldım. Neredeyse bu küçücük hareketin karşısında gözyaşlarına boğulacaktım. İstemsizce elindeki elim kasıldı.

Heyecanımı saklamaya çalışarak bakışlarımı kaçırarak gazetecilerin olduğu tarafa baktım ve enerjik bir şekilde söylenmeye çalıştım. "Onca insanı kandırmışsın ama beni kandıramayacağını unutmuşsun."

Bakışlarımı tekrar ona çevirdiğimde geldiğimden beri gözlerinde ilk defa parıltılar gördüm. "Seni kandırmak kolay değil, Park Chaeyoung."

Bir adım ileri attım ve aramızdaki mesafe yeterince kısaldığında onu görebilmek için başımı kaldırdım. "Umarım seni buradan götüreceğimi de biliyorsundur, Jeon Jungkook." Başını yapma düşünceli bir ifadeyle hafifçe yana eğdi. "Öyle mi?" diye mırıldandı hemen ardından.

Moduma yavaş yavaş giriyordum ve bu çok daha iyi hissetmemi sağlıyordu. Öz güvenimin yerine geldiğini hissedebiliyordum. Tutuşumu sertleştirdim ve hiç tereddüt etmeden arkamı dönerek çıkış kapısına doğru ilerlemeye başladım. Her ne kadar öz güvenim yerinde olarak bu hareketi yapmış olsam da içimde ona dair bir tereddüt olmuştu. Gelmeyeceğini, bana karşı koyacağını düşünmüştüm.

Şaşırtıcı bir şekilde bana engel olmadı. Zaten ona ilk sarıldığımda ve elini tuttuğumda da engel olmaya kalkmamıştı. Her zamanki soğuk ve mesafeli halinden arınmış görünüyordu. Bugün gerçekten kafası karışmış, duyguları bulanmıştı. Kalkanını indirmişti. Belki de bu benim şansımdı. Tek şansım olabilirdi.

Dışarı çıktığımız sırada geri dönmek ister diye korktuğum için hızlı davranmaya çalışıyordum. Biraz ilerideki arabamı görür görmez adımlarımı hızlandırdım. Bir şey diyecek diye o kadar çok korkuyordum ki kalbim şiddetle çarpıyordu. Hedefime odaklanmış bir halde ilerliyordum sadece. Sözleşmeyi feshettiğini, geç kalsaydım ciddi ciddi yurt dışına gitmiş olacağını unutmaya çalışıyordum.

Onu durdurabildiğim için hayattaki en büyük şansımı harcamış olmalıydım. Onun harcayamadığı...

Duraksadığında yine kalbim teklemişti. Endişeli bakışlarımı ona çevirdim. Gelmek istemediğini mi söyleyecekti? Elimi bırakıp gidecek miydi? O zaman ne diyecektim? Zorla karşı mı koyacaktım ona?

Aklım düşüncelere bulanmış halde ona bakarken ne dediğini takip edememiştim. "Ne?" diye fısıldadım güçsüz sesimle.

Bakışları tereddütlü bir halde etrafta dolandıktan hemen sonra tekrar sorusunu yöneltti. "Nereye gidiyoruz?"

Nereye? Bilmiyordum, sadece arabaya yönelmeye çalışıyordum. Soğuktan kurumuş dudağımı yaladım ve tereddütlü bir halde mırıldandım. "Evine gidebiliriz."

Omzunu silkti. "Evimi verdim."

"Ne?!" Şaşkınlığımın etkisiyle elimi de elinden ayırmıştım. Pekala buna hemen pişman olmuştum ama geri tutmam tuhaf kaçabilirdi. Bu yüzden hoşnutsuz bir halde yumruklarımı sıktım.

Derin bir nefes aldım ve önüme düşmüş saç tutamlarını sinirle geriye attım. "Tüm bunları yaparken aklından ne geçiyordu, Jungkook?!"

Bir anda patlamasını beklemiyordum. Yüzüme karşı bağırması ürkmeme sebep olmuştu. "Seni her gördüğümde acı çektiğim geçiyordu!"

Konuşmadan önce bir miktar kendime hakim olabilmek için sertçe dudağımı ısırdım ama şu anda sakinleşmem hiç de kolay değildi. Başımı hafifçe yana eğdim. Sesimi güçlü tutmaya konuşarak sorumu yönelttim. Oysa ne kadar güçlü çıktığından şüpheliydim. "Yani beni görmek istemiyor musun?"

"Artık dayanamıyorum."

Nefes almakta güçlük çekiyordum. Başka bir tarafa dönüp maskemi çıkardım ve ciğerime derin nefesler çektim. Gözlerim yanıyordu. Gözlerimi kapatıp burun kemerimi sıktığında sesini duydum.

"Ağlamak sana yakışmıyor."

Bir şey söylememe kalmadan arabamın nerede olduğunu sordu. Yine beni afallatmayı başarmıştı. Hem ağlatıyor hem de hiçbir şey olmamış gibi alaycı alaycı konuşuyordu. "Arabam mı nerede?" diye sordum afallamamın etkisiyle. Başka bir zamanda olsa bana böyle davrandığı için onu bir güzel azarlardım ama şimdi en ufak bir şey söylemeye çekiniyordum. Onu buraya kadar getirmek bile mucizeyken ters bir şey söylemek, tüm yaptıklarımı silmek olurdu.

"Arabayı ben kullanırım. Zaten seni çok yordum." Anahtarı istercesine elini uzattı. Ciddi mi diye tereddüt içinde bir yandan ona bakıyordum bir yandan da cebimdeki anahtarı çıkarıyordum. Anahtarı avuçlarına koymadan önce fısıldadım. "Benimle dalga geçmiyorsun, değil mi?"

Bakışları bıkkın bir hal aldı. "Dalga geçmemi istiyorsan şimdi gidebilirim."

"Bir öyle bir böyle davranıyorsun, Jungkook. Duygularımı altüst ederken nasıl davranmamı bekliyorsun ki?" Söylenerek konuşmuş olsam da Jungkook gitmeye çalışmak gibi çocuksu bir davranışta bulunmadı. Eli hala havada, anahtarı vermemi bekliyordu.

Derin bir nefes verdim ve anahtarı avucuna koydum. Anahtarı aldığı gibi direkt olarak arabaya ilerledi. O kadar hızlı yürüyordu ki neredeyse peşinden koşturmak zorunda kalmıştım. Arabaya yerleştiğimizde yine duraksamıştı. Aklı başında değil gibi davranıyordu. Hatta bu durum bana o kadar anormal geliyordu ki ciddi bir sorun olmasından korkuyordum.

Ne diyeceğini bilemez bir haldeydi. Elimle gergince oynarken sessizce konuştum. "Benim evime gidebiliriz. Sanırım konuşmamız konusunda ikimiz de hemfikiriz."

"Başka bir yerde de konuşabiliriz," diye karşılık verdi ama diğer yandan arabayı çalıştırmıştı. Başımı hızla olumsuz anlamda salladım. "Herkes gittiğini zannediyor. Evim dışarıdan daha güvenli."

Karşı bir söylemde bulunmadığında içten içe bunu kabul ettiğini anladım. Nasıl bir ruh halinde olduğunu çözemiyordum. Bir yandan umursamaz derecede rahat, diğer yandan da fazlasıyla gergin görünüyordu. Sanırım tek emin olabileceğim şey, tam olarak kendinde olmadığıydı. Normalde yapmayacağı şeyler yapıyordu. Bu durum biraz gerilmeme yol açmıştı ama sadece yanımda olmasına minnettar olacak konumdaydım.

Yolculuk boyu en büyük gürültü, nefes seslerimiz ve dışarıdan ara sıra duyulan korna sesleriydi. Arada bir evimin yolunu tarif edecek gibi olmuştum ama kendinden oldukça emin sürüyordu, bu yüzden müdahale etmedim. Zaten doğru yolda gidiyordu. Sadece bir iki kere evime gelmiş olsa da aklında kalması şaşırtıcıydı, sonuçta Seul karışık bir yerdi.

Sitenin otoparkına girdiğinde birlikte yukarı çıktık. Asansörlerin bozuk olmasına bir kez daha sinirlenmiştim. Tam kapının önüne geldiğimde bugün işe gitmem gerektiği aklıma gelince duraksadım. Ciddi bir bahane bulmam gerekiyordu yoksa günlerdir işi astığım için Jimin de beni asacaktı.

"Ne oldu?" diye sordu Jungkook durduğumu görünce.

"Aklıma bir şey takıldı ama hallederim sonra," diye mırıldanarak hızlıca evin kapısını açtım ve Jungkook'un önden geçmesi için elimle işaret ettim. Neyse ki aklıma takılan şeyi sorgulamadan içeri geçti.

Koltukların yanına geldiğimizde nihayet konuşacak adamakıllı bir zaman yarattığımızın henüz yeni farkına varmış gibi ne yapacağımı bilememiştim. Ortamdaki gerginliğe son vermek adına hızlıca sorumu yönelttim. "Bir şeyler yedin mi?"

Başını olumsuz anlamda salladı. "Yemedim ama aç değilim. Bir şey istemiyorum."

"Pekala," diye mırıldanarak geniş koltuğa oturdum. O da aramızda biraz mesafe bırakarak yanıma oturdu. Şapkasını, maskesini ve gözlüğünü çıkarıp önümüzdeki sehpaya koydu. Gözlerinin altındaki morluk daha da ortaya çıkmıştı. İç geçirdim.

Kısa bir süre sonra "Hemen konuya girmeli miyim bilmiyorum," diyerek derin bir nefes aldım. İşin açığı ne konuşacağımı da bilmiyordum. Anlatacak bir şeyim varsa o da geçmişte yaşananlardı. Tek sorun, bu sadece beni ilgilendirmediği için anlatamayacağımdı.

Eğildim ve dirseklerimi dizlerime yasladım. Yüreğimi sızlatan o sözü gelmişti aklıma. Onu sormak istedim o an. "Neden beni görmek sana acı veriyor?"

Dudaklarına histerik bir gülümseme oturdu. Dünyanın en saçma sorusunu sormuşum gibi bakıyordu. "Neden mi?"

Oldukça ciddi bir şekilde sorduğum ve benim için gerçekten hassas olan bir soruyu böyle karşılamasına elbette bozulmuştum. Duygularımı yüzüme yansıtmamaya çalışarak ısrarla "Neden?" diye sordum.

Gülümsemesi silindi ve yüzüne ciddi bir ifade yerleşti. Kısılmış gözleriyle başını hafifçe yana eğdi. "Gerçekten hiçbir tahminin yok mu, yoksa salağa mı yatıyorsun?" diye sordu derin bir sesle.

Kaşlarımı çattım. "Senin ağzından duymak istiyorum sadece."

Yine alaycı bir ifadeye büründü. Bakışları Seul'un manzarasına çevrildi ve kendi kendine mırıldandı. "Canımı yakmakta ısrarlısın demek ki."

Dediğini oldukça net bir şekilde duymuş olsam da duymazdan geldim. Canını yakmaya çalışmıyordum, sadece neler hissettiğini neler düşündüğünü anlamaya çalışıyordum. Onun canını yakmaya çalışmak yapacağım son şey olurdu.

Derin bir nefes aldı ve olabildiğince soğuk bir ifade takındı. Monoton bir ses tonuyla konuşmaya başladı. "Güven duvarlarını yıkıp sana ulaşan birinin dalga geçer gibi bunun ardından güvensizliği sana olabildiğince derinden tattırmasını anlayabilir misin bilmiyorum. Tam olarak bunu yaptığında hala o kadar şaşkındım ki hiçbir kötü niyetin olduğuna inanmadan kendimi suçladım. Merak ediyorsan eğer gittiğin gece neredeyse intihar ediyordum."

Sözlerinin her biri kalbime saplanan bir ok gibiydi ama son sözü nefesimi kesmişti.

Adını fısıldayacağım sırada duraksamadan kararlı bir şekilde devam ettiği için araya girecek gücü kendimde bulamadım.

"İntihar etmememin sebebi keşke güzel bir şey olsaydı ama ironik bir şekilde kötü bir durum. Her neyse." Çok sıradan bir şey söylemiş gibi elini havada salladı. Gözlerime dahi bakmıyordu. Bir duvara anlatır gibi duygusuz ve seri konuşuyordu.

"Lisenin son sınıfında 'hal ve hareketlerim'den dolayı annemin talimatıyla evde ders gördüm. Tam bir yıl boyu dışarı çıkmama izin verilmedi, sadece ailemi ilgilendiren etkinliklere katılmak zorunda kalıyordum. O da maksimum üç, dört saat sürüyordu." Hal ve hareketlerim kısmını alaycı bir tonlamayla birlikte ellerini havada tırnak işareti yaparak söylemişti. Sertçe yutkunduğumda devam etti.

"Kore'de iyi bir üniversite kazanmış olsam da İngiltere'ye gönderildim. Yalnızdım, iyi değildim. Yaşadığım o güvensizlikten dolayı kimseyle yakınlık kuramıyordum. Stresim gün geçtikçe artıyordu, daha sonra anksiyetem de ortaya çıktı. Gözüme uyku girmiyordu. Durumum gittikçe kötüye giderken artık bir psikiyatrla randevularım ayarlandı. Tabii bunda iki kez daha intihara girişmemin etkisi var. Hala da psikiyatra gidiyorum. Bana kalırsa hiçbir etkisi olmadı, onu hiçbir zaman dinlemedim sadece dinliyormuş gibi yaptım. Psikiyatra başladıktan sonra da yine iki kez intihara kalkıştım, sonuncusunda neredeyse başarılı oluyordum ama birisi yüzünden başarılı olamadım diyelim." Omzunu silkti. "O günden beri bir daha denemedim."

Tüm bunları anlatırken yüzünde en ufak bir mimik oynamadı. Korkunçtu. Kafayı yiyecek gibiydim gerçekten çok korkunçtu.

Yanağımdaki ıslaklığı hızlıca sildim ve derinden bir nefes aldım. O kadar derin bir nefes almıştım ki nefes darlığı çekiyormuşum gibi bir ses çıkmıştı. Bacaklarım titriyor olsa da ayağa kalktım ve oksijene muhtaç bir halde bir nefes daha aldım. Krize girmiş gibi ellerim titriyordu.

Ben bir insanın hayatını mahvetmiştim.

Saçlarımı geriye atmaya çalıştım ama inatla yüzümün önüne düşüyorlardı. Vicdanım sızlıyordu, çok kötü hissediyordum. O tüm bunları yaşamışken benim sadece ayrılığımız için birkaç ay üzgün olduğum aklıma geliyordu.

Berbat hissediyordum.

Aklıma gelen o şeyle daha da kötü hissettim. Yanan gözlerimi ona çevirdim ve tüm vicdan azabımı sesime yansıtarak konuştum. "Havaalanında bana bilerek çarptın."

Karşı çıkmadı. Lanet olsun ki karşı çıkmadı.

"Sen tüm bunları yaşamışken bir de gelip aptal benim ne hissedeceğimi mi düşündün?" Cümlemin sonunda dayanamayıp ağlamaya başladığımda dudağımı sertçe ısırdım ve gözlerimi kapatarak arkama döndüm. Ben nasıl böyle bir hataya yol açabilmiştim?

Fısıltısını duydum. "Bazıları ikinci bir şansı hak eder."

Beni cezalandırması, öfkesini kusması, intikam alması gerekirken ona vermediğim şansı bana veriyordu. Derinlerden duyduğum bir gereklilik hissiyle arkama döndüm ve kendimi yanına atıp kollarımı sıkıca boynuna doladım. Yüzümü boynuna gömdüğümde gözyaşlarım tenini ıslatıyordu. Bir elim ensesindeki saçlarında diğeri onun hemen altındaydı. Delirmişim gibi dudaklarımdan ardı ardına tek bir cümle dökülüyordu. "Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim..."

Hemen dibimdeki kokusu tuhaf bir şekilde beni sakinleştiriyor, sıcaklığı mayışmamı sağlıyordu. Öylece duracağını düşünüyordum ama neredeyse gülümsememe sebep olarak belimi sardı. Bedenimi daha da bedenine bastırdım.

Parmaklarım yavaşça saçlarını okşarken gözlerimi kaldırdım ama dudağım hala tenindeydi. Güçsüz sesimle fısıldadım. "Her şey için binlerce kez özür dilerim."

Titrek bir nefes aldı. Ellerinden birinin saçlarıma uzandığını hissettim. Neredeyse kollarında uyuyacaktım. Aklımı okumuş gibi sakin bir tonda mırıldandı.

"Uyuyalım mı?"

Şaşkınca nemli kirpiklerimi kırpıştırdım ve istemeyerek de olsa biraz geri çekilerek gözlerine baktım. Yorgun görünüyordu ama soğuk değildi.

Gözlerimi sildim ve derin bir nefes alarak geri çekildim. Elini tutarak üst kata yöneldim. Kalbim şiddetle çarpıp kulağımda yankılanıyordu, hatta bu biraz midemi bulandırıyordu. Başımda sinir bozucu bir ağrı vardı, halsiz hissediyordum ama odaklandığım tek bir şey vardı.

Jungkook'un yanında huzurlu bir şekilde uyumak.

Sadece kalp atışını kulağımda hissetmek ve tüm bunlardan uzaklaşmak istiyordum.

Odama girdiğimizde nedense biraz utanmıştım. Jungkook buraya sadece bir kez girmişti, onda da hasta olmuştum ve başımda durmuştu. Hatta sonrasında Jimin gelmişti ve feci bir kargaşa olmuştu. Düşüncelerimden uzaklaşabilmek için kendimi oyalamayı denedim. Hızla perdelere yönelip hepsini kapattım ve tamamen karanlık olmasa da uyunabilecek bir ortam yarattım.

Derin bir nefes verip yatağın kenarına oturduğumda neredeyse heyecandan ellerim titreyecekti. Sadece uyuyacaktık ama ben sanki balayında özel bir gecedeymişim gibi hissediyordum. Aklımdan hiç hoş şeyler geçmiyordu.

Jungkook'un normal bir şekilde nefesini vermesi bile aklımdaki şeyleri tetiklemeye yetmişti. Ne yaptığını görmek için bakışlarımı ona çevirdiğimde odanın kapısını kapatıp yatağın yanına gelmişti. Üzerime çöken sıcaklığı atabilmek adına bakışlarımı kaçırdığım ve elimle boynumu yelledim. Tabii ki faydasızdı.

"Sıcak mı?" diye sordu Jungkook da.

Ne sıcak ama.

"Birazcık, çok değil," diye mırıldandım hızlıca. Üzerindeki ceketini çıkarıp masanın üzerine koyduğunda üzerini güzelce saran ince siyah tişörtünden dolayı hem göğüs hem de kol kaslarını oldukça iyi görebiliyordum. Gözlerimi kırpıştırarak yine bakışlarımı kaçırdım. Liseli Chaeyoung'un sırası mıydı şimdi cidden?

"Bir sorun mu var? İyi görünmüyorsun." Tek kaşını kaldırarak yatağın kenarına oturdu. Bilerek benim gibi uç köşeye oturmuştu.

Tam olarak nedenini söylemeden geçerli bir şey sunmaya karar verdim. "Anlattıklarını duyduktan sonra nasıl olabilirim ki?"

Bakışlarında bir yumuşama görür gibi oldum. Belki de bunu istediğim için aklımda kurmuştum. Olup olmadığına bile emin değildim. Gülümsemeye çalıştım ama buruk bir gülümseme olduğunu biliyordum. "Hadi güzelce uyuyalım." Yataktan kalkıp kendi tarafımdaki ince örtüyü kaldırdım ve yatağın kenarına uzandım. Kısa bir süre bakışlarının üzerimde dolandığını hissettim. Ondan tarafa bakmamaya gayret ediyordum, sadece tavana bakıyordum. Sonunda kalkıp kendisi de yatağın diğer kenarına uzandı. Birkaç dakika öylece tavanı izledim ama aslında onu gözlemlemeye çalışıyordum.

Benden tarafa dönüp dirseğini yastığa yasladığında gözlerimin fal taşı gibi açılmasını engellemeye çalışıyordum. Derinden sesiyle fısıldadı. "Anlatmayacaksın değil mi?"

Gerginlikten ellerimin altındaki çarşafı sıkıyordum. Hafifçe ondan tarafa döndüm. "Neyi?"

"Neden gittiğini." Keskin bakışları irislerimi delip geçiyordu. Yutkundum. Ne söyleyerek onu tatmin edebilirdim ki? Kısacası anlatmayacaktım.

Bir cevap veremediğimde eski soğuk sesine büründü. "Her neyse. Bana güvenmeni beklemiyorum." Kendi kendine konuşur gibi mırıldanıp tekrar önüne dönmüştü.

Kaşlarımı çatarak biraz ona yaklaştım ve kolumdan destek alarak doğruldum. "Bunun güvenmemekle ne alakası var?"

Kolunu başının altına koyup bana ilgisiz bir bakış attı. "Çok alakası var."

Bunun hakkında konuşmakta tereddüt ediyor olsam da yanlış anlaması en son isteyeceğim şeydi. "Konu benden fazlası olabilir, Jungkook."

Gözlerini kapattı. "Evet, senden fazlasını öğrenemeyecek kadar güvensiz biriyim."

Sinirlenmeye başlıyordum. "Jungkook ne alakası var diyorum sana?"

Gözlerini araladığında ses tonu her ne kadar dengeli olsa da gözleri ürkütücü bir şekilde parlıyordu. "Eskisinde olduğu gibi şimdi de çok alakalı. Eğer bana birazcık güvenmiş olsaydın bu noktada olmayacaktık."

Sınırlarımı zorlamaya karar verdim. Ne olacaksa olmuştu zaten artık. "Hangi noktada olacaktık?"

O da benim gibi doğruldu. Cüretkar bakışları hemen önümdeydi. Bakışlarımı kaçırmamak için kendimi zorladım. Uykuluymuş gibi boğuk ama bir o kadar çekici bir tonda mırıldandı. "Gerçekten bilmiyor musun? Yoksa benim ağzımdan mı duymak istiyorsun?"

Normalde olsa kararlılıkla hemen bir cevap verirdim ama böyle bir tonda dibimde konuşarak gözlerimin içine bakarken tüm devrelerim yanıyordu. Henüz yeni geçmiş olan sıcaklığım bile tekrar bastırmıştı. Üzerime ağır bir hava çökmüş gibiydi, zorlukla bir nefes aldım. Yine de ses tonumu kararlı tutmaya çalışıyordum.

"Belki ikisi de."

Konuşurken bir salise dahi olsa gözlerini gözlerimden ayırmadı. "Şu anda kavga etmek yerine kucağımda olacaktın. Yatağı sadece uyumak için kullanmayacaktık. Daha duymak istediğin ayrıntılar yoktur herhalde."

Tamam. Kabul ediyorum, bu kadar cesaretli olmasını beklemiyordum. Kesinlikle bu kadar açık olmasını beklemiyordum. Gözlerim benden izinsiz bir şekilde dudaklarına kaydı. Kalbim her çarpışında vücuduma sıcaklık yayıyordu.

Geri çekilmeseydi yemin ederim ki onu öpebilirdim.

Dudağımı ısırarak kendi köşeme çekildim ve huzursuz bakışlarımı tavana çevirdim. Hiçbir şey olmamış gibi o da kendi köşesine çekilip gözlerini kapatmıştı. Kalbim sanki bu sessiz yerde büyük bir gürültü yaratıyordu. Elimi üzerine koyup sesini kesebilmek istedim. Ama elbette beni dinlemeyecekti.

Jungkook'un nefesi düzenli bir hal alana kadar tavana bakmaya devam ettim. Belki on dakika belki de yarım saat sürmüştü ama her koşulda bana saatler gibi gelmişti. Uyuduğuna emin olduğumda yan dönerek bakışlarımı ona çevirdim.

Çatık kaşları gevşemiş ve başının altına koyduğu elinin parmakları hissiz bir hal almıştı. Bir süre öylece onu inceledim. Her bir santimine odaklandım, saçlarının tonuna kadar izledim.

Elimi yavaşça koyu saçlarına götürdüm ve kenara düşmüş bir tutamda hafifçe parmağımı gezdirdim. Saçlarına dokunmak huzur veriyordu, öyle ki dakikalarca onu rahatsız etmeyecek bir şekilde parmağımı saçlarında dolaştırdım. Yumuşaktı ve iyi hissettiriyordu.

Parmaklarım saçından ayrılıp yanağının biraz üzerinde durduğunda yutkundum. Onu uyandırabilirdim ama böylesine yakınımdayken ona dokunmamak daha büyük bir eksik olarak görünüyordu bana. Pes ederek elimi yavaşça yanağına değdirdim. Dokunuşumdan etkilenip kesik bir nefes alarak benden tarafa döndüğünde panikle neredeyse onu uyandıracak derecede ses çıkaracaktım. Kendimi son anda tutarak bana daha da yakın görünen haline baktım.

Baş parmağım dudağının sınırındayken avucum sıcak yanağını hissediyordu. Kendi kendime gülümsediğimi ancak karşımdaki aynayı görebildiğimde fark ettim. Yüz ifademi hemen normale döndürdüm ama yüzüne tekrar baktığımda sanırım yine gülümsemiştim.

Baş parmağım karşı koyulamaz bir istekle yavaşça dudağının üzerine kapandı. Gözlerimi kapatarak parmağımı olabildiğince yumuşak bir şekilde dudağında gezdirdim.

Sadece kendime acı çektiriyordum.

Derin bir nefes alarak elimi çektim. Kendi köşeme çekileceğim sırada duraksadım. Sürekli kendimi geriye çekmekten, o bir adım atmıyor diye ona uyarak gerilemekten yorulmuştum. Tek yaptığım ondan daha da uzaklaşmaya razı olmaktı. Ama bunu istemiyordum.

Ona yaklaştım ve başının alt çaprazına başımı yerleştirerek elimi göğsüne koydum. Böylece tüm bunlar yaşanmamış gibi kendimi daha iyi kandırabilirdim.

***

Odayı aydınlatan ikindi güneşiyle gözlerimi kırpıştırarak uyandığımda yanımda kimse yoktu. Çarşafın kenarı açılmış bir şekilde durmasa tek başıma uyuduğumdan bile şüphelenebilirdim.

Jungkook'un yokluğuyla içime büyük bir huzursuzluk düşmüştü. Sonuçta iyi bir şekilde konuşmamızı sonlandırmamıştık. Belki de bir çılgınlık yapıp gitmişti, onunla iletişim kurabileceğim bir şey de yoktu zaten.

Tedirgin bir halde doğrularak yatağın yanında ya da masanın üstünde bir not aradım. Gittiyse bir not bırakmış olabilirdi. Henüz yeni uyandığım için bir anda ayağa kalkınca başımın dönmesiyle yatağa geri düştüm.

Dağılmış saçlarımı geriye atarak tekrar ayağa kalktım ve dengemi sağlamak için bir süre yatağın kenarına tutundum. Kararmış görüşüm düzeldiğinde hızlı adımlarımı odanın dışına yönlendirdim. Üstünkörü üst kattaki odalara göz attım ve Jungkook'a dair bir şey bulamadığımda aşağı kata yöneldim.

Merdivenin karşısındaki salon da boştu. Omuzlarımı düşürerek koltuğa kendimi attım. Çekip gitmişti işte. Zaten o konuşmadan sonra kalmasını neden bekliyordum ki? Uyumasına şükretmeliydim üstüne. Elimle yüzümü kapatıp hafifçe öne doğru eğildim.

Gözlerimi aralayıp başımı arkaya atacağım sırada gözlerime bir siyahlık takılmıştı. Bakışlarımı masaya indirdiğimde ise Jungkook'un bıraktığı şapkası, maskesi ve gözlüğünü gördüm. Heyecanla ayağa fırladım. Oysa yukarıda ceketini görememiştim. Etrafımda dönerek ceketini aradım.

Diğer koltuğun kenarında da ceketini gördüğümde neredeyse şaşkınlıktan ağzım açılacaktı. Ceketini niye aşağı indirmişti ki? Giderken gitmekten mi vazgeçmişti?

"Jungkook?"

Sesi hiç ummadığım bir yerden geldi. "Efendim?"

Mutfaktan.

Acıkmış mıydı ki?

Hızlıca mutfağa ilerledim. İçeri girdiğimde Jungkook'u buzdolabının kapağını kapatırken buldum. Bakışları tezgahtaki birkaç malzemede dolandı -bunları ben çıkarmamıştım- ardından bir elini ince beline yerleştirerek sorgulayıcı bakışlarını bana çevirdi. "Mantar yok mu evde?"

Şaşkınca dudaklarım aralandı. "Mantar mı?"

Başıyla onayladı ve kesme tahtasıyla eline büyükçe bir bıçak alıp tezgahın başına geçti. "Eğer yoksa sipariş edeyim. Bu yemek mantarsız güzel olmuyor."

"Yemek mi?"

Yeşilliğin bir kısmını kestiğinde durup bana baktı. "Acıkmadın mı?"

Ne diyeceğimi bilemeyerek elimi enseme attım.

Jungkook benim mutfağımda ikimiz için yemek yapıyordu ve tamamen kendi isteğiyle yapıyordu. Bunun hakkında cidden ne diyebilirdim ki? Nutkum tutulmuştu.

"Şey... acıktım tabii. Ama senin yemek yapmana şaşırdım sadece." Saçma bir cümle kurmuş olabilirdim, şu anda saçma olup olmadığını algılayabilecek bilincim bile yoktu.

Tek kaşını kaldırıp tezgaha kalçasını ve ellerini yasladı. "Sana yemek yapmamı istemiyor musun?" Böyle basit bir soru bu kadar seksi bir temayla şekillendirilmemeliydi.

Başımı hızla iki yana salladım ama bakışlarımı resmen vücudundan alamıyordum. "Hayır, o anlamda demek istemedim. Tabii ki isterim." Tabii ki isterim? Düz bir isterim yeterli olacaktı aslında. Bunun yanında bir de sesim çok dikkatim dağınıkmış gibi çıkmıştı. Gibisi fazlaydı, orası ayrı mesele. Sadece yerin dibine girmek istiyordum.

Kaşları çatıldı. "Yine iyi görünmüyorsun," diye düşünceli bir halde mırıldandı.

Çünkü beni mahvediyorsun.

"Niye? Gayet iyiyim ben." Gülümsemeye çalıştım ama kendimden geçecek gibiydim.

Bana yaklaştığında damarlarımdaki basıncı çok net bir şekilde hissediyordum. Tam önümde durdu ve bakışları yüzümde dolaştı. "Kızarmışsın. Bir de hızlı nefes alıyorsun. Açlıktan mı oldu ki? Bir şeyler yedin mi sen? Yoksa ateşin mi var?" Elini alnıma değdirdiğinde pek sorun yoktu ama ardından boynumu da bulduğunda ikimizin de duyabileceği şekilde kesik bir nefes aldım.

Elini çekti ve kendi kendine mırıldandı. "Ateşin de yok aslında."

Var da sen fark etmiyorsun.

"Gerçekten iyiyim," diye mırıldandım belli belirsiz.

Yavaşça geriye doğru adımladığımdan habersizdim, ta ki Jungkook tezgahın köşesine çarpacağımı söyleyerek hızlıca belimden tutup beni kendine çekene kadar. Bellerimiz sertçe birbirine çarptığında onu görebilmek için bakışlarımı iyice kaldırmıştım.

Belimdeki eli benden hiç ayrılmasın istedim. Tutuşu hiç kopmasın istedim. Neyi uzatıyordum ki? Neyi saklıyordum?

Fısıldadım. "Jungkook."

Mucizevi bir şekilde hala kendini geriye çekmemişti. Cesaretimi toplayarak elimi hafifçe göğsüne koydum. Bakışları bir an olsun gözlerimden ayrılmıyordu.

"Hım?"

"Evet, iyi hissetmiyorum." Bedenlerimiz teması her geçen saniye biraz daha ısınmama neden oluyordu. Güçlükle bir nefes aldığımda aynı sessizlikle "Neden?" diye fısıldadı.

"Çünkü sen ateşi-"

Müthiş bir cesaretle girdiğim sözüm salonda duran telefonumun melodisiyle kesilmişti. Neredeyse bir küfür savuracaktım. Dudağımı ısırarak gözlerimi kapattım. Gerçekten sırası mıydı?

Jungkook'un derin sesi kulağımı doldurdu. "Altıncı çalışı. Devam et."

Kaşlarım çatıldı. "Altı mı?"

Başını hafifçe yana eğdi. "Devam etmek istemiyor musun?"

Nemli dudağı gözlerimin önünde adeta parlıyordu. Büyük bir sınavın içinde gibi hissediyordum. Diğer yandan aklıma bugün işe gitmediğim ve hiçbir bilgilendirme yapmadığım geliyordu. Jimin kesinlikle çıldırmış olmalıydı. Akşam olmuştu.

"Önemli olabilir," dedim hoşnutsuz bir halde.

İfadesindeki tüm zevk kaybolup yerini soğukluğa bıraktı. "Jimin aradı."

Elini belimden ayırarak geriye çekildi. Kendimi öyle bir boşlukta hissetmiştim ki sendelemiştim. Sendelememi görmezden gelerek arkasına döndü.

Hayır, hayır, hayır. Yine soğuk haline bürünmüştü.

Yumruklarımı sıkarak salondaki telefona doğru ilerledim. Tam Jungkook'un duvarlarını yıkıyorum derken aptal Jimin bir güzel o duvarların geri inşa edilmesine sebep olmuştu.

Telefon neredeyse kapanmak üzereyken ekrana baktım. Gerçekten de Jimin arıyordu. Telefon kapanmasın diye orada açıp hızlı adımlarla salona ilerledim.

"Neredesin sen?! Arıyorum arıyorum, açmıyorsun. İşim olmasa evine gelecektim."

İyi ki işin varmış.

"Rahatsızdım bugün," diye fısıldadım.

"Yoona sabah geleceğini ama Jungkook'un haberinden sonra ortalıktan kaybolduğunu söyledi. Sakın bana bir delilik yaptığını söyleme." Yoona, Jungkook'un yanına gittiğimden şüpheleniyor olabilir miydi? Kaşlarımı çattım. Eğer öyle bir şey varsa çok büyük bir sorunun ortasındaydım.

"Yoona ne dedi ki?"

"Aptalca davrandığın için doğal olarak bir şeyler olmasından şüphelenmiş. Seni sorduğumda uçak haberinden sonra ortadan kaybolduğunu söyledi. Hareketlerine dikkat etmeni söylerken bir kulağından girip diğer kulağından çıksın diye söylemiyordum, Chaeyoung."

"Sadece iyi hissetmiyordum, Jimin. Her şeyin altından belli nedenler çıkmak zorunda mı?" Sinirli bir ses tonu takınmaya çalışıyordum ama daha çok endişeliydim.

Derin bir nefes verdi. "Bunca zamandır arıyorum neden açmıyorsun o zaman?"

"Telefonum yanımda değildi. Seni arayacaktım ama gün boyu uyudum, sonra da aklımdan çıkmış."

"İyi bari ben de sana baksın diye Yoona'yı göndermiştim. Bir şeye ihtiyacın varsa yardım eder."

"Ne?!"

"Niye bu kadar şaşırdın ki?"

Azarlayıcı bir tonda konuştum. "Yoona'nın işi yok mu? Hem o sevmez beni. Ne diye gönderiyorsun?"

"Tam tersine kendisi gönüllü oldu. Gelir az sonra. İşim var, kapatıyorum."

Tek bir söz söylememe izin vermeden telefonu yüzüme kapattı. Gergince kalbim çarparken salondan çıktım ve bakışlarım doğrudan bir korku filminden fırlamış gibi görünen kapıya kaydı.

Mutfağa ilerlediğimde Jungkook ilgisiz bir şekilde malzemeleri kesiyordu. "Birisi buraya gelebilir ama başımdan savmaya çalışacağım."

Omzunu silkti. "Gelsin."

Bu tavrına karşı şaşkınca kaşlarımı kaldırdım. "Gelsin mi? Jungkook seni benim evimde görürse ne düşünür?"

Arkasına dönüp keskin bakışlarını bana çevirdi. "Ne düşünür? Yanlış bir şey mi yapıyoruz?"

"Hayır ama-"

"Neden çevremde olmaktan bu kadar çekiniyorsun? İşine gelince gelip benimle konuşuyorsun ama sadece etrafta kimse yokken. Dışarıda iki metre yanıma yaklaşmaya çekinirsin." Alaycı bir ifadeye büründü.

Bıkkınca bir nefes verdim. Sadece Jungkook'la irtibatta olduğumu Jimin'den saklamaya çalışıyordum. Eğer öğrenirse engel olmak için her şeyi yapardı. Kafayı annem ve onun saçmalıklarıyla bozmuştu. Jungkook'la en ufak bir yakınlığımız Jimin etrafta yokken bile kolaylıkla onun kulağına gidebilirdi.

Kapı zili çaldığında kalbim tekledi. Jungkook'un bakışları sesin geldiği yere doğru çevrildi.

"Lütfen," diye fısıldadım. "Bir ses çıkarma, ben hemen geri göndereceğim. Tamam mı?"

Soğuk bakışları bir süre çaresiz gözlerime baktı ama hiçbir şey demedi. Derin bir iç geçirerek hızlıca kapıya yöneldim. Zil ikinci kez çaldığında hızlıca elimle saçlarımı dağıttım ve kıyafetlerimi çekiştirdim. Belki beni daha halsiz gösterirdi.

Kapıyı açtığımda sinsi gülümsemesiyle Yoona karşımda dikiliyordu. Elinde abartılı bir çiçek vardı. "Yoona?" dedim şaşırır gibi kaşlarımı kaldırırken. En yakın zamanda bir oyunculuk ajansına yazılmam gerekebilirdi.

"Rahatsızlanmışsın ben de sana bakmaya geldim." Yüzündeki sinir bozucu gülümsemesiyle tam içeri doğru adım atacağı sırada kapıyı hafifçe kapattım. "Çok yorgunum, Yoona. Başka zaman hasta ziyareti yaparsın, gerçekten üzgünüm."

Tek kaşını kaldırdı. "Neden? Başka bir ziyaretçi mi var?" diye mırıldandı imalı bir sesle. Tam karşılık vereceğim sırada içeriden benim telefonuma ait olmayan bir melodi sesi yükseldi.

Tanrı aşkına Jungkook ne ara yeni hat almıştı?

Yoona güldü. "Tam sözümün üstüne ziyaretçinin telefonu çaldı galiba."

Melodi sesi sürerken neredeyse Yoona'yı parçalayacaktım. "Hayır, benim telefonum."

"Melodi sesi farklı ama sanki?"

Onu da bilme bir zahmet.

"Değiştiremez miyim? Hala çalmaya devam ettiğine göre benim telefonum olmalı, değil mi?" Yüzüme sinir bozucu bir gülümseme takındım ve elinden çiçeği alıp ona hızlıca iyi akşamlar dileyerek kapıyı sertçe kapattım. Sırtımı kapıya yasladığım sırada melodi sesi durmuştu, Jungkook telefonu şimdi açmış olmalıydı. Neyse ki telefonu Yoona varken susturmamıştı.

Yorgun adımlarla içeri doğru ilerlerken çiçeği girişteki masanın üzerine fırlattım. Şaka gibiydi, alerjim olan çiçekten almıştı. Burnumun kaşınmasıyla hapşırdım. Neyse ki çiçekle çok yakın durmamıştım. Sadece bir kere hapşırdıktan sonra bile etkileri geçiyordu.

Mutfağa girdiğimde Jungkook hararetli bir şekilde telefonla konuşuyordu. Sorgulayıcı bakışlarımı ona doğrulttum ama her ne hakkında konuşuyorsa fazlasıyla sinirliydi.

"Evin parasını bile talep etmedim. O halde evi de geri alabilmeliyim, değil mi?"

Sanırım emlakçıyla görüşüyordu ve o kişi her kimse evi Jungkook'a geri vermiyordu.

"Ne demek başkası talip oldu eve?" Jungkook histerik bir kahkaha attı. "Evi daha dün akşam bıraktım. Ne ara gelip birisi talip olacak? Para koparmak için yapıyorsan zaten evi sana parasız vermiştim."

Bir süre karşıyı dinledikten sonra tekrar konuştu. "Fazla mı para veriyor? Kaç kere söyleyeceğim ev zaten benim diye? Satılık değil diyeceksin o kadar."

Karşıdaki bir süre daha konuştuğunda Jungkook sinirden yumruğunu sıkıyordu. Derin bir nefes aldı. "Kim istiyor evi?"

Karşıdaki söylememiş olmalıydı ki Jungkook sinirli bir şekilde tekrar ismini istedi. "Sen daha çok para kazanmak istiyor olabilirsin ama ev zaten benim. O kişiyle konuşursam meseleyi hallederiz. Bu kadar açgözlü olma, eninde sonunda onun ismini bulurum zaten."

Karşı taraf konuştuğunda Jungkook duraksadı. Tanıdık biri miydi ki?

Bakışları bana kaydığında sanki siniri banaymış gibi biraz ürkmüştüm. Gerçekten korkutucu bakıyordu. Bir şey demeden telefonu kapattı ve sertçe tezgaha koydu.

"Ne oldu?" dedim çekinerek.

Histerik bir şekilde güldü. "Satmadığım evimi alamıyorum."

Bunu anlamıştım zaten. Kimin talip olduğunu merak ediyordum. Çünkü Jungkook'un halinden onu kesinlikle tanıdığı anlaşılıyordu.

"Kim talip olmuş eve?"

Tezgahtaki kestiği malzemeleri bıçakla tencerenin içine boşaltırken diğer yandan eline bıçak aldığı için daha da ürkütücü görünüyordu.

Derinden sesiyle öfkeli bir tonda konuştu. "Senin şu kıvırcık."

Benim?

Jungkook Jiwoo'nun tam adını mı biliyordu?

Daha önemlisi, Jiwoo Jungkook'un evini istiyordu. Hem de bırakıldığı ilk günden.

🌼🌼🌼

bölüm uzunluğu: 4.4k

oy sınırı: 105+

normalde bölümü iki üç gün önce atmam gerekiyordu ama gerçekten çok yoğundum başımı kaldıracak zamanım olmadı, o yüzden bölüm bugüne geldi

gerçekten siz oy sınırı için böylesine bir uğraş verirken sorumsuzca davrandığım için çooook özür dilerim, gerçekten elimde olan bir şey değildi, çok üzgünüm...

not: diyetteyim dışarıdan kebap kokusu geliyor ne alaka ağlıcam ya

neyse:')

geçelim sorularaa

jiwoo tesadüfen mi eve talip oldu yoksa kasıtlı olarak mı? 

jungkook ve jiwoo tanışıyor olabilir mi?

yoona'nın jungkook ve chaeyoung hakkında ciddi ve tehlikeli şüpheleri olabilir mi ve bu sorun yaratır mı?

jungkook'un oldukça travmatik bir geçmiş geçirdiğini anladınız, bu konuda suçladığınız birisi var mı?

jungkook'un chaeyoung hakkındaki düşünceleri hakkında nasıl bir yorumunuz var?

oy vermeyi unutmayın<3!

umarım beğenmişsinizdir,

sevgilerle, matmazel.





Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top