33 ➳ 'düşünceler'
'Düşüncelerimiz bulanmadan birbirine karışsın.'
(oy sınırı sistemine yeniden geçildi, sınır 85+)
🌼🌼🌼
Jungkook'un yaptıkları -her ne kadar kırgınlığında ve öfkesinde haklı olsa da- bana bir kabus gibi gelmişti. Gerçek dışı görünüyordu. Aptal gibi bir süre geri gelmesini bekledim. Bedenim titriyordu ve onun geri dönmesini, beni kollarına almasını bekliyordum. Gerçekten bir aptaldım.
Dudağımı sertçe ısırdım ve elimle dudağımı kapattım. Sesimin ona ulaşmasını istemiyordum. Bir vicdan azabı için bana gelmesini istemiyordum, öyle olursa geldiği gibi giderdi. Ve benim daha da aptal olduğumu düşünmemi sağlardı.
Gözyaşlarımı silmeye çalıştım ama sonu gelmeyen bir çaba silsilesi gibiydi. Her silişimde görüş alanım tekrar bulanıklaşıyordu. Sarhoş olmuş gibi -gerçekten sarhoş da olabilirdim, düşüncelerim bulanık ve dağınıktı- etrafımı net göremiyordum. Dengesiz adımlarımla kapıya doğru ilerledim. Düzgün bir adım dahi atamıyordum, birkaç kez sendelemiştim. Yutkundum ve önüme düşen birkaç tutamı geriye attım.
Kapıyı açıp dışarı çıktığımda az önce rastladığım aynı soğukluk beni karşıladı. Elimi tam şortumun ceplerine atmıştım ki koca bir boşluğa rastladım. Anahtarlarım yoktu.
Tekrar sertçe ceplerimi yokladım ama yine boşlukla karşılaştım. Arabanın içinde unutmuş olmalıydım. Ama arabayı da inmeden önce kilitlemiştim. Yanımda hiç para da yoktu, bir taksiye binemezdim. Evlerimiz uzak olduğu için de yürüyemezdim. Hoş, bir çılgınlık yapıp yürümeye karar versem de bu halde başıma çok kötü şeyler gelebilirdi. Ağrıyan başımı ovalayarak bir şeyler düşünmeye çalıştım ama o an Jungkook'un içinde olmadığı bir çözüm yolu olsa bile benim aklıma gelmemişti. Burada kalmıştım ve az önce Jungkook resmen beni evinden kovmuştu. Ne halt edeceğimi bilmiyordum.
Sinirlerim bozulduğu için ikinci bir ağlama krizi beni yutmak üzereydi. Dudağımı ısırdım ve ellerimle yüzümü kapattım. Belki soğuk beni kendime getirir ve düzgünce düşünebilirim diye bekledim ama bedenimi uyuşturmaktan başka bir işe yaramamıştı. Geri içeri girmeye de çok çekiniyordum ama Jungkook beni geri çevirdi diye her şeyden elimi ayağımı çekip pes edecek değildim. Çok daha ağırlarını yapmıştı daha önceden. Onu tanıdığım için klasik kendinden uzaklaştırma işlerine başvurduğunu biliyordum, bu özünde vardı. Onun felsefesiydi. Vazgeçecek değildim ama onu şimdi rahatsız etmek de istemiyordum. Duygusal açıdan iyi durumda değildi.
Aşırı kararsız bir halde kapının önünde dikilmeye devam ediyordum ki yukarı kattan bir şeyin kırıldığını duydum. Basit bir sakarlık olduğunu düşünmüştüm ama dikkat kesildiğimde devamı geldi. Elimi kapının kulpundan çektim ve bakışlarımı yukarı çevirip bir adım ileri gittim. Sesler gittikçe şiddetli bir hal alıyordu, Jungkook'un bağırışlarını duyabiliyordum.
Beklemeyi kesip kapıyı kapattım ve koşarak merdivenleri tırmandım. Düşündüğümden daha çok zarar vermiştim ona. Ve haklıydım. Kendinden uzaklaştırma taktiğine başvurup duruyordu ama böylece sadece içine atmış oluyordu tüm düşüncelerini ve hislerini. Bağırıp çağırıp etrafını dağıtmak yerine benimle konuşması gerekiyordu. Dürüst olması gerekiyordu, artık saklamayı bırakmalıydı. Eğer gerçekten bir olurumuz olmasa bile içindekileri döküp rahatlamasını istiyordum. Benim yüzümden kendini kahretmesini istemiyordum, bu beni yıkardı.
Yukarı çıkar çıkmaz nefes nefese seslerin yoğunlaştığı odaya döndüm ve hiç düşünmeden koşup içeri daldım. İçeri girer girmez, odasını darmadağın etmiş kırılabilecek ne varsa hepsini başka bir köşeye fırlatmıştı. Ben tam odaya girdiğimde de yatağının başındaki lambayı yere fırlatmıştı.
Arkası dönüktü ama kapının açıldığını duymuştu. Duraksadı. Karanlık odada, önündeki camdan duvardan yansıyan ay ışığı vuruyordu üstüne. Elleri zangır zangır titriyordu, odası gibi kendi de darmadağın haldeydi. Yavaşça arkasına dönüp gözleri beni bulduğunda titreyen dudağını ve ıslanmış yanaklarını gördüm.
Onu bu halde gördüğümde sadece şaşkınca adını fısıldayabilmiştim. Hızlıca arkasını döndü ve ellerini yüzüne götürdü. Muhtemelen yerde yüzlerce kırık parça vardı ama ona ulaşmak istiyordum. Düşünmeden ileri doğru uzun bir adım attığımda ayağıma birkaç tane keskin parçanın batması bir oldu. Refleks olarak hafifçe inleyerek ayağımı geri kaldırdım ve kaşlarımı çattım.
Yanıma gelmesi sadece birkaç saniye sürmüştü. Güçsüz sesiyle sitem etti. "Ne yapıyorsun?" Ben ne olduğunu anlayamadan beni kucağına alıp odadan çıkardı. Gözlerimi kırpıştırdığımda Jungkook omzuyla vurarak koridorun ışığını açtı. Bakışlarım ilk önce onu buldu. Dümdüz önüne bakıyordu ve sertçe dudağını ısırıyordu. Gözleri kızarmıştı ve saçlarını çekiştirdiği belli oluyordu. Yanakları oradan anımsadığım gibi sırılsıklamdı. Yutkunup hafifçe doğrulmaya çalışarak ayağıma baktım. Ufak bir şekilde kesilmemiş olmalıydı çünkü beyaz zemin ardımızda koyu kırmızı kanıma bulanıyordu. Doğrulmayı kesip tekrar başımı geriye attım. Jungkook'un hızlı kalp atışlarını sağ yanımda hissediyordum. Hava soğuk olmasına rağmen bedenimin ısındığını hissettim. Tekrar ona bakmaya utanınca bakışlarımı onun gibi önüme çevirdim.
Ayağımın sızlamasının dikkatimi dağıtmasına izin vermeye çalıştım ama ona bu kadar yakın olmak çok daha baskındı. Elimde olmadan kalbim hızlanıyor ve şiddetli çarpıntılarım sonucunda yanaklarım kızarıyordu. Sertçe yutkundum.
Merdivenleri inip bu sefer salonun ışığını açtı ve beni ortadaki geniş koltuğa yatırmak için eğildi. Eğildiği için burnuma yaklaşan boynu sayesinde kokusu derin bir şekilde burnuma dolmuştu. İstemsizce kokusunu daha iyi alabilmek için hafifçe doğrulduğumda kendimi kontrol edememiş olmalıyım ki dudaklarım boynuna çarpmıştı. Ben geri çekilemeden zaten beni koltuğa yatırmıştı. Utandığım için yine dikkatimi ayağıma vermeye çalıştım. Koltuk krem rengindeydi ve kanımla mahvolacaktı. Ayağımı kenara çekmeye çalıştığımda bana engel olup bileğimi nazikçe tuttu ve geri koltuğa yasladı. Birkaç damla kan koltuğa düşmüştü bile. Ne diyeceğimi bilemiyordum bu yüzden küçük mahcup bir çocuk gibi ağzımı kapatmıştım. Neyse ki beni bu çileden kurtardı.
"Çıplak ayakla oraya girerken ne düşünüyordun?" Hoşnutsuz bakışları üzerimde dolandıktan sonra ayağımın yanında diz çöktü ve eliyle yavaşça incelemeye başladı.
Aynı ses tonuyla karşılık verdim. "Orayı dağıtırken ne düşünüyordun?"
Bakışlarını kaldırıp beni buldu. Yine o keskin bakışlarından biriyle bakıyordu. Gözlerimi kaçırmamak için kendimi zor tuttum. Fısıldadı. "Seni düşünüyordum."
Bakışlarını tekrar ayağıma çevirdiğinde derin bir nefes verdim. Öyle cümleler ediyordu ki kapana kısılıyordum. Tüm düşüncelerim anlamsızlaşıyor, işlevsiz kalıyordum. Geldiğinden beri böyleydi. Sanki onca yıllık öfkesini ve kırgınlığını biriktirip söyleyemediği her şeyi sayıp döküyordu.
Mırıldandım. "Bana yardım etmek zorunda değilsin. Sesleri duyunca yanına gelmek istemiştim sadece."
"Duymazdan geleceğim." Ayağa kalkıp kısık gözlerini üzerime dikti. "Bir yere kaçmaya çalışma. Pansuman yapmak için birkaç şey alıp geleceğim." Ben bir şey diyemeden hızlı adımlarla yukarı kata çıktı. Sözleri her ne kadar sakin görünüyor olsa da ses tonu ya da hareketleri öyle değildi. Hala o krizinin etkisindeydi. Etkisinde olmaması tuhaf olurdu zaten. Bu yüzden bana yardım etmekle uğraşsın istemiyordum. Zaten kötü görünüyordu.
Çok geçmeden merdivenlerden indiğini duydum. Çabucak yanıma gelmiş ve eski yerine geçip tekrar ayağımı incelemeye başlamıştı. "Çok kesik var," diye mırıldandı.
"Sen uğraşma. Hastaneye giderim," diyerek doğruldum.
Kesin bir dille "Hayır, tabii ki," diye karşı çıkarak beni omzumdan bastırdı ve geri uzanmama neden oldu. "Yapamayacağım için değil, biraz canının yanabileceğini bilmen gerektiğini düşündüğüm için söyledim. Ben hallederim."
Fısıldadım. "Gerçekten yapmak zorunda değilsin. Benim hatamdı."
Tekrar ayak ucuma geçerken kararlı bir şekilde "Senin hatan değildi," dedi.
Ayağımdan gerçekten çok huylanıyordum bu yüzden bir şey yapmadan önce beni uyarmasını istedim. Diğer yandan gerçekten kasılmıştım ve bedenimi sertçe koltuğa bastırıyordum. Elinin kesiklerden uzak bir şekilde dolanması bile beni huylandırıyordu.
"Kasılma."
"Huylanıyorum."
Omzunu silkti. "Daha bir şey yapmadım ki."
Dudağımı ısırdıktan hemen sonra sessiz ve hızlı bir şekilde konuştum. "Parmaklarından huylanıyorum."
"Ah özür dilerim." Ellerini çekti.
Yine doğrulduğumda bıkkın bir şekilde bana baktı. Henüz konuşmak üzere dudaklarımı aralamıştım ki benden önce davrandı. "Halledemeyeceğimden korktuğunu düşüneceğim, Chaeyoung. Muayene yatağına yatmış bir çocuk gibi huysuzlanıyorsun." Tek kaşını kaldırmış bir halde bana bakarken yutkunarak bakışlarımı kaçırdım.
Pekala, bir miktar korktuğumu söyleyebilirdim. Sonuçta küçük cam kesikleri de olabilirdi, onları alacağım derken daha da derine batırıp ulaşılmaz olmalarına neden olabilirdi. Bir de üstüne huylanıyordum. Kesinlikle rahat durabileceğimi düşünmüyordum.
Dudağının kenarı tuhaf bir şekilde hafifçe yukarı doğru kıvrıldı. Sinsi bir ifade yerleşmişti şimdi yüzüne. "Bana güvenmiyor musun?"
Şimdi anlaşılmıştı o ifadenin nedeni.
Kaşlarımı çattım. "Ne alakası var?"
'Bilmem' demek ister gibi dudağını büzdü. Ardından düşünceli bir şekilde mırıldandı ama benimle oynadığı çok açıktı. "Bana güvenmeyen birinin benden güven istemesi çok tuhaf."
Oyun oynadığını bilsem de damarıma basıyordu. Hassas bir konuydu bu. "Bununla alakası yok dedim!"
Başını hafifçe yana eğdi. "O zaman bana güvenmeyi dene."
"Sana güvenmiyorum diye bir şey demedim." Derin bir nefes aldım ve sesimi kıstım. "Sadece biraz huylandırıyorsun." Bakışlarımı tavana çevirmiştim.
"Neredeyse kanın kuruyacak. Çocukluk yapmayı bırak, ben de hızlıca şu pansuman işini halledeyim."
"Peki, peki," diye mırıldandım. Yine de dikkatini tekrar oraya verdiğinde ister istemez gerilmiştim. Muhtemelen kasılmamdan fark etmişti ama bir şey demedi. "Şimdi bir parçayı çıkaracağım. Küçüklerden başlıyorum, tamam mı?"
Telaşlı bir halde hızlıca konuştum. "Dikkatli çıkar. Küçükse içine kaçabilir, görmeyebilirsin." Sözlerimi bitirir bitirmez sıkıca gözlerimi yumdum.
Ayağıma değdiğini hissettiğimde bir an önce çıkarmasını söyleyecektim ki benden önce davranıp çıkardığını söyledi. Oysaki hissetmemiştim bile. Sanırım hissedemeyeceğim kadar küçüktü. Ondan sonraki birkaç küçük parça da böyle sürdü. Sonunda küçükleri bitirdiğini ve iki tane biraz büyük parça olduğunu söyledi. Aslında hissetmediğim için rahatlamıştım ama ilkini çıkarttığında gerçekten hissetmiştim. Ağzımdan küçük bir inleme çıkmasına engel olamadım.
Beni cesaretlendirmek ister gibi sakince konuştu. "Son bir tane kaldı. Bitiyor."
Parmağımı dişlerimin arasına götürüp ses çıkarmamak için hafifçe ısırdım. "Alıyorum," diye mırıldandıktan neredeyse bir iki saniye kadar sonra onu da hissetmiştim. Devamında ayağımda tatsız bir sızı kalmıştı. Ben kesik nefesler alırken son olarak yaramı temizleyip bir bandaj yapıştırdı. İşleri bittiğinde getirdiği malzemeleri sehpanın üzerine koydu. Çok önemli bir işin başından kalkmış gibi kazağının kollarını geriye atmıştı.
"Umarım bir daha düşünmeden hareket etmek gibi bir şey yapmazsın." İğneleyici bir tonda konuşurken ilk geldiğimde oturduğu tekli koltuğa oturdu. Başımı ona doğru çevirip kaşlarımı çattım. "Senin yaptığından daha düşünceli bir hareket olduğu kesindi."
Alaycı ifadesi bozulmuş, anında duvar gibi bir ifade oturmuştu yüzüne. Soğuk bir ses tonuyla fısıldadı. "Açma o konuları."
Jungkook'a aldırmayarak doğruldum ama ayağımı aynı pozisyonda tuttum. "Açmayıp ne yapalım, Jungkook? Konuşmadan öylece içimize mi atacağız? Hiçbir şey olmamış gibi devam mı edeceğiz?"
"Hiçbir şey olmamış gibi davranan sendin, Chaeyoung. Şimdi gelmiş başından beri bunları yapan benmişim gibi konuşuyorsun."
İlk karşılaştığımız zamanı kastediyordu. Onu tanımıyor gibi yapmıştım. Ama gerekçelerim vardı. Sürekli burada olacağını düşünememiştim. Sadece kötü bir tesadüftü ve bir an önce geçip gitsin istemiştim. Hayatımın orta yerine yerleşeceğinden habersizdim.
"Paniklemiştim, Jungkook!"
"İyi." Somurtarak kollarını göğsünde bağladı ve arkasına yaslandı. "Ben de panikliyorum o zaman," diye mırıldandı umursamaz bir ses tonuyla.
Bıkkın bir nefes verdim. "İşine geldiği gibi konuşuyorsun."
Tek kaşını kaldırdı. "Seni örnek alıyorum."
Yorgun bir halde mırıldandım. "Ne zaman beni ciddiye alarak konuşacaksın?"
"Emin ol, ciddiye almamı istemezsin." Sözlerini bitirdiğinde ayağa kalktı ve derin bir nefes alıp konuştu. "Seni evine götüreyim. Geç oldu."
Küçük bir sorun vardı. Ev anahtarını da arabada bırakmıştım. Yani evime bu saatte girebilmem mümkün değildi. Muhtemelen açık çilingir yoktu. Jungkook beni kaldırmak için eğildiğinde onu durdurdum. Sorgulayıcı bakışlarını üzerime diktiğinde çekiniyor olsam da gerçeği söyledim. "Ev anahtarını arabamda unuttum."
"Herhalde arabaya girip alabileceğini biliyorsundur. Bunu söylemediğine göre araba anahtarını da arabada unuttun." Şüpheci bir ifadeyle bana baktığında yavaşça başımla onaylayarak bakışlarımı kaçırdım.
Eğer Jimin ile kardeş olduğumu bilseydi beni Jimin'in evine bırakmasını isterdim. Ama durumlar bu kadar karışıkken bunu istemek sadece Jungkook'u benden biraz daha uzaklaştırırdı. Bu yüzden bu konuda bir şey diyemedim. Eve gidemeyeceğim durumunu anlayınca düşünceli bir şekilde kalktığı yere geri oturdu. İşte şimdi gerçekten mahcup olmuştum. Aslında bu durumu eve geri döndüğümde söyleyecektim ama Jungkook'un krizi ve ayağımı yaralamam bunu unutturmuştu.
"Evdeki tek yatak benimki. Oda temiz olsaydı oraya götürürdüm ama-"
"Sorun değil. Hatta istersen odayı toplayalım. Sen de orada uyursun. Burası rahat zaten, sana daha fazla rahatsızlık vermek istemiyorum."
"Yatağı senin için demiştim. Benim nerede uyuduğum önemli değil. Koltukta rahat edemezsin diye konuşuyorum."
Sözleri açık olmak gerekirse beni etkilemişti ama bunu karakterinden dolayı yaptığını biliyordum. Nazik biri olmuştu hep. Şimdi de nezaketen böyle konuşuyordu. Bana özel değildi.
"Chaeyoung?"
Gözlerimi kırpıştırarak elini havada sallayan Jungkook'a baktım. "Daldın gittin."
Belli belirsiz fısıldadım. "Öyle mi?"
Başıyla onayladı ve ardından konu üstünde pek durmak istemiyormuş gibi tekrar ayaklandı. Resmen kaçmak için bahane arıyordu. "Nereye gidiyorsun?"
Seslenmemle birlikte arkasını dönüp bana baktı. Çok kısa bir an afallamıştı, hatta dikkat etmesem fark etmezdim bile. "Odayı toplamaya çalışacağım."
Başımı olumsuz anlamda sallayarak kalkmak üzere ayaklarımı koltuktan indirdim. "Tek başına toplayamazsın sen orayı."
Bir çırpıda yanıma gelip kalkmamam için kollarımdan tuttu. "Saçmalama. Bu halde neye yardım edeceksin?"
"Ederim ben," diye geçiştirmeye çalışıyordum ki pek başarılı olamadığımı gördüm. Çünkü üstünlüğünü gösterip kalkmama engel oluyordu. Pes ederek arkama yaslandım ve huysuz bir halde kaşlarımı çatarak söylene söylene konuştum. "En azından gelip temizlemek için ne kullanacağını falan söyleyeyim. Nereden başlayacağını da bilemezsin sen."
Doğrulup ellerini beline attı ve bana tepeden baktı. "Neden bilemeyecekmişim? Alt tarafı dökülen, kırılan şeyleri toplayıp bir kenara atacağım."
Başımı olumsuz anlamda salladım. "Öyle yapılmaz o." Elimle kenara çekilmesini işaret ettim. "Çekil kalkayım."
"İlla kalkmak mı istiyorsun?" dedi tek kaşını kaldırarak. Başımla onayladığımda yine ben ne olduğunu anlamadan beni kucağına almıştı. En azından haber falan vermesi gerekirdi değil mi? Ani ani olunca geriliyordum. "Kendim gidebilirim," diye fısıldadım.
İlk kucağına aldığında karşısına baktığı için çok yakın olmamıştık ama şimdi başını eğmiş bana bakıyordu. İstemsizce yutkundum. İçimden bir ses bilerek yapıp yapmadığını merak ediyordu. Beni test ediyor olabilir miydi?
Bir şey diyecek gibi oldu ama sonra başını kaldırıp yürümeye başladı. Düşüncelerim o kadar yoğunlaşmıştı ki nefesimi tutup başımı geriye attım. Düşüncelerim bakışları altında eziliyordu sanki. Erimiş gibi hissediyordum, bedenim havada süzülüyor gibiydi. Yutkundum ve kurumuş dudağımı ıslattım.
Yukarı kata çıktığında odasına yöneldi. Karanlık odaya girdiğinde dikkatli adımlarla ilerleyerek beni çarşafı dağılmış yatağın tam ortasına bıraktı. Başımı eğip çarşafı inceledim. Koyu lacivert ve satendi.
Çıplak elleriyle direkt olarak yerdeki kırıklara yöneldiğinde çatık kaşlarımla onu uyardım. "Öyle alınmaz onlar!"
Geri doğruldu ve sorgulayıcı bir ifadeyle bana baktı. "Nasıl alınacak başka türlü?"
"Öyle elini kesersin. Bir eldiven varsa onu tak en azından."
Kırıklar toplanana kadar onu kullanabileceği şeyler konusunda yönlendirdim. Böylece daha pratik olmuştu ve bir zarar da görmemişti. İşi bittiğinde önüne düşen saçlarını geriye attı. Aslında o burada uyuyabilsin diye toplamasını sağlamaya çalışmıştım. Zaten kendim salonda yatardım, yatağını çalmama gerek yoktu onca şeyden sonra.
Ben üzerinde oturduğum için çarşaf hala dağınık duruyordu. "Çarşafı ben hallederim," diyerek yatağın kenarına geçtim. Elbette benim yapmama izin vermeyecekti. Oturmam için odadaki koltuklardan birini yatağın yanına çekti. Tek ayağımın üstünde ayağa kalkıp o koltuğa geçtiğimde Jungkook hızlıca çarşafı düzeltti.
"Yarın sabah çilingiri ararız. Bir şeye ihtiyacın olursa çağırırsın. Aşağıdayım." Hızlıca konuşup arkasını döndüğünde adını seslenerek durdurdum.
"Ben salonda yatarım. Koltuk rahatsız etmiyor zaten beni. Sen yatağından olma."
"Yoruldum, Chaeyoung. Tekrar seni oraya taşıyamam. Burada uyu işte." Bahane olarak kullandığını biliyordum. Karşı çıkamayacağım tek şey buydu. Onu daha da rahatsız edecek bir şeye sebep olmak. Sıkıntıyla dudağımı birbirine bastırdım. Gidecek gibi olduğunda hemen konuştum.
"Tamam, ben giderim. Senin burada uyuman en iyisi. Zaten ayağım ağrımıyor." Neden ayağım ağrımıyor dedikten hemen sonra sızlaması gerekiyordu ki? Ah Tanrı'm... Yine de ağırlığımı sağlam ayağıma vererek ayağa kalktım.
Nedense bozulmuş gibi yüzü düştü ve omzunu silkerek yatağına ilerledi. "Keyfin bilir," diye sitemli bir halde mırıldanmayı da unutmamıştı. Kaşlarımı kaldırarak ona baktım. Yüzüme bile bakmadan yatağın içine girip küçük bir çocuk gibi, neredeyse küsmüş bir halde diğer tarafa dönüp uzandı. Şaşkınca dudaklarım aralanmıştı. Ne yapmaya çalışıyordu?
Çekingen bir halde fısıldadım. "Bana kızmış olamazsın, değil mi?"
Belli belirsiz fısıldadı. "Hayır."
"Jungkook düzgünce yüzüme bakıp konuşur musun?"
Derin bir nefes aldı ve doğrulup bıkkın bir ifadeyle bana baktı. "Yine burnunun dikine gidip kendi istediğini diretiyorsun. İstediğin oluyor işte, gitsene."
"Ne demeye çalışıyorsun?"
Saçlarını dağıttı ve bakışlarını kısaca odada gezdirdikten sonra tekrar bana döndü. "Her şey her zaman senin istediğin gibi oluyor diyorum. Gelmek istiyorsun, geliyorsun. Gitmek istiyorsun, gidiyorsun. Dediklerimin hiçbir önemi yok."
Ellerimi belime yerleştirip tepeden baktım. "Bana kalırsa sen gerçek düşüncelerini aktarmayı es geçtiğin için saçma sapan bir yatak tartışmasıyla bana öfkeleniyorsun."
Omzunu silkti. "Neyse ne. Her şekilde dediklerimin bir önemi yok. İyi geceler, Chaeyoung." Tekrar diğer tarafa döneceği sırada uzanıp kolundan tuttum. Gözlerinin içine bakarak konuştum. "Seninle konuşmak istiyorum. Bahaneler üretmeyi bırak ve gerçek düşüncelerini paylaş benimle. Olur mu?"
"Sen?" Yutkundu ve devam etti. "Sen gerçek düşüncelerini paylaşacak mısın?"
Başımla onayladım. Kolumdan çekip beni yanına oturttu. Sanırım gerçek hislerimizi paylaşmak için biraz sıkıntılı bir mekan seçmiştik. Kalbim resmen kulaklarımda atıyordu. Derin bir nefes aldım ve ona baktım. Aklındaki düşüncelerle gözleri kararmıştı.
Sanırım gerçekten anlatmaya hazırlanıyordu.
🌼🌼🌼
bölüm uzunluğu: 2.5k
oy sınırı: 85+
son bölümlerde jungkook ve chaeyoung ikilisini gösteriyorum sürekli, itişip kakışsalar da eminim birlikte olmaları hoşunuza gidiyordur
oy vermeyi unutmayın<3!
umarım beğenmişsinizdir,
sevgilerle, matmazel.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top