23 ➳ 'senden hoşlanmıyorum'
"Yaşadığımız onca şeyden sonra seni seviyorum ama senden hoşlanmıyorum."
-Molly Moore (i love you but i don't like you)
🌼🌼🌼
Jungkook dengesiz bir şekilde üzerime doğru sendelediğinde endişeyle adını seslenip var gücümle kollarından tuttum. Her an sızabilirmiş gibi duruyordu ve elleri titriyordu. Geçmişe dair bir alışkanlığını tekrar görmek tuhaf hissetmeme sebep oldu. Bunun üzerinde çok duramadan kendisine gelmesini sağlamaya çalıştım.
"Jungkook bana bak."
Başını yavaşça kaldırdı ama bakışları çok dalgındı. Bu haline içten içe acıdım ama ona acımak istemedim. Bunu duysa acımamdan nefret ederdi. Burnumu çektim ve kolunun birini omzuma atıp kapattığı kapıyı açtım.
"Aptal çocuk," diye kendi kendime mırıldanmayı ihmal etmemiştim. Bir şeyler söyleyerek homurdandı ama o kadar karışık ve boğuk konuşuyordu ki hiçbir şey anlamamıştım. Ağırlığının tamamını bana vermemiş olsa da, hatta çoğunlukla yürüyor olmasına rağmen omzumda ciddi bir ağırlık hissediyordum. Gerçekten kas yapmasının etkisi olarak eskiye göre daha geniş yapılı olduğu kesindi. Omuzlarının genişlediği de gözümden kaçmamıştı.
"O kadar içecek ne vardı sanki?" dedim sinirle. Bir yandan neredeyse Jungkook'u sürükler gibi yürüyor diğer yandan da bu durumumuzdan kötü biri faydalanmaz umarım diye içimden dualar ediyordum. Jungkook şu an beni geçeyim, kendini savunacak halde bile değildi. Neyse ki araba yakın bir yerdeydi.
Mucizevi bir şekilde dışarı çıktığımızda kapının kenarına zorla da olsa gidip soluklanmak için duraksadım. Sarhoş olmasından faydalanarak içimden geçenleri dışarı vuruyordum. Kaşlarımı çattım ve mayhoş bakışlarına baktım. "Gerçekten hiç görgü kuralı bilmiyorsun! Kim sana yanında bir kız varken gece kulübünde sarhoş olabilirsin dedi ha? Başkası olsa seni orada bırakıp giderdi seni aptal!"
Bunlar kesinlikle Jungkook kendindeyken diyebileceğim şeyler değildi. Başını yana eğdi ve boştaki eliyle işaret parmağını göğsüne bastırdı. Yüzünde şaşkın bir ifade vardı. "Ben mi aptalım?" diye fısıldadı.
Bir an bu soruyu sormasına şaşırarak acaba dediklerimin hepsini anlıyor ve unutmayacak mı diye endişeye girsem de, bunları unutacağına emin bir halde rahatladım. Gözlerimi hızlıca etrafta gezdirip tekrar Jungkook'a baktım. "Burada senden başka aptal göremiyorum maalesef."
Yanaklarını şişirdi ve başını geriye attı. Bu 'Umurumda değil' cevabıydı galiba. Biraz olsun dinlenmek için barın duvarına yaslanmıştım. Doğrulup tekrar yürümeye başladığımda Jungkook da mecburen bana eşlik etmek zorunda kalmıştı.
Köşeyi döndüğümde Jungkook'un siyah arabasını gördüm. "Jungkook anahtar nerede?" diye sordum arabanın önüne geldiğimizde. "Hı?"
"Anahtar Jungkook. Anahtar," dedim sabırsız bir şekilde. Sinirlendiğim için her bir kelimeyi bastıra bastıra söylemiştim.
Omzunu silkti ve bedenini arabaya yasladı. Ani yaslamasıyla birlikte az daha kaputa doğru düşüyordum çünkü omzumdaki elini bırakmamıştım. Elini son anda bırakıp sendelememle birlikte arabaya tutundum. "Jungkook haber versene!"
Bir şey demedi, ancak kısa bir süre sonra önceki soruma yanıt verdi. "Cebimde galiba," diye mırıldandı. Umarım arka cebinde değildir, diye içimden geçirdikten sonra elimi sağ cebine daldırdım. Bu kot neden bu kadar dardı ki? Parmak uçlarımı içeri daldırdığımda hafif bir kahkaha attığında kaşlarımı çattım ve elimi cebin derinliklerine indirdim. Öncekine göre daha sesli bir kahkaha attığında huylandığını anlamıştım çünkü bedeni de kasılmıştı.
"Gerçekten inanamıyorum," diye mırıldanarak parmak uçlarımı hareket ettirdim. Elime metal ucunun gelmesiyle anahtarı bulduğumu anlamıştım. Tekte tutturduğum için sevinerek elimi hızla çektim.
Arabayı açıp öndeki yolcu koltuğuna gitmek için hemen arabayı dolandım ve kapıyı açtım. Jungkook'u sapasağlam oraya yerleştirebilirsem geriye Jungkook'un sızması ve benim arabayı sürmem kalıyordu.
Tekrar Jungkook'un yanına geldim ve omuzlarından tutarak arabadan bedenini ayırdım. "Gel, seni arabaya yerleştirmem gerek."
Başını hızlıca olumsuz anlamda salladığında saçları hareketlendi. "Olmaz, ben süreceğim." Yanındaki sürücü kapısını açtığında bileğinden tutup bana dönmesini sağladım. "Sarhoşsun, Jungkook. Süremezsin."
Bir şey demesine izin vermeden kolundan tutup çekiştirerek yolcu koltuğunun kapısının önüne gelmesini sağladım. "Akıllı bir çocuk ol ve oraya otur," diyerek başımla koltuğu işaret ettim. Dudaklarını büzdüğünde "Ciddi misin?" diye haykırmamak için kendimi zor tuttum.
Jeon Jungkook'tan daha zor birisi varsa o da sarhoş Jeon Jungkook'tu.
"Hadi," diye mırıldandım omuzlarımı düşürerek. Gözlerini devirir gibi olduktan sonra yardımımla koltuğa oturdu. Başını geriye atıp bedenini kaydırmış ve bacaklarını iyice açmıştı. Uyuma moduna girmişti çoktan.
Kapıyı kapatacağım sırada bir bildirim yükselen telefonundan rahatsız olarak huysuzlanıp elini diğer cebine attı ve telefonu çıkarıp ayak ucuna attı. "Jungkook ne yapıyorsun?!" Söylene söylene eğilip telefonu neyse ki ayağıyla ezmeden önce elime aldım ve ikinci bir yakınlaşma krizi olmasın diye hemencecik doğruldum. Telefonun açık ekranı karanlıkta yüzüme vurduğunda yoğun ışıkla birlikte gözlerimi kıstım.
Sulanan gözümü kırpıştırdığımda görüntü netleşmişti ve ben donakalmıştım.
Love: Aşkım neredesin?
Love: Evine geldim ve yoksun
Love: Bir işin olduğunu söylememiştin
Nefesimi istemsizce tuttuğumda dudaklarım şaşkınca aralık kalmıştı. Hafifçe titremeye başlayan elimi dudaklarıma bastırdım ve yanan gözlerime lanet ederek dudağımı sert bir şekilde ısırdım. Arkamı döndüm ve bedenimi arabaya yaslayıp başımı gökyüzüne çevirdim. Gözümden bir damla çoktan firar ettiğinde bardağı taşıran son damlaymış gibi titreyen elimi dudağımdan ayırmış ve titrek bir nefes almıştım.
Bir elim sertçe telefonu sıkarken diğerini saçlarıma daldırdım ve tekrar nefes almaya çalıştım. İkinci nefesim beraberinde bir hıçkırığı getirmişti. Başımı eğdim bedenim titrerken gözyaşlarımın akmasına izin verdim.
Ne bekliyordum ki?
Kendim söylemiştim basit lise aşkı diye. Fazlası olmadığını kendim söylemiştim.
Islak gözlerim yüzünden etrafımı bulanık görürken boştaki elimle sertçe gözlerimi sildim. Telefonu kaldırdım ve ekrana baktım. Elimi sızlayan kalbime götürdüm ve derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştım. Oysa aldığım diğer nefes kalbimi daha da sızlatmıştı.
Jungkook'un anlamsız mırıldanmaları boğuk bir şekilde kulağıma ulaşırken daha çok ağlamak istiyordum. Kulaklarımı sertçe kapatmak istedim. Sesli bir şekilde nefes alıp saçlarımı geriye attım ve tekrar ekrana baktım.
Sevgilisi evindeyse Jungkook'u evine benim götürmem doğru olmazdı.
Cesaret ederek konuşmaya tıkladım. Önceki mesajlara gözüm takılmadan direkt yazmaya odaklanmıştım ama Jungkook'un üstteki mesajını gördüğümde gözlerim tekrar dolmuştu.
"Özledim."
Kız görüldü atıp ardından bu mesajları yazmıştı. Muhtemelen Jungkook özlediğini söylediği için evine gitmişti. Ne hoş...
Gözlerimi tekrar sildim ve hızlıca yazdım. Ellerim titrediği için iki üç kere mesajı düzeltmek zorunda kalmıştım. Sonunda emin olduğumda mesajı attım ve hemen sohbetten çıktım.
Siz: Fazla içtim ve araba kullanacak durumda hissetmiyorum
Siz: Beni alır mısın?
Siz: Konum*
Bedenimi arabadan ayırdım ve hızlıca telefonu Jungkook'un eline temas etmemeye özen göstererek ellerine bıraktım. Araba anahtarını da yanına koydum. Kapıyı kapatacağım sırada mırıldanmasını duydum. "Gitme." Gözleri kapalıydı ama rahatsızca kıpırdanıyordu. Eğildim ve kolumu kapıya yaslayarak Jungkook'un huzursuz yüzüne baktım.
Birkaç saniye bakmam bile gözlerimin dolmasına yetmişti. "Ben sevgilin değilim, Jungkook."
Kapıyı sertçe kapattım ve rastgele yürümeye başladım. Tırnaklarımı omzumdaki çantama geçirdim ve ağlamamak için bedenimi kastım. Jeon Jungkook bana hayatımın en berbat gecelerinden birini yaşatmıştı.
Karanlık sokağın sonuna doğru ilerlerken saçlarımla yüzümü gölgeledim ve gözyaşlarımı beceriksizce silerek korkunç halimi saklamaya çalıştım çünkü şimdi ana caddeye girecektim. Ana caddede yürürken yanımdan birkaç tane taksi geçmiş olsa da hiçbirini durdurmadım. Sadece soğukta öylece yürümek istiyordum. Bir şeyler düşünmekten boş boş yürümek istiyordum ama nerede genç bir kadın sürücü görsem acaba Jungkook'un sevgilisi mi diye düşünmeden edemiyordum.
Kurumuş dudağımı yaladığımda telefonumun melodisini duymamla birlikte çantamdan çıkardım. Lalisa arıyordu. Hafifçe öksürdüm ve sesimin çatlamamasını umut ederek telefonu açtım. "Efendim Lalisa?"
"Kızım neredesin ya?! Hani geliyordun, üzerinden neredeyse iki saat geçti. Ne yaptın evine mi kaçtın çocuğun?"
Kaşlarımı çattım. "Saçmalama! Geliyorum işte, uzadı biraz. Yoldayım."
"Yolda mısın?" dedi hafif şaşkın bir sesle. "Araba sesleri geliyor sanki arkadan. Bir de bu kadar rahat konuştuğuna göre sanırım yanında değil. Eve niye bırakmadı seni?"
"İşi çıktı. Ben de biraz yürümek istiyordum zaten. Biraz yürüyüp taksiye binerim."
Pek tatmin etmemişti dediklerim ama onaylarcasına mırıldandı. "Ben evdeyim hala, gelene kadar da çıkmayacağım haberin olsun."
İstemsizce tebessüm ettim. "Peki, peki."
Telefonu kapatıp yürümeye devam ettim. Muhtemelen dağılmış halde görünüyordum, bunu Lalisa'ya nasıl açıklayabileceğimi düşündüm. Ardından riske atmayıp ileride gördüğüm hala açık olan bir kafenin lavabosuna girdim. Makyajımı düzeltip saçımı düzene soktum ve oradan çıktıktan sonra bir taksiye bindim. Çünkü eve ciddi manada uzaktım ve yürüyerek gitmek çok uzun sürecekti.
Taksiden indiğimde ayakta duracak halim dahi olmadığı için doğrudan asansöre yöneldim. Evden çıkarken Jungkook'la bindiğim asansöre denk gelmek ise sinirlerimi germişti. Aynada yorgun yansımamla göz göze geldiğimde gözlerimi kapattım ve başımı yanımdaki duvara yasladım. Bu görüntüye biraz daha maruz kalmak şüphesiz ki ağlamamdan başka bir işe yaramayacaktı.
Asansör durduğunda gözlerimi açtım ve yavaş adımlarla evin kapısının önüne geldim. Çantamdan anahtarı çıkarıp kapıyı açtığımda ben ayakkabımı çıkarırken kapının önündeki koridorun önünde dikilmiş olan Lalisa, tek kaşını kaldırmış kolları göğsünde beni süzüyordu.
"Hayal ettiğim bu değildi," diyerek başını hafifçe olumsuz anlamda salladı. Ayakkabımı kenara koyup içeri girdim ve çantamı portmantoya astım. Sorgularcasına kaşlarımı kaldırdım.
Şüpheci bakışları üzerimdeydi. "Bir şey mi oldu?"
Başımı olumsuz anlamda salladım ve yavaş adımlarla üst kata yöneldim. "Uykum var."
Yukarı çıkmama rağmen konuşmaya devam etti. "Eğer konuşman gereken bir şey olursa benden çekinmemen gerektiğini biliyorsun."
Başımla onayladım. Odama varmak üzereyken duyabilmesi için seslendim. "Uyuyacağım, sen de evine git!"
Bir cevap vermesini beklemeden içeri girip kapıyı kapattım ve hızlıca kilidi çevirip daha fazla ayakta durmaya dayanamayacak ayaklarımın gazabına uğrayarak yere çöktüm. Başımı sertçe kapıya yaslarken bakışlarımı tavana çevirdim ve gözlerimi sıkıca kapattım.
Dizlerimi kendime çekip başımı gömdüm ve kollarımı sıkıca bedenime sararak küçüldüm.
Öldürmek zorunda kaldığım aşkımı öldürememiş, kendi yanlışımda boğulmuştum.
En acısı da, kendimi yatıştırmak için söylediğim 'basit lise aşkı' durumunun gerçek çıkmasıydı.
***
Yüzümde hissettiğim yakıcı hisle gözlerimi kırpıştırdım. Dün gece yüzümü bile yıkamadan uyumuştum. Öyle ki üzerimde hala dün giydiğim kıyafetlerim vardı. Yüzümdeki yakıcı hissin nedeni olan açık kalmış perdeye doğru bakarak gözlerimi kıstım.
Bedenimi esneterek hareketlendiğimde dün olanlar yavaş yavaş beynime akın ediyordu. Dalgın bakışlarım zemindeyken kendime gelmek için başımı iki yana salladım. Kurumuş dudağımı yalayıp lavaboya gittim ve sıcak bir duş alıp buğulu ruh halimden kurtulmaya çalıştım.
Aklıma Jungkook'un boğuk mırıldanması ve elimdeki telefon geldikçe hissizleşiyordum. Canım konuşmak istemiyordu ya da bir şeye tepki vermek istemiyordu. İştahım da yoktu, bir şey yemek istememiştim. Günümü yürüyüş yapıp evde takılmak olarak planlasam da Jimin'in çağrısıyla altüst olmuştu.
Mutfakta su içerken portmantoda bıraktığım çantamın içinden yükselen telefonumun melodisini duymamla homurdanarak telefonuma gittim. "Efendim Jimin?"
"Niye şirkette yoksun? Jungkook'un çekimi var."
O yüzden gelmedim zaten.
"Yorgunum. Zaten özel kameramanı yok mu?"
"İyi de kız tek başına her şeye nasıl yetişsin güzelim?"
Dudağımı büzdüm ve salondaki koltuklardan birine kendimi sırtüstü attım. "Yoona gitsin."
"Bu işi Yoona'ya bırakmak istediğine emin misin?" Endişeyle sorduğu soru üzerine duraksadım. Boş bakışlarım tavanda dolanırken duraksadım. Gerçekten Jungkook'la aramızdaki her şey sonsuza kadar bittiği için hayatımda bazı şeyleri değiştirecek miydim? Jungkook geçmişten çıkagelip hayatımın dengeleriyle mi oynayacaktı? Yine de ani bir karar vermek istemiyordum.
Uzun sessizlikten sonra konuşmak üzere dudaklarımı araladığım sırada Jimin'in dedikleri kaskatı kesilmeme sebep oldu. "Dün gece Jungkook'la buluştuğunu biliyorum." İfadesiz ses tonuyla dile getirdiği cümle üzerine sertçe başımı ovaladım ve kendime kızarak gözlerimi kapattım. Lalisa ya ağzından kaçırmıştı ya da bilerek söylemişti.
Bir şey söylemedim ve diyeceklerini bekledim.
Derin bir nefes aldı. "Riske atmayacağımıza dair birbirimize söz vermiştik, Chaeyoung. Unuttun mu?" Kızgın değildi. Kırgındı.
"Riske atacak bir şey yapmadım," dedim olabildiğince nötr bir ses tonu kullanmaya özen göstererek. "Kendisi ısrar etti ve ben-"
"Ve sen de reddedemedin mi?"
Huzursuzca bir nefes verdim ve gerginliğimi atmak için ayak parmaklarımı hareket ettirmeye başladım. "Bir şey anlamadı."
"Zaten ilk konuşmanızdan anlamasını beklemiyorum. Sadece senden sözünü tutmanı istiyorum, Chaeyoung. Bu, sadece beni ya da sadece seni ilgilendirmiyor. İkimizi birden ilgilendiriyor."
Neden herhangi bir modelin benimle gece randevuya çıktığını sorgulamaması şüpheye düşmeme sebep olmuştu. Jungkook'un benimle olan ilişkisini biliyor muydu?
"Oraya geliyorum."
Başımı olumsuz anlamda salladım. "Hayır, çekim yerinde ol. Jungkook'un şirkette ilk günü ve onu memnun etmelisin."
"Yanında kalmak için gelmiyorum, Chaeyoung. Seni çekime götürmek için geliyorum."
"Neden?" diye sordum çaresizce. Gitmek istemiyordum işte.
"Sağlıklı düşünemiyorsun," dedi ve telefonu kapattı. Telefonu yere fırlatıp ellerimle yüzümü kapattım ve derin nefesler aldım. Nefret ediyordum. Hayatımı etkilemesinden nefret ediyordum. Jungkook'un hayatıma dahil olmasından nefret ediyordum.
Bir süre sonra kalktım ve altıma siyah kumaş bir pantolon, üzerime de siyah bir gömlek giydim. Boynuma kırmızı bir fular takıp saçlarımı topuz yaparak birkaç tutamı serbest bıraktım. Yüzüme hafif bir makyaj yaptığımda neredeyse bir saat geçmişti. Jimin'i aramak üzere yerdeki telefonumu aramaya salona gittiğimde telefonum çaldı. Sesi takip edip televizyonun yanına düşmüş olan telefonumu aldım.
Ekranının kenarı çatlamıştı. Bravo bana!
"Aşağıda mısın?" diye açtım telefonu. Diğer yandan hızlı adımlarla kapıya yönelmiştim. Onaylarcasına bir mırıltı çıkardığında bekletmemek adına acele ederek evden çıktım. Aşağı indiğimde araba apartmanın önünde duruyordu. Yanındaki yolcu koltuğuna yerleştim ve öğlen olmasına rağmen "Günaydın," diye fısıldadım.
Bir eli direksiyondayken diğer eliyle saçlarını dağıttı ve bana döndü. "Bak seni çok darlamak istemiyorum ama bunları senin için yaptığımı biliyorsun, değil mi?"
İlgiyle bana bakarken yüzüne bakmaya doğru düzgün cesaretim yoktu çünkü onu hayal kırıklığına uğratmıştım. O yüzden kısa bir bakış atıp yavaşça başımla onayladım. Tatmin olmuş gibi görünmese de derin bir nefes verip gaza bastı.
İlk birkaç dakika gergin bir sessizlikte geçince Jimin dayanamayıp rastgele bir şarkı açtı. Düşüncelerimden sıyrılıp şarkıya takıldığımda neyse ki yolun geri kalanı baş ağrım olmadan geçmişti. Şirkete geldiğimizde inmek istemez bir halde yavaş yavaş hareket ediyordum. Ben kemerimi çıkartırken Jimin çoktan arabadan inmişti.
"Chaeyoung mızmızlanma," dedi kızmış gibi kaşlarını çatıp. Ama sadece beni teşvik etmeye çalışıyordu. Dudaklarımı büzdüm ve arabadan inip onu asansöre kadar takip ettim. "Gelmek istemediğimi söylemiştim neden ısrar ediyorsun ki?" diye söylendim çatık kaşlarımla.
Omzunu silkti. "Zaten çekimin bitmesine bir saat kaldı. Ortalıkta görünsen yeter."
"Yoona orada mı?" diye sordum. İsmini dillendirmek bile tüylerimi diken diken etmişti. "Muhtemelen oradadır." Sırıttı. "Kaçırır mı hiç?"
"Doğru, kaçırmaz," diyerek yüzümü buruşturdum. Asansörün kapısı açıldığında Jimin içeri geçerken göz ucuyla beni süzüp sessizce mırıldanmıştı. "Cenazeye gider gibi giyinmişsin."
Alnıma dökülen bir tutamı geriye attım ve "Canım sadece siyah giymek istedi," diye mırıldandım.
"Hıhım," diye mırıldanıp çaktırmadan gülmeye çalışırken kaşlarımı çattım ve bakışlarımı ona diktim. "Sinirlendirme beni."
Omzunu silkti ve hemen ciddi bir ifadeye büründü. "Ben bir şey demedim ki."
"Ya demedin tabi!"
Jimin'e dik dik bakarken birkaç saniye sonra asansör kapısı aralandı. "Jimin ben sete gitmeden direkt odama falan gitsem nasıl olur? HyunA'nın çekimlerini düzenleyeyim bari, birkaç gün sonra göndereceğiz ya."
Kolumdan çekiştirdi ve set tarafına doğru ilerledi. "Tek gitmek istemiyorsan birlikte gideriz." Yüzüne samimi bir gülümseme yerleştirdiğinde derin bir nefes verdim. Benden bile daha inatçı olabilirdi.
Somurtkan yüzümü sete girmeden düzeltmeye çalışarak yüzümü ovaladım. Saçımın kenarlarındaki tutamları son kez düzelttim ve sırtımı dikleştirdim. Jungkook'un karşısında aciz görünmeyecektim herhalde.
Geniş koridorun sonunda görünen buğulu camları olan set kapısı görüş alanıma girdiğinde istemsizce gerilmiştim. Jimin ise benim aksime özgüvenli ve rahat adımlarla ilerliyordu. Öyle ki birkaç kişi imrenerek bile bakmıştı ona. Altındaki siyah kotu ve üzerindeki bol kırmızı tişörtüyle aslında çok normal giyinmiş olsa da oldukça iyi taşıyordu. Ona modelliği denemesi gerektiğini söylemiştim ama yönetimin zaten onu çok yorduğunu bir de üstüne modellikle ilgilenemeyeceğini söylemişti.
Aralık olan geniş iki kanatlı kapıdan içeri girdiğimizde Jimin'in söylediği gibi çekim devam ediyordu. Neyse ki set fazla büyüktü ve Jungkook uzakta görünüyordu. Yüzü görünmüyordu ama poz vermesinden o olduğunu anlamıştım. Bir koltuğa uzanmıştı, üzerinde sponsoru olduğu markalardan birinin koyu lacivert takımı vardı.
Üzerinde takılı kalan bakışlarım hızla ondan ayrılırken ikinci bir yere takılmıştı. Henüz tanışmadığım özel kameramanı.
Arkası dönüktü ve dedikodular da yalan değildi. Fiziği oldukça güzel bir kızdı. Üzerinde bol beyaz bir ceket olduğu için tam olarak ne giydiğini anlamamıştım. Ceketinin kollarını dirseklerine kadar çekmişti. Gözlerim üzerindeyken kısa siyah saçlarından bir tutamı kulağının arkasına attı ve pozisyon değiştirip Jungkook'a bir şeyler söyledikten sonra çekmeye devam etti. Kenara geçmesiyle Jungkook'un yüzünü görmüştüm. Siyah uzun saçları kenara özenli bir şekilde atılmıştı ve gözlerinde de gözlerini öne çıkaracak dozunda bir makyaj vardı. Kameramanın çekmeye başlamasıyla konuşmasını bitirip poz vermeye devam etti.
O kadar dalmıştım ki onlara Jimin'in seslendiğini duymamıştım. "Chaeyoung."
Gözlerimi kırpıştırıp ona baktım. Yanında görevlilerden biri vardı. Görevliyi işaret etti başıyla. "Yardımcı kameramana ihtiyaçları varmış. Jungkook da seni seçmiş."
Kaşlarımı kaldırdım. "Benim neden bundan haberim yok?" Sorumu görevli kıza yöneltmiştim. Bilmiyorum anlamında dudağını büzdükten sonra hızlıca konuştu. "Size haber verilecekti aslında ama başta çok fazla karışıklık vardı o yüzden arada kaynadı sanırım."
"Zaten çekim bitmiyor mu?"
Kız sert ifadem karşısında bocalamıştı. Endişeli bakışları güçlenirken yanıt verdi. "Görüntü yönetmeni yine de ek görüntüler istedi. Farklı açılardan da çekilmesini istiyormuş. Ek kameraman seçeneği sunulduğunda da Jeon Jungkook sizi istedi."
Başımı olumsuz anlamda salladım. "Çekmeyeceğim."
Jimin ani çıkışımla tek kaşını kaldırdığında olabildiğince ciddi bir ifade takındım. İkisi de şaşkın bir sessizliğe büründüğünde "Görüntü yönetmeni nerede?" diye sordum kıza.
Eliyle Jungkook'un olduğu tarafta kurulmuş seti işaret etti. O kadar çekinmişti ki 'orada' bile diyemeden sadece işaret etmişti. Hızlı adımlarımı görüntü yönetmeninin yanına yönelttim. Cesaret damarlarımda dolanırken tereddütsüzdüm.
Koltuğunda oturmuş gelen görüntüleri inceliyordu. Ciddi bakışlarım ve hızlı adımlarımla alana daldığımda birkaç çalışanın bakışları bana çevrilmişti. Bakışlarımı bir an olsun görüntü yönetmeninden ayırmadım, ancak Jungkook'un da bana baktığını fark etmiştim. İrademin sınırlarını zorlayarak ona bakmadım.
"Farklı açılardan görüntü mü istediniz?" diye sordum hafifçe eğilip. Görüntülerdeki bakışlarını hızlıca bana çevirdi. Bu markayla daha önce ortak çekim yapmamıştık bu yüzden görüntü yönetmenini tanımıyordum. Normalde hepsi beni bilirdi ve samimiydik.
Ve beni tanıyan bir görüntü yönetmeni benden ek görüntü istemezdi.
Başıyla onayladı. "Siz Park Chaeyoung musunuz?" Yüzüne resmi bir gülümseme yerleştirdiğinde gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Ciddi bakışlarım üzerine -normalde böyle değildim- neredeyse herkes çalışmayı durdurmuş buraya bakıyordu. Jungkook'un görüş alanıma girmesini istemediğim için oraya ters duruyordum, dolayısıyla çekimin sürüp sürmediğini bilmiyordum ama ışık düzenlemelerini yapanlar bile durmuştu.
"Evet ama sadede gelmek istiyorum." Sorgularcasına kaşlarını kaldırdığında derin bir nefes alıp aklımdakileri tereddütsüz sıraladım. "Çoğumuz biliriz ki alınan farklı açı ve ek görüntüler gönderilmiyor, yüzde doksan dokuz kullanılmıyor, yüzde bir ihtimalde dahi kapak kadar değerli görüntüler arasında yer almıyor. Dolayısıyla ek görüntüye ihtiyaç olduğunu düşünmüyorum, bu yüzden çekmeyeceğim."
Ayağa kalktı ve elindeki gözlüğü salladı. "Görüntü yönetmenlerinin sözünün kameramanlardan daha değerli olduğunu bildiğinizi varsayıyorum, Bayan Park."
Yüzüme istemsizce soğuk bir gülümseme yayıldı. "Bizim şirketimizin setinde olduğunuzu hatırlatırım. Ben şirketim dışında kimseye bağlı değilim ve çekmeyeceğim." Başımı dikleştirdiğimde 'Ciddi misin?' der gibi kaşlarını çatmıştı.
Konuşmak üzere dudaklarını araladığı sırada başımı yana eğmiştim ki çaprazımdan Jungkook'un sesini duydum. "Bir sorun mu var?"
Bir sorun mu var derken? Başımı yan çevirdim ve yüzüne bakmadan ifadesiz bir ses tonuyla "Yok," dedim. Yanımda bir beden hissettiğimde başımı oraya çevirdim. Jimin gelmişti ve bakışlarını yönetmene dikmişti. "Ek görüntüleri çekmeyeceğini söylemedin mi, Chaeyoung?" Bana yandan bir bakış attı.
"Söyledim," dedim ve tek kaşımı kaldırarak yönetmene baktım. "Ancak yönetmen kabul eder gibi durmuyor."
Jimin tehditkar bir şekilde başını yana eğdi. "Nasıl yani?" Parlayan bakışları yönetmeni bulmuştu. Eğlenir bir halde gülümsememek için zor durdum.
Yönetmen yutkunup uzun bir açıklama girişimine girerken baştan kazanını anlayarak oradan ayrıldım. Jimin işi halletmişti. Set zaten bitti sayılırdı ve Jimin'in söylediği gibi sette görünmüştüm. O yüzden şimdi odama gidecektim.
Arkamı döndüm ve hızlı adımlarla çıkışa yöneldim. Herkes Jimin ve yönetmen arasındaki konuşmaya odaklandığı için beni fark eden olmamıştı.
Kapıdan çıkıp koridoru yarıladığımda bir elin koluma dolanmasıyla kaşlarımı çatarak döndüm.
Jungkook.
"Neden çekmek istemedin?" dedi ifadesiz bir yüzle. Eli hala kolumdayken rahatsız olmuş bakışlarımı koluma çevirdim. Birkaç saniye sonra yavaşça elini ayırdığında gömleğimin kollarını düzelttim. "Çünkü gereksizdi."
Bu cevabı beklemiyormuş gibi dudakları şaşkınca aralandığında devam ettim. "Çekim zaten bitmek üzereymiş. Neden buradasın?"
Gözlerinde hayal kırıklığı parıltıları belirdi. "Çünkü beni neden gecenin bir yarısı sarhoşken arabamda bıraktığını anlamıyorum, Chaeyoung."
İfadesiz kalmaya çalışıyordum ancak o anlar aklıma geldiğinde gerilerek ellerimi sıkmıştım. Cesaretimi topladım. "Seni merak eden biri vardı ve-"
"Ve ne?" Kaşlarını çattığında kontrollü ifadem bozulmuştu ve şaşırmıştım. "Ve ben de senin ağzından mesaj yazıp seni orada bıraktım mı diyeceksin Chaeyoung?" Histerik bir şekilde güldü. "Herhalde aynı mekanı görünce beni tekrar terk etmek istedin."
Kaşlarımı çattım ve kanın damarlarıma hücum ettiğini hissettim. "Seni terk etmedim, Jungkook," dedim sözcükleri bastırarak.
"Ya ne yaptın? Sen terk etmedin de ne yaptın, söylesene." Bir adım ileri attığında geri çekilmek istedim ama kaskatı kesilmiştim. Gözlerine bakmaya özen gösterdim.
"Senin bir şeyin olmadığıma göre seni terk etmiş sayılmam. Eğer aramızda bir şey olsaydı, o zaman seni terk etmiş olurdum."
Fısıldadı. "Aramızda bir şey yok muydu yani?" Bakışları o kadar yoğundu ki gözlerimi kaçırdım. "Aramızda bir şey yoktu ama seni sevgiline bıraktığım için huzurluyum, Jungkook. Dün gece onun seni alması daha iyi oldu." Hızlıca konuşup gözlerine bakmadım.
Demiştim ya, birinin gözlerine bakarken yalan söyleyemezdim. Ve yalan söylemiştim. Huzurlu değildim.
"Chaeyoung bak-" Ellerini havaya kaldırdığında ikinci bir sesle konuşması bölünmüştü.
"Bir şey mi oldu?" Jimin sorgularcasına olan bakışlarını Jungkook'a yöneltti. Fırsattan istifade Jungkook'la aramızda az olan mesafeyi artırdım ve geriye çekildim.
Jungkook ters bir bakış attı. "Özel bir mesele."
Jimin hafifçe gülümsedi. Ancak samimiyetten oldukça uzaktı. "Daha önce tanışmadığın biriyle ne gibi bir özel meselen olabilir?"
Jungkook sertçe dudaklarını birbirine bastırdı. Sinirleri oldukça gerilmiş olmalıydı, öyle ki yumruklarını sıkmaya başlamıştı. "Jimin özel bir mesele olduğunu söyledim. Özel meseleyse patronu olarak karışmaman gerekir değil mi?" Jungkook iğneleyici bir sesle konuştuğunda gergince bir nefes aldım.
Ama Jimin'in dediğiyle o nefes de boğazımda takılı kalmıştı.
"Zaten patronu olarak karışmıyorum, sevgilisi olarak karışıyorum."
🌼🌼🌼
bölüm uzunluğu: 3.2k
işte beklenen o cevap gibi bir şey oldu bölüm sonu ldjskljk
jungkook'a mı hak veriyorsunuz yoksa chaeyoung'a mı? genel olarak
jimin'i seviyor musunuz?
teori falan var mı aklınızda, bence şu şöyle gibisinden?
oy vermeyi unutmayın<3!
umarım beğenmişsinizdir,
sevgilerle, matmazel.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top