6- Saha Oyunu

bol bol yorum yapmayı unutmayın, iyi okumalar dilerim

***

Seokjin

Oyunun kurallarını biliyorsunuzdur fakat oyunu ilk defa oynayacaksınızdır. Başarılı olma olasılığınız nedir? Tam da beynimde bunu tartışıyordum.

Cızırtılı sesler gelen kulaklığa elimi götürüp onu atmayı tercih ederdim fakat bunu yapacak pozisyonda değildim. Jimin yerine gelmiş iki adam beni almak için doğrudan bana bakıyorlardı.

Şu anda başka tarafa gitmem için çok geçti. Adamlarla aramdaki mesafeyi kapattım. Kaşlarımı kaldırarak ikisine baktığımda biri konuşmaya başladı.

"Jimin, başkanı evine götürecek. Sizi almak için de bizi görevlendirdiler."

"Jimin beni almak için çıktı sanıyordum?"

"Son anda başkan kararını değiştirdi," dedi diğeri soğuk bir gülümsemeyle. Yaklaşık olarak benim boylarımdaydı ikisi de. Törenin yapıldığı binanın biraz ilerisindeydik. Bunu kullanabilirdim.

"Eve gitmeyeceğim. Başka bir planım var. Siz gidebilirsiniz." Arkamı döndüğüm sırada adamlar sandığımdan daha da sabırsız çıktı. Biri kolumu tutup beni kendine çevirdi ve arkam binaya dönükken silahı karnıma bastırdı. Namlunun soğukluğunu takım elbisemin üzerinden dahi hissedebiliyordum.

"Sana soran olmadı. Bizimle geliyorsun." Dişlerini birbirine bastırarak konuştu.

Paniklemeden yüzüme rahat bir gülümseme yerleştirdim. "Şu an karnıma bastırdığın silahı ateşlersen onlar görmese dahi sesi yayılacak ve siz benim yarı baygın bedenimi alamadan gitmek zorunda kalacaksınız. Ve hedeflediğin yerden vurursan ne yazık ki ölmeyeceğim. Eğer beni kalbimden vurmaya çalışırsan doğru yeri tahmin edebileceğini sanmıyorum, bilinenin aksine her insanın kalbinin pozisyonu santimetrelerle insan vücuduna göre değişir. Sen benim kalbimin yerini hesaplayana kadar buraya herkesi toplayabilirim. Kafama sıkmak istersen elini silahla birlikte havaya kaldırmak zorunda kalacaksın ki o takdirde elindeki silahı fark etmeleri geç olmayacaktır. Diyelim ki silahın susturucusu var. Karnıma ateşlersen bir ton hastane işiyle uğraşamazsın çünkü beni kaçırmaya teşebbüs ederken beni hastaneye götüremezsin. Şimdi," derin bir nefes aldım. "...beni güldürme de çek şu silahı."

Karşımdaki adam gülümsedi ve silahı yavaşça çekti. "Bu kadar derin düşünmene gerek yoktu, Bay Dahi. Derin düşünmek yerine daha da basit düşünebilsen keşke bizim gibi."

Tam kaşlarımı çattığım sırada dediğini fark etmem için çok geçti. Beni etere bulanmış bir bezle bayıltıp kendi kendime bayılmışım gibi saçma bir gösteri yapacağını nereden bilebilirdim ki?

***

Taehyung

"Nereye gidiyoruz?" Jennie çekingen bir sesle sordu. Hat kesildikten sonra arabayı sürmeye başlamıştım. Jennie sinirlenmem karşısında öylesine korkmuştu ki ben arabayı sürene kadar sesini çıkarmadan yanıma oturmuştu. Dakikalar birbirini kovaladıktan sonra tahmin ettiğim gibi duramamış, sormuştu sorusunu.

Alt dudağımı ısırırken yola bakarak sessizce yanıtladım. "Depoya."

"Sen eve git. Ben hallederim."

"Ben de geleceğim, Jennie."

Jennie şaşkın bir şekilde küçük gözlerini büyüttü. "N-ne?"

Jennie'ye saniyelik bir şekilde baktıktan sonra tekrar önüme bakmaya devam ettim. "Ben de geleceğim dedim."

"Taehyung, saçmalıyorsun."

"Son sözümü söyledim, Jennie. Şimdi canımı sıkma da adamlara haber ver. Depodaki silahları çıkartsınlar."

"Senin gelmene müsaade edemem!"

Arabayı durdurdum. Jennie gözlerini kırpıştırarak bana baktı. "İn arabadan. Namjoon'u arayacağım, seni eve götürsün."

"Ciddi olamazsın."

"Jennie, çeneni kapayıp işlerime bulaşmamayı mı tercih edersin yoksa defolup eve gitmeyi mi?"

Kollarını göğsünde bağlayıp dişlerini sıktı. Her sinirlendiğinde böyle yapardı. "Sür şu arabayı." Arabayı sürmeye devam ettiğimde mırıldandım. "Ben de öyle tahmin etmiştim."

"Sen sahaya ineceksen baskını kim yönetecek?"

Tek kaşımı kaldırdım. "Sahaya inmem yönetmemi engeller mi sence?"

Derin bir nefes aldı ve kolunu arabanın penceresine yasladı. "Ah, bilmiyorum. Sahaya indiğin bir dönem hatırlamıyorum. Bence..."

"Sence ne?"

"Bence baskının daha iyi yönetilebilmesi için normalde nasıl oluyorsa öyle yapalım. Ben sahaya iner ve kurallara göre işi hallederim. Sen de operasyonun beyni olur, bizim ilerlememiz için gerekli kapıları açarsın."

"Jennie, Namjoon'u aramamı ister misin?"

Kaşlarını çatıp yüzünü buruşturdu. "Tamam, tamam. Demedim bir şey."

"Güzel."

Deponun önüne geldiğimizde arabayı park ettim. Depoya doğru hızlı adımlarla ilerlerken Jennie de arkamdan geliyordu. Şifresini girip deponun kapısını açtım. Adamlarımızın çoğu depoya gelmiş ve gerekli silahları çıkartmıştı. Silahlara bakıp gülümsedim.

"Bugün büyük bir baskın yapacağız!" diye bağırdığım karşımdaki adamlara. Jennie de yanımda duruyordu.

"Şu yırtık elbiseden kurtulmak istiyorum," diye mırıldandı Jennie, elbisesinin karın bölgesindeki deliğe bakarak.

Kafamla deponun köşesini işaret ettim. "Oradan saha için kıyafetlerini al. Oyalanma, vaktimiz az." Jennie gülümseyerek başıyla onayladı ve hızlı adımlarla deponun köşesindeki odaya ilerledi.

Masanın üzerindeki dizili silahlara son kez baktıktan sonra kontrol odasına ilerledim. Hızlı bir şekilde şehrin sokak kameralarına eriştikten sonra hem Jimin'in hem de Seokjin'i geçtikleri sokaklara tek tek baktım. İkisi de farklı yerlere götürülmüştü.

Tören binasının önünde adamlarla konuşan Seokjin'in yüzüne baktım. Dediklerimi anlamış olmalıydı. Adamlarla konuşurken yüzünde rahat ve üstün bir ifade vardı.

Yine de hepsi benim hatamdı. Kaçırılma olayının olacağını son anda fark etmiş ve Seokjin'in de geç kalmasına sebep olmuştum. Daha fazla beklemeye gerek yoktu. Bu gece onu oradan alacaktım. Ona bir şey olmadan önce...

"Arabalar hazır mı, Namjoon?" Silahlara bakarken sessizce yanımdaki Namjoon'a seslendim. Başıyla onayladı. "Az önce geldiler. Tam istediğin gibi, yedi araç... İkisi Jimin'in bölgesine, beşi Seokjin'in."

Ellerimi birbirine kavuşturup dudağımı ıslattım. "Yola çıkıyoruz, millet!"

Jennie odadan çıktı. Bu kızın deri kıyafetlere bir takıntısı vardı. Siyah deri bir pantolon ve üzerine de ipli siyah bir atlet giymişti. Pantolonunun bel kısmına silah yerleştiriyordu.

"Büyük baskın... En sevdiğim," kendi kendine mırıldanırken adamlara arabalara gitmelerini söyledim ve Jennie'nin yanına doğru ilerledim.

"Jennie, Seokjin'in bölgesine gitmiyorsun."

Kaşlarını çattı ve atkuyruğu saçını savurdu. "Ne?"

"Jimin'i almaya seni göndereceğim. Merak etme, yanında iki araç olacak. Sana güveniyorum, Jen." Daha fazla bir şey demesine izin vermeden arkamı döndüm ve gülümseyerek arabalara doğru ilerlemeye başladım.

"Taehyung! Beni büyük baskına almalısın. Taehyung!"

Koşarak yanıma geldi ve hışımla konuşmaya başladı. Her sinirlendiğinde olduğu gibi yanakları kızarmıştı. "Bu adamların hepsinden daha iyi olduğumu biliyorsun! Nasıl olur da beni büyük baskına almazsın?"

"Onlardan daha iyi olman seni büyük baskına almam için kuvvetli bir sebep değil, Jen."

Önüme geçerek yolumu kesti ve gözlerimin içine baktı. "Sen beni yetersiz mi görüyorsun?"

Kaşlarımı kaldırdım. "Halbuki az önce hepsinden daha iyi olduğunu kabul ettiğimi sanıyordum?"

"Taehyung cidden saçmalıyorsun. Ben daha fazla sinirlenmeden şu şakandan vazgeç."

"Ben şaka yapmıyorum, Jennie." Jennie'yi kenara çekip yürümeye devam ettim. "Jimin'i alacaksın."

***

Seokjin'in nerede tutulduğunu biliyordum. Onun amacını da... Yoluma çıkmasına izin vermeyecektim. En azından Seokjin'i o şekilde fark etmemeliydi.

"Beş dakika sonra oradayız." Namjoon benim olduğum arabayı sürüyordu, ben de hemen yanında oturuyor ve deponun sistemini kırmaya çalışıyordum.

Ondan her şeyi beklerdim, dolayısıyla adamlarımın ve benim hazırlıklı olmamız gerekiyordu. Hazırlıklıydık da zaten. Herkesin kurşun geçirmez yeleği ve silahları vardı.

Sisteme girdiğimde derin bir nefes verdim ve gerekli kodları girdim. V sahalara iniyordu; gösterişli bir girişe ihtiyacı vardı, değil mi?

Adamlarımıza planı anlatmıştım. Deponun ön ve arka kapısı vardı ve ikisi de kapalıydı. Dikkat çekmek için ön kapıdan ses çıkararak açmaya çalışıyormuşuz gibi bir izlenim verecektik. Daha doğrusu açacaktık da... Ancak aynı zamanda arka kapının da açılmaya yüz tuttuğunu dikkatleri ve algıları ön kapıya çevrildiği için duysalar bile fark etmeyeceklerdi. Deponun yankıya müsait bir havası vardı ve bu da bizim en büyük avantajlarımızdandı.

Ön kapı önce açılacaktı ancak herhangi bir saldırı yapılmaması için arka kapıdan giriş yapıp onları kapana kıstırmış olacaktık.

Namjoon arabayı durdurunca arkamızdaki dört araba da durdu. Depo kalın duvarlarla ve ses geçirmez sistemle yapıldığı için araç sesleri içeri gitmiyordu. Bu da avantajlarımız arasındaydı.

Arabadan indim ve arkamdaki adamlara baktım. "Ön kapıya geçecekler ilerleyin. Arkadakiler benim yanımda kalsın." Ellerindeki silahlarla birkaç kişi ön kapıya ilerlerken diğer adamlarla ben de arka kapıdaki yerimizi aldık. Adamlara işaret verdiğimde herkes maskelerini taktı. Maskemi yüzüme geçirdim ve ses değiştiriciyi aktif hale getirdim. Elimdeki küçük tabletten sisteme giriş yapmıştım bile. Sistemin ışıklandırmasını etkisiz hale getirdiğimde adamlarım ön kapıyı zorlamaya başladı.

Fark etmeseler de birkaç saniye sonra arka kapı da zorlanmaya başlamıştı. Algılarıyla oynuyorduk.

Sistemin ışıklandırması kesildikten sonra maskemin mikrofonunun depo hoparlörüne bağlanmasını sağladım.

"Endişelenmeyin. V baskına geldi. Saldırmayı düşünüyorsanız endişelenebilirsiniz. Fakat teslim olmak, daha akıllıca bir seçim olacaktır."

Sözlerimi bitirir bitirmez ön kapı kırılarak açıldıktan saniyeler sonra arka kapı da açıldı. Herkes ön kapıya dönmüştü. Açıkçası şaşırmıştım, o da buradaydı.

"Adamlarına söyle silahlarını indirsin, Min Yoongi!" Yoongi arkasını dönerek keskin bakışlarıyla birlikte elindeki silahı da bana çevirdi. Adamlarım silahlarını çoktan çekmişlerdi. Elimdeki silahın namlusu Min Yoongi'yi görüyordu.

"V? Seni ilk defa sahada görüyorum." Yüzüne soğuk bir gülümseme yerleştirdi. "Her zamanki gibi korkak adamların ve onlar gibi korkak sen yüzünüzü gizlemeyi unutmamışsınız."

Başımla deponun ortasında ağzı ve elleri bağlı bir şekilde oturan Seokjin'i işaret ettim. Olanları algılamaya çalışır gibi kaşlarını çatmıştı.

"Onu bana ver. Onu bana verirsen belki sana zarar vermem."

Kaşlarını çatarak dilini şaklattı. "Sahalara inmene sebep olacak adam bu mu?" Seokjin'i inceledikten sonra tekrar bana baktı. "Ne haltını biliyor, V? Yüzünü mü gördü? Ah, yoksa adını mı biliyor?"

Cansız bir kahkaha attım. "Ne kadar da dar düşüncelere sahipsin, Yoongi."

Yüzüne ifadesiz bir ima yerleştirdi. "Onu bu kadar çok isterken neden sana vereyim ki?"

İleri doğru bir adım attığımda silahlardan birkaçı daha bana döndü.

"Çünkü,"

Bir adım daha attım.

"...zorundasın."

Yoongi'nin kahkahası depoyu doldurdu. "Hadi ya?"

Bileğimdeki ince siyah kablo titreşmeye başladığında kablonun üzerindeki tuşa dokunarak maskemin korumasını aktif hale getirdim. Bileklik herkeste olduğu için az sonra olacaklardan ben dahil tüm adamlarımın haberi vardı.

Bilek titreşti, ikinci kez ve son olarak üçüncü kez. Deponun havalandırmalarından görüşü engelleyen gazlar yayılmaya başladığında saniyeler içerisinde silah sesleri ve gazdan dolayı diğer adamların öksürük sesleri depoyu doldurmuştu.

Elimdeki silahı sıkıca tutarak Seokjin'in yanına koştum. Ne yazık ki maskesi yoktu. Öksürükleriyle geniş omzu şiddetli bir şekilde sarsılırken gözleri kapanmak üzereydi. Elindeki ipleri hızlıca çözdüm. Ardından ağzındaki bandı çıkardım.

"Seokjin, bana bak!" Ellerimle omzunu sarstım. "Seokjin!"

Silah sesleri kulağımı delip geçecek derece yankılanırken maskemi hızla çıkarttım. Seokjin hala beni görebiliyordu. Dolayısıyla yüzümü de görmüştü. Maskeyi yüzüne taktığımda derin bir nefes aldı. Ciğerlerime dolan gazdan dolayı gözlerim yaşarmaya başlamıştı. Ciğerlerimde bir yük var gibi hissediyordum ve bu yüzden öksürme ihtiyacı duyuyordum.

Kendimi zorlayarak konuştum. "Kurtarıcın buraya kadar gelmişken gözlerini kapatamazsın, değil mi?" Konuşmamı bitirir bitirmez omzum öksürüklerimle sarsılırken Seokjin ayağa kalktı ve omuzlarımdan tuttu. Yarım yamalak gülümsemeye çalışırken omzunda derin bir ağrı hissettim. Yanıyordu. Çok yanıyordu.

Refleks olarak arkamı döndüğümde daha fazla gaz solumamak için kolunu burnuna bastırmış Yoongi ile karşılaştım. Elindeki silahı bana doğrultmuştu ve yeleğimden değil, tam olarak yeleğimin bitim yeri olan omuz kısmımdan vurmuştu. Elimi yaraya bastırdığımda elime kanlar doldu.

Dişlerimi sıktığımda Yoongi şok ile bana baktı. Az önce en büyük düşmanının ondan yıllarca sakladığı yüzünü görmüştü. Başımı geri önüme çevirdiğimde kolumda birinin elini hissettim.

Seokjin değildi. Namjoon'du. "Maskeni neden çıkartıyorsun?!" Cevap verecek bilinçte değildim. Görüşümü neredeyse kaybetmiştim ve omzumdaki acı düşünmemi engelliyordu.

"Sikeyim böyle işi!" Namjoon neredeyse sürükleyerek beni dışarı çıkartırken Seokjin'i de adamlarımdan biri almıştı. Dışarı çıkar çıkmaz temiz havayı ciğerlerime çektim ve başımın dönmesiyle birlikte yere yığıldım.

"Ne bokuma çıkarttın şu maskeyi?!" Namjoon önümde dikilmiş bana bağırıyordu. Kendimde olsam ona karşılık verirdim ama pek kendimde olduğum söylenemezdi.

"Üstüne üstlük vurulmuşsun!"

Öksürüklerim biraz olsun dindiğinde yaşlı gözlerimi kaldırıp Namjoon'a çevirdim.

"Namjoon."

"Ne var?!"

Mırıldanarak konuştuktan sonra ağzımdan kan geldi. "Seni de yapacağın işi de sikeyim."

***

Seokjin

Az önce neredeyse bilincimi kaybedecekken şimdi sadece biraz başım dönüyordu. Yarım yamalak görebildiğim o dakikalarda bile V'nin yüzü aklıma kazınmıştı. Hoş, şu anda da birkaç metre ilerimde dizlerinin üzerinde duruyor ve derin nefesler alıyordu.

Kahverengi saçları dalgalıydı ve alnını kapatıyordu. Gözlerinin ise açık kahverengi büyüleyici bir edası varken dudakları kare şeklindeydi. Açıkçası yüzünü görünce şaşırmıştım. Böylesine yakışıklı birinin model ya da oyuncu olması gerekirdi. Yüzünü saklayan bir hacker değil...

Adının Namjoon olduğunu öğrendiğim kişi ise V'nin başında durmuş bağırıp çağırıyordu. Daha sonra öyle bir bağırdı ki sesi birkaç metre ilerideki benim kulağıma bile geldi.

"Lan, ağzından kan geliyor! Gelin buraya!" Adamlardan birkaçı başına toplandığında az önce dizlerinin üzerinde duran V, boylu boyunca kendini yere attı.

Hızlı adımlarla yanına gittim ve başına toplananları elimle kenara itip Namjoon'un yanına gittim. "Fazla gaz soluduğu için muhtemelen ciğerlerinde baskı yaptı ve bronşları yükten dolayı kanıyor olmalı. Kısacası hemoptizi* geçiriyor, merak etmeyin ufak çaplı bir hemoptizi. Çok riskli değil."

Namjoon kaşlarını kaldırdı. "Doktor falan mısın sen?"

Gözlerimi devirdim. "Bunları bilmek için doktor olmama gerek yok. Şimdi açın şurayı, nefes alsın." Adamlar hala çekilmeden Namjoon'a bakıyorlardı. Kaşlarımı çattığım sırada Namjoon başıyla işaret verdi. Adamlar yavaş yavaş dağılırken V'ye baktım. Ağzı kanla dolmuşken çenesine de yayılmıştı. Omzu ise vurulduğu için kan içerisindeydi.

"Gerekli ilaç verildiğinde kanama durur, ciddi bir şey değil. Ama omzundaki kurşunun bir an önce çıkarılması gerekiyor." V'nin üzerine eğildim ve siyah ceketimi çıkartarak omzuna sıkıca bağladım. Kanamasını biraz olsun hafifletirdi. Gömleğini biraz çekip çıplak omzuna baktığımda kandan ten rengi bile görünmüyordu.

"Çok kanaması var, hastaneye gitmesi gerek," dedim yüzümü buruşturarak. Gömleğini geri düzeltip ayaklandığımda Namjoon dünyadaki en saçma şeyi söylemişim gibi bakıyordu.

"Sence trilyon tane kişi tarafından aranan V'yi hastaneye mi götürmeliyim? Hastaneye götüreceğimi sanıyorsan yanılıyorsun, yazar." Soğuk bir şekilde gülümsedi. "Evde gerekli tedavi yöntemlerimiz var."

***

umarım bölümü beğenmişsinizdir,

sevgilerle, matmazel.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top