41- Sahipsiz Günahlar

herkese iyi okumalar dilerim, bol bol yorum yapmayı unutmayın.

küçük bir açıklama: (aslında büyük ama aklında soru işareti olanlar lütfen okusun)

seokjin'in önceki bölümde taehyung'a mesajdan bahsetmemesiyle ilgili çoğunuz sitemde bulunmuş. orayı tam aktaramadığımı varsayıyorum işin açığı çok farklı çünkü. biliyorsunuz ki hikayeyi olabildiğince gerçekçi yazmaya çalışıyorum, karakterlerin tepkileri olsun olaylar olsun. seokjin'in taehyung'a mesajı başta söylememesinin sebebi şu. biliyorsunuz ki yoongi seokjin'in taehyung'a mesajı bahsettiğinden haberi olacağını iddia ederek bunu kullanarak jisoo'nun hayatıyla seokjin'i tehdit etmişti. seokjin'in merak ettiği kısım şurasıydı, bu bir blöf müydü yoksa gerçekten bunu fark edebilir miydi?

seokjin aslında bunu test etmek istedi. başta taehyung'a bir şey söylemedi biliyorsunuz ki. oysaki doğrudan taehyung'un yanına gidip mesajdan bahsedebilirdi. ancak aksine bilerek bekledi. beklemesinin de karşılığını almış oldu. yoongi ikinci kez mesaj attığında bahsetme meselesini açmamıştı dahi. bu demek oluyordu ki seokjin'in bahsedip bahsetmediğini net bir şekilde bilebiliyor. seokjin bunun tam olarak nasıl olduğunu anlayamadı ama bunu ajana bağladı. eğer yoongi blöf yapıyor olsaydı ona bahsedip bahsetmediğini formaliteden sorması gerekirdi. ancak yoongi ona bunu sormayı unuttu, çünkü gerçekten de söyleyip söylemediğini anlayabiliyordu. bunu nasıl anladığını şimdi sormayın.

yani seokjin aslında bekledi, yoongi'yi test etti. korktuğu için taehyung'a söylememezlik yapmadı. gerekli bilgileri de eline aldığında taehyung'un reddetmesini umarak yanına gitti. eğer klişe bir şey olsaydı seokjin korktuğu için taehyung'a söylemezdi ve taehyung'a sorma gereği duymadan bilgilere inanırdı. ve aslında taehyung bunları yapmamış olurdu. ama öyle değildi. seokjin korkmamıştı, taehyung'a sormuştu ve taehyung reddetmemişti.

seokjin'in dahi asla bilemeyeceği gerçekleri final bölümünde üçüncü kişi ağzından anlatacağım, merakta kalmayın!

***

Bölüm 40 Özeti

Yoongi'den mesaj alan Seokjin mesajların doğru olup olmadığını anlamak için Taehyung'a sorar. Taehyung'un inkar etmemesinin üzerine Seokjin mesajların doğru olduğuna kanaat getirir ve büyük bir hayal kırıklığına uğrar. Taehyung'un hastalığından dolayı gözlerinin önünde yere yığılmasıyla Seokjin ne yapacağını şaşırmıştır.

***

Elim tamamen Taehyung'un kanına bulanmışken boğazım yanıyordu. Taehyung'un başını yavaşça zemine bırakıp kapıya koştum.

"Jennie!" Defalarca bağırdım, haykırışımı duymasını istedim. Onun gelmediği her geçen saniye umutlarım tükeniyor ve dayanma gücüm azalıyordu. Merdivenden adım sesleri gelirken doğruca Taehyung'un yanına koştum ve yanındaki cam kırıklarını elimle hızlıca başka bir köşeye yönlendirdim.

Titreyen elimi kana bulanmış yanağına götürdüm ve aceleci bir şekilde okşadım. "Taehyung, istersen dünyanın en kötü adamı ol ama seni kaybetmek benim için acıların en büyüğü. Taehyung, yalvarırım sana uyan!"

Başımı omzuna koydum ve hıçkırarak ağlarken onunla birlikte sarsıldım. "Özür dilerim, aptalın tekiyim. Seni seviyorum, özür dilerim."

Koridordan gelen hızlı topuklu sesleriyle hızla arkama döndüm. Jennie kapının önünde durmuş şaşkınca Taehyung ve bana bakıyordu. Yutkunduktan sonra titreyen elimle Taehyung'u gösterdim. "Bir şeyler yap Je-" Sözlerimi hıçkırıklarım kesmişti.

Jennie gözleri dolmuşken hızla yanımıza geldi ve önce bana sonra Taehyung'a baktı. Arkasını döndü ve ben ne yapacağını anlamaya çalışırken kitaplığa gitti. Ne yaptığını görmemiştim ama kitaplık kenara kaymış ve açığa bir asansörü çıkarmıştı. Demek ki, Taehyung'un odasındaki geçit burasıydı.

Jennie asansörün kapısını açtı ve duvardaki bir tuşa bastığında duvar ters döndü ve ortaya bir sedye çıktı. Sedye mi? Geçitte -hem de Taehyung'un odasındaki geçitte- neden bir sedye olsundu ki?

Taehyung hastaydı ve bu anın geleceğini biliyordu.

Dudaklarım şaşkınca araladığında gözlerimi Jennie'den alıp Taehyung'a döndüm. Kollarımdaki adam böyle yere yığılacağını biliyordu. Bana bağlılığını ve sevgisini gösterirken ellerimden kayıp gideceğini biliyordu. Öleceğini bile bile ortağı olmamı istemişti.

Taehyung bir ortak istemiyordu. Taehyung, yeni bir V istiyordu.

Jennie gözlerinden yaşlar akarken sanki hiç ağlamıyor gibi ciddiyetle konuştu. "Bana yardım et." Taehyung'u kaldırmak için bir koluna uzandığında düşüncelerimden sıyrılabilmek için gözlerimi kırpıştırdım.

"Ben kaldırırım," diye mırıldandım. Jennie tereddüt etse de geri çekildiğinde bir elimi Taehyung'un boynunun altından diğerini de dizinin altından geçirerek onu kucağıma aldım.

Jennie önden hızlı adımlarla asansöre gidip sedyeyi açtı. Taehyung'u sedyeye yerleştirirken gözümden akan bir damla yanağına düşmüştü. Nazikçe baş parmağımla damlayı sildikten sonra kızarmış olduğunu düşündüğüm gözlerimle Jennie'ye döndüm.

Jennie sedyenin arkasına geçti ve bana güven verici bir gülümseme yolladı. "Endişelenme, bodrum kattaki revire götüreceğim onu. Evdekilerin dikkatini çekmediğinden emin ol." Endişelenmememi söylerken bile sesi titriyordu. Gerçek acizlik bu muydu?

Cebinden bir anahtar çıkarıp bana uzattı. "Biraz özel bir revir. Bende başka bir anahtar daha var. Mahzenin sonundaki oda. Bu asansörle direkt inilebiliyor. Mahzene aşağıdan geçebilirsin, değil mi?"

Başımı hızlıca onayladıktan sonra gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim ve anahtarı hayatım buna bağlıymışçasına sıkı sıkıya tuttum. "Güzel." Sıcacık gülümsedi ve o da benim gibi gözyaşlarını sildikten sonra elini asansörün tuşlarına yöneltti.

Kapı kapanırken gözlerimi Taehyung'tan ayırmadım. Aşk böyle bir şey miydi? Aşık olduğunuz kişi ne kadar kötü olursa olsun, ne kadar sevmediğiniz şeyleri yapmış olursa olsun ona koşulsuz bir bağlılık duymak mıydı? Eğer öyleyse, aşk duyguların en tehlikelisiydi. Taehyung hayatımın en tehlikeli unsuruydu. Aynı zamanda Taehyung, hayatımın tek kayda değer unsuruydu.

İnsan elindekinin değerini kaybedecek noktaya gelmeden anlayamıyordu. İlkelerinizin, düşüncelerinizin, hayat anlayışınızın vazgeçilmez olduğunu zannederdiniz. Oysaki aşk devreye girdiğinde sizin hiçbir öneminiz kalmazdı. Ne düşüncelerinizin, ne de benliğinizin...

Yanılmıştım düşüncelerimin değişmemesi gerektiğini düşünürken. Her şeyden önemli olduklarını düşünürken.

Taehyung benim bağlı olduğum düşüncelerimden çok daha önemliydi. Kendimden vazgeçebilirdim, belki geç anlamıştım. Ama anlamıştım ya sonunda.

Taehyung için kendimden vazgeçebileceğimi anlamıştım. Taehyung benim başlangıcım, hayatım ve sonumdu. O benim hayatımın her evresinin en önemli unsuruydu.

Ona nasıl bağırabilmiştim? Kalbini nasıl kırabilmiştim? Gözleri kapanırken ondan nefret ettiğimi sanmasına nasıl sebep olabilmiştim? Taehyung ellerimden böyle kayıp gidemezdi. Onu sevdiğimi, benim için onun diğer her şeyden çok daha önemli olduğunu bilmesi gerekiyordu.

Ne ben onu böyle bırakabilirdim ne de o beni böyle. Taehyung'u bırakmayacaktım. Aşkın tehlikeli sularında çoktan boğulup ruhumu teslim etmiştim. Bedenim karanlık sularda gözden kaybolurken ben buna çoktan izin vermiştim. Zifiri karanlık huzurumu oluşturmuş, dondurucu soğukluk ise bana sonsuz bir güç bahşetmişti.

Belki aşk ruhumu öldürmüştü ama nefes aldığım süre boyunca aşkım için savaşacaktım. Bu gerçeği bir anlığına da olsa unutmam, hayatımın en büyük pişmanlıklarından biri haline gelmişti.

Kapı kapanmadan önce Jennie'nin seslenmesini duydum.

"Kavuşmanızı sağlayacağım, Kim Seokjin. Onu yaşatacağım, sadece seni öldürecek olan ajanı bul ve Taehyung için yaşa!"

***

Jennie ajanı biliyordu. Bunu bilebilmesi için Taehyung Lisa'yı bahçede azarlarken flash'tan kastının ne olduğunu anlaması gerekiyordu. Pekala açık olmak gerekirse Taehyung'un konuşmasından bunu anlayabilirdi. Diğer anlayanlar ise muhtemelen ajan olduğuna inanmamışlardı. Çünkü evdeki kimseye bir şey olmamıştı.

Bir şey olacaktı. Henüz olmamıştı.

Belki de bir şeyi bekliyordu. Doğru zamanı? Ajan için Taehyung'un yokluğu en doğru zamandı. Bunu kesinlikle başkasının bilmesine izin vermeyecektim. Özellikle de Namjoon'un.

Mahzene girince arkama baktım ve beni birinin takip edip etmediğinden emin oldum. Buraya en son gelişimde, beni takip eden Namjoon aralık bıraktığım kapıdan içeri girmişti.

Kapıyı kapattım ve mahzenlerin içine odaklanmadan hızlı adımlarla mahzenin sonuna yürüdüm. Sona geldiğimde beni oldukça büyük ve demir bir kapı karşıladı. Dayanıklı görünüyordu. Mahzenin sonundaki tek oda burasıydı.

Anahtarı deliğine soktum ve çevirdim. Demir kapıyı ittirmesi bile zorlu olmuştu. Kim bilir, Jennie Taehyung'u bu kapıdan geçirmeye çalışırken nasıl endişelenmiş ve bocalamıştı?

Derin bir nefes aldıktan sonra içeri girdim. Kapının büyüklüğü gibi içerisi de çok büyüktü. Neredeyse bir ameliyathaneyi andırıyordu. Taehyung'un boynundaki kan silinmiş, esmer ve pürüzsüz teni ortaya çıkmıştı. Çıplak göğsünde birkaç kablo vardı. Yanındaki makine yoğun bakımdaymış gibi kalp atışını ölçüyordu. Nefes takviyesi de vardı. Onu bu halde görmek umutlarımın zarar görmesine sebep olmuştu.

Durumu bu kadar ciddiyken neden bana hiçbir şey söylememişti? Beni böyle bırakıp gidebileceğini mi sanıyordu? Ben ona bağırırken gerekirse yüzüme gerçekleri söylemeli, beni kendime getirmeliydi. Onu bırakacağımı kendine ihtimal dahi edinmemeliydi.

Ben güçsüzsem o güçlü olmalıydı. Hoş, ben bu hikayenin güçsüz ve aptalıydım. O ise benim koruyucum olan şövalyeydi. Koruyucumu bu halde görmek umutlarımı kırmıştı.

Kenardaki koltukta oturan Jennie beni görünce ayağa kalktı. "Kimsenin haberi yok, değil mi?"

Başımı 'yok' dercesine olumsuz anlamda salladım. Rahatlayarak içinde tuttuğu nefesi verdi. Jennie'nin yanına ilerledim ve yanındaki koltuğa oturdum. Ben oturunca o da kalktığı yere tekrar oturdu. Gergin bir şekilde parmaklarıyla oynuyordu. Gözlerimi Taehyung'tan çektim ve dudağımı yaladım.

Cesaret edemeyerek ettiğim kısık sözlerim, etraftaki sessizlikten dolayı Jennie'nin kulağına ulaşabilmişti. "Taehyung'un neyi var?"

Jennie durdu ve ellerine kilitlendi bakışları. Donuklaştı bir an. Esmer teni soldu. Dolmaya başlayan gözlerini engellemek için gözlerini kırpıştırdı. Dudağını ısırdıktan sonra gözlerime baktı. Dudağı titrese de sorumu cevapladı.

"Beyin tümörü."

Dünyam kararıyor gibi hissettiğimde bir yerde otursam dahi mideme şiddetli bir ağrı çökmüştü, başıma giren ağrıyla birlikte gözümü sıkıca kapattım ve koltuğun kenarına elimi geçirdim.

Fısıldayıp fısıldamadığımı bile bilmiyordum. Belki de sadece beynimde yankılanıyordu bu sorum. "Ne?"

"Seokjin iyi misin?" Jennie'nin soruları beynime bulanık bir şekilde ulaşırken gözlerimi açtım ve elimi midemin üzerine götürdüm. İçinde bulunduğum şaşkınlıkla çatılan kaşlarımla Jennie'ye baktım. "Sen az önce-"

"Seokjin sakin ol," diyerek elini omzuma koydu. Titreyen alt dudağıma hakim olmak için sert bir şekilde ısırdım.

"O neden ameliyat olmadı, Jennie?" Gözlerim yanıyordu.

Jennie dudaklarına acı dolu bir gülümseme bahşetti. "İstemedi."

Ellerimle yüzümü kapattım ve gözyaşlarımın avucuma dolmasına izin verdim. O bu acıyla can çekişirken ondan kaçmış, kötü işler yaptığı için onu yargılamış ve ona karşı hissettiğim duyguları tamamıyla ona yansıtmamıştım. Neden geç olmak zorundaydı? Önemli bir şeyin farkına varmam için neden geç kalmam gerekiyordu? Bundan nefret ediyordum. Onu kaybetme düşüncesinden ölümüne nefret ediyordum.

Kendimi toparlamak adına gözlerimi sildim ve derin bir nefes aldım. "Sana sormak istediğim başka bir şey daha vardı aslında." O da benim gibi derin bir nefes aldı. "Dinliyorum, Seokjin."

Nasıl dile getireceğimi bilemiyordum. Taehyung açıkçası ona yönelttiğim soruyu bugün ne cevaplamış ne de yalanlamıştı. O anki hayal kırıklığımla beni yalanlamadığında doğrudan bunları yaptığını düşünmüştüm. Her ne kadar o haberler gerçek görünse de Taehyung direkt yalanlamadığı için ekstradan doğruluk payı yüklense de içimden bir ses Taehyung'un çok daha yumuşak bir kalbi olduğunu söylüyordu.

Öyle yapmış olsa bile ona aşıktım bu bir şeyi değiştirmeyecekti. Sadece merak ettiğim bir şey vardı. Neden ortada ters bir şeyler olduğunu hissediyordum? Jennie gerçeği biliyor olmalıydı. Ondan öğrenip bu sorudan kurtulmalıydım.

"V benim bilmediğim başka neler yapıyor?"

Jennie bariz bir şekilde gerilmişti bu soruyla. Gerçekleri tereddüt etmeden söylemesinin tek yolu bugünkü olayı biliyor olmasıydı. Jennie dudaklarını araladığında devam ettim.

"Aslında bugün Taehyung bilincini kaybetmeden önce bir şey oldu."

Jennie ilgiyle kaşlarını kaldırdı. "Ne oldu?"

"V'nin uyuşturucu alım satımı yaptığını öğrendim. İşin açığı bundan pek emin olmadığım ve doğrulamak için Taehyung'un yanına gittim. Ona bu konuyu açtığımda yalanlamaması beni çok yaralamıştı ve ona kötü şeyler söyledim." Sonlara doğru sesim kısıldığında elini sırtıma attı ve yavaşça ovaladı.

"Sakin ol, Seokjin," diye usulca fısıldadı.

"Bir terslik var biliyorum," diye inatla devam ettim.

Elini çekerken başını yana eğdi. "Anlatmamı ister misin?"

Başımla hızlıca onayladım. "Evet, duymaya ihtiyacım var."

"Pekala," diye mırıldandı ve dudağını yaladı. "Bu sırrı ilk defa bir başkasıyla paylaşıyorum. Bu sadece Taehyung ve benim aramda bir sır. Sana ne kadarını anlattı bilmiyorum. Ama ben kısaca hepsinden bahsedeceğim."

Derin bir nefes aldı ve devam etti. "Taehyung'un tek kardeşi ben değilim. Bir de ağabeyimiz vardı. Donghyun, en büyüğümüzdü. İki sene önceye kadar bu evde birlikte yaşıyorduk. Diğerleri de vardı. Bu uyuşturucu alım satım olayları gerçek, Seokjin. Adam kaçırma, adam yaralama, sırf teslimatlar güvende olsun diye işlenen cinayetler, masum insanların katli... Bunların hepsi doğru."

Kalbimin üzerine çöken ağır yükle birlikte dinç kalmaya çalıştım. Taehyung'un bunları yaptığını düşünmek-

Jennie'nin sözleri düşüncelerimi böldü. "Bunları yapan V'ydi." Yüzünde buruk bir gülümseme oluşarak bakışları gözlerime sabitlendi. "Ama V, Taehyung değildi."

Şokla dudaklarım aralandığında neredeyse bağırmıştım. "Ne?!"

"Asıl V Taehyung değildi, Seokjin. Tüm bu pislikleri yapan gerçek V, Donghyun'du. Taehyung gerçek V değil."

"V Taehyung değil mi?" Bir yanım bunları yapanın Taehyung olmadığına delicesine sevinirken diğer yanım Taehyung'un V adını alırken çektiği acıları düşünerek derin bir üzüntüye bürünmüştü.

Başını olumsuz anlamda salladı. "Değil. Donghyun V'ydi ve gün geçtikçe daha kötü şeyler yapıyordu. Yaptığı işlerin kötülüğü ne kadar çoksa doğru orantıda o kadar para geliyordu. Taehyung ve ben yoldan çıkmaması için defalarca uyarsak da hırsına yenik düşmüştü. Başta V herkes tarafından görünmez bir kahramandı. Donghyun, V'nin adını bir orospu çocuğuna çevirdi." Dudaklarına alaycı bir gülümseme yerleşti kısa süreliğine.

"Bana ve Taehyung'a eziyetler ediyordu. İkimizin de dayanacak gücü kalmamıştı. Hatta bir keresinde intihar etmeye teşebbüs ettiğim sırada-" Titreyen dudağıyla birlikte durdu. Gözlerinden bir damla yaş süzüldüğünde dışarı titrek bir nefes verdi ve devam etti. "Taehyung bunu görüp bana engel olmuştu. Ne olursa olsun hayatta kalmak zorunda olduğumu çünkü ancak bu şekilde kurtulabileceğimi söyledi. Beni daima koruyacağını asla bırakmayacağını söyledi. Ama bunlar Donghyun ölmeden önceydi."

Elleriyle oynarken -muhtemelen stresli anlarında yaptığı bir şeydi- bir süre sustu ama sonra devam etti.

"Donghyun sarhoştu ve kendinden geçmişti. Beni azarlıyordu. Taehyung onu uyarmıştı ama Taehyung'a da saldırgan bir dille konuşmaya başladı. Olay büyüdü ve sonunda hatırladığım tek şey Taehyung'un elindeki kanlı bıçak ve yerde yatan Donghyun'un cansız bedeni. Donghyun'dan her ne kadar nefret etsem de benim ağabeyimdi. Taehyung'a günlerce kırgın olsam da sonunda onu affetmiştim. Beni korumak için katil olmuştu. O da büyük bir yıkım yaşamıştı aslında. Bu yıkım düşüncelerini de etkiledi belki de. Belki de o yüzden yaşamak istemedi. Belki de o yüzden bir daha asla bana 'Daima yanında olacağım' demedi."

Gözlerimi sildim ve ayağa kalktım. "İstese de istemese de o ameliyat olacak, Jennie."

Jennie de ayağa kalktı ve Taehyung'a baktı. "Biraz onunla yalnız vakit geçirmek isteyebilirsin." Taehyung'un yanına adımladı ve elini elleri arasına alıp yavaşça sıktı.

Bana dönüp gülümsedi. "Yukarıyı ben idare ederim."

"Teşekkür ederim," diye mırıldandığımda dışarı çıktı. Kapının kapanmasını bekledim. Kapandıktan sonra bakışlarımı Taehyung'a çevirdim. Elimi dağınık saçlarımdan geçirdim ve yanına ilerledim. Köşedeki bir sandalyeyi yanına çekip oturdum.

"Taehyung..." Adını fısıldadım ve elini avuçlarım arasına aldım. Normalde her zaman sıcak olan bedeni yabancı bir soğukluğa bürünmüştü. Dudaklarımı eline bastırdım ve kısa bir süre öyle durdum. Ardından başımı ona yük yapmayacak şekilde göğsüne yasladım.

"Üşüyor musun?" Kalp atışlarını dinledim. Bana cevap vermelerini umarak. Düzenli ritimleri devam etti. Göğsüne başımı yaslayıp kalp atışlarını dinlediğimde anılar birer birer beynime hücum etmişlerdi.

Taehyung'la ilk defa aynı yatakta uyuduğumuzda sabah uyuma taklidi yaparken hızlı kalp atışları onu ele vermişti. Dudaklarımı anıların sıcaklığının verdiği bir tebessüm kapladı.

"İyi oyunculuk yapıyordun ama kalbin oyunculuk yapamayacak kadar aşıktı, Taehyung."

Derin bir iç çektim ve bir elim elini sarmışken diğeriyle omzunu sarmaladım. "Kalbinin eskisi gibi benim için hızlanmasını istiyorum, Taehyung." Sıcaklık dolu sesim tekrar titremeye başlamıştı. "Bana kızgın olsan bile senin yaşadığını görmek istiyorum."

Doğruldum ve üzerimdeki gömleği çıkarttım. Geniş yatakta yanına uzandım. "Vücut ısılarımızı dengeleyelim mi, demiştin. Bence soğumuş bedenini ısıtmam için tam zamanı."

Sıcak göğsümü soğuk olan göğsüne rahatsız olmayacağı bir şekilde yasladım. Elimle yumuşak saçlarını okşarken mırıldandım.

"Gözlerini açtığın zaman ajanı öldürmüş olacağım, Taehyung. Artık sona yaklaşıyoruz."

Gülümsedim.

***

korktuğunuzu hissediyorum, doğru mu hissediyorum?

endişelenmenizi istemiyorum, akışına bırakın ve sakin olun

hep söylediğim gibi hepinizin tatmin olacağı bir son olacak

şimdi sorulara geçelim

şu anda jennie hakkında ne düşünüyorsunuz? ve jennie asansör gitmeden önceki kurduğu cümlesinde ne demek istedi?

taehyung'un aklında neler vardı? neden ameliyat olmadı?

eveet sorularım bu kadar

sizi seviyorum sizi seviyoruuum

FİNALE SON 2 BÖLÜM!

oy vermeyi unutmayın<3!

umarım beğenmişsinizdir,

sevgilerle, matmazel.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top