34- Güvensizlik
herkese iyi okumalar dilerim, bol bol yorum yapmayı unutmayın.
***
Bölüm 33 Özeti
Şirkette çıkan acil durum sonrası Taehyung ekibi toplayarak şirkete gider. İşler yoluna girmişken Hanbin, bir sır öğrendiğini ve Taehyung'la yalnız olarak konuşmak istediğini söyler.
***
"Dikkat çektim, V." Jungkook'un sesi kulağımı doldurduğunda hızlı adımlarıyla başını eğmiş koridorda yürüyordu. Güvenlik görevlilerinin giydiği gibi üzerinde lacivert bir gömlek ve siyah bir pantolon vardı. Başına da siyah bir şapka takmıştı.
Taehyung bir telefon almıştı ve Namjoon'u acilen çağırıp birkaç adamı yanına almasını söyleyip bir yere göndermişti. Ne olduğunu sorduğumda ise önemsiz bir şey olduğunu söyleyip konuyu değiştirmişti. Açıkçası, hala merak etmiyor değildim.
Jungkook'un dikkat çekmeden çıkması içinse bodrum kattan olan personel çıkışına gitmesini söylemiştik. Üzerindeki bu kıyafetle normal çıkıştan çıkamazdı.
Bodrum kata girmeden önce söylemişti bunu. Şimdi bodrum katta hızlı adımlarla yürüyordu. Taehyung kaşlarını çattı. "Biri orada çalışmadığını mı anladı?"
"Bilmiyorum," diye fısıldadı. "Yönetim kurulundaki bir üyenin asistanı şüpheli baktı sadece. Bilmiyorum belki de fark etmiştir. O yüzden bakmadığı bir anda bodrum kata girdim, şu anda etrafta biri görünmüyor."
Belki de saçmaydı ama Jungkook'un şüpheli sandığı bakışlar aslında asistanın Jungkook'u beğenmesinden dolayı olabilir miydi? Sonuçta genç asistanların kalpleri, fethedilmeyi bekleyen zayıf kalelerden ibaretti.
Kısa süre sonra hiçbir problem olmadan Jungkook da çıkmıştı. Arabaya gelince başındaki şapkayı çıkarıp siyah bir güneş gözlüğü taktı ve arabayı eve doğru sürmeye başladı.
"Fark edilmediğine eminsin, değil mi?" diye sordu Taehyung.
Jungkook başıyla onayladı. "Çıkış kapısının arkasındaki çıkıntıda dakikalarca bekledim ama hiçbir hareketlilik olmadı. Eminim."
Eve geldiğimizde Taehyung bahçeye çıkarken ben de peşinden ilerledim. Banka oturduğunda yanına oturup yolculuk boyu aklımı kurcalayan soruyu sordum.
"Namjoon'u nereye gönderdin alelacele?"
Taehyung omzunu silkti. "Tek işim bu şirket değil, Jin-ah. İlgilenmem gereken başka kurumlar da yönetimimde."
Gözlerine dikkatli bir şekilde baktım. Yalan söyleyip söylemediğini anlayamıyordum. Çünkü ne zaman ciddi bir şey konuşsak ifadesiz maskesini takıyordu. Duygularını saklama konusunda ustaydı.
"Bana yönetim işi değil gibi geldi ama. Yönetim kararlarını Namjoon'a bırakmazsın. Onu ikimiz hallederiz. Namjoon düşüncelerimizi icraata koyan kişi olur. Düşünceleri oluşturan değil."
Dikkati dağıldığında maskesini düşürebilirdi. Bu yüzden gözlerini diktiği önümüzdeki küçük fidanı ayağımla hareketlendirmeye başladım. Sabit bakışları hareketlenmeye başladığında gözlerini kıstı. "Şu fidanla oynamayı kes."
"Sorumu cevaplamadın?" dedim sorarcasına. Bu sırada tabii ki fidanla oynamayı kesmemiştim.
Gözlerini kapattı. Maskesini düşürmemeye niyetliydi. Kaşlarımı çattım.
Güneş, ışınlarını üzerimize yönlendirince Taehyung'un esmer teni altın gibi parlamaya başlamıştı. Tatlı bir şekilde esen rüzgar yavaşça kaşlarını örten saçlarını havalandırırken konuşmaya başladı.
"Aciliyet gerektiriyorsa yönetim kararlarını tek başıma veririm, Jin."
Başımı yana eğdim. "Yani acil durumlara karar veremem. Öyle mi?"
Sinirlenmemek için derin bir nefes aldı. "Hayır. Her zaman yanımda olmayabilirsin demek oluyor bu."
"Ama her zaman yanında olacağım. Zaten her zaman yanında olmak için burada duruyorum ya."
"İstisnalar kaideyi bozmaz ama otoritesiz kaideyi bozmaz. Herkes sadece birinci cümleye odaklanır ve böylece isteğine göre kullanır. Ama önemli olan cümlenin devamıdır."
Gözlerini açtı. "Yani diyorum ki, her zaman yanımda olamazsın. Ara sıra yanımda olmadığında, bu her zaman yanımda olduğun anlamına gelmez. İstisnalar kaideyi bozar." Bakışlarını bana çevirdi.
"Her zaman yanımda olmayacaksın, Jin."
"Ömrüm boyunca önümde aşamayacağım bir engel olmadığı sürece her zaman yanında olacağım, Kim Taehyung."
Taehyung gülümsedi ve elini elimin üzerine koydu. "Öyle mi, Kim Seokjin?" Muzip bir şekilde kullandığı ses tonu büyülenmeme sebep olmuştu. Hızlıca kendime gelip elimi çektim ve kaşlarımı çattım.
"Bir gören olursa ne demeyi düşünüyorsun acaba?"
Önemsiz bir şeymiş gibi omzunu silkti ve başını geriye attı. "Sorun çıkarırsa onu öldürürüm."
Şaşkınca kaşlarımı kaldırdığımda kahkaha attı. "Şaşırınca çok komik oluyorsun."
Elimi çenemin altına koydum ve kıstığım gözlerimle Taehyung'u hedefledim. "Taehyung benim gibi nadir sinirlenen bir insanı sürekli delirtmeyi nasıl başarıyorsun? Bir anlatsana."
Arkaya attığı başını kaldırdı ve yüzüme yaklaştırdı. "Bana sinirlenmiyorsun, Jin. Tavırlarımdan etkileniyorsun. Sinirli halimden, sana iltifatlar etmemden, alaycı konuşmalarımdan... Benden etkileniyorsun ve bunu belli etmemek adına, bunu öfkelenme duygusuna çeviriyorsun. Bunu yaptığının sen bile farkında değilsin. Zaten kendini kandırabilirsen ancak beni kandırmayı deneyebilirsin."
Gözlerini kapattı ve burnunu burnuma sürttü. "Ama biliyor musun? Ben her şeyin farkındayım, Kim Seokjin."
Kendimi geri çekmek istedim ama Taehyung cazibesi buna tamamen engel oluyordu. Ben de gözlerimi kapattım ve Taehyung'un yanı başımdaki sıcaklığıyla birlikte esen rüzgarın saçlarımı okşamasına izin verdim.
Geri çekilmeden fısıldadım. "Biri görecek."
Alt dudağımı dişleri arasına alıp bıraktıktan sonra fısıldamaya başladı. "Güneş, bulunduğumuz cepheden eve vururken bu tarafa bakan tüm perdeler kapalı oluyor."
Tekrar dudaklarıma sulu bir öpücük kondurdu ve nefes nefese devam etti. "Jennie ve Jimin spor yapıyor, Namjoon dışarıda, Jungkook dışarıdaki depoda, Rosé dans çalışıyor. Herkes oldukça meşgul."
Bankta kayarak aramızdaki boşluğu tamamen kapattı ve elini enseme yerleştirip boynumu açığa çıkardı. Hareketleri düşünmemi engelliyordu ama herkesi saydığını söylese de Lisa'nın adını geçirmemişti. Bunu ona sormak istesem de şu an cevap vereceğini sanmıyordum. Boş bir zamanda ise mutlaka soracaktım.
Lisa için kötü şeyler yaşanmamış olmasını diledim.
Dokunuşları aceleci ve kesikti. Yavaş ve uzun soluklu değildi. Her an kaybedebilir gibi dokunuşları vardı. Elinde değildi. Düşünceleri beynine hakimken, reflekslerini yönlendiremiyordu.
Bana, beni her an kaybedebilirmiş gibi dokunuyordu.
Dudakları boynumu ıslatırken yutkundum. Kulağına yaklaşıp fısıldadım. "Bilmediğim şeyler mi var, Taehyung?"
Durdu ama geri çekilmedi. "Onu da nereden çıkardın?"
Geri çekilmedi çünkü ne beni bırakmak istiyordu ne de gözlerindeki bakışı görmemi istiyordu.
Gözlerimi sımsıkı kapattım ve kesik bir nefes aldım. "Sana bir şey mi olacak, Taehyung?" Bunu söylemek kalbimi sızlatmıştı.
"Sana ilk konuşmaya başladığımız günlerde bir şey demiştim, Jin."
Konuşmadığımda devam etti. "Sorularıma soruyla karşılık verilmesinden hoşlanmam."
Gülümsedim. "Bunu söylemene rağmen sorumu cevaplamıştın."
"O zaman şimdi de sen cevapla. O gün sorduğum soruyu cevapsız bırakmıştın. Cevapsız bırakma sırası bende."
Alnımı omzuna yasladım. "Beni kaybedecekmiş gibi davranıyorsun."
"Bana bir şey olmadan da seni kaybedebilirim."
Ellerini omuzlarıma yerleştirdi ve yüzüne bakmamı sağladı. "Yorgun musun?"
Ayağa kalktı ve eve doğru yavaşça yürümeye başladı.
"Akşam için enerji toplamak istiyorum ve sen de yorgun görünüyorsun. Düş peşime."
***
Evdekiler yine ortalıkta görünmüyordu. O zaman birinin bizi gördüğü söylenemezdi. Benim odama giriş çıkışlar yoğun olduğu için Taehyung'un odasına gitmiştik.
Taehyung tabii ki yine kapıyı kilitlemişti.
Şimdi Taehyung'un geniş yatağında yatıyorduk. Taehyung derken çok fark etmemiştim ama yumuşak yatağa uzandığımda aslında ne kadar yorgun olduğum beynime dank etmişti.
Taehyung beni dinlemeyip yine tişörtünü çıkarmıştı ama ilk seferde olduğu kadar sorun etmemiştim. Aslında ilk seferde de sorun etmemiştim ama...
Yanağım Taehyung'un sıcak göğsündeyken gözlerimi kapattım. "Tek gitmek zorunda mısın, Hanbin'in yanına?"
Elini saçıma daldırdı ve yavaşça okşamaya başladı. "Evet, sevgilim."
"Tek gitmesen nasıl fark edecek ki?"
"Sen bana güvenmiyor musun?"
Gözlerim açık olsa o anda mutlaka deviriyor olurdum. "Sana güveniyorum, Hanbin'e güvenmiyorum." Fısıldadım. "Tek gitmeni istemiyorum."
"Bir şey olmayacak," dedi usulca. Saçlarımın arasına yumuşak bir öpücük kondurduktan sonra derin bir nefes aldı.
"Neden tek konuşmak istedi ki?"
"Çünkü başkasının öğrenmesini istemiyor. Bu onun hayatını tehlikeye atar."
"İyi de, başkası öğrense bile senden emir almadan kimseye bir şey söylemez ki."
Taehyung bunu neredeyse duyamayacağım bir şekilde mırıldanmıştı. "Demek ki Hanbin öyle düşünmüyor."
O sırada aklıma gelen soruyu sordum. Zira unutmak istemeyeceğim kadar önemliydi.
"Lisa nerede?"
Kısa bir süre duraksadı. "Bilmen gerekmiyor."
Kaşlarımı çattım ve gözlerimi açıp bakışlarımı ona çevirdim. Onu daha rahat görebilmek için hafifçe geriye çekilip dirseğimden destek almıştım. "Ortak olduğumuzu sanıyordum."
"Bazı kararları bana bırak. Böylesi daha kolay."
Doğruldum ve bağdaş kurdum. "Daha kolay olacaksa benim işim ne, Taehyung?"
Konuşmak üzere dudaklarını araladığında devam ettim. "Yine saçmaladığımı söyleyeceksen hiç konuşma, Taehyung. Bu durum cidden canımı sıkıyor. Birbirimize benzediğimizi, omuzlarında yük olduğunu söylüyorsun. Fakat bazı konularda bırak bana danışmayı, aldığın kararın sonuçlarını bile paylaşmıyorsun. Yönetim işini benimle paylaşamayacaksan zaten sana yalvarmadım, ne olur beni kabul et diye. Bana hiç mesaj atmazdın, olup biterdi."
Hiç nefes almadan yaptığım uzun konuşmanın ardından derin bir nefes aldım.
Ciddi ifadesini takındı. "Bana yardım etmeyi kabul et ya da etme. Eninde sonunda yine burada olacaktın, Jin. Şu an karar işi canını sıkıyor olsa bile merak etme çünkü yakın zamanda bunu sorun etmeyeceksin."
"Ne demeye çalışıyorsun?"
Taehyung da doğruldu. "Ne zaman seninle güzel bir an yaşamak istesem, aklında bana güvensizliğinden kaynaklı soruların canlanıyor ve güzel olmasını dilediğim an, kavgamızla sonuçla-"
"Sana ne demeye çalışıyorsun dedim, Taehyung?!" Bağırmamla birlikte bunu beklemiyormuş gibi şaşkınca bana baktı.
Devam ettim. "Yakın zamanda bunu sorun etmeyeceksin, demekten kastın ne? Söyle artık, her şeyden habersiz yaşamaktan bıktım! Anlamıyor musun?"
"Jin ben..."
"Sürekli üstü gizli konuşup duruyorsun. Asla bana ne düşündüğünü apaçık anlatmıyorsun. Söylesene şimdi. Ben mi güvenmiyorum, sen mi?"
"Neden Taehyung'un bir bildiği vardır demiyorsun ki? Neden sürekli kavga ediyoruz, Jin? Mutlu olmak istiyorum, senin gülümsemeni istiyorum, yanımda olmanı istiyorum. Neden?"
Bakışlarını hüzün kapladığında duraksadım. Gözlerinin içine bakmamla birlikte bahçede olduğundan çok daha şiddetli bir şekilde sızlamıştı kalbim. Yüzümü buruşturarak elimi kalbime götürdüğümde başımı eğdim.
Kalbim eziliyor gibiydi sanki. Sıkıştıkça sıkışıyor ve beraberinde ciğerlerimi de kendisine çekiyordu. Derin bir nefes almaya çalıştığımda daha acılı bir sancı kalbime saplandı ve alabildiğim azıcık nefesimi de dışarı vermek zorunda kaldım.
"Jin!" Taehyung yanıma gelip ellerini omuzlarıma koyduğunda kalbimdeki sancı yavaşça dağılmaya başlamıştı.
Büyü gibiydi. Taehyung'un üzüntüsü de, varlığı da bende olağanüstü etkiler yaratıyordu.
Bir bakışıyla kalbime sancı sokabiliyor, bir dokunuşuyla rahatlamama sebep olabiliyordu. (y/n: bunu yazarken neden kalbime sancı girdi ki?)
Derin bir nefes aldım ve başım yere eğikken çarşafın üzerine düşen bir kan damlası dikkatimi çekti. Bu da neydi böyle?
Başımı kaldırdığımda Taehyung'un burnu kanıyordu. "Taehyung!"
Elini hızlıca burnuna götürdü. Çok fazla kanıyordu. Tanrı aşkına, bu da neydi böyle?!
Çarşaf kan damlalarıyla renklenirken yataktan çıktığı gibi hızlı adımlarını lavaboya yöneltti. Onu çok mu kırmıştım, o yüzden mi olmuştu? Benim yüzümden mi olmuştu? Üzmüş müydüm? Ah...
Peşinden lavaboya gitmek üzere ayaklandığımda lavabo kapısının kilitlenme sesi duyuldu. "Taehyung!"
Kapıya vuruyordum ama içeriden sadece çeşmeden akan suyun sesi geliyordu. "Taehyung bir şey söylesene!"
Suyun sesi kesildi. Dikkatlice içeriyi dinledim. "Sorun yok, Jin. İyiyim."
"Kapıyı aç," diye fısıldadığımda kilit sesi tekrar duyuldu. Kapı açıldığında karşımda bedenini görür görmez, ona sarıldım.
Adrenalin damarlarıma hükmetmiş, nefes alış verişlerimi hızlandırmıştı. Nefeslerim ensesine vururken başımı iyice boynuna gömdüm.
"Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim." Fısıldamalarım gittikçe sessizleşirken elini ensemdeki saçlarımda gezdirdi.
"Sakin ol, Jin. İyiyim ben."
Geri çekildi ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Sert değil, aksine kuş tüyü kadar yumuşak bir öpücüktü. Ardından yanağıma bir öpücük bıraktı ve elimden tutarak beni yatağa götürdü.
"Sadece uyumak istiyorum."
***
Taehyung
Bu lanet hastalığımın yansımaları şu günlerde daha da ağırlaşmıştı. En kötüsü ise bu yansımanın Jin'in karşısında gerçekleşmesiydi. Derin bir nefes aldım ve saçlarımı dağıttım. Üzülmesinden korkuyordum.
Atlatamamasından korkuyordum. Tavırlarına bakılacak olursa atlatamayacak gibiydi. Son bir şansım olurdu ama değil mi? Onu hazırlayabilirdim.
Atlatabilirdi. Jin güçlüydü. Bana ihtiyacı olmaması gerekiyordu. Bunu yapabilirdi.
Direksiyonun üzerindeki elimle belirsiz bir ritim tutmaya başladım. Hava kararmıştı ve dolunay geceye parıltılarını ekliyordu. Hanbin'in istediği gibi tek başımaydım. Her ne diyecekse öğrenecektim.
Belli ki şirketle ve benimle bağlantılı bir şey duymuştu. Başkalarının öğrenmesini istememesi ise muhtemelen durumun ajan konusuyla alakalı olmasıydı.
Arabayı deponun yanına park ettim. Koltuğun yanındaki silahı belime yerleştirdim ve üzerine ceketimi geçirdim. Yavaş adımlarımı deponun önüne yönelttim.
Yüzüme maskeyi arabadan inmeden önce takmıştım. Hanbin bana güveniyor gibi görünse de ben Hanbin'e güvenmiyordum. Ve kesinlikle yüzümü ifşa etmeyecektim.
Her ne kadar Yoongi yüzümü görmüş olsa da...
Hava oldukça soğuktu ve etraf sisliydi. Ellerimi ceplerime yerleştirdim ve burnumu boğazlı kazağıma dayadım. Çıkmadan önce Jin görmeden parfümünü sıkmıştım ve burnuma dolan tanıdık kokuyla birlikte gülümsedim.
Dakikalar birbirini kovalamıştı ama Hanbin hala ortalıkta yoktu. Bir işi çıkmış olabilir miydi? Sonuçta bir idoldü, yoğun bir hayatı vardı.
Ama işinin çıkacağını bile bile de önemli bir mesele için beni belli bir saatte çağırmazdı. Ortalıkta şüpheli bir durum vardı ve burada bulunmamın ne kadar güvenli olduğunu bilmiyordum. Elimi belimdeki silahın üzerine koydum. Bir çeşit güven veriyordu.
Biraz daha beklediğimde artık sabrım kalmamıştı. "Sikerim böyle işi," diye sinirle mırıldanıp arabaya doğru ilerledim. Bunun acısını Hanbin'den nasıl olsa çıkarırdım.
İkinci adımımda Hanbin'in gür sesi kulaklarımı doldurdu.
"Kim Taehyung!"
Şaşkınca arkama hızla döndüğümde birkaç metre ileride Hanbin'i gördüm. Adımı nereden öğrenmişti?
Ben bunu düşünene kadar açık alanda bir silah sesi yankılandı. Öylesine boş bir anıma denk gelmişti ki Hanbin'in gözlerimin önünde yere yığıldığını görmesem kendimin vurulduğunu zannetmiştim.
Arabanın kapısını hemen açtım ve elime silahımı aldım. Silah sesi, Hanbin'in olduğu taraftan gelmişti.
Çok geçmeden bir silah sesi daha duyuldu ve dikkatli bir şekilde baktığımda Hanbin'in biraz daha gerisindeki bir kişinin vurulduğunu gördüm.
Son silah sesi yakınımdan gelmişti. Sesin geldiği yere dikkatlice baktım.
Hanbin'i arkasındaki kişi vurmuştu, arkasındaki kişiyi ise gözlerimin önünde olan kişiden bir başkası vurmamıştı.
Ay ışığı saçlarına vuran Jungkook'a baktım.
Jungkook emrimi çiğneyip yanımda gelmişti. Ayağa kalktım ve keskin bakışlarımı ona doğrulttum. Yüzünde soğuk bir gülümseme oluştu.
"Herhalde seni yalnız göndereceğimi düşünmüyordun?"
***
sizce taehyung jungkook'a nasıl bir tepki verecek? minnettar mı öfkeli mi?
jungkook'un hareketi hakkında ne düşünüyorsunuz?
hah bir de hanbin, taehyung'un adını nasıl öğrenmiş olabilir?
umarım beğenirsiniz,
sevgilerle, matmazel.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top