31- Ateşle Oyun
herkese iyi okumalar dilerim, bol bol yorum yapmayı unutmayın.
çarşamba bölümünü geciktirdiğim için çok üzgünüm, yoğundum. pazar gününün bölümü yarın yayımda olacak. özür dileriiiim!
(rosékook bölümüdür, isteyen atlayabilir. yanlış anlaşılma olmasın, smut ya da ilişkileri olan bir bölüm değil. sadece bölümde ağırlıklı olarak jungkook ve rosé olduğu için rosékook yazdım.)
***
Bölüm 30 Özeti
Seokjin, Jimin'i Taehyung'a olan ön yargıları konusunda büyük ölçüde ikna eder. Bu sırada Seokjin, Jennie ve Jimin'in ilişkisini öğrenen Taehyung'u da sakinleştirmek zorunda kalmıştır.
***
Aşağıya indiğimizde ortalıkta bir kahvaltı yoktu. Taehyung bir şeyler zırvalayıp ortadan kaybolduktan sonra mutfağa girdim. Namjoon mutfaktaydı ve bir şeyler atıştırıyordu.
"Masada neden bir şey yok."
Gözlerini devirdi. "Beyimiz çok sinirlenmiş olmalı. Kendi ellerimle ona bir şeyler hazırlamamı ister mi?" Bu alaycı ifadesine anlamsız bir bakış attığımda yüzüne ciddi bir ifade yerleştirip devam etti.
"Jennie odasında olduğuna göre bir kahvaltı masası beklemiyorsun herhalde."
Jennie olmadığı için mi hazırlanmamıştı? Tam olarak anlayabildiğim söylenemezdi. Bilmiyorum, belki de bir saygı ifadesi falan? Hayır, öyle düşününce de çok saçma geliyordu.
Dalgın dalgın baktığımı fark etmiş olmalı ki derin bir iç çekti. "Jennie yoksa kahvaltıyı kim hazırlayacak asalak?!"
"Ne?!" Kahvaltıyı Jennie mi hazırlıyordu. Şokla büyüttüğüm gözlerime 'Sen ciddi misin?' der gibi baktı.
Omzunu silkti ve ağzına bir kraker daha attı. "Ne sanıyordun? Evde hizmetçiler dolandığını falan mı? Ya da dışarıda adam vurmaya eğitimli kişilerin gelip kahvaltı masasını hazırlamasını mı?"
"Yani bu eve bizden başka kimse girmiyor demek mi oluyor bu?"
"Eve kimse girmiyor tabii ki. Taehyung'un katı kurallarından biridir bu. Taehyung'a sizi alırken bu yüzden bu kadar çok kızdım. Eve yabancı insanlar almak-" Gereksiz fazla konuştuğunu anlamış olmalı ki susup krakerleri yemeye devam etti.
Buzdolabına yöneldim ve içi tıka basa dolu olmasına şaşkın olarak içini incelemeye başladım. "Kimse bir şey yemedi mi?"
Başını olumsuz anlamda salladığında içeri Rosé girdi. Sinirden gözleri dönmüş gibi görünüyordu.
***
Rosé
"Ben açım ve kahvaltı yok mu? Yoksa gözlerim bana oyunlar mı oynuyor?"
Namjoon umursamaz bir şekilde omzunu silkip "Gözlerin doğru görüyor," diye mırıldandı. Bir hışımla Namjoon'u kurulduğu tezgahtan çekip buzdolabından gerekli malzemeleri çıkardım. İş başa düşmüştü. Açken gözüm kimseyi görmüyordu.
Namjoon onu ittirmeme söylenirken çatık kaşlarımla ona baktım. "Hem size şurada bir şeyler hazırlamaya çalışıyorum hem de söyleniyorsun!"
"Senin gibi bir manyağın yemeklerimize zehir katma ihtimaline de söylenmiş olabilirim." Elimde tuttuğum bıçakla bir anda arkamı döndüğümde Seokjin şokla gözlerini büyüttü.
"Manyak mısınız siz?!" diye bağırıp Namjoon'u biraz daha geriye çekti. "Manyak olan Namjoon bence. Saçma sapan teoriler uyduruyor kafasında."
Seokjin oflayarak yalvarır bir ses tonuna büründü. "Rosé cidden çok açım, birilerinin konsantreni bozmasına izin vermeden en kısa sürede şu kahvaltıyı hazırlayabilir misin?"
Elimdeki bıçağı sallarken korkutucu olduğunu umduğum -ama muhtemelen Namjoon için korkutucu olmayan- bir bakışla Namjoon'a baktım. "Bakarız."
Seokjin yaka paça Namjoon'u dışarı çıkardığında tebessüm ettim ve cebimdeki mp3 çaları çıkarıp kulaklığımı taktım. Taehyung telefonumu hala vermemişti ve bu beni çıldırtıyordu. Bir şarkı açtım ve şarkıyı hafifçe mırıldanarak kahvaltıyı hazırlamaya başladım.
Şu anda sadece kendim istediğim için kahvaltıyı hazırlıyordum. Psikopat Taehyung ve yandaşçısı Namjoon'un iyiliği için değil.
Kahvaltısının bitmesine az kalmışken şarkının en güzel yerindeydim ve daha yüksek sesle mırıldanıyordum. Domatesleri de kesince tabağa koydum ve arkama döndüm.
Arkama döner dönmez, siyah tişörtlü bir bedenle göz göze gelmemle elimdeki bıçağın beyaz tenini hafifçe kesmesi bir olmuştu. Başımı kaldırıp yüzünü buruşturmuş Jungkook'a baktım. "Jungkook!" Elimdeki bıçağı tezgaha atıp kesilmiş tişörtüne ve ardındaki kanlı tenine baktım.
Bir adım geriye çekildi ve elini göğsüne götürüp başını eğdi. "Sorun yok," diye fısıldadı.
Şaşkınca kaşlarımı kaldırdım. Resmen şoka girmiştim, sesimi alçaltamıyordum. "Ne demek sorun yok Jungkook?!"
Kaşlarını çattı. "Bağırma. Ciddi bir şey yok." Az önce resmen bıçakla göğsünü kesmiştim ve bu çocuk ciddi bir şey olmadığını söylüyordu. Eğer yaralı olmasaydı muhtemelen kafasına vururdum.
Tezgaha yaklaşıp üzerindeki tişörtü çıkardı ve masaya koydu. Gözlerimi kaçırarak elimi kolumu nereye koyacağımız bilemez bir şekilde havada sallamaya başladım. "Pansuman etmemiz gerekiyor," diye mırıldandım.
Kafasıyla yukarıdaki bir dolabı gösterdi. "Şu dolaptaki mavi kutunun içinde bir bez ve oksijenli su olacak. Bezi ıslatıp verir misin?" Dişlerini sıkarak konuşuyordu ve acı çektiği her halinden belli oluyordu.
Hızlıca dolabın yanına gittim ama uzanmaya çalışsam da açamıyordum. "Jungkook açamı-"
Cümlemi bitirmeme kalmadan yanıma gelip dolabı açmak üzere kolunu kaldırdı. Kolunu kaldırmasıyla birlikte alt dudağını ısırıp kolunu hızlıca geri indirdi. Arkasına dönüp masanın yanındaki sandalyeyi ayağıyla yanıma çekti. "Şununla çık," diye fısıldadı.
Sandalyeye çıkıp dolaptakileri aldım ve suyu beze damlattım. Bez ıslanınca Jungkook elimden aldı ve kanlı yarasını temizlemeye başladı. Vücudunu ilk kez görmüştüm ve vay canına... Cidden iyi bir vücudu vardı. Kasları ben buradayım diye bağırıyor falan olmalıydı.
Jungkook bakışlarımı fark etmiş olmalı ki önce bana sonra da vücuduna baktı. Bu hareketini fark etmemle birlikte gözlerimi kaçırdım ve neyse ki o da dalga geçecek bir şey söylemedi. Yarasını silmeyi bitirince bana bakmadan sessiz bir şekilde konuştu. "Bakma öyle, sadece sıyırmış."
Bezle yarasının üzerine bastırarak dolaba uzandı. Yüzünü buruştursa da eline pansuman için gerekli şeyleri aldı. Elindekini hafifçe havaya kaldırdı. "Bunu sırtımdan sarıp yapıştırabilir misin?" Başımla hızlıca onayladım ve bandajı elime aldım. Göğsünden başlayarak sırtına yöneldim.
"Siktir. Ne oluyor lan orada?"
Boyum kısa olduğu için kapıdan muhtemelen Jungkook'un çıplak bedeni görünüyordu ve arkam dönük olduğum için elimdeki bandaj da görünmüyor olabilirdi. Bu ses şüphesiz ki Jimin'e aitti.
Şokla gözlerimi büyütüp arkama döndüm. "Ağabey!"
Benim dönmemle birlikte Jungkook da arkasını döndü. İfadesiz bakışlarıyla kısa bir süre Jimin'e baktıktan sonra eliyle göğsünü işaret etti. "Kardeşin açtığı yarayı kapatıyor, izninle."
Jimin kaşlarını çattı. "Açtığı yara?"
Başımı yere eğdim. "Kazayla oldu." Jimin hızla yanımıza gelip beni yana ittirdikten sonra eline bandajı aldı. "Ne problemin varsa kardeşimle değil benimle hallet, Jeon."
Bandajı sert bir şekilde dolayıp göğsüne vurduğunda Jungkook yüzünü buruştursa da bağırmadı. Jimin ona son kez sert bir şekilde baktığında beni bileğimden tutup dışarı yöneldi. Durdu ve tehlikeli bir şekilde gülümsedi.
"Ha bu arada..." Arkasına döndü ve Jungkook'a baktı. "...Rosé'yi etkilemeye çalışmayı kes."
Erkekler erkek dilinden anlardı. Yani Jimin haklı mıydı? Jungkook beni etkilemeye mi çalışıyordu? Yoksa Lisa'yı sevmiyor muydu? Şaşkınca kaşlarımı kaldırdığımda Jimin beni çekiştirerek oradan uzaklaştırdı.
Jungkook beni seviyor olabilir miydi?
***
Hazırladığım kahvaltıyı evdekiler yedikten sonra hızlıca topladım ve Jennie'nin odasına gitmek üzere üst kata çıktım. Kapıyı açtığım anda yatağın başında duran Jimin'i görmemle birlikte afalladım. Sadece otursa belki daha az şaşırırdım ama...
Jennie ve Jimin öpüşüyor muydu? Tanrı aşkına!
"Ağabey?!"
"Siktir!" Jennie bağırıp Jimin'i hızlıca itince Jimin yere düştü ve Jennie dağılmış saçını toparlamaya çalıştı. Kendine gülümsemeye zorlarken hiçbir şey olmamış gibi bir ifadeye büründü. "Rosé?"
Yüzümde derin bir gülümseme oluşurken kahkaha atmaya başlamamla birlikte, 'Bu kız delirdi mi?' bakışlarına maruz kalmıştım.
Jennie ve Jimin sevgiliydi, beni bundan daha çok ne mutlu edebilirdi ki?! Cevaplıyorum: Jungkook ile sevgili olmamız. Her neyse şimdi bunu sorun etmemeliydim. Jennie, yengem oluyordu!
Elimle onları işaret ederken sevinçten sesimin yüksekliğini kontrol edemiyordum. "Siz sevgili misiniz?"
Jimin başını hızlıca iki yana sallarken "Kapatsana şu kapıyı!" diye bağırdı. Bağırmasına tırsarak kapıyı kapattım. Ama şaşkın görüntüsünü görünce keyfim tekrar yerine gelmişti.
Jimin bakışlarımı fark edince yerden kalktı. "Sandığın-"
"Gibi." Jimin'in sözlerini Jennie keserek tamamlamıştı. Kaşlarımı kaldırdım. "Yani siz çıkıyor musunuz?!"
Jennie sırıtarak başıyla onayladı. Jimin gözlerine inanamaz bir şekilde bir bana bir Jennie'ye bakıyordu. Ardından bana döndü ve kaşlarını çattı. "Biraz daha bağır da tüm ev halkı duysun, tamam mı güzel kardeşim?"
Gülümsedim. "Taehyung manyağına duyurup bu güzelim ilişkiyi mahvedeceğimi sanıyorsan yanılıyorsun, yakışıklı ağabeyim."
Jimin eliyle başını ovalamaya başlayınca kıkırdadım. "Bu aramızda bir sır. Sadece az sonra, bir şirkete stajyer olarak girmek için görüşmeye gideceğimi söyleyecektim." Jennie bu haberi duyunca içten bir şekilde gülümsedi.
"Artık duyduğunuza göre sizi yalnız bırakabilirim." Bir şey demelerine izin vermeden hızlı bir şekilde odadan çıktım ve şirkete gitmek üzere aşağı indim.
Dışarı çıktığım anda bana Namjoon eşlik etti. Uğurlamak gibi bir niyeti yoktu tabii ki de, belli ki Taehyung göndermişti onu. Siyah kapıdan geçtiğimiz anda Namjoon biraz önümde durarak, sanki kaçmamı engeller gibi bir kolunu önüme getirdi.
Gözlerimi devirerek kolunu kenara ittim. Kaşlarını çatsa da bu hareketime bir şey demeyip önümüzde duran siyah arabanın arka kapısını açtı ve geride durdu. Şaşkın bir şekilde ona baktım. Ne yani, Namjoon her ihtimale karşı benimle gelmeyecek miydi?
Arabaya binerken "Sen gelmiyor musun?" diye mırıldandım. Kapıyı kapatmadan önce başını eğdi ve fısıldadı. "Senin gibi bir cadalozun sorumluluğunu üstümden attığım için çok mutluyum. Artık başkalarının başına bela olursun." Kapıyı kapattığında kaşlarımı çattım. Kimin başına bela olacaktım ki? Yani benim gibi tatlı ve masum bir kız, nasıl bela olabilirdi ki?
Araba hızlı bir şekilde yola çıkıp döndüğünde ağzımdan ufak bir çığlık kaçtı. Pencereye yapışınca korkarak ayaklarımı biraz kendime doğru çektim. "Yavaş sürsene be!" Aynadan Jungkook'la göz göze gelmemle birlikte sertçe yutkundum. Ben Jungkook'a değil, Jungkook bana bela olurdu bir kere.
Kaşlarımı çattım. "Beni öldürmek için arabayı böyle sürüyorsun herhalde."
Tehlikeli bir ifadeyle sırıttı. "Arabada ben varken sence seni öldürmek için kaza yapar mıyım, Rosé?"
Gözlerimi devirdim. "Doğru tabii, canın değerli." Benimle daha fazla muhatap olmamayı seçip arabayı aynı hızda sürmeye devam etti. Açıkçası heyecanlıydım, bunca zaman sonra ilk defa bu evden uzaklaştığım için. Tekrar özgür olmanın nasıl bir his olduğunu tadabileceğim için mutluydum. Her şeye rağmen mutlu olabiliyordum. Çok tuhaftı.
Benimle Jennie'nin de gelmesini istemiştim ama rahatı yerinde olmadığı için gelememişti. Yine de bugünün tadını çıkarmayı umdum.
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum ama şirketin önüne gelmiştik. Jungkook şirketin önündeki güvenliğe sessizce bir şeyler söylerken ne dediğini duyamamıştım ama ne söylediyse güvenlik itaatkar bir şekilde başıyla onaylayıp otopark kapısını açtırmıştı.
Taehyung'un yanına gidene kadar hiçbir şeyi fark etmiyordunuz. Sadece bir hacker olarak gördüğünüz Taehyung'un ellerinin nerelere kadar uzandığını bilmiyordunuz. Aslında en tahmin etmediğiniz yerde bile, söz hakkı olduğunu anlayamıyordunuz.
Araba durduğunda kapıyı açacaktım ki Jungkook benden önce inip kapımı açtı. Namjoon'un evden çıkarken yaptığı gibi, Jungkook'un hareketi de nezaket değil sorumluluk taşıyordu. Somurtarak arabadan indim.
Havalar tam olarak ısınmış değildi hala bazı günler soğuk geçebiliyordu. O yüzden altımdaki kot şort ve üzerimdeki belimi açıkta bırakan kısa kollunun üzerine dizlerime kadar uzanan bir ceket almış ve kemerini bağlamıştım. Aynı zamanda dans edeceğim için de kot şort ve kısa kollu seçmiştim.
Jennie'nin bana verdiği formu doldurup onlara vermiştim. Geleceğimi, kim olduğumu, hangi şarkıyı seslendirip hangi şarkı için dans edeceğimi biliyorlardı.
Her ne kadar onlara yeteneklerimi gösterebilme şansım olduğu için mutlu olsam da onların bunu ilgili bir şekilde izlemeyecek olmaları beni üzüyordu. İlgili izlemeyeceklerdi çünkü çoktan seçilmiştim. Torpilli sayılırdım, Taehyung'tan dolayı. Yeteneklerime değil bağlantılarıma bakacaklardı. Yine de bir umut sesimi duymalarını ve dansımı görebilmelerini umut ettim.
Jungkook bir yere kaçmamam için tam olarak yanımda yürüyordu. Hoş, kaçma teşebbüsünde bulunsam bile daha iki adım atamadan Jungkook beni yakalardı. Kaçmaya çalışacak kadar salak değildim.
Bekleme salonu gibi bir yere geldiğimizde görevli bir kız, Jungkook'a birkaç soru sordu. Jungkook ciddiyetle soruları yanıtlarken, kız neredeyse gözleriyle Jungkook'u yiyip bitirmişti.
Kaşlarımı çatıp oturduğum yerden kalktım ve Jungkook'un yanına gittim. Kolundan çekiştirdiğimde kaşlarını çatarak bana döndü. "Daha bekleyecek miyim?" Tatlılık yapmaya çalışır gibi dudaklarımı büzerken Jungkook neden böyle davrandığımı sorguluyordu kendince. Şaşkınca dudakları aralanmıştı. Kız ise ona vermeye çalıştığım mesajı çoktan anlamıştı.
Jungkook'un yerine, dudağını düz bir çizgi haline getirmiş olan kız sorumu yanıtladı. "Ben de tam sizin gelmenizi isteyecektim." Eliyle kapıyı işaret ettiğinde gözlerimi kısarak gülümsedim ve önden yürüdüm.
Kapısı kapalı olan stüdyoya baktım. Şirketin sahibi ve birkaç kıdemli kişi muhtemelen içeride oturuyordu. Derin bir nefes aldım. Jungkook yanımda durdu ve kulağıma doğru eğildi. "Seni izleyeceğim. Berbat etmezsin, değil mi?"
İstemsizce gülümsedim. Cevap vermek üzere ona döndüğümde bana gülümsediğini gördüm. Jungkook... Jungkook gülümsüyordu. Jungkook bana ilk defa gülümsüyordu.
Gülümsemesi gözlerimi alıyordu. Yüzlerimizin ilk defa bu kadar yakın olması, ayrı bir meseleydi. Daha önce görmediğim, yanağındaki yara izini gördüm. Gülümsemesiyle birlikte çıkık olan elmacıkkemikleri daha da ortaya çıkmıştı. Daha önce hiç görmediğim dudağının kenarındaki gamzesi ona apayrı bir hava katıyordu. Bu görüntüsünü çekmek ve ömrüm boyunca saklamak istedim. Zira, hayatım boyunca, ne zaman bakarsam bakayım beni her seferinde mutlu edecek tek görüntüydü.
O kısacık süren saniyeler beynimde çok daha uzun sürmüşken her şeyin sonu olduğu gibi onun da sonu vardı. Beni güçlendirmek ister gibi elini omzuma götürüp hafifçe sıktı ve dışarıdan izlemek isteyenler için ayrılan köşeye geçti.
Kalbim, sanki kendi içinde büyük bir kutlama yapan sevinçli insanları barındırıyordu ve onların attığı her sevinç nidası kalbimin hızlı atışlarını oluşturuyordu.
Kalbimdeki bu hız, bir yandan bende her şeyi yapabileceğimi hissettiren bir güç yaratmışken diğer yandan her an patlayabilirmiş gibi göğüs kafesimi sıkıyordu. Derin bir nefes almaya çalışsam da bu kesik bir nefesle sonuçlandı. Bedenimin her yanından güçlü bir akım geçiyormuş gibi hissettiriyordum.
Aşk böyle mi hissettiriyordu? Size sonsuz bir güç bahşediyor ama bir yandan da sizi tehdit mi ediyordu? Aşk ateşle oynamak gibiydi. Oynamayı bilene sonsuz bir güç verirdi, ancak yenileni de yakar ve kül ederdi.
Ya ben ne olacaktım?
Sonsuz gücün sahibi mi olacaktım yoksa birkaç tutam küle mi dönüşecektim?
Jungkook'a aşık olmak ateşle oynamaya benziyordu.
***
gerçekten geciktirdiğim için çook özür dilerim bebeklerim
rosé ve jungkook'un ilişkisini de bu bölümle yansıtmak istedim
ha bu arada ajan meselesi hala çözülmüş değil, unutmayınııız
o konu için ileriki bölümlerde sizi çokça gelişmeler bekliyor:)
bir de size sormak istediğim birkaç soru var,
rosé'nin jungkook'a olan sevgisinin bir hoşlantı mı yoksa bir aşk mı olduğunu düşünüyorsunuz?
jungkook'un rosé'ye ilgi göstereceğini düşünüyor musunuz?
oy vermeyi unutmayın<3!
umarım beğenirsiniz,
sevgilerle, matmazel.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top