20- Katil

herkese iyi okumalar dilerim, bol bol yorum yapmayı unutmayın.

bu arada gerçekten beğendiğim bir bölüm oldu, umarım siz de çok çok beğenirsiniz<3.

***

Seokjin

Gözlerimi araladığımda en son nerede uyuduğumu bilmemekle birlikte kesin olarak bildiğim bir şey vardı ki yatağımda uyumamıştım. Yatağıma geldiğimi hatırlamıyordum. En son Taehyung'un üzerime kapıyı kilitlediğini hatırlıyordum sadece.

Buraya nasıl gelmiştim o zaman? Uyanıp kendim gelmediğime göre... Taehyung?

Yüzümü yıkayıp dağılmış saçlarımı toparladım. Üzerimi değiştirdikten sonra alt kata indim. Rosé ve Taehyung masadaydı. Arkamda adım sesleri duyduğumda topuklularından Jennie olduğunu anladım. Ah, atladığım bir nokta vardı. Bu evde Rosé'den sonraki tek kız Jennie değildi. Lisa da vardı.

Masaya gidip her zamanki yerime oturduğumda benden sonra gelenin Lisa olduğunu gördüm. Sarı uzun saçlarını salık bir şekilde bırakmıştı ve sabah sabah dudağına kırmızının canlı tonunda bir ruj sürmüştü. Masadakilere gülümsedikten sonra diğerleri gibi sessizce yemeğini yemeye başladı.

Çok geçmedi ki Jennie de geldi. Küçük bir sorun vardı. Benim için küçük onlar için büyük, diye düzeltsem daha doğru olurdu tabii ki. Lisa, Jennie'nin yerine yani benim karşıma oturmuştu. Jennie keskin bakışlarını Lisa'nın üzerinde gezdirirken Lisa tüm bunlardan habersiz sessiz bir şekilde yemeğini yemeye devam ediyordu. Taehyung, Jennie'nin bakışlarını fark ettiğinde Jennie ile göz teması kurarak oturması için benim yanımı işaret etti.

Jennie sanki Taehyung ona hiç bakmamış gibi bakışlarını tekrar Lisa'ya çevirdi.

"Orası benim yerim, Manoban."

Lisa sakin hareketlerle bakışlarını Jennie'ye çevirdi. "Peki," diye mırıldandı ve sandalyesini geri çekip ayaklanacağı sırada Taehyung Lisa'yı kolundan tuttu. "Kalkmana gerek yok, Lisa." Ardından elini çekmeden Jennie'ye döndü. Başıyla az önce gösterdiği yeri gösterdi. "Orası boş, Jennie." Sesi her ne kadar sakin çıksa da bakışlarıyla Jennie'yi resmen azarlıyordu.

Lisa hakkında önyargılarım vardı. Açıkçası o kadar şey üstüne Jennie bunu dedikten sonra kavga çıkar diye tahmin etmiştim. Fakat Lisa kavgaya izin vermemiş gayet sakin ve anlayışlı bir şekilde oturduğu yerden kalkmaya yeltenmişti. Taehyung Lisa'nın iyi biri olduğunu düşünüyordu. Neden onun düşüncelerine güvenmemiştim?

Ah, tüm bunları bir kenara bırakalım. Gözlerim Taehyung'un Lisa'nın kolunda duran elinde takılı kalmıştı. Neden bir an önce elinin Lisa'nın kolundan ayrılmasını istiyordum ki? Tutsa ne olurdu tutmasa ne olurdu ki sanki?

Jennie uzunca bir süre Taehyung'a meydan okur gibi baktığında Lisa oturduğu yerde rahatsızca kıpırdandı. Taehyung'a bakıp konuşmaya başladı. "Jennie oraya oturmak zorunda değil, Taehyung. Kalkabilirim, sorun değil. Aksine buraya oturmakta hatalı olan kişi benim." İzin ister gibi bir koluna bir de Taehyung'a baktı. Taehyung, elini Lisa'nın kolundan çektiğinde içimde tuttuğum nefesi derin bir şekilde dışarı vermek yerine yavaşça vermeyi tercih ettim. Taehyung çaprazımda otururken duyma ihtimali olasıydı tabii.

Elini çekse de kararlı bakışlarını sürdürüyordu. "Jennie oturur musun artık?"

Jennie sinirden dişlerini sıkarak isteksiz bir şekilde oturdu. Lisa, Jennie'nin oturmasından sonra pek bir şey yemeyip tabağını karıştırdı. Taehyung'a yaklaştım ve fısıldayarak konuştum. Eğer düşündüğüm şey ise diğerlerinin duymasını istemiyordum çünkü.

"Odamda uyandım?" dedim sorarcasına. Yüzü önüne dönükken kulağına yaklaştığım için bana dönerse bir problem olabilirdi. Ben tam bunu aklımdan geçirdiğim sırada yüzünde sinsi bir sırıtışla bana döndü. Dudaklarımız arasında neredeyse santimetreler varken tedirgin bir şekilde hızlıca geri çekildim ve masadakilere baktım. Neyse ki hepsi tabaklarıyla uğraşıyorlardı.

Dudakları düz bir çizgi halini aldı. "Yani?"

"Beni çalışma odana kilitledin, Taehyung. Odamda uyuma ihtimalim kaç sence?"

Omzunu silkti. "Zaten odanda uyumadın ki." Ardından ağzına bir peynir parçası attı ve çiğnerken dikkatle gözlerime baktı. Bakışlarımı kaçırdım. Ne demeye çalışıyordu? Son zamanlarda onunla konuşurken oldukça zorlandığımı hissediyordum. Sürekli gözlerimi kaçırma hissiyle dolup taşıyordum.

"Odamda uyumadıysam odama nasıl gittim, Taehyung?"

Herhalde kucağıma aldım demeyecekti ya.

"Uyandırdım seni, gittin. Niye sordun?" Senin götürdüğünden şüphelendim gibi saçma bir şey söylesem gün boyu benimle dalga geçeceğine emindim.

"Hiç, odamda uyanınca merak ettim." Sanki düşündüğümü tahmin etmiş gibi yüzünde alaycı bir gülümseme oluştu. Çok aldırmadan geri çekildim. Uyandığımı hatırlamıyordum. Herhalde kafam fazla bulanıktı.

Masada gözlerimi gezdirdim. Jimin hala ortalıklarda yoktu. Uyanamamıştı herhalde. "Rosé."

Saçını kulağının arkasına yerleştirip bana döndü. "Efendim?"

"Jimin nerede?"

"Bilmiyorum, bugün hiç görmedim."

Kahvaltı bittikten sonra Taehyung iş konuşmamız gerektiğini söyleyip çalışma odasına gitmem gerektiğini söyleyince önce Jimin'in odasına uğrayacağımı söyledim. Kahvaltı bitmişti ama hala ortalıkta yoktu.

Kapısını tıklattım ama içeriden ses gelmiyordu. "Jimin?"

Birkaç kere daha tıklattım. Sonuçta girmeden önce kapıyı tıklatmıştım. Kapıyı açıp içeri göz attım. Uyuyordu. Saat ona geliyordu ve hala uyuyordu. Normalde uyanamayan biri olsa anlardım ama ilk defa uyanamadığını görüyordum. "Jimin?"

Yanına gittim ve omzundan dürttüm. Olduğu yerde birazcık kıpırdandı. Uyandığını belli edecek şekilde nefes alış verişlerini düzenini kaybetse de gözlerini açmamıştı. "Ne oldu?" diye mırıldandı belli belirsiz.

"Ne mi oldu? Sabah oldu kalksana."

Homurdanarak arkasını döndü ve yorganı üzerine biraz daha çekti. "Sabah olduğunu ben de anladım."

"Ee kalksana o zaman," diyerek yorganı çekiştirdim ama sanki hayatı buna bağlıymış gibi kendini yorgana dolamıştı.

"Uykum var, git başımdan Seokjin."

"Geç mi uyudun sen?"

"Uyku tutmadı," diye mırıldandı ve yatakta biraz daha büzüldü.

"Peki, sen biraz daha uyu o zaman. Bir şey lazım olursa yukarıda Taehyung'un çalışma odasındayım. Tamam mı?"

Yatakta hızlı bir şekilde doğrulup çattığı kaşlarıyla bana baktı. Dağılmış saçlarıyla korkunç görünüyordu. Dahası morarmış göz altları çok daha korkunçtu. Çığlık atmamak için ağzımı kapatıp bir adım geriledim. "Bu hal ne?!"

"Halimi boş ver sen. Siz baya sık görüşmeye başladınız şu Taehyung ile."

Elimi ağzımdan çektim ve saldırısına karşılık savunma yapmak için dudaklarımı araladım. "Herhalde konuşacağız, Jimin. Şu şirketin olayları bitmiyor."

Jimin çattığı kaşlarını hiç bozmadan üzerine daha da dikkatli bir ifadeyle gözlerimin içine baktı. "Neden ona yardım ediyorsun?"

"Ne?"

"Neden ona yardım ediyorsun, diye sordum. Gayet de basit bir soru. Ne çıkarın var mesela?"

"Bir çıkarım yok," dedim sessizce.

Alaycı bir ifadeyle güldü. "O halde neden ona yardım ediyorsun?"

"Çünkü bana ihtiyacı var."

Şaşkınlıkla ağzını araladı ama bu alaycı bir şaşkınlıktı. "Demek sana ihtiyacı var. Abarta abarta diyor ya, Kore'nin en büyük hacker grubunun lideri diye. Kore'deki en iyi hacker'ın sana ihtiyacı mı var? Öyle mi ha?"

Bir şey söylemeyip ciddi bakışlarımı sürdürdüm.

"Sen dahi falan değilsin." Alaycı gülümsemesi silinirken yerine katı bir ifade geldi. "Aptalın tekisin, Kim Seokjin."

"Bana ihtiyacı olduğunu söyledi ve ben de yardım ediyorum, bu kadar Jimin. İşi saçma sapan yerlere vurma."

"Söylesene, amacı neymiş hiç sordun mu? Neden bir şirketi batırmaya çalışıyormuş, polisler neden peşindeymiş? Sahi Seokjin, bu adam ne yaptı da polisler peşinde? Birini mi öldürdü, yoksa hırsızlık mı yaptı? Belki de bir katliam gerçekleştirmiştir ha?"

Bilmiyordum. Neden arandığını ya da amacının ne olduğunu? Güvenmiştim ona. Sorgusuz sualsiz. Bilmem, neden böyle yaptığımı bilmiyordum. Ama Jimin'in öldürmek ve katliam kelimelerini kullandığında tüylerimin ürperdiği gerçeğini atlayamazdım.

Onu hayal ettim. Üzerine başkasının kanı bulaşmış şekilde, elinde bir bıçakla, dudaklarında her zamanki sinsi gülümsemesi... Tek bir farkla, vahşi bir gülümsemeydi bu. Gözlerimin önündeki bu görüntüyü silmek ister gibi başımı yavaşça iki yana salladım.

Hayır, o bir katil değildi.

"Onun bir katil olmadığını nereden biliyorsun?"

Bana katil olduğunu söyledi. Taehyung bana katil olduğunu söyledi. Ve ben onu dinlemedim. Ciddi miydi sahiden? Ben bir katile mi yardım ediyordum?

Jimin'in yüzünde tekrar aynı gülümseme oluştu. "Hadi beni yalnız bırak da o katile yardım etmeye devam et."

Sözleri ürpermeme sebep olmuştu. Hiçbir şey söylemeden odadan çıktım. Çünkü biliyordum ki bir şey desem de içimdeki bu soğuk şüphe yok olmayacaktı. Aksine o konuştukça daha da derinleşecekti.

Boğazıma bir şey takılmış gibi hissediyordum. Sertçe yutkundum ve yukarı kata çıktım. Ellerim buz gibi olmuştu. Biraz da üşüyordum. İnce gömleğimi çekiştirdikten sonra içeri girdim. Namjoon da içerideydi. Yine laf sokma çabalarına girişecek ise hiç çekemeyecektim.

Namjoon'un karşısına oturduğumda Taehyung da masasında oturuyordu. Namjoon ikimize de baktıktan sonra durumu anlatmaya başladı.

"Hanbin dün akşam bize ulaştı. Cinayeti kendisinin yaptığını doğruladı. Eh tabii başkanı ben öldürdüm diyerek değil de dediğimi yaptım şeklinde doğruladı. Ses kaydına alma ihtimalimize karşı öyle konuştu. Her neyse, şirketi satın almamızı istiyor. Şu anda şirketin başkanı yok ve şirkette ciddi anlamda hisse kavgası var. Ölen başkanın iki tane oğlu varmış. Vasiyetini henüz yazmamış ve o yüzden ortalık karışık. Birisi önceki ölen karısından, diğeri de hayatta olan karısından. Dolayısıyla ikinci oğlunun daha çok destekçisi var ama anladığım kadarıyla pek sevilen biri değilmiş. Korku imparatorluğu yani. Hanbin diğer büyük varisçinin kazanması olanağının düşük olduğunu o yüzden şirketi bir şekilde satın almamız gerektiğini söyledi. Aksi takdirde başkanın ölmesi tamamen boş yere olmuş olacak. Oğlunun ondan bir farkı yok."

Taehyung düşünceli bir şekilde elini çenesinde gezdirdi. "Bizim çıkarımız ne bundan?"

Namjoon gülümsemeye başladı. "Para."

Taehyung tek kaşını kaldırınca Namjoon devam etti. Taehyung muhtemelen sadece para çıkarını yeterli bulmamıştı. "Aynı zamanda böylece Güney Kore'nin en iyi olduğu sektörlerden birinin de hakimi olmuş olacaksın. Unutma ki ülke gelirinin çoğu burada dönüyor. Gittikçe talepleri de artıyor. Bana kalırsa büyük bir fırsat."

"İki oğlunu da hisse savaşlarından uzak tut, Namjoon. Bir şekilde oyala. Şu anda şirketin geçici temsilcisi kimse gözünü boyayacak bir anlaşmayla karşısına geç ve kimse ne olup bittiğini anlamadan hallet bu meseleyi. O küçükler ayağıma dolanmasın, sakın."

Ayağına dolanırsa ne yapacaktı? Öldürecek miydi onları? En fazla yirmilerinde olmalılar oysaki. Ellerim daha da üşümeye başlamıştı.

"Seokjin?"

Taehyung'un kalın sesiyle harmanlanmış adımı duyunca durgun bakışlarımı ona çevirdim.

"Sen ne düşünüyorsun bu konuda? Bir şey söylemedin." Şüpheci bakışlarını üzerimde gezdirdi. Konuşmak için isteksizce dudaklarımı araladığımda Taehyung bakışlarını benden ayırmadan henüz başlayamadığım sözlerimi kesti.

"Namjoon bizi yalnız bırak." Namjoon bundan rahatsız olduğunu belli eden tavırlarıyla dışarı çıktı. Taehyung oturduğu yerden kalktı ve yavaş adımlarla yanıma gelip masanın üzerine oturdu. "Anlat."

Başımı yukarı kaldırdım ve daha rahat bakabilmek için arkama yasladım. O kadar yakınıma oturmuştu ki bacakları dizlerime değiyordu. "Neyi anlatayım?"

"Kafan karışık. Bir şeye takılmışsın. Neye takıldın? Onu anlat diyorum."

"Sana öyle gelmiş," diye mırıldandım.

Taehyung'un sinirle çene kasları gerildiğinde aynı şekilde ben de gerilmiştim. Jimin haklı olabilir miydi bir şekilde?

"Kes zırvalamayı, Jin. Anlat dediysem anlat şunu."

Daha fazla içimde tutamazdım bunu. Yoksa büyüdükçe büyürdü ve başa çıkamazdım. En iyisi, yılanın başını küçükken ezmekti.

"Tüm bunları neden yapıyorsun?"

Anlamadığını belirten bir şekilde kaşlarını çattı. "Tüm bunlar derken?"

"Beni kaçırıyorsu-"

"Sana ihtiyacım olduğu için ve başın darda olduğu için seni kaçırdım. Belki başta kaçırmak tanımına uyuyordu yaptığım ama daha sonra gitmene izin verdiğimi ve senin de kalmayı seçtiğini hatırlıyorum." Eğildi ve gözlerimin içine baktı. Bu sefer fısıldayarak konuşuyordu. "Sence de hala kaçırmak diyebilir misin buna?"

"Sana katil değilsin dediğimde neden reddettin? Neden kabul etmedin, neden evet katil değilim demedin, Taehyung?"

"Ne alaka şimdi bu?" Rahatsız olduğunu belli edecek şekilde arkasına yaslanıp ağırlığını önce sol eline sonra sağ eline verdi.

Bakışlarımı kaçırdım. "Demek istediğim," tekrar bakışlarımı ona çevirdim. "Daha önce hiç birini öldürdün mü?"

Bir süre sessiz kaldı ve şaşkın bir şekilde bana baktı.

"Jin..."

"Sen katil misin, Taehyung?"

"Jin gerçekten nereden aklına geldi şimdi bu?"

Bu soruma şimdi cevap alamayacaktım muhtemelen. Sabırsızca diğer soruma geçtim. "Baştaki soruma gelelim. Tüm bunları neden yapıyorsun? Bir şirketi batma noktasına getirdin, dahası-"

Omzunu silkti. "O şirket zaten batıyordu. Ben sadece işleri hızlandırdım. Ve şimdi de o şirketi kurtarıyorum."

"Bir hacker'sın ama silah kullanan adamların var. Polis senin peşinde. Sahi, polis neden peşinde Taehyung? Sen ne yaptın? Ne yaptın da ben bunları bilmeden sana yardım ediyorum?"

"Ne yaptığımdan sana ne, Seokjin?"

"Ben sana yardım ediyorum, Taehyung. Senin suç ortağın sayılırım."

"Sayılmazsın, zaten öylesin."

Sinirli bir şekilde kaşlarımı çattım. Artık sabrım taşıyordu. "O halde ne yaptığını nasıl bilmeyebilirim söylesene?!"

"Çünkü bilip bilmemen bir şeyi değiştirmeyecek. Sonunda yine bana yardım etmeye devam edeceksin."

Şüpheyle ona baktım. "Buna neden bu kadar eminsin? Beni o kadar iyi tanıdığını mı düşünüyorsun? Bir olay karşısında, hem de bu kadar önemli bir olay karşısında ne tepki vereceğime bu kadar emin misin cidden?"

"Evet, eminim. Seni tanıdığımı söylemiştim, Jin."

"Ama ben seni tanımıyorum."

"Ne önemi var?"

"Ne önemi var derken? Kendin söyledin, senin suç ortağınım. Suç ortakları birbirlerini tanır değil mi? Tanımadığım birine neden yardım ediyorum Taehyung? Ne önemi var diyorsun, o zaman benim burada olup olmamamın ne önemi var?"

"Jin gerçekten yeter. Gittikçe daha da saçmalıyorsun ve ben sıkılmaya başladım. Ne yaptığımı kurcalamayı kes artık."

"Öğrenmemden mi korkuyorsun, Taehyung?"

Bir şey söylemedi ve öylece gözlerimin içine baktı.

"Neyden korkuyorum biliyor musun, Jin?"

Ağırlığını ileri doğru verip üzerime eğildi ve koltuğa neredeyse yapışmama sebep oldu. Neyi, diye soracak halde bile değildim. Neyse ki ben bir şey demesem de konuşmaya devam etti.

"Deli gibi korkuyorum. Beni bırakmandan, bu evden gitmenden deli gibi korkuyorum. Bir gün uyandığımda bu evde olmayacaksın diye, bir gün gitmek isteyeceksin, benden nefret edeceksin diye... Çok korkuyorum, Jin. Bana olan güvenin bir gün sona erecek diye. Sana olan sevgimi önemsiz göreceksin diye... Sana aşık olduğumu görmeyeceksin diye, beni sevmeyeceksin benden sadece korktuğun için burada kalacaksın diye... Evet Jin, tüm bunlardan delicesine korkuyorum." Alaycı bir şekilde gülümserken hayatımın en şaşkın anlarından birini yaşıyordum.

Gözleri dolmuştu. Taehyung ilk defa karşımda bu kadar savunmasızdı.

"Ben katilim, Jin. Benden nefret edecek misin? Ben birini öldürdüm. Elimdeki bıçağı kalbine sapladım, Jin. Benden nefret ediyor musun? Kanı üzerime bulaştı. Ben..."

Sol gözünden bir damla yaş süzülüp benim yanağıma damladı.

"Ben öz ağabeyimi öldürdüm, Jin. Artık benden nefret ediyor musun?"

***

ayayay kalbim duracak aaay

böyle bir şey bekliyor muydunuz?

ah ah daha neler öğreneceksiniz!

oy vermeyi unutmayın<3.

umarım bölümü beğenmişsinizdir, 

sevgilerle, matmazel.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top