16- Aşk Üçgeni

herkese iyi okumalar dilerim, bol bol yorum yapmayı unutmayın.





***

Bölüm 15 Özeti

Hanbin'in tehditi üzerine Taehyung Hanbin'i öldürmeye karar verir fakat Seokjin ona karşı çıkar ve Hanbin'in yapacaklarını beklemeleri gerektiğini söyler. Depoda Seokjin ve Taehyung'un anlaşmazlığı sonucu yaşanan tartışmadan sonra beklenmedik bir şekilde Taehyung ve Seokjin yakınlaşmıştır.

***

Jennie

Seokjin ve Taehyung eve döndüklerinde saat gece yarısına yaklaşıyordu. Evde Jimin ile yalnız olduğum için evde soğuk rüzgarlar estiğini söyleyebilirdim. O odasından hiç çıkmamıştı. İşin aslı ben de hiç çıkmamıştım ama su almak için mutfağa indiğimde o da mutfaktaydı ve su almaya gelmişti.

Ben mutfağa girdiğimde kalçasını tezgaha yaslamış bir elinde boş su bardağını sallarken diğer eliyle saçlarını karıştırıyordu. Zamanı durdurmak ve onu öylece kapının önünde dikilip incelemek isterdim. Onun yüzünden incinmişken duygularımı bastırıyordum, bir de üstüne onu incelemekten bahsediyordum. Gerçek bir çift kişilikli olmalıydım, başka açıklaması olamazdı.

Benim mutfağa girdiğimi gördüğünde pozisyonunu bozup bardağı tezgaha koyduğu gibi yavaş adımlarla mutfaktan çıkmıştı. Yaklaşık dört-beş saat boyunca evdeki tek karşılaşmamız böyle olmuştu. Onu görmek bile beni incitiyordu. Gün geçtikçe daha da saçmalıyordum. Onu görmemek en iyisiydi ama aynı evde yaşarken bu pek mümkün olmuyordu.

Kendim gibi davranmıyordum ve bundan nefret ediyordum.

Seokjin ve Taehyung eve geldiğinde Taehyung hızlı adımlarla önden girmiş, kimsenin yüzüne bakmadan doğruca odasına gitmişti. Yüzünde her zamanki ifadesizliği vardı ama onu tanıyordum. Her ne kadar kapalı bir kutu gibi olsa da onunla geçen onca yılım boşuna değildi.

Hızlı yürümeyi severdi, garipsediğim nokta bu değildi. Sinirli olduğunda ya da olumsuz hissettiğinde normalde kontrollü olan hızlı adımları kontrolsüzleşiyordu. Bir adımını daha hızlı ve kısa atarken bir sonraki daha uzun ve daha yavaş olabiliyordu. Dengesiz... Derin düşündüğünde dengesini sağlayamazdı. Etrafına bakmama sebebi de kendi içine kapanıp delicesine düşünmekti. Kafasına taktığı bir mesele vardı. Yoksa Hanbin işinde bir terslik mi olmuştu?

Taehyung ile şu anda konuşmam doğru olmazdı. Sakinleşmesini beklemeliydim. Taehyung yukarı çıktıktan yaklaşık bir dakika sonra kapıdan Seokjin girdi. Dalgın görünüyordu. Taehyung'un aksine yüzü direkt belli ediyordu. Belki de saklama çabası yoktu.

Dikkatini çekmek için elimi önünde salladım. "Seokjin!"

Gözlerini kırpıştırıp bana baktı. Taehyung'un az önce yukarı çıktığı merdivene kaçamak bir bakış attım. "Hanbin işinde bir problem mi oldu? Taehyung gergin görünüyordu," dedim sorarcasına. Önce boynundaki kaslar gerildi, daha sonra gözlerini kaçırdı. Bir şey olmuştu ve bana söylemiyordu. Kavga mı etmişlerdi? Ayrı ayrı gelmelerine bağlayacaktım bunu ama Taehyung gerginken gözü kimseyi görmezdi ki.

"Önemli bir şey yok. Sadece bu konunun üzerinde çok durduğu için biraz gerilmiş olabilir," dedi hızlıca ve konuyu orada kapatıp odasına gitmeye yeltendi. Kolundan sıkıca tutup onu durdurdum ve önüne geçtim. Sert görünmek adına kaşlarımı çattım.

"Taehyung kolay kolay gerilmez, Seokjin. Bu kadar süredir yanındasın ve en azından sakin bir yapısı olduğunu fark etmen gerekiyordu. Onu az da olsa tanıyorsam şu an bu evi yakıp yıkabilecek kadar gergin." Gözlerini kırpıştırdı. Bunları dememi beklemiyor gibiydi. Zaten bu tepkiyi vermesi de kısa sürmüştü. Duygularını saklamayı öğreniyor muydu? Ah, ikinci bir Taehyung vakası istemiyordum!

"Dediğim gibi başka bir mesele olmadı. Hanbin meselesinin de çok sağlıklı geçtiğini söyleyemem." Derin bir nefes aldı ve başını ovuşturdu. "Şu anda yorgunum ve istersen sana yarın anlatabilirim," diye mırıldandı.

Ellerimi belime yerleştirdim. "Pekala ama kesinlikle anlatacaksın." Başıyla usulca onayladı ve merdivenlere yönelip yukarı yavaşça çıkmaya başladı.

***

Neredeyse gece boyu uyuyamamıştım. Bir sola bir sağa dönüp kıvranıyordum ama olmuyordu. Jimin'in davranışları aklımdan çıkmıyordu. Düşünmekten aklımı yitireceğimi düşündüğüm sırada penceremden içeri usulca süzülen güneş ışığıyla gözlerimi kıstım.

Saatlerdir bu konu üzerinde düşünmek beni zihnen yormuştu. Hoş, uyumadığım için bedenen de yorgundum ama. Günün ilk ışıkları odama girdiği sırada uyku da beni nihayet kolları arasına almıştı.

Uyumam üzerinden çok geçmemişti ki Rosé'ye ait olduğuna emin olduğum tiz bir sesle ve üzerimdeki ağırlıkla uyandım. Gözüme taktığım siyah bandı çıkarmaya çalışırken bildiğim ne kadar küfür varsa sıralıyordum.

"Sikeyim seni Rosé! Ne bok yiyorsun üzerimde?" Nihayet göz bandımı çıkarabildiğimde ölümcül bakışlarımı yatağımın yanına devrilmiş olan Rosé'ye yönelttim. Salak kız...

Az uyuduğumda çok huysuz oluyordum ve Rosé kesinlikle olabilecek en huysuz anıma denk gelmişti. Dudaklarını büzdü. "Sadece seni uyandırmaya çalışıyordum."

Üzerimdeki yorganı fırlatıp bağırıp çağırmaya devam ettim. "Yalnızca iki saattir uyuyordum!"

Yataktan kalkıp perdeleri çekmek için balkon tarafına yöneldi. "Yalnızca iki saattir uyuyabilecek bir psikopat olduğunu nereden tahmin edebilirdim ki?"

Kaşlarımı kaldırıp arkası dönük olan Rosé'ye baktım. "Rosé senin beyninden alıp fiziğine mi vermişler?"

Omzunu silkti ve derin bir iç çekti. "Hayır. Mantığımdan alıp duygularıma vermişler."

"Ne?"

Bu da ne demek oluyordu? Bu salak kız birinden mi hoşlanıyordu yoksa?

"Neden öyle dedin?" diye sordum ve ayağa kalktım.

Bana döndü, yüzünde ilk defa bu kadar umutsuz bir ifade görmüştüm. Belki yerini bilmez huysuz bir kızdı ama bir çocuğa ait olabilecek kadar saf bir kalbi vardı. Onun içinde küçük bir kız çocuğu yaşıyordu. Pekala açık olmak gerekirse bu gıcık ve şımarık hareketlerinden nefret ediyordum. Hadi ama dayanılmazdı! Yine de onun küçük kalbinin kırılmasını istemezdim. Kıracak birine de izin vermezdim.

Ve aşk mı? Aşk insanın kalbini paramparça ederdi. Onun küçük kalbi paramparça olacaktı. Dayanamazdı. Henüz yüzündeki o ifade bile... Neredeyse Rosé'ye evladım muamelesi yapacaktım.

"Düşündüğüm şey değil." Duraksadım ve başımı hafifçe yana eğdim. "Değil mi?"

Yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. "Tabii ki de hayır." Seni amatör yalancı!

Yalan söylediğine göre şu an ne yapsam da anlatmayacaktı. Elbet bir gün bunu benimle konuşacaktı. Konuştuğu gün ise onun patlama noktası olacaktı. Bunları biliyordum ama şu anda elimden bir şey gelmezdi.

"Pekala, o zaman aşağı kahvaltıya in; ben de birazdan gelirim. Olur mu?" Başıyla onayladı ve yavaş adımlarla kapıya doğru ilerledi. Umarım düşündüğüm kişilerden biri değildi.

Rosé buraya geldiğinde bir sorun yoktu. Geldikten sonra olmuştu. Buradan biriydi.

Ama hangisi?

Biraz daha kendime geldikten sonra üzerimi değiştirdim ve aşağı indim. Kahvaltı için bahçeye gittim ve yine her zamanki gibi o soğuk rüzgarların estiği kahvaltı masası beni karşıladı. Herkes sadece yemeğini didikliyordu. Bu sefer herkes...

Gün geçtikçe buradaki herkes bitiyordu. Gözlerimin önünde hepsi yok oluyordu. Buna ben de dahildim. Birbirimizi yok ediyorduk. Bunun sebebi başkası değil, bizlerdik.

Beni yaralayan da buydu.

Her zamanki yerime geçtim. Bu sefer kahvaltı masasındaki soğuk havadan bahsetmeyecektim. Ne beni dinleyen olacaktı ne de bu havanın dağılmasına sebebiyet verecektim.

Jimin'i biliyordum. En azından neden böyle olduğunu... Taehyung ve Seokjin'e ne olduysa onlara da dün olmuştu. Cidden şaka gibiydi. Taehyung böyle çocuksu davranışlar sergileyecek biri değildi. Yani en azından bir anlaşmazlık olduğunda kahvaltı masasında yemeğini didikleyecek biri değildi.

Biliyordum. Farkında değildi ama biliyordum. Seokjin onu kırabilirdi. Onu kırabilecek sadece iki kişi vardı. Biri ben ve diğeri Seokjin.

Onu kırmış mıydı?

Taehyung kırılsa bile belli etmezdi. Böylesine bozulduğunu belli edecek ne olmuştu? Ne onun kalbini böylesine parçalamıştı?

Eğer kalbiniz kırıldıktan sonra iz kalmasını istemiyorsanız mutlaka onu kıran kişinin onarması gerekirdi. Bir başkası onardığında yaranız kapanırdı ama oradaki iz asla silinmezdi.

Aynı bende olduğu gibi... Jimin kalbimi kırmıştı ve Taehyung onarmıştı. Ama Jimin'in izi duruyordu. Kendisi onaracağı güne dek duracaktı. Yani sonsuza kadar...

Dolayısıyla ben Taehyung'un kırılmış kalbini onarsam dahi Seokjin bir müdahale etmediği sürece o iz kalacaktı. Bu adamlar bize neden zarar veriyordu? Bizim tehlikeli olduğumuzu düşünüyorlardı. Ama kalbi yaralananlar bizdik. Kalbinde iz kalanlar bizdik.

Ancak sadece bir tane terslik vardı. Hepimiz gibi yemeğini didikleyen küçük Rosé... Belki kalbinde yara yoktu ama hasar almasına az kalmıştı. Hem de bizim tarafımızdan. Bu adamlar değil, bizden biri onu yaralayacaktı. Bir an önce kim olduğunu bulup buna engel olmam gerekiyordu.

Sadece birkaç kişiye karşı hassas olanlar ve tamamen bünyesi hassas olanlar olarak insanlar ikiye ayrılırdı. Taehyung ve ben birinci gruptaydık. Rosé ise ikinci grupta. İnsanın hassaslığı ise iki türlü olurdu. Kırıldığında kendi içine hapseden ve dikenlerin olduğu korumasız yolunda ilerlemeye çalışanlar, bunun yanında ise kırıldığında içine bile hapsedemeyeceği kadar küçük kalbiyle dikenlerin olduğu yolda hareket bile edemeyenler. Rosé'nin küçük kalbi taşıyamazdı, içine hapsedemez dışarı yansıtırdı. Aslında böyle olan insanların çoğu dışarıdan huysuz görünürdü. Rosé'nin bu kadar huysuz görünmesinin nedeni ne buydu. Küçük kalbi...

Ben bunları düşünürken zaman akıp gitmişti. Taehyung masadan kalktı ve hiçbir şey söylemeden bahçeden çıkıp eve girdi. Hiçbir şey yememişti. Küçük bir çocuğu azarlar gibi onu bu konuda uyarmayacaktım. Ama bu hareketleri beni üzüyordu. Bakışlarımı tabağımdan kaldırıp karşımdaki iki adama çevirdim.

İkisi de aynı şekilde tabaklarındaki yemeği didikliyordu. Taehyung kalktıktan sonra Seokjin'in kasılmış boyun kasları gevşemişti. Neden? Neden Taehyung çevresindeyken geriliyordu?

Dün ciddi bir şey olmuştu. Bu onların ilişkisini nasıl etkileyecekti? Hep böyle birbirlerinin yüzlerine bakmayacaklar mıydılar? Yoksa aralarında bir patlama mı gerçekleşecekti? İkisinin davranışları da tahmin etmek çok zordu.

Ben ikisine bakarken Jimin bir anda bakışlarını kaldırıp ıskalamadan gözlerimi yakaladı. Uzun uzun baktı. Ben de uzun uzun baktım. İkimizin yüzlerinde de bakışlarında da bakıştığımız sürece bir şey değişmedi. Saniyeler öylesine geçmişti ki göz bebeklerinde kendi yansımamı görebiliyordum. Göz altları hafifçe morarmıştı ve beceriksizce kapatmaya çalışmıştı.

Dağınık saçlarının birkaç tutamı alnına dağılmıştı. Hatta saçları biraz uzamıştı, kaşlarının daha da altına uzuyorlar ve kirpiklerine değiyorlardı.

Gözlerindeki yansımama odaklandım. Gözleri öylesine derinlerdi ki kendimi sonsuza kadar uzanan canlı bir aynaya bakıyormuş gibi hissettim. Elim çenemin altındaydı ve halüsinasyona girmiş gibi ona bakıyordum. Neredeyse gözlerimi kırpmıyordum.

Ne kadar sürmüştü? Birkaç dakika, birkaç saniye ya da birkaç salise? Hiçbir fikrim yoktu. Tüm algılarım kapanmıştı. Ta ki dudaklarını birbirine bastırıp ayağa kalkana kadar. Gözlerim çok kısa bir süre aynı yere baksa da hızlıca kendimi toparlayıp önüme döndüm. Ne Rosé ne de Seokjin fark etmişti.

Şu sıralar Jimin ile aramızda çözemediğim garip bir ilişkimiz vardı. Tuhaf bir şekilde soğuktuk. Sanki yıllardır yakındık da soğumuştuk. Halbuki şurada tanışalı kaç gün olmuştu? Ay bile değil. Sadece günle hesap edilebiliyordu.

Yıllardır tanışıyormuş gibi davranıyorduk. Tuhaftı. Hem ikimiz hem de ilişkimiz... Tuhaftık.

Eve doğru ilerledi. Ya bu soğukluk çözülecekti ya da birbirimizin yüzünü bir daha görmeyecektik.

Başka yolu yoktu.

***

Günün bitmesine az kalmıştı ama Hanbin her ne yapacaksa hala yapmamıştı. Blöf mü yapıyordu? Yoksa haberi henüz bize gelmemiş miydi?

Akşama kadar odamda cs:go oynamıştım. Pişman değildim. Sebepsizce sinirimi bu oyundan çıkarıyordum. Gerçek hayatta yapamadığım şeyleri burada yapıyordum sonuçta. Jimin'in vücudunu taramak gibi...

Oyunu o kadar uzun süredir oynuyordum ki artık gözlerim sulanmaya başlamıştı. Bilgisayarı kapatıp gözlerimi ovuşturdum ve kirpiklerime yayılan gözyaşlarımı sildim.

Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım ve acısını dindirmeye çalıştım. Göz altlarıma kesinlikle krem sürmem gerekiyordu. Göz altlarımdaki damarların ortaya çıktığına yemin edebilirdim.

Lavaboya gidip göz altlarımı ovalayarak krem sürdüm. Taehyung aralarındaki soğukluk konusunda ağzını açmazdı biliyordum. Yine de bir umut Seokjin'le konuşacaktım. Hem saat sekiz civarlarındaydı. Sakinleşmiş olmalıydı. Ya da en azından biraz daha unutmuş?

Odamın kapısını açmamla birlikte Taehyung'la yüz yüze geldim. Sorar bir şekilde tek kaşımı kaldırdığımda yüzü gülüyordu. Barışmışlar mıydı yoksa? Taehyung öyle çok gülen biri değildi ama şu anda gözlerinin içi gülüyordu. Ya Seokjin'le barışmışlardı ya da imkansız derecesine mükemmel bir haber almıştı.

"Ne oldu?" diye sordum konuşmaması üzerine.

"Akşam yemeği hazırlıklarını hızlandır, Jennie. Hatta Jungkook ve Namjoon'un da olacağı büyük bir sofra hazırlat. Tam sekiz kişilik." Yan gülümsemesi sürerken kaşlarımı çattım.

"Diğer kişi kim?" Taehyung ne haltlar çeviriyordu.

"Manoban. Manoban döndü, Jen!"

Öyle bir çığlık atmıştım ki tüm koridor inlemişti. "Ne?!" Lisa'dan nefret ediyordum. Oldum olası da nefret etmiştim. Ekibimizin diğer üyesiydi. Saha adamı, Lalisa Manoban. Jeon Jungkook'un aşık olduğu tek kadın. Lanet olası, salak Jungkook! Lalisa Jungkook'un ona aşık olduğunu biliyordu. Bilmesine rağmen farkında değilmiş gibi davranıyordu. Onu sevmiyordu. Ama salak Jungkook Lalisa onu sevse de sevmese de ona aşıktı. Ondan nefret etse de... Çünkü ona aşıktı. O gözü kör bir aptaldı.

Lalisa iki sene önce gittiğinden beri Jungkook çok daha iyiydi. İşine daha iyi konsantre olabiliyordu. Lalisa gitmeden birkaç hafta önce bir operasyonda Jungkook sırf Lalisa'yı korumak için kendi hayatını tehlikeye atmıştı. Fark edip erkenden müdahale etmeseydim, Jungkook şu an değmeyecek bir kız için toprağın altındaydı.

Lalisa'nın dikkatsizliği Jungkook'un hayatına mal olacaktı. O zaman engel olmuştum. Ama aynı şey tekrar gerçekleşirse bu sefer Lalisa Manoban'ı kendi ellerimle öldürürdüm.

Aramızda Lalisa'yı tek sevmeyen bendim. Sadakatsiz olduğu için falan değildi. O kızın umursamaz tavırları, Jungkook'un gözünü boyaması beni çıldırtıyordu.

Taehyung da Lalisa'yı severdi. Kendisine sadakat duyan herkesi severdi. Ah cidden... Tamam belki sevinebilirdi, Lalisa en iyi adamlarından biriydi. Ama yine de Lalisa'yı sevmiyordum.

Taehyung tepkim üzerine ağzımı kapattı. "Hazırlıkları hızlandır dedim. Yarım saat sonra burada."

Ne bok yemeye dönmüştü?! Giderken yurtdışında huzurlu bir hayat yaşamak istediğini söylemişti oysaki. Hoş, o dediğinin bile doğru olduğunu düşünmüyordum. Bir haltlar karıştırmıştı. İşleri bitince de geri dönmüştü. Ama ne yapmıştı? Onu bilmiyordum.

Daha fazla bir şey dememe izin vermeden hızlı adımlarla aşağı kata indi. Arkasından şaşkın gözlerle bakıyordum ki yanıma Rosé geldi.

"Neden öyle bağırdın?"

Şaşkın ifademi dağıtıp yerine sinirli ifademi koydum. Lalisa ile soğuk savaş olan günlerimiz geri dönüyordu demek.

"Eski biri geliyor," diye mırıldandım. İlgiyle kaşlarını kaldırdı. "Eski biri?"

"Lalisa Manoban."

Kaşlarını çattı. Anlamaya çalışıyordu. "Lalisa Manoban da kim?"

"Ekibimizin eski üyesi. İki sene önce gitmişti ve geri dönmüş. Bu akşam geliyor." Gözlerimi devirerek en nefret ettiğim cümleyi ekledim. "Jungkook'un sevdiği kız."

İlgiyle bakan gözleri anında durgunlaşıp sabit bir şekilde bakmaya başladı. Birbirine bastırdığı dolgun dudakları hafifçe aralandı. Yüzü bir anda beyazladı. Gözlerini bile kırpmadan gözlerimin içine baktı.

Hayır. Hayır, lütfen düşündüğüm şey olmasın.

Jungkook, Rosé'nin sevmesi gerektiği son kişiydi. Aralarında onu en fazla kırabilecek kişi Jungkook'tu.

Bu evde aşk üçgeni göreceğim günler de mi gelecekti?

***

aşk üçgeni de kattım maşallaah

bu arada hanbin sizce blöf mü yapıyordu? bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

yeni kurguma bakmayı unutmayııın, adı "Kana Kan." bilim kurgu ve gizem sevenler mutlaka baksın!

umarım bölümü beğenmişsinizdir,

sevgilerle, matmazel.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top