İçimdeki Yangın - 5-
Merhabalar!
Medya, Ahmet Aslan. Geberiyorum
Çok güzel bir bölümle biz geldik. Bölüm baya aksiyonlu aksiyon sevenlere duyurulur.
Zaten Teslime'nin hayatında aksiyon hiç eksik olmayacak bunu sözünü verebilirim.
Can özlerim, lütfen oy verip satır arsı yorumlar yapmayı unutmayın.
Keyifli okumalar:)
Bölüm.5. İçimdeki Yangın
Bir saat öncesi...
Kadının göğüs kafesine taş gibi bir ağırlık çökmüştü. Sağ elinin ayasıyla sol göğsünün üzerine kuvvetlice bastırdı. Tam kalbinin üzerine denk gelen ağırlık geçecek gibi değildi. Birkaç kere derin nefesler alıp verdi ama bir işe yarmamıştı. Hissettiği acının emareleri sinsi bir yılan gibi damarlarına sızıyor ve ruhunu gıdım gıdım zehirliyordu. Şah damarına enjekte edilen manevi zehir kanına karıştıkça bir girdabın içine çekiliyor başı fırıldak gibi dönüyordu. Başının hangi yöne doğru döndüğünü tayin edemedi ama kalp çarpıntısı git gide çoğalıyordu, akabinde başının dönme hızı arttıkça eli ayağı boşaldı ve soğuk soğuk terlemeye başladı. Oysa bir saat öncesine kadar turp gibi sapasağlamdı. Şimdi ne olmuştu da buğul buğul terliyordu. Siyahi alnına biriken nohut büyüklüğündeki terleri elinin içiyle sıyırdı. "Mehmet, ben çok yoruldum. İnan çalışacak halim kalmadı. Bugün biraz erken gidip dinleneyim bari. Sepetler dolduysa getirin onları da boşaltayım."
Kadın gerektiğinde ana olur, eş olur, yar olur, yaren olurdu... Gün gelir evlatları uğruna bağrına taş basar güneşi dize getirir ama asla pes etmezdi. Onların saçının teline zarar gelse hisseder canından can kopardı. Kızının çığlıklarını duymamıştı ama başının belada olduğunu ruhen hissetmiş olmalıydı. Pamuk dolu sepetleri yüklendi oflaya puflaya çadırların hemen yakınına istifledikleri pamuk çuvallarının oraya geldi. Henüz işe paydos saati gelmediği için ortalıkta kimsecikler yoktu.
Bir tek Ömer Çavuşu gördü. O'da kendisi gibi çuvallara pamuk basmakla meşguldü.
Kararmış düşlerin tuzağında çırpınan kadın, işini bitirdi ama kızını ortalıkta göremedi. Yemek yapmak için ateş de yakılmamıştı. Pek bir merak etti. Önce gidip kendi çadırlarının içine baktı ama orada yoktu. Su almaya gitmiş olabilir miydi? İyi de döküp saçmak için kullandıkları suyu sulama kanalından alıyorlardı orası da çadırların yüz metre kadar ilerisindeydi. Orada olsa görürdü. Bakması gereken tek bir yer kalmıştı eltisi Ayşe gilin çadırı.
Çadırın kapı görevini yapan bez parçasını kaldırmış kaldırmasıyla da asla görmek istemeyeceği manzarayla karşı karşıya kalmıştı. İşte o an oduna kocaman bir ateş topu düşmüş ruhu feveran içinde kendi bedeninden sıyrılmıştı.
Kadın, kendi bahtının karasına sitemler yağdırır gibi çığlık çığlığa haykırmış yeri-göğü inleten vaveyla kulaktan kulağa deniz dalgası gibi yayılmıştı. Sesin şiddetinden ayakta olanlar taş olup heykel kesilirken, beli iki büklüm olanlar yer kürenin inleyerek sarsılışını hissetmişti... Nasırlı eller iş bırakmış kundaktaki bebeler ağıtlar yakmıştı. Feryat figan çığlık atan bu kadın da kimdi? İnsanlar robotik adımlarla kulakları sağır eden sesin izdüşümüne doğru yürümeye başladı.
Kızıl göğün altında ırgatlık yapan insanlar, sesin güdümüne kapılmış adım adım ilerlerken ruhu bedeninden arınmış Dudu, çılgına dönmüş gibi Musa'yı hem tekmeliyor hem de elindeki yumruk büyüklüğündeki taşla rasgele orasına burasına vuruyordu. Musa'nın yüzü gözü kan revan içinde kalmıştı ve kadının eline onun kirli kanı bulaşmıştı. Nefes nefese vurmaya devam ederken bileğine yapışan güçlü bir elle bakışları sağa doğru kaydı. Gözlerinin akı kan çanağına dönmüş öfkenin esiri olmuştu kadın. "Yapma, Dudu bacı yapma!"
Sesin sahibi Ömer Çavuştan başkası değildi. Az önce birbirlerini görmüşlerdi ama çok geçmeden Dudu'nun çığlığını duymuş duyar duymaz da soluğu çadırın önünde almıştı. Zaten aralarında üç çadırlık mesafe vardı sesi duyup gelmesi fazla zamanını almamıştı. Ömer Çavuş, çadırın bezden kapısını aralamış ve vahim tabloyu görmüştü.
Musa'nın dizine kadar inmiş şalvarını görünce kırçıl saçlı adam beyninden vurulmuşa döndü. Kadının öfkesine binaen önce Musa'nın yengesine tasallut etiğini düşünmüştü ama daha sonra Teslime'nin pejmürde halini gördü ve yaşlı kalbine demirden bir hançer saplandı. Bu kadarı da olmazdı artık... İnsanlıktan payını almamış mıydı bu adam? Kapadı gözlerini. Elinden gelse bu olayı ne görmek ne de şahit olmak isterdi ama görmüştü işte...
Bazı olaylar o kadar vahimdir ki; Ömer Çavuş gibi elimizden gelse görmek istemeyiz veya görmezden gelmek isteriz amma velakin gerçekler acıdır ve şamar gibi patlar insanın yüzüne...
Kırçıl saçlı adam, tuttuğu bileği hala bırakmamıştı fakat Dudu, güçlü bir silkinişle bileğine yapışan elden kurtulmuştu. "Bırak beni!" derken hırıltılı nefesler alıp veriyordu. Sanki gırtlağı kesilmiş kurbanlık koyun gibiydi.
Burada bir infaz gerçekleşmek üzereydi bunu ruhunun tüm çıplaklığıyla görüyordu adam, acilen müdahale etmesi gerektiğini biliyordu ama karşısındaki bir kadındı hem de şuurunu kaybetmiş bir kadındı. Ona tekrar dokunmak yanlış anlaşılmalara sebebiyet verebilirdi. Madem dokunmak yanlış anlaşılmalara sahne olurdu öyleyse sözle ikna etmenin bir yolunu bulmalıydı. "Yapma, görmüyor musun adam elinde kalacak."
Elinden geldiğince metanetini korumaya çalışıyordu adam ama kadın tam aksine mantıktan arınmıştı. "Kalsın. Onu öldürmeden içim soğumaz benim." Kadının önüne demirden bir heykel gibi dikildi adam ve uzanıp elindeki kana bulanmış taşı aldı. Musa'dan tarafa tiksinerek bakarken, "Onun kirli kanına bulama elini."
Şimdiye kadar hiçbir şey için ağlamamıştı kadın; özünü tutmuş her zaman güçlü kalmasını bilmişti. Eften püften olaylar için asla gözyaşı dökmezdi ama şimdi göz pınarlarından yanaklarına doğru kanlı yaşlar döküyordu.
Ağlıyordu kadın, dizlerinin üzerine kapaklanmış hüngür hüngür ağlıyordu. Çünkü zihni olayı daha yeni idrak etmeye başlamıştı. Kadın kızının kaderine feryat figan ağıtlar yakarken Teslime, elleriyle yüzünü sımsıkı kapatmıştı. Ne duymak ne görmek istiyordu. Nasıl yok olunurdu bilmiyordu ama şu an bir toz bulutu olmak havaya karışmak ve yok olmak istiyordu. Bütün bunları yaşayacağına yer yarılsa da aciz bedeni keşke o yarıktan içeri düşseydi. Kafasının içinde çanlar çalıyor, ruhunda fırtınalar esiyordu. Bir sızı saplanmıştı yüreğine ağırdan ağırdan. Bir ayak darbesiyle eziliyordu çatlarcasına ağrıyan başı. Bedeni yılkı atların nalları altına çiğneniyor her bir tarafı sızım sızım sızlıyordu... Yanı başında ölüm kol geziyor kan kokuyordu daracık alan...
Bir kadın bağıra çağıra en gür sesiyle ağlarken bir adam küfürler savuruyordu lanetler okuyarak... Ömer Çavuş, bir hengamenin tam ortasına düşmüştü. Şaşkındı. Çünkü yenilgi yenilgi ağlayan bir kadının gözyaşı nasıl dindirilir bilmiyordu. Yılgındı. Çünkü mahremine tasallut edilen bir kız çocuğu nasıl teselli edilir bilmiyordu. Ezberleri bozuldu ve bildiği bütün kelimeler boğazına aktı. Boğazını tıkayan kifayetsiz kelimeleri birbiri ardına yutkundu.
Çadırın dışından gelen bağrış çağrış sesleri kulakları tırmalıyordu ama diğer yandan da meraklı kalabalığı susturmak ve çadırın içine gelmelerini önlemek lazımdı. Zaten zavallı kız çocuğunun ruhu yeterince yara almıştı, daha fazlası can özüne zül olurdu. Hem yaşanılan rezaleti görmeleri gerekmiyordu. Bu mahremiyete saygısızlık olurdu. Ne kadar az kişi tanıklık ederse o kadar iyiydi. Ömer Çavuş, başını çadırdan dışarı uzattı eliyle sakin olun işareti yaptı. Tekrar çadırın içine döndüğünde ayağının ucuyla inleyen Musa'ya dürttü. "Edepsiz, kalk da şalvarının uçkurunu bağla!" Başını olumsuz anlamında sağa sola sallarken, derin bir nefesi dışarıya üfledi.
"Seni yengenin elinden almamak vardı ama şükret ki; sana değil Dudu kadına acıdım. Senin bozuk kanınla ellerini kirletsin istemedim."
Hüzünlü bakışlarını çadırın en dip köşesine sinmiş Teslime 'ye çevirdi. Genç kız, kollarıyla dizlerini karnına doğru çekmiş bilinçsiz bir şekilde ileri geri sallanıyordu. Boş bakışları hayali bir noktaya sabitlenmiş kıpırtısızdı. Gömleğinin düğmeleri koptuğu için göğsü açıkta kalmıştı ama umursamıyordu. Arada bir hıçkırığa benzer içli bir nefes alıyordu fakat aldığı nefesi geri vermiyor içinde biriktiriyordu. Saliselerce kızın pejmürde halini izledi. Biraz sonra burası yangın yerine dönebilirdi. Henüz kimse bir şey bilmezken en doğru hamleyi yapmak lazımdı. "Dudu bacı, istersen kızı alda kendi çadırınıza geçin çünkü bu edepsizle aynı havayı solumak ar geliyor insana!"
Kırçıl saçlı adamın çatık kaşlarının altındaki sert bakışları tekrar muhatabına çevrilirken daha fazla dayanamamış olacak ki, şiddetli bir tekmeyi Musa'nın kıçına indiriverdi... "Seni zelil. Bir de kalkmış başıma namus bekçisi kesilmiştin. Senin adamlığına tüküreyim ben," derken Musa'nın suratına tükürmeye hazırlanıyordu ki, çadırın içine hedefini şaşırmış kör bir kurşun gibi giren Ayşe'den başkası değildi.
Tabi ki Ayşe'nin ilk gözüne çarpan kocası Musa'nın perişan hali olmuştu. Hemen üzerine kapaklandı ve orasına burasına bakmaya başladı. "Ne yaptınız kocama?" Gür çıkan sesinin ayarında suçluluktan ziyade suçlayıcılık vardı.
Ömer Çavuş, dizlerinin üzerine çömeldi Ayşe'nin kulağına doğru eğildi. "Kocana kimsenin bir şey yaptığı yok," derken arkasını dönerek Teslime'yi gösterdi. "Kocan kendi yaptığının ceremesini çekiyor. Hadi toparla kocanı, zaten rezil olacağı kadar oldu."
Ayşe, bakışlarını eltisi Dudu'nun üzerinde gezdirmeye başladı ama nefes alış verişi düzensizdi. Yayından boşalan bir ok gibi ayağa fırladı. Cazgır kadınlar gibi ellerini ters olarak beline yerleştirdi. "Yalan söylüyorsunuz. Benim kocam böyle bir şey yapmaz. Kocama iftara atmayın."
Sanki özü kurumuş gibi şimdiye kadar Teslime'nin gözlerinden tek bir damla yaş düşmemişti. Fakat şimdi aynı çadırın içindeydiler ve bağrış çağrış seslerini duydukça zihni tekrara düşüyor yaşadıklarını hatırladıkça midesinde öğürme hissi oluşuyordu. Öğürme hissi git gide şiddetleniyor vücudu bir yay gibi kasılıp gevşiyordu. Bir haykırış koptu kan revan içinde kalmış dudaklarından. Nefes alıyor ama veremiyordu. Neredeyse kendi nefesinde boğulmak üzereydi.
Kızının çırpınışları Dudu'yu çılgına çevirmişti. Teslime'nin kolundan tuttuğu gibi Ayşe'nin önüne attı. "İftira öyle mi, iftira? Gözlerini açta kocanın eserine iyi bak... Kocan kadar taş düşsün başına. Utanmadan bir de kalkmış ırz düşmanını savunuyorsun bana. Unutma senin de iki kızın var!"
Anası hışımla kolundan tutup Ayşe'nin önüne doğru savurunca Teslime'nin peltesi çıkmış bedeni sağa sola yalpaladı tam yere düşmek üzereyken Ömer Çavuş kolundan yakalayıverdi. "Kendinize gelin... Kızın halini gömüyor musunuz? Hadi kızım aç gözlerini."
Ömer Çavuş, kollarına bayılan kızı nefes alsın diye tam çadırın dışına çıkarmaya niyet etmişti ki meraklı bir adam başını içeriye doğru uzattı. "Noluyor burada?" Soru havada kalırken sesin tınısı herkesin üzerinde soğuk duş etkisi yapmıştı. Öyle bir etkiydi ki bu kalpleri salıncak gibi sallamış tir tir titretmişti. Bez çadırın içinde sessizlik hüküm sürerken sessizliği ilk bozan Ayşe'nin cırtlak sesi olmuştu. "Mehmet abi, zannımca yok yere kardeşine iftira atıyorlar." Ayşe, kocasını aklamaya çalışırken sağına soluna bakınarak dudak büktü.
Mehmet, çadırın içine doğru bir adım attı, bir adım daha, bir adım daha... Musa, eşinin yardımıyla kaldırılıp dizlerini kendine doğru çekmiş başı öne doğru eğik sesiz sedasız oturuyordu. Mehmet, yabancı bir adamın kollarında kendinden geçmiş üstü başı parçalanmış kızına bakınca şakağına amansız bir ağrı saplandı. İri cüsseli vücudu dal gibi ayakta sallandı tutunacak yer aradı. Mantığıyla duyguları yer değiştirmiş hiçbir şey düşünemez olmuştu. Bir umuda tutunmak istedi Dudu'nun gözlerinin içine uzun uzun bakarken.
Mehmet'in bakışlarında inanmıyorum ama bu doğru mu sorusu vardı. İnanmak istememesi gayet doğal bir tepkiydi çünkü karşısındaki adam karındaşı özbeöz kendi kardeşiydi. Hiç konuşmuyor zaman kazanmak ister gibi bakışları sürekli kendini yeniliyordu. Şu an duymak istediği sadece "hayır" kelimesiydi başka bir şey değil. Öyle çok istiyordu ki gördükleri yalan olsun... Öyle çok istiyordu ki biri çıksın gerçekten bu bir iftira desin.
Mehmet'in umut arayan bakışları tekrar Dudu'nun bakışlarına kilitlendi. Kadın başını hafifçe öne arkaya sallandı. Mehmet'in titreyen dudakları aralandı ve ağız boşluğundan tek bir kelime firar ederken kendini anında çadırın dışına attı. "Hayır!!!"
Açık havaya çıkınca koca bir nefesi soluksuz kalan ciğerlerine çekti. Bu nasıl olabilirdi? Bu ahlaksızlığı kendi kızına öz kardeşi nasıl yapabilirdi? Tekrar girdi çadıra ama göz bebeklerinde isyan vardı. Göğsünün tam orta yerinde çıkan yangın benliğini kasıp kavuruyor ruhu sürgün dünyadan firarını istiyordu. Çadırın içi fırtına öncesi sessizliği yaşarken Mehmet'in göğünde kara bulutlar dolaşıyordu. Bakışları tek tek yüzlerde gezinirken yalvarır gibi çıkan sesi ağlamaklıydı. "Hayır, deyin. Yalan, deyin. İftira deyin. Ne derseniz deyin ama böyle bir ahlaksızlığı kardeşin yaptı demeyin!"
Erkekler ağlamaz delerdi ama bu kuralı yıkıp geçmişti Mehmet'in başına gelenler. Göz bebekleri büyümüş dışa doğru pörtlemişti. Pörtlek gözlerinden akan tuzlu sıvı güneş yanığı yanaklarını ıslatmıştı. Serde erkeklik vardı ama bugün utancı dibine kadar yaşamıştı zaten, onun için ağlamak gözyaşını gömleğinin koluna silmek koymazdı adamlığına.
Mehmet, sağ ayağını sol ayağının önüne atarak usulca kardeşine döndü. Onun meymenetsiz suratına baktıkça kalbi katılaştı ve taş kesildi... Elleri demirden bir yumruk oldu kendi avuç içlerini kanatmaya başladı. Nefes alışverişleri durdu ciğerleri havasız kaldı. Boynuna yağlı urgan geçti ve bedeni darağacında asılı kaldı. Mehmet'in sağ gözünün seğirmeye başladığını gören Ömer Çavuş, Teslime'yi anasını bırakıp yere düşmemek için çaba sarf eden adamın koluna yapıştı. "Hadi hemşerim biz dışarı çıkalım!"
Belki aciziyet içine düşmüş bedeni tükenmişliği yaşıyordu ama beyni hala bir şeyleri algılıyordu. "Bırakın beni... Bunu benim kızıma nasıl yapar? Öldüreceğim onu öldüreceğim..." Göğsü kalaycı körüğü gibi şişip inerken Ömer Çavuşun kolundan kurtulduğu gibi kendini çadırın dışına attı. Sert adımları toprak zemin dövüyor ayakları nereye gideceğini iyi biliyordu. İnsanoğlunun ne zaman canı yansa bunu muhatabına misliyle ödetmek ister. Canını yakanın canını yakma ister. Kısacası kısasa kısas ister...
Mehmet, ikamet ettikleri çadırın önüne gelince durup soluklanmak istedi fakat ciğerlerine hava gitmiyordu. Oksijensiz kalan ciğerleri patlamak üzereydi ve canını yakıyordu ama aldırmıyordu. Hiçbir şey umurunda değildi Mehmet'in tek düşündüğü şey intikam alma isteğini yerine getirmekti. Öfkesi öyle büyüktü ki tabiri caizse gözünü kan bürünmüştü. Kan kokusu bütün benliğini alaşağı ediyor dimağında nahoş bir tat bırakıyordu. Hele kızının hayali görüntüsü gözlerinin önüne serildikçe kan beynine sıçrıyor öldürme isteği daha çok ivme kazanıyordu. Çadırın orta direğine asılı iki oluklu tüfeği aldı ve içinde fişek olup olmadığına baktı. Tüfek boştu...
Şiddet eğilimli biri olmadığı için ıssız ovada belki lazım olur diye hep yanında taşırdı ama ömrü hayatında hiçbir şekilde lazım olmamıştı. Ölüm gibi ölüm kusacak olan makine de kullanılmak için zamanı gözlemişti. Fişekliği aradı fakat bulamadı. Kendi kendine homurdandı. "Kırk yılda bir lazım oldu şimdi bulamıyorum." Saliselik zaman dilimde göz bebeklerine yayılan parıltıdan anlaşıldığı üzere fişekliğin yerini hatırlamıştı. Çocuklardan uzak tutmak için yataklığın arkasında kalan karton kutuya koymuştu. Yatakları delirmiş gibi sağa sola atarken gözlerinin akı siyahına karışmıştı. Fişekliği aldı beline bağladı. Tüfeğin belini kırar gibi ikiye büktü. Ön hazırlık olarak iki fişeği yuvasına yerleştirdi. Sert bir hareketle fişeğin yerine oturmasını sağladı ve emniyet mandalını açtı.
Mehmet, kızgın bir boğa gibi burnundan nefes alıp veriyordu ve ayakları ezbere bildiği alanı çekincesiz adımlarla yürüdü. Bütün bunlar dakikalarla sınırlıydı. Canı bellediği adamı şimdi soluksuz bırakmak istiyordu. Zaten canının bu kadar yanması da kendi canından birine kıyma düşüncesiydi.
Teslime, anasını yardımıyla çadırdan çıkarılmış Ömer Çavuş, herhangi bir olumsuzluğa karşı Musa'nın çadırının önünde heybetli cüssesiyle nöbet tutuyordu. Onun derdi Musa'yı korumak falan değildi. Zihniyeti çürük kokuşmuş beyinler yerin dibine batsa umurunda olmazdı. İlahi güç başlarına taş yağdırsa bir taş da kendisi atardı amma velakin Mehmet, değerli bir insandı. Başına gelenleri hiç hak etmiyordu. Üstelik Teslime dâhil üç çocuğu daha vardı. Ömer Çavuşun yapmak istediği bir bakıma Mehmet ve ailesini korumaktı.
Mehmet, kendi çadırlarından bir hışımla çıkmış toplanmış kalabalığı yara yara ilerliyordu. "Çekilin!" sesiyle bütün gözler Mehmet'in üzerine çevrilmişti. "Ömer Çavuş, çekil önümden. Onun karnına bu kurşunları doldurmadan yaşamak haram bana..." Kadını erkeği panik halinde Mehmet'in önüne kesip ona engel olmaya çalışıyorlardı ama nafileydi. Sert mizacındaki kararlı duruş, her şekilde bugün burada kan döküleceğini işaret ediyordu. "Musa... Ayşe'nin eteğinin altına saklanma çık dışarı!"
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top