Kördüğüm -29-
Canımın en içleri, nasılsınız bakalım?
Yeni bir bölümü uzunca bir aradan sonra sizlerle buluşturuyorum.
Oy verip yorumlar yapmayı unutmayın, olur mu?
Ne kadar çok oy ve yorum o kadar erken bölüm;))
Medya Alphan Kurtoğlu
👠👠👠
"Aşkın boyu kısadır, çünkü insan ruhu doyumsuz olduğundan sevgiyi çabuk tüketir. Sıkışmışlık duygusu doyumsuz ruhundan daha da açtır."
"Test Çubuğu."
Genç kız hâlâ meseleyi anlayamamış şapşal şapşal elindeki kutuya bakıyordu.
"Teslime, sana nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Soru sormayıp bana yardımcı olursan sevinirim. İnan bende en az senin kadar şaşkınım zira her şey ablamın marifeti. Şimdi sen kutuyu al banyoya geç. Ne yapacağın zaten içeriğinde yazıyor. Sonra her şeyi etraflıca konuşuruz. Seni seviyorum unutma."
Tek kelam etmeden uzun uzun sevgilinin gözlerine baktı. Eline tutuşturulan kutunun cevabını onun gözlerinde aradı. Neden kimse bir şey söylemiyor ama çok şey varmış gibi davranıyordu. Neden bir başkasının banyosuna geçmek zorunda bırakılıyordu. Bütün bunlar ruhuna ağır gelince tiksinç buldu.
"Bende seni seviyorum ama istediğini yapmak banyoya falan geçmek istemiyorum."
Fırat, uzanıp ellerini tuttu ve sımsıkı sarıldı. Teslime'yi ikna etmek zorundaydı. Onun gitmesine izin veremezdi. Eğer bugün bu evden çekip giderse bir daha geri dönmeyeceğini biliyordu. Onun geri dönmemesi demek işlerin daha da sarpa sarması demekti. Eğer ablasının şüpheleri doğru çıkarsa her şey için geç kalınmış olabilirdi.
"Aşkım, dediğimi yapmak zorundasın. Henüz ortada kesinleşmiş bi'şey yok, yalnız ablam bazı şeylerden şüpheleniyor. Sen bu testi yapmazsan ikimizin de başı yanabilir."
"Her şey senin yüzünden oldu. Gittin ablana birlikte olduğumuzu söyledin. Yapmayacaktın. Ne olursa olsun söylemeyecektin. " Hırçın esen poyraz yeli gibiydi sesindeki dalgalanma. Sözlerinin bitiminde başını yana doğru çevirip göz kapaklarını art arda kırpıştıran genç kızın gözlerindeki doluluk hoyrat bir fırtınanın habercisi gibiydi.
Teslime'nin ağlak gözleri Fırat'ı duygulandırmıştı lakin şimdi duygusallığa yer yoktu, çözülmesi gereken daha elzem problemleri vardı. "Kuzum, içinde bulunduğumuz durum ablama söyleyip söylememekle ilgili bi'şey değil. Konu bambaşka."
"Sana güvenim kalmadı benim. Bana söz vermiştin aramızda geçenleri ikimizden başkası bilmeyecekti. Sen ne yaptın, gittin ablana söyledin. Ben ablanın yüzüne bakamayayım diye." Bu kez kendini tutamayarak körpe bedeni sarsıla sarsıla ağlamaya başlamıştı Teslime'nin.
Hayır, şimdi olmaz. Kalbinle değil mantığınla hareket etmelisin. Yapmalısın bunu, başka çıkar yolun yok. Yapman gereken belli kızı sakinleştirip ikna etmek.
İç sesinin telkinlerinden feyiz alan genç öğretmen konuşmadan önce hafifçe yutkundu. "Teslime, bütün bunları daha sonra konuşuruz diyorum. Birileri gelmeden lütfen dediğimi yapar mısın, diyorum."
Fırat'ın sesindeki düzlem yine duygudan arınmış, yine tercihini mantığından yana kullanmıştı.
Genç kızın, başı öne eğilirken bakışları yere devrildi. Yapacağı test konusunda hiçbir şey bilmemekle beraber kendisine denileni yapacaktı. Çünkü sevdiği adamı kırmak istemiyordum. Çünkü önemli bi' şey olmazsa Fırat, bu kadar ısrar etmezdi.
"Şey, dediğini yapacağım ama sakın bir yere gitme. Beni yalnız bırakma, olur mu?"
"Bir yere gittiğim yok Teslime, biliyorsun bugün okuldan izin aldım. Hadi canım, sen oyalanmadan banyoya geç. Birileri gelmeden halledelim şu işi."
Teslime isteğini kabul etmişti. Şu an hiçbir şey bu kadar mutlu etmezdi onu. Yüzüne hafif bir tebessüm oturdu başına gelecekleri bilmediğinden.
Teslime, küçük adımlar atarak banyoya doğru giderken bir taraftan da arada bir arkasını dönüp Fırat'a masum bakışlar atıyordu.
Teslime'yi yatıştırmak isteyen Fırat, yüzüne maske üstüne maske takıyor hiçbir şey yokmuş gibi gülümsüyordu. Sonunda banyonun kapısı açılıp kapanmış ardından da kilitlenmişti.
Bekleyişin sıcak şarabından içen genç adam, yere yurda sığmıyor dört duvar üstüne üstüne geliyordu. Sıkışmışlığın verdiği his göğsünü daraltıyor, ciğerleri havasızlıktan çatlayacakmış gibi şişerken kaburga kemiklerinin parçalıyordu.
Yok, bu böyle olmayacaktı. Zamanı hızlandırmanın bir yolunu bulmalıydı. Yapması gereken yoğunlaştığı konudan uzaklaşmaktı. İki kolunu arkasına götürüp bel boşluğuna bağladı ve banyo kapısının önündeki geniş holde yürümeye başladı. Attığı her adımı sayılara döküyor, biriken rakamlar üst üste yığınlar oluşturuyordu.
Sol kolunu dirseğinden büküp göğüs hizasına doğru getirdi. Sağ eliyle gömleğinin kumaşından tutup yukarı doğru çemredi ve bileğindeki saate baktı. Henüz 10 dakika geçmişti. Kendisi açıp okumamıştı ama ablası uzun sürmez yarım saate kadar gelirim dediğine göre kısa bir test yapılacaktı.
Uzun uzadıya derin bir soluk aldı tekrar yürümeye başladı. Bu kez arkasına bağladı kolların çözüp ellerini pantolonun ceplerine soktu. Zaman ilerledikçe Fırat'ın da heyecanı artıyordu. Neyin heyecanlı yaşadığını kendisi de bilmiyordu ama kalbi küt küt atıyordu.
Biraz önceki işlemi tekrar yaparak kolundaki saate tekrar baktı. 20 dakika geçmişti. Sabırsızlığına yenik düşerek banyo kapısını önüne kadar geldi kulağını kapıya dayadı ve içeriden ses gelip gelmediğini dinlemeye başladı. Hiçbir ses duymayınca oylanmak için tekrar yürümeye başladı.
Kulağına çalınan anahtar sesiyle başını yerden kaldırdı ve hangi kapının açıldığına baktı. Cümle kapısı açılmış ablası gelmişti. İki kardeş anında göz göze gelmiş ve birbirinin ağzından dökülecek kelimelere odaklanmıştı.
"Kuzum, daha fazla bekleyemedim sonuç noldu?" Kadının sesinin ayarı olabildiğince cılız çıkmıştı.
Fırat hiç konuşmadan bakışlarını banyo kapısına çevirdi. "Bilmiyorum abla, banyoya geçeli neredeyse 30 dakika oldu ama hâlâ çıkmadı."
"O kadar olduysa çoktan belli olmuştur ne olduğu."
Kaygılı bakışlar birbirini buldu lakin kimse içinden geçeni diline dökemedi.
"Olmazsa biraz daha bekleyelim." dedi Nimet.
Beklemekten sıkılan Fırat, içinde yaşadığı vaveylayı bastırmak için gidip sırtını duvara yasladı ve yanakların içini dişlemeye başladı.
Beklediler. Beklediler. Beklediler.
Neredeyse bir saate yakın beklediler...
İlk önce kötüyü akıllarına getirmek istemedikleri için beklediler. Sonra kötüyü dile getirmek istemedikleri için beklediler. Zaman ilerledikçe en en kötüyü düşünerek beklediler. Bekleyişin sona ermesini bekleyerek beklediler, ama olmadı bekledikleri gelmedi.
"Yeter abla, ben daha fazla bekleyemeyeceğim. Ne olacaksa olsun artık. Benim aklıma kötü kötü şeyler gelmeye başladı."
Kadın olasılıkların en mahremini düşünüp bir de o pencereden bakmayı denemişti kardeşini sakinleştirmek isterken. "Gebe olduğunu öğrendiyse belli ki kız utanıyor. Sen dur ben bi 'sesleneyim olmazsa."
Nimet, banyo kapısını birkaç kez tıklattı fakat içeriden ses gelmedi. "Teslime kuzum, hadi çık artık dışarı. Bak ikimiz de seni bekliyoruz," dedi en uysal ses tonunu kullanarak lakin yine bir cevap gelmedi.
Bu kez Fırat girdi devreye. Onun sesi daha sert daha otoriteri. "Teslime, beklemekten ağaç olduk burada. Yeter artık aç şu si*m kapıyı. Hiçbir şeyden korkmana ger yok. Sonuç ne olursa olsun her zaman senin yanında olduğunu bilmeni istiyorum."
İkisi de Teslime'nin çıkması için girişimde bulunmuş sonra da sessizce beklemeye başlamışlardı. Önce ortamı büyük bir sessizlik yoklamış sonra içeriden hıçkırık sesleri gelmeye başladı.
Nimet, anlamıştı anlayacağını, yapması gereken belliydi. Genç kıza duygusal yaklaşıp güvenini kazanmak. "Teslime kuzum aç kapıyı. Sana söz veriyorum, kimse hiçbir şekilde olanları duymayacak. Sen ne istersen o olacak. Hadi aç kapıyı."
İçeriden ağlama sesleri gelmeye devam ediyordu ama kapı açılmıyordu. Yok, olmayacaktı böyle. Kızı kaderine terk eder gibi dört duvar arasında kendi haline bırakmayacaktı. Üstelik birileri gelebilir her şey daha da çıkmaza girebilirdi. Bir kere daha şansını deneyip olmadı kapıyı kırarak açacaktı. "Teslime, ablam gitti. İkimiz yalnızın evde, hadi aç kapıyı."
Nimet, kardeşinin yalanı ortaya çıkmasın diye mecburen dışarı çıkmıştı. Teslime, banyodan dışarı çıkınca tekrar gelirdi nasıl olsa; sonuçta ev kendisinin eviydi kovacak halleri yoktu ya...
Hâlâ kapı açılmamış herhangi bir cevapta verilmemişti. Fırat, geriye doğru birkaç adım attı ve güçlü bir tekmeyi kapıya savurdu. Tekmenin etkisiyle yuvasından ayrılan kilitli kapı şak diye açılıp duvara çarpmıştı. Beklenmedik girişim Teslime'nin yüreğine inmiş olacak ki sıçrayan vücudu iki büklüm yumulmuştu.
Genç kız olmazların kucağında duvar dibine sinmiş ağlamaktan gözleri kan çanağına dönmüştü. Fırat, onun bu halini görünce kalbi acı içinde sancıyarak adeta nefes almayı unutmuştu. Hemen yere diz çöktü sevdiği kızı kucakladı ve göğüs kafesinin üzerine bastırdı.
"Canım, sakın korkma. Bak ben yanındayım."
Kanadı kırık bir kuş gibi sevdiği adamın koynuna sokulan Telime, hâlâ içli içli ağlıyordu.
"Korkuyorum Fırat. Olacaklardan ödüm kopuyor. Çift çizgi çıktı. Karnımda senin çocuğun varmış. Bizimkiler öğrenirse beni öldürürler. Onların öldürmesine gerek yok ki, onlardan önce ben canıma kıyarım."
Biraz daha sıkı sarıldı Fırat. "Korkma, asla öyle bir şey olmayacak. Ne ailen ne bir başkası duymayacak. Kimse sana zarar veremeyecek. Şimdi sen sakinleş bakacağız bir çaresine."
Kucağındaki kızı hiç sarsmadan havaya kaldırdı oturma odası olarak kullanılan salona kadar taşıdı ve üçlü koltuğun üstüne kırılmaktan korktuğu bir biblo gibi bıraktı.
"Teslime sen şimdi rahat et ben ablama sesleneyim. Bu meseleyi bir an önce açıklığa kavuşturmamız lazım."
Fırat, odadan çıkınca utancından yerin dibine girmek isteyen Teslime'nin rengi kıpkırmızı olmuştu. Göz bebekleriyle ayın renge bürünen ten rengi enkaz altında kalmış bir bedenin yüzünü çağrıştırıyordu. Saniyeler sonra zaten kapı önünde bekleyen Nimet'te salona gelmişti. Kadının ister istemez morali bozuktu. Üstelik kardeşinin çocuk yaştaki bir kızı hamile bırakmasını hazmedemiyordu. Nasıl olmuşta fark etmemişti. Nasıl böyle bir kepazeliğe izin vermişti. Bir duyulursa başlarına gelen insan içine çıkacak yüzü kalmazdı.
İçinden geçenleri zihin süzgecinden geçirirken kadın içli bir nefesi ciğerlerine kadar çekip oflayarak geri verdi. "Oturun bakalım yamacıma," derken kendisi ikilinin karşılarına düşen üçlü koltuğa çöküvermişti. "Bakın, olan olmuş artık. Elden bir şey gelmez. Bundan sona ahlayıp vahlamanın kimseye bir yararı yok. Biz birilerinin kulağına gitmeden ne yapacağımızı düşünelim."
Fırat, yanağının içini dişlerken Teslime başı önde elleriyle koltuğunun kenarlarına tutunmuş içinden dışına taşan zapt edemediği titremesini durdurmaya çalışıyordu.
"Ne yapalım abla, sen söyle biz yapalım."
"Yapmanız gereken belli esasında. Evleneceksiniz!" En kestirme yol buydu. Kadın da bildiği yoldan ilerleyerek en kestirme yolu göstermişti.
Fırat, ani bir silkinişle ayağa kalktı ve ileri geri sert adımlar atarak yürümeye başladı. "Evlilik olmaz abla. Hem Teslime'nin çocuk doğurmak için yaşı küçük hem de bir öğretmen olarak benden yaşça küçük biriyle ilişki yaşadığım duyulursa beni burada barındırmazlar. Hakkımda soruşturma bile açılabilir. Ben bunu göze alamam."
"Ne yani sen harcanacaksın diye kızı ortada mı bırakacaksın? Ben asla buna müsaade etmem. Yok, kardeşim yok. Ben bir ömür bu vicdan yüküyle yaşayamam. Sizin tez zamanda evlenmeniz gerek. Başka çıkar yolunuz yok."
Bu kez Fırat, ablasının karşısına geçip diz çöktü. "İtibarım söz konusu diyorum abla, beni neden anlamak istemiyorsun. Ben evlenmeyeceğim demiyorum ki, ikimizin de evliliğe hazır olmadığını anlatmaya çalışıyorum."
Nimet, göz kapaklarını indirip kaldırırken üst üste ofladı. "Bir yolu var ama Teslime'nin yaşı küçük olduğundan çok riskli." Kadın riskli kelimesini vurgularken Teslime'yi baştan ayağa süzmüştü.
"Nasıl bir yol abla, gerekirse her türlü önlemi alırız." Fırat'ın feri sönük bakışlarına birazcık da olsa can gelmişti.
Nimet, "Gebeliği sonlandırmak!" dedi ve sustu.
"Tamam, yapmamız gereken neyse yaparız abla!" Bir şeylerin yoluna gireceğini uman Fırat, heyecanını dizginleyemezken bir çırpıda kelimeleri cümlelere dönüştürmüştü.
İki kardeş kendi arlarında bebeği pazarlık konusu yaparken hıçkırık sesiyle bakışları aynı yöne devrildi. Teslime, sessiz sessiz ağlıyordu ama ne için ağladığını bilmeden ağlıyordu. İstediğinin ne olduğunu bilmeden ağlıyordu. Hayattan beklentisinin ne olduğunu bilmeden ağlıyordu. Belki de hiçlik duygusunu yaşadığı için yok olmaktan korktuğu için ağlıyordu.
Fırat'ta tıpkı Teslime gibi sürekli duygu geçişleri yaşıyordu. Elbette bütün bunlar sonunu düşünmeden gününü gün etmekle ilintiliydi. Eşleşmeyle ilintiliydi, denklikle ilintiliydi. Günün sonunda gerçekle yüzleşmekle ilintiliydi. Şimdi gerçekler bir şamar gibi tepelerine inince kaçacak bahaneler aramakla ilintiliydi.
Ortalık malı gibi Fırat, bir ablasının önünde diz çöküyordu bir Teslime'nin. "Teslime, aşkım, neden ağlıyorsun, hadi sil gözlerini," derken parmak uçlarıyla yanağını okşamıştı. Teslime'nin yanaklarında hissettiği temas tenini kavururken değdiği bölgeyi adeta uyuşturmuştu.
"Fırat, haklı kuzum. Yeter ağladığın!"
Teslime'yi sakinleştirmek için tekrar eyleme geçen Fırat, elinden geleni yapıyordu. "Bizim için en doğru olanı yapmaya çalışıyorum. İkimiz de bir yanlışın pençesinde kıvranıyoruz ama hepsi geçecek. Bir gün geriye dönüp baktığımızda sadece anı olarak hatırlayacağız."
"Ben korkuyorum Fırat, ne yapacaksınız bana?" Boğazını tıkayan hıçkırık ağız boşluğundan yol bulup çıktığında bir yenisi tıkadı gırtlağını.
Büyük olasılıkla Teslime'nin korkusu bilinmezlikti. Bilinmezliğin yarattığı karanlık ruhuna çöreklenen görünmez canavarları ortaya çıkarıyor geçmişin acı tecrübesi gün yüzüne çıkıyordu.
"Korkmana gerek yok aşkım. Ben hep yanında olacağım!" Fırat, omzundaki yükten kurtulacağı için memnundu; gerisini daha sonra düşünecekti.
Nimet, dışında hiç kimse gebeliği sonlandırmanın nasıl bir şey olduğunu bilmediğinden rahat konuşuyordu ama kadının içinde tarifi imkânsız hisler kol geziyordu. Şimdiden korkunun değil aldığı vebalin tutsağı olmuştu karamış ruhu. Şimdiden hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı duygusuna kapılmıştı. Kendi kızının hayali düşünce önüne irkildi melankoliye heveslenen bünyesi. Kaderin karşılarına ne çıkaracağı belli olmazdı. Kalbinden geçenler zihnine damlayınca 'tık tık tık' üç kere tahtaya vurdu.
Hemen yanı başındaki masaya kör şeytanı kovmak için vurunca Nimet, diğerlerinin merak duygusu kabarıverdi. "Noldu abla, neden masaya vurdun? Üstelik pek dalgınsın?"
Kendisi de bir kız annesiydi, duygudaşlık yapınca vesvese veren şeytanı kovmak istemişti. "Hiç ablam, başımıza musallat olan şeytanı kovmak istedim."
"Kuzum, bakın ne diyorum. Hemen yarın halledelim bu işi gecikmeyelim."
"Sen bilirsin abla nasıl istersen. Benim de sizinle gelmem gerekiyor mu?"
Yok, kuzum, senin gelmene gerek yok. Hem sen hangi vasıfla geleceksin yanımıza. Bir gören eden olursa halimiz ne olur ondan sonra."
Tamam, nasıl uygun görürseniz öyle olsun."
Kahraman şövalyenin kaçacak yeri kalmadığında ne kalbi aşka bağlı kalır ne de gözü sevgiliyi görür. Onun tek bir derdi vardır, omuzlarındaki yükten kurtulmak. Yükünden kurtulur kurtulmaz araya aşılmaz duvarlar örecektir.
Bölüm bitti.
Genel görüş alabilir miyim,;))
Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle, hoşça kalın. Bayyy🙋
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top