Gözleri Aşka Gülen -21-

Bölüm Şarkısı; Gözleri Aşka Gülen

Selam!

Upuzun bir aradan sonra uzunca bir bölümle ben geldim.

Sizlere keyifli okumalar dilerken, oy verip yorumlar bırakmayı unutmayın lütfen.

Satır arası yorumlarınızı okumak yazarınızı motive ediyor, güzel yüreklilerim.

Kader midir insanoğlunun başına türlü türlü ağlar ören, yoksa bir başkası mıdır buna vesile olan? Yani insan kendi kaderinin ağlarını kendisi mi örer, yoksa bir kulun kaderini değiştiren bambaşka unsurlar mı vardır? Her ikisi de olur dediğinizi duyar gibi oluyorum. Haklısınız. Bazen kul kaderini kendisi belirler, bazen de başka eller onun kaderinin değişmesine neden olur...

Şüphe...

Şüphe, insanın içine düşmeye görsün aç kurt gibi ruhunu kemirmeye başlar. Nimet'te şüpheye düşmüş onun da kalbine şüphe tohumları ekilmişti. Belki de bundan sonra genç kızın her hareketi kadını kuşkuya düşürecekti. Ya da bazı gerçekleri zamanından önce öğrenmesine vesile olacaktı...

Nimet, şimdilik bu konunun üzerinde fazla durmamıştı ama zamanla içine düşen şüphe tohumları devleşerek büyüyecek belki de kaçınılmaz sonu hazırlayacaktı...

"Teslime, istersen eve geçelim ben çok üşüdüm."

Genç kız, hiç bozuntuya vermeden kadının sözlerine karşı uysallık göstererek, öne doğru bir adım attığında yönünü çoktan biraz önce çıktığı eve döndürmüştü. "Tamam, abla. Ben de fazla oyalanmak istemiyorum zaten zira evde işlerim var. Hem anam fazla oyalanma dediydi."

Soğuk hava gibi Teslime'nin yavan cevapları da kadının içini üşütmüştü. Onun yavan ve samimiyetten uzak kelamları kendini bariz bir şekilde belli ederken ikinci defa boş-vermişliği yaşadı kadın. Kefenin bir gözünde özbeöz kardeşi diğer gözüne akşam sabah birlikte oldukları konmuşu kızı vardı çünkü. Yalan yoktu, baba evi bellemişti onları. Evleri yolları ayrıydı ama yedikleri içtikleri bir gibiydi. Şimdi durduk yere ortalığı karıştırmanın ve insanları zan altında bırakmanın hiçbir manası yoktu...

Göğüne biriken gri bulutlar kadını karamsarlığa düşürse de kalbinden geçenlere fazla ehemmiyet vermedi. "Teslime, acelen varsa hadi bir an önce eve geçelim zira benim üstümde biraz kırgınlık var. İnşallah soba yanıyordur. Bir de soba yakmakla uğraşmak istemiyorum."

Evin içine geçince yüzlerini ılık bir hava karşıladı. Teslime'nin çilli yüzüne hafif bir tebessüm tahtını kurarken çıt kırıldım ruhundan eza kelimesi silindi. "Hadi gözün aydın abla soba yanıyor, baksana evin içerisi sıcacık."

"Ah, benim vefalı Fırat'ım ablasını kayırmış da sobayı söndürmemiş. Kardeşim diye söylemiyorum ama onun gibi düşünceli birini daha tanımadım."

Teslime, bir anlık gaflete düşerek 'bende' diyecekti ama dilinin ucuna gelen sözcükleri gerisin geri yutkundu.

"Teslime kuzum, istersen sen salona geç ben ellerimi yıkayıp hemen geliyorum."

Genç kız, komşusunun talimatı üzerine salona geçti ve sıcacık yanan sobanın başında elleri ısıtmaya başladı. Çok fazla gecikmeden Nimet'te ellerini yıkayıp salona gelmişti. Teslime, en az kalbi kadar soğuk ellerini ısıttıktan sonra anasının gereksiz sorularına muhatap olmamak için Nimet, gelene kadar zamandan kazanmak maksadıyla ördüğü parçayı çıkardı ve beklemeye başladı. Yeterince vakit kaybetmişti zaten daha fazla vakit kaybetmek istemiyordu.

Nimet, genç kızın kıyına yakın oturarak Teslime'nin elinde tuttuğu örgüyü aldı. "Göster bakalım Teslime, nerede hata yaptın?"

Teslime, mahcup bakışlarını Nimet'in yüzüne gönderirken aynı zamanda kadının yüz ifadesini merak ediyordu. Eğer kadının yüzünde her zamanki samimiyet varsa sorun yoktu. Bu demek oluyordu ki, kendisinden herhangi bir şekilde kuşku duymamıştı. Eğer varsa doğduğu güne lanet okuyacaktı. Bencilliğine, bir çift tatlı söze kanışına, ateşli bir öpüşe tav oluşuna, lanet okuyacaktı...

Henüz 'abla' dediği kadının yüzünden samimiyet silinmemişti. Yani zan altında değildi. İçten içe sevinmişti genç kız ama bilmiyordu ki, kendisi nasıl gizliyorsa duygularını Nimet'te aynı yöntemi kullanarak duygularını gizleme yolunu seçiyor. Teslime, zan altında olmadığını anlayınca rahatlamış olarak konuşmaya başladı. "Kusura bakma abla ya, iki de bir gelip seni de yoruyorum. Bak, işte şurada bir ilmek kaçmış. İlmeğin kaçtığı yerden sonra da bayağı örmüşüm. Nasıl fark edemedim hayret?"

Nimet içinden 'kim bilir aklın neredeydi' diye geçirdi. Belli ki, kadını böyle düşünmeye iten içine çöreklenen şüphe duygusuydu.

"Teslime, bunun oluru yok. İlmek bayağı geriden kaçmış. Şimdi düzeltmeye kalkışırsak pek hoş durmaz. İlk bakışta kendini belli eder."

Saatlerce emek vermişti şuncacık örgüye onu da berbat etmişti. Örgü örmek senin neyine acaba, diye hayıflandı içinden. Sanki hayatı çok matahmış gibi birde el işi öğrenmeye kalkışıyordu. "Ne yapacağız o zaman abla?" Teslime'nin sesi üzgün çıkmıştı.

"İlmeğin kaçtığı yere kadar sökmek lazım Teslime."

Bakışları tekrar Nimet'in yüzüne kayarken rahatlığına imrendi. "Sökeceğiz," derken ne kadar kolay söylüyordu. Bu, saatleri tekrar başa sarmak gibiydi lakin saatler asla başa sarılmazdı. Keşke zamanı geri döndürebilme imkanı olsaydı ama yoktu. Eğer zamanı geri döndürme imkânı olsaydı kendisi döndürür kaderine yazılan yazgıyı bir kalemde silerdi ama zamana yolculuk diye bir şey yoktu. İsteksizliğini dile getirmek isterken başı hafifçe yana doğru eğim kazandı ve göz-kapakları birkaç kez kapanıp açıldı. "Yapma abla ya, o kadar emek verdim şimdi geri mi sökeceğim?"

Nimet'in kesinlik barındıran sözlerinde zamana yolculuğun mümkün olmadığının imkânsızlığı vardı. "Yapacak bir şey yok Teslime, mecbur sökeceksin."

Teslime, üfleyerek nefesini dışarı verdi ve akabinde şişleri örgüden çıkardı. Morali bozuk bir şekilde onca zaman harcayarak ördüğü kısma bakıyordu. "Abla ya, vallahi sökmeye elim varmıyor benim!" Sözcükler gülkurusu dudaklarından birbiri ardına sıralanırken ne kadar da mahzun bakıyordu imtina' ya bulanmış gözleri...

Teslime, konuşurken, bakarken, isterken, ne kadar imtina gösteriyorsa Nimet'te bir o kadar fütursuzca gerçekleri dile getiriyordu. Belki de aralarındaki fark hayat tercümesinden kaynaklıydı. "Kızım, eğer sökmezsen bozuk ve çirkin bir örgüye sahip olacaksın. Buna üzüleceğine bozuk yeri sökeceğim diye mi üzülüyorsun? Ben senin yerinde olsam anında söker koyardım şuraya."

Gen kız, yüzünü olumsuz anlamında buruşturdu çünkü emeğine kıyamıyordu. "Senin için söylemesi kolay abla. Maşallah sen iki dakikada bir karışa yakın örüyorsun."

"Kızım böyle böyle öğreniliyor işte. Şimdi sen hatalı yeri kıyamayıp sökmezsen daha güzel örmeyi nasıl öğreneceksin?"

"Tamam, senin dediğin gibi olsun söküyorum işte..." Teslime'nin büzük dudakları ağlamaya müsaitti çünkü saatlerini harcayarak ördüğü örgüyü saniyeler içinde söküvermişti.

"Abla söktüm sökmesine de tekrar nasıl şişe geçireceğim?"

"Tamam, ben şişe geçiririm. Yalnız sen de elime bak da nasıl tekrar şişe geçirdiğimi öğrenesin."

İki kadın ellerindeki işle uğraşırken zaman su gibi akıp gitmişti. Teslime, başını kaldırıp duvardaki dikdörtgen saate battı ve vaktin ilerlediğini görünce panikledi...

"Abla, zaman ne kadar çabuk geçmiş vallahi anam beni bu gidişle eve koymayacak."

"Korkma kız birlikte gideriz."

"Gerçekten gider miyiz abla?"

"Bilirsin seni severim Teslime, anandan zılgıt yemene razı olur muyum?"

Nimet'ten destek görün genç kız, ister istemez rahatlamıştı. Yalnız hemen kalkalım abla, yoksa biraz daha geç kalırsam anam seni de dinlemez bilmiş olasın."

"İyi. Hadi toparlan da bir an önce kalkalım bari."

Teslime'nin sanıyordu ki, şansı yaver gitmiş ve o günü ucuz atlatmıştı. Tabii bu ona göre öyleydi. Esasında hiç de ucuz atlatamamıştı. Aynı dakikalar içinde hem kardeşiyle hem de genç kızla karşılaşmak genç kadını hüsrana uğratmıştı zira zannetmek kolay yutulur bir lokma değildi. İnsanın bu lokmayı önce bir yutması sonra hazmetmesi lazımdı.

Nimet'te insanlara şer atmak yerine doğruluğundan emin olmadığı zanlarını rafa kaldırdı. Bazen sadece zaman lazımdır toprağa ekilen tohumun yeşermesi ve gün yüzene çıkması için. Eğer iki gencin arasında bir yakınlık varsa zaten zamanla gün yüzüne çıkardı, çünkü hiçbir sır sonsuzlukla mühürlenmemişti. Mutlaka bir gün bir yerlerden açığa çıkar ve kendini belli ederdi. Yok, yere hiç kimsenin gıyabında ahkâm kesmeye gerek yoktu...

Teslime'yi anasının şamarından kurtarmak için Nimet'te onunla birlikte gitmiş ve gün hasarsız sona ermişti.

🔥🔥🔥

Şafak bütün ihtişamıyla yeni bir güne sökerken birilerinin içinde baharı müjdeleyen kelebekler uçuşuyordu. Genç kız, her zaman olduğu gibi yine erkenden kalktı kardeşini okula hazırladı. Tam olarak evlerinin kapısından dışarıya bir adım atmıştı ki, ayakları olduğu yere çakılı kaldı. Ne bir adım ileri ne de bir adım geri atabiliyordu, zira dünkü yaşananlar gözünün önüne geldikçe utanıyordu. Utanç duvarına çarpan bedeni gerilmek istiyor, Fırat'ı görmek isteyen arzu yüklü güdüleri ilerlemek istiyordu. Belki onun yüzüne utancından başını kaldırıp bakamayacaktı. Belki bir çift kelam bile edemeyecekti ama onun gözlerine bakmak bakışlarında kendisini görmek ve günaydın demesini duymak her şeye değerdi...

Galip gelen taraf iç güdüleri olunca mantık devreden çıktı ve duygularıyla yer değiştirdi. Şimdi gitmeye hazırdı. İnanılmaz bir cesaret örneği sergiliyordu sevgiliyi görme dürtüleri. Sanki bundan öncesi yoktu sadece bugünü vardı. Kardeşinin elini sıkıca kavradı öne doğru kararlı bir adım attı, bir adım daha bir adım daha.

Teslime, sevgilinin sayesinde etrafını saran korku duvarlarını yıkmıştı. Sıra aşinası olduğu adamın gözlerine bakmaya gelmişti.

Öte taraftan Fırat, genç kızla aralarında uçurumlar kadar farkların olduğunu gayet tabii olarak biliyordu lakin bazen insan bile isteye uçurumdan aşağıya atlamaz mıydı? Önceleri genç kıza karşı acıma duygusuyla yanaşmıştı. Hikayesini dinlediğinde hissettiği buydu...

Sonraları duyguları evrim geçirmiş Teslime, tam olarak yaşamının merkezine oturmuştu. Her ne kadar acıma duygusuyla aşk duygusu farklı kefelerde yerini alsa da Fırat'ın başlarda hissettiği de aşktı sonradan hissettiği de aşktı. İlk görüşte ya âşık olursun ya da olmazsın, olay bu kadar basitti aslında. Kim bilir, belki de Fırat, duygularına ivme kazandırmak istediği için aşkını aşamalara ayırıyordu. Genç adam nasıl düşünürse düşünsün öyle veya böyle Teslime, en baştan onun kalbine tahtını kurmuştu.

Teslime, çekinceli süreçlerden geçse de Fırat, akşamdan hazırlanmış Teslime'ye vermeyi düşündüğü kitabın içerisine kısa kısa notlar yazmıştı...

🔥🔥🔥

Önce kitaplara küçük küçük notlar yazarak iletişime geçtiler sonra uzun uzun mektuplar girdi araya.

Fırat, arada bir herkesin gözü önünde, "Kitap okumalısın Teslime," diyerek okuması için kitaplar veriyor böylelikle niyetlerinin halis olduğunda insanlara göstermeye çalışıyordu.

Neler yazıyorlardı neler(!) Sürekli birbirlerini ne kadar çok sevdiklerini dile getirmeler, aşklarının sonsuza kadar süreceğini, bu aşkın önüne hiç kimsenin geçemeyeceğini; en çokta kim kimi ne kadar seviyor tartışması yaşanıyordu. İleride evlenecekleri günlerin hayalini bile kuruyorlardı. Evet, yanlış duymadınız (!) İlerisi için evlilik hayalleri kuruyorlardı. Evliliği ileri tarihe atıyorlardı çünkü Teslime'nin yaşı henüz küçüktü. Bir de Teslime'nin seneye dışarıdan okumasını planlıyorlardı.

Önce ortaokul derslerini alacak sonra liseye geçecekti, liseden sonra da gittiği yere kadar okuyacaktı Teslime. Hayaller kuruyorlardı, geleceğe yönelik hayaller, hiçbir zaman geleceğin ne getireceğini bilemeden. Onların geleceğe dair hayalleri vardı ama geleceğin de onlara sürprizleri vardı...

Yazışmaya başlayalı neredeyse bir buçuk ay olmuştu. Ocak ayının sonlarına doğruydu ve birbirlerine iyice alışmışlardı. Artık yazışmak yetmiyordu onlara zira sevgi sözcükleri sadece kağıtlarda kalıyordu. Oysa onlar el ele tutuşmak, göz göze bakışmak ve doyasıya birbiriyle zaman geçirmek istiyorlardı. Birbirleriyle zaman geçirmek istiyorlardı istemesine ama bir türlü denk getirip bir araya gelemiyorlardı.

Buluşmayı ve bir araya gelmeyi Teslim'den çok Fırat istiyordu. Teslime, bir kerecik olsun buluşalım. Bak yarıyıl tatiline giriyoruz ben seni uzun zaman göremeyeceğim. Gitmeden önce kokunu doya doya içime çekmek, yüzünün her detayını ezber etmek istiyorum(!)

Fırat'ın ısrarı ve yazdığı ihtiras kokan satırlar ister istemez Teslime'yi aynı karede buluşmaya itiyordu. Fırat sayesinde Teslime' de göz göze bakışmayı el ele tutuşmayı sevdiği adamın kulaklarına sevgi sözcükleri fısıldamasını arzu eder hale gelmişti. İkisi de baş başa kalmak istiyorlardı fakat bütün bu konuşanlar havada kalıyor çünkü bir türlü buluşma fırsatı bulamıyorlardı.

Bu aralar ne anası evden bir yere ayrılıyordu ne de Nimet. Buluşup görüşebilmeleri için iki kadının da evden uzun süreliğine ayrılmaları gerekiyordu. Madem onlar kendilerine fırsat vermiyordu aradıkları fırsatı pekâlâ da kendileri yaratabilirdi; ama nasıl?

Kadın, ince belli bardağa yeni demlediği çaydan boşaltırken, "Fırat, tatile gitmeden önce arkadaşlara gideyim diyorum. Günümüz var da... Senin için bir mahsuru olmaz değil mi?"

"Ne mahsur olacak abla, sen istediğini yap(!) Biliyorsun bu aralar ben çok yoğunum. Öğrencilerin dönem notlarını karnelere geçiriyorum."

"Hah, işte ben de onu diyorum. Madem senin çok işin var ben sana ayak-bağı olmayayım. Cuma öğleden sonra içim rahat olarak güne gideyim, diyorum."

Fırat, ablasının uzattığı tepsiden bir bardak çay alırken, "Olur, abla, git..." dedi.

"Bu sene havalar baya soğuk geçiyor, pek bir yere çıkamadım."

"Çok doğru abla!"

İkisi birbiriyle konuşuyordu ama belli ki, akılları başka başka yerlerdeydi. Fırat'ın zihni öğrencilerin karne notlarında iken Teslime'yi uzun süre göremeyecek olmanın da hüznünü yaşıyordu. Nimet'in zihni ise bambaşka boyuttaydı. Acaba günden aldığı parayı hangi ihtiyacına harcasaydı...

Nimet'in iki gün sonra arkadaş gününe katılacak olması Fırat'ın aklına buluşma fikrini de beraberinde getirmişti. Tamam, ablası evden gidecekti gitmesine ama Teslime'nin annesi evdeydi.

Acilinden Teslime'ye iki gün sonra ablasının arkadaşına gideceğini bildirmesi Teslime'nin de ona göre kendini hazırlamasını isteyecekti. Belki annesini bir bahaneyle evden yollaya bilirdi. Onun gözlerinin içine bakmayı kızıl saçlarının kokusunu içine çekmeyi sarıp sarmalamayı ve saatlerce öyle kalmayı ne kadar çok arzuluyordu. Buluşma hayalini kurmak bile onun kalp atışlarını şimdiden hızlandırmıştı, kim bir buluştuklarında sarmaş dolaş birbirini kucakladıklarında nasıl mutlu olacaktı ikisi de.

Çarşamba sabahı yine ayaküstü dış kapı önünde buluştular. Buluşmalar genellikle kitap alıp vermekten günaydın demekten bazen kısık bir sesle 'seni seviyorum' demekten öteye gitmiyordu. Malum sokak ortasında ve göz önündeydiler. Belki de buluşmak bu yüzden cazip geliyordu hasreti yük edinmiş kalplerine. Teslime, bu sabah durgun görünüyordu nedenini hiç bilmese de vakti olmadığı için soramadı. Sadece bir dakikalığına çocuklara arkasını dönüp, "Teslime bu notu alır mısın?" dedi ve "kusura bakma çocuklara yetişmem gerek" diyerek Teslime'nin yanından ayrılmıştı. Teslime çekinceli gözlerle sağına soluna bakındı sokakta kendisinden başka kimsenin olmadığını görünce de Fırat'ın eline tutuşturduğu notu açıp okudu.

"Sevgilim, cuma öğleden sonra ablam arkadaşına gezmeye gidecekmiş. Bizim evde buluşalım. Seni o kadar çok özledim ki, anlatamam. Mutlaka gel. Seni seviyorum..."

Satırların kalbinde yaratığı izdiham neredeyse ayaklarını yerden kesmişti. Bir başkası tarafından sevildiğini bilmek heyecan verici bir duyguydu. Issız dudakları birbirinden ayrılırken heyecanını bastırmak için dişleriyle geveledi. Onca yaşanmışlıktan sonra geçmişi ardında bırakmak ve sevgiliye tutunmak dünyanın en muhteşem duygusuydu amma velakin bir yandan da buluşma fikri ruhunda kopan kıyamete ayna tutarken mahrem çığlıkları ayyuka çıkıyordu. Kendisi için bir erkekle ıssız bir evde buluşmak aynı zamanda ateşte yanmakla eş değerdeydi. Ateşi elinde tutmak gibiydi. Buluşmak istese yanacaktı istemese yanacaktı. İki ateş arasında kalmak deyimi bu olsa gerekti.

Oysa başkaları gibi korkusuzca sevdiği adamla buluşmayı ne kadar çok isterdi. Yazışmak kolaydı, ayaküstü 'merhaba' demek öyle, iş ıssız bir koyda buluşmaya gelince işte o zaman yüce dağlar üstüne üstüne devriliyor ve ruhu o enkazın altında kalıyordu.

Hem her şeyi göze alıp buluşmak istese bile annesini evden nasıl gönderecekti ki? Babası cuma namazına gider namazdan sonra da hemen eve geri dönerdi. İkisini birden evden yollamak baya zor işti. Onların buluşmaları için ancak bir mucize gerekti, aradığı mucize ise şimdilik ufukta görünmüyordu. Belli ki; Evren de onların bir araya gelip buluşmalarını istemiyordu.

Teslime, buluşup buluşmama konusunda içten içe çıkmazları yaşasa da yine de ruhunda zapt-edemediği hoyratlıkları yaşıyordu. Kalbi bir kafese hapsedilmiş gibi çırpınıp duruyordu. Sol elini kuş gibi çırpınan kalbinin üstüne bastırırken. "Yok," dedi "bu kadar heyecan bana fazla ben buluşmaya falan gitmeyeceğim."

Sonra Fırat'ın sözleri geldi aklına. Tatile gideceğim ve seni uzun süre göremeyeceğim. Bu hasrete nasıl dayanacağım bilmiyorum.

Üstelik yalvarır gibi buluşmak istemesi yüreğine taş gibi oturmuştu. Onunla buluşmak ne kadar zor olabilirdi ki? Sadece bir adım atması lazımdı, bütün cesaretini toplaması ve bir adım atması. Biliyordu ilk adımı atmayı başardıktan sonra her şey daha kolay olacaktı. Avuçları arasında tuttuğu notu eze eze evlerinin kapısı önüne kadar gelmişti.

Seni çok özledim...

En çokta üç harften oluşan fakat sevgiyi özet geçen bu cümle yaralıyordu onun arafta kalmış ruhunu. Esasında genç kızı Fırat'la buluşmaya iten sözcükler bütünü tam olarak buydu.

Seni çok özledim...

Sevilmek, özlenmek, gerçekten ama gerçekten muhteşem bir duyguydu. Buluşmak ve bir araya gelmek şimdilik genç kıza ürkünç gelse de arafta kalan tarafı içten içe dualar ediyordu. Annesi bir bahaneyle evden gitsin beş dakikalığına da olsa Fırat'ın gözlerine bakabilsin. "Seni seviyorum Teslime," sözcüklerini kulaklarına doldura doldura söylesin. Bu sihirli sözcükler bütününü duymaya o kadar çok ihtiyacı vardı ki...

Üstelik gidecek ve iki haftaya kadar gelmeyecekti. Onun varlığına alışmıştı yokluğuna katlanabilir miydi bilmiyordu. Bildiği bir şey varsa kendi kalbini ikna edip onunla buluşmaya gitmekti.

Mucize...

Bazen ipler elinizden kaçar olması gereken olur. Çoğu zaman olanlar kendi iradeniz dışında gelişir. İlk başta bir mucizeye dalalet ederken yaşadıklarınız sonraları yokluklar zincirine bağlar sizi...

Gün döndü akşam oldu, Ay, döndü sabah oldu. Gelişen bu süreçte alışılagelmiş döngü çarşambayı perşembeye bağladı. Perşembe gününün sabahı süregelen düzen içinde hızlıca geçti ve kuşluk vaktine erişti. Sabah saatlerinin rutin ev işlerini bitiren Nimet, kısa bir gezinti için komşularını uğrayıp biraz soluklanmak istedi. Havadan sudan konuşuldu sohbet eşliğinde kahvaltıdan kalan çay ısıtıldı ve keyif çayına dönüştü. "Komşum, yarın arkadaşlarla günümüz var istersen sende katılabilirsin; yani misafir olarak."

Kadının hiçbir zaman bakım görmemiş ve soğuktan çatlamış dudaklarına buruk bir tebessüm oturdu. "Allah aşkına güldürme beni Nimet, ben kim gezmeye gitmek kim?"

"Niye öyle diyorsun komşum, zaten bir yere çıktığın yok. Senin içinde değişiklik olur işte?"

Mimiksiz surat ifadesiyle biraz öncekinin aksine daha istekli görünüyordu kadın. "Nimet, yarın cuma, bilirsin bizim adam bir cuma günü evden çıkar namazı kılar ondan sonra da bulur birkaç arkadaş alır eve yemeğe getirir. Onu da kınamıyordum. Kış günü iş güç yok ki, gitsin. "

"Hep bahane hep bahane gidesim yok de şuna."

Konuşma yarıda kesilmiş, içeriye Mehmet girmişti. Mehmet gelince Nimet, ayağa kalkmak istedi fakat Mehmet eliyle işaret ederek oturmasını istedi. Aslında kendisi oradayken Mehmet hiçbir zaman oturma odasına destursuz girmezdi. Evden bir yere ayrılmazdı ama evin önündeki bahçede sürekli bir şeyler yapar teselli olurdu. "Komşum, destursuz girdim içeri ama kusuruma bakmayın. Biraz önce çarşıya kadar çıkmıştım. Kaynanam gilin köyünden bir arkadaşa rastladım. Bizim kaynana biraz rahatsızmış onu haber edeyim dedim bizim hanıma. Olmazsa yarın cuma namazından sonra bir gidelim diyorum. Ne durumda olduğunu kendi gözümüzle görürüz."

Dudu, pek telaşlandı. "Neyi varmış anamın öğrenebildin mi?"

"Bilmiyorum hatun, yarın gidince birlikte öğreniriz."

Evren, iki aşığın yakarışlarını duymuş olmalı ki, çarklar onlardan yana dönüyordu. Nimet, arkadaşına anası hasta ziyaretine gidecekti. Üstelik babasıyla annesi birlikte gidecekti. Bu buluşmak için inanılmaz bir fırsattı. Teslime, bir ara ikircikte kaldı. "Ben de sizinle gelecek miyim baba?"

Bu sorunun cevabını hemen anası yapıştırdı. "Yok, kızım evi yalnız bırakmak olmaz. Biz gider bi' bakarız durumuna. Nenenin durumu iyiyse zaten akşama kalmaz döneriz. Yok, iyi değilse ben kalırım baban döner. Hepimizin gitmesine gerek yok yani."

Teslime kendisinin gönüllü olarak evde bırakılmasına bir yandan sevinirken bir diğer yandan da içinde tarifi imkânsız duygular yaşıyordu. Hissettiği bu duygu korku ve endişeden uzak bambaşka bir duyguydu.

Gündüzün gecesinde uykular haram oldu gözlerine. Buluşmak için dakikaları saatlere eklerken, geçmek bilmiyordu zaman.

Gün doğumu kalbine sevgiyi ekerken gün batımı o duyguyu alıp götürmüştü. Yine karanlığın kasavetine bürünmüştü ıssızlığı adet edinen ruhu. Yine karamsarlığın kisvesine bürünmüştü yaşanmışlığın arsız düşleri...

Olmuyordu. Kalbi avuçları arasında can çekişirken azat edemiyor özgür bırakamıyordu ruhunu. Korkuları kimsesiz düşlerine egemen olurken, ayaklarına vurulan prangalardan kurtulamıyordu. Oysa can kuşu onun göğsünde huzuru tatmış kalbi ruhuna ayna tutmuştu. Yoksa bu geçici ve anlık bir heves miydi, bilmiyordu. Gün doğumunda kalbi bir başka atarken gün batımında neden tekliyordu? Ne için bu kadar kararsızlık yaşıyordu. Ne için ölesiye korkuyordu. Bir adım atmak öne doğru bir adım atmak bu kadar zor olmasa gerekti.

Engin sulara kağıttan bir kayık yapıp salıvermek kadar kolay olmalıydı sevgiye açılan kapılar. Peki, ya yarın, yarın sözünde durabilecek miydi? Yeniden O'nun gözlerine bakabilecek cesareti var mıydı?

Karmaşa yaşayan ruhu bilinmezlikle çalkalanırken, bildiği tek şey âşıklar ülkesine gitmek için yola çıkmak ve doru ata binmek gerektiğiydi. Cesaret gösterip bindiği atı mahmuzlamak gerektiğiydi. Başka türlü ne içindeki korkulardan kurtulabilecekti ne de insan içine karışmaktan. Yapmalıydı, kendisine açılan kollara koşmalıydı.

Koşmak...

Söylemesi kolaydı da eyleme geçirmesi zordu. Henüz yeni yürümeye başlayan bir çocuk gibi paytak adımlar atmayı yeni öğrenmişken, koşmayı başarabilecek miydi? Bunu denemeden bilemezdi. Gözünü karartmadan aydınlığı göremezdi. Haddizatında yapması gereken belliydi. Karanlıktan aydınlığa çıkmak için bir düğmeye basmak yeterliydi. Yapacaktı. Yarın ilk iş koşa koşa ona gidecekti. Başka türlü kafasının içindekiler onu rahat bırakmıyordu. Hoyrat düşüncelerden kurtulmak için yapması gereken sevdiğinin kollarına sığınmaktı ya da huzurlu göğüs kafesine başını yaslamak. Okumuş ve akıllı adamdı, kendisi gibi cahil cemeke değildi Fırat. Onunla birlikte aynı yolda yürürse dağları aşacağını yollar kat-edeceğini ve düze çıkacağını biliyordu ve buna inandı kadın...

Ona, sürpriz yapmak için sabah kardeşini köşe başından salıverdi okula. Beklerken iş yaparak heyecanını bastırmaya ve zamanı ötelemeye çalışıyordu Teslime. Nihayet beklenen zaman gelmişti. Herkesin gittiğinden emin olmak için yine de tedbirli davranmak istiyordu genç kız. Kendi ara sokaklarından çıktı ve Nimet gilin sokağına geçmeden önce bütün dikkatini vererek sokağı kolaçan etti.

Öğleden sonrasıydı ve ortalıkta kimsecikler yoktu. Çekinceli adımlarla iki kanatlı tahta kapının aralığından süzülür gibi geçti ve komşu evinin kapısı önüne gelince durup soluklandı. Kapının halka şeklindeki metalik kapı döveceğini birkaç kez kaldırıp indirdi.

Fırat, genç kızın geleceğine dair pek umut beslemese de son derste okulda olmak kaydıyla eve gelmişti çünkü sabah beklemesine rağmen kardeşini geçirmeye gelmemişti Teslime. Onun bu davranışı ister istemez bütün umutların yerle yeksan etmişti. Kapı sesiyle uçuşa geçti hız kesmeden atan kalbinin kanat çırpışları. Kim diye sorma gereği duymadı. Tek dileği ve tek isteği sevgiliyi görmekti başka bir şey değil.

Kapı arkasındaki sürgüyü hızlıca sağa doğru ittirdi ve yaylı kapı şark diye duvara çarptı. "Teslime, sonunda!"

Sert bir yutkunuş boğazından geçerken gırtlağını parçaladı. "Biraz zor oldu!"

"Olsun, geldin ya o bana yeter."

Fırat'ın acelesi vardı vakit kaybetmek niyetinde hiç değildi. Teslime'nin elinden tuttuğu gibi içeriye çekti ve kapıyı ayağıyla kapattı. Genç kızın ruhu kapının kapanma sesiyle irkildi.
Teslime, ruhundaki irkilmeyi savuşturmadan Fırat'ın kolları arasında buldu varlığını... "Sevgilim, gelmeyeceksin diye çok korktum."

3250 kelime

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top