Fırat Öğretmen -10-

Medya, Sena Şener. Porselen Kalbim

Adam karanlık ruhlara ışık saçmak için eğitilmiş bir neferdi. Niyeti halis yolu aydınlıklara çıkıyordu.

Kadın yoluna vuran ışığın peşine düştü çünkü nasıl sevilir nasıl düze çıkılır bilmiyordu. Ondandı kelebek misali ışığa koşması. Ondandı ışığın etrafında pervane olup dönerken kendi ölümüne sebep olması. Çünkü sevgisiz ruhu çırılçıplak anadan üryandı. Çünkü sevgisiz ruhu susuzluktan kurumaya mahkûm bir ağacın gövdesi gibiydi; hiçbir işlevi olmayan kupkuru bir kütük parçası. Kaderi kökten değişsin karanlıklar içinde debelenen ruhu felaha ersin istedi.

Bir gün kaderi yazan kalem kırıldı siyah mürekkep bembeyaz kâğıdın üzerine yayıldı. Koyu kapkara bir lekeye bulandı adamın halis niyeti. Ya adamın ruhunda aslen karanlık vardı ya da kaderin oyununa geldiler...

Kadın mutfakta öğle yemeği hazırlamakla meşgulken iki oda bir solan olan evin kapısı hevesli vuruşlarla tıklatıldı. Küçük kız, "Anne, biri geldi kapı vuruluyor!" diye selendi. Kadın ocaktaki yemeği bırakmak istemediği için mutfak kapısından başını uzatarak, "Teslime ablandır bakıver kızım." dedi

Küçük kız hoplaya zıplaya salon olarak kullandıkları kapıdan çıkıp hole geldi. Kim olduğunu sorma gereği duymadan kapı koluna bastırdı ve açtı kapıyı. "Aa, dayım gelmiş!" Genç ve yakışıklı sınıf öğretmeni işaret parmağını dudaklarına götürerek yeğeninin susmasını istedi.

Genç öğretmenin sürpriz yapmak istediği aşikârdı ama yeğeni uzun zamandır dayısını görmediği için onu zapt etmek bir hayli güçtü. Hasret kokan bakışlarını gizleme gereği bile duymadan "dayı" diyerek bacaklarına sarılmıştı. Genç dayı, yeğenini kucakladığı gibi havaya kaldırıp yanaklarından öpmeye başladı. "Kız cimcime sen ne kadar büyümüşsün böyle?"

Yeterince hasret giderdikten sonra küçük kızı yere bırakıp kapı dışında duran büyük boy valizi çekiştirerek içeriye aldı ve duvar dibine bıraktı. "Şimdi sessiz oluyoruz!" derken ayak parmaklarının ucuna basarak yürümeye başladılar. "Annecik nerede bakalım?"

"Annem mutfakta dayı!" Kapıyı açmaya giden kızının gelmediğini fark eden kadın, ocağın üstünde yeni kaynamaya başlayan yemeğin altını kıstı ve mutfaktan çıkmaya niyetlendi. Henüz kapı eşiğine gelmişti ki eli istemsizce ağzını kapattı. Sürpriz tam bir sürpriz olmuştu. "Fırat... Ben de diyorum bu kız kapıyı açmaya gitti neden gelmedi."

"Ablam..." "Hoş geldin Fırat'ım!"

İki kardeş doyasıya kucaklaştı onları nelerin beklediğini bilemeden. "Hoş buldum ablam... Yeğenimden ben istedim susmasını ona kalsa çığlığı basacaktı ama!"

Kadının gözü duvar dibinde duran büyük boy valize kaydı. Kardeşi hiçbir zaman büyük boy valiz kullanmazdı. Bu konunun fazla üstünde durmadı nasıl olsa birazdan öğrenirdi nedenini. "Ayakta kaldın hadi salona geçelim."

Kucaklaşıp koklaştıktan sonra ayrıldılar. "Ben gidip ellerimi yıkayayım." Lavabonun yolunu ezbere bildiği için yerini sorma gereği duymadı. Birkaç adım gitmişti ki durdu ve havayı kokladı. "Oh ortalık mis gibi yemek kokuyor, saatlerdir yoldayım vallahi kurt gibi acıktım!"

Fırat ellerini yıkayıp dönene kadar salonun kapısı önünde beklediler onu. "Ee, abla nasılsın bakalım?" Kadın, avareliği mesken edinmiş varlığının sıradan görüntüsünü yüzüne çizerek dudak büktü. "Nasıl olalım kardeşim, iyi diyelim iyi olsun." Beşe dört metre büyüklüğündeki salona geçtiklerinde Nimet, kardeşini pencere önüne konumlanmış üçlü koltuğa buyur etti. Fırat Öğretmenin yorgunluğu süzgün bakışlarından belli oluyordu çünkü pencere önündeki üçlü koltuğa otururken oflayarak oturmuştu. "Nasıl da yorulmuşum," derken sağ bacağını sol baldırının üstüne attı ve iyice yayıldı.

"Sen nasılsın kardeşim, annemler nasıllar iyiler mi?" Genç adamın kavisli kalın kaşları havalandı etli alt dudağı dışa doğru hafifçe kıvrıldı. "Nasıllar bilmiyorum abla, buraya tayinim çıktığı için görev yaptığım köyden direk geldim. Maalesef bizimkilerle görüşme fırsatım olmadı."

Kardeşinin tayin haberini alan Nimet'in gözleri sevinçten ışıl ışıl parlamıştı. "Ne diyorsun? Sonunda kurtuldun desene kuş uçmaz kervan geçmez o köyden."

Oturuşunu düzeltmek istediği için biraz önceki pozisyonu bozup koltuğa yanlamasına yerleşti. Sağ elinin parmakları hafif dağınık saçlarını düzeltmek isterken hareketlendi. Elini saçlarından çeker çekmez köşeli alnına bir tutam perçem tekrar döküldü. Birkaç günlük kirli sakalı ona karizmatik bir görüntü çiziyordu. "Evet, abla kurtuldum ama ne yalan söyleyeyim öğrencilerime ne kadar alıştıysam bırakmak baya zor oldu."

"Özledikçe gider görürsün." Kadının ağız boşluğundan çıkan sözler biraz yavandı. "Bir ev bulana kadar burada kalmama izin verirsin umarım." Bu kez genç öğretmenin kelimelerinde çıkarımlar vardı. "Biz dururken ev tutmak da ne demek oluyor? Hayatta başka eve bırakmam; bizimle birlikte kalıyorsun."

Genç adamın, keyfi yerine gelmişti. Bakışları kendinden bağımsız bir anlığına pencere camına kaydı ve genç bir kızın koşarak geçtiğini gördü. Genç kızın, attığı her adımda kızıl saçları sağa sola savruluyor buna binaen kıvrak hatlı vücudu daireler çiziyordu. "Abla kim bu yavru ceylan?" Fırat'ın sesindeki vurgu imrenilesi tondaydı. Aynı kızı Nimet'te görmüştü. Kadının kaşları indi bakışları süzüldü. "Kim olduğunu bilmek istemezsin çünkü o yaralı bir ceylan!"

&&&

Günler haftaları haftalar ayları kovaladı olayın üzerinden tam olarak bir yıl geçti. Teslime, artık on altı yaşındaydı ve bir yıldır sokağa hiç çıkmamıştı. Sokağa çıkmanın ve ruhundaki yaraları sarmanın zamanı gelmişti. İnsan içine çıkmak yaşamın bir parçasıydı çünkü. "Ben çeşmeye su almaya gidiyorum ana!" Aylardan sonra kadın kızının kendini toparlamasına içten içe sevinmişti. Öyle ki, kalbine düşen sevincin emareleri gözle görülür netliğe kavuşmuş hafif bir tebessüm oturmuştu etli dudaklarına. "Tamam, git ama kimseye de kulak asma!"

Kendi evlerine giden ara sokaktan çıkıp çeşmeye giden sokağa saptı. Sanki başka bir gezegene ayak basmış gibi bakışları ürkek adımları çekingendi. Çekingendi çünkü insanlardan nasıl bir tepki göreceğini bilmiyordu. Neredeyse bir yıl kendi kabuğuna çekilmişti iyi ya da kötü hiç kimsenin tepkisine maruz kalmamak için amma velakin yaşamak ve yaşama tutunmak zorundaydı. Ne ölmek bir çareyeydi ne yaşamak kolaydı. Zihni karmakarışık duyguların girdabında yol alırken ayakları bir ileri iki geri adımlar atıyordu. Henüz yüz metre kadar yürümüştü ki tabanları mıh gibi toprak zemine çakılı kaldı. Bu kadar tesadüf olamazdı...

Musa, elini kolunu salaya sallaya elli metre kadar ilerisinde kendine doğru geliyordu. Başı önde o kadar rahat adımlar atıyordu ki sanırsın tüm dünya suçlu bir tek kendisi masum. Lakin tesadüfi karşılaşmayı şimdilik fark eden sadece Teslime'ydi. Bedeni zapturapt altına alınmış gibi kıpırtısız melankolik bakışları korkunun egemenliği altına girmişti. Gıdım hareket edemiyordu.

Bu arada Musa'da onu görmüş baya da yakınına kadar gelmişti. Teslime, bütün cesaretini toplayarak onun yüzüne bakmak ve kinini yüzüne karşı kusmak istemişti lakin başarılı olamamıştı, olamamıştı çünkü yine Musa kazanmıştı. Utanıp sıkılmadan sanki bütün pisliklerin anası kendisi değilmiş gibi hayâsızlığına bir yenisini daha eklemişti. Mucuk gözlerini genç kızın yüzüne sabitlemiş sağ gözünü yumup açarak cibilliyetsiz bir hareketle kızı nakavt etmeyi yine başarmıştı. Teslime'nin korkusunu yüzünden okuyarak arsızca tıpkı dalga geçer gibi göz kıpmıştı.

Bu hareketle ne bir adım atacak takati kalmıştı genç kızın ne de yaşamaya gücü. Eli ayağı boşalmış filim tekrar başa sarmıştı. Olduğu yerde saniyelerce kıpırtısız kaldı. Kendine geldiğinde gerisin geri adımlar attı ve evlerinin ara sokağına gelince koşmaya başladı.

İşte tam o sırada Teslime'nin kaderi yeniden yazılmaya niyetlendi...

Fırat, pencerenin önünden koşarak giden kızı görmüş ve sorusunu sormuştu. Soru sorulmuştu ama ablasından aldığı cevap merakını ikiye katlamıştı. "Nasıl yani?" Nimet kardeşinin ikinci sorusunu es geçerek, "Ben yemeğe bakayım," diyerek ayağa kalktı. Nimet'in kalktığı yere küçük kız oturdu. "Teslime ablayı mı sordun dayı?"

"Teslime kim?" Küçük kız olanca masumiyetiyle dayısının sorusunu cevaplamak istiyordu. "Komşumuzun kızı. Biliyor musun dayı ben Teslime ablayı çok seviyorum."

Fırat öğretmen küçük kızı kendi merakına kurban etmek istemiyordu. Onun yerine ismini öğrendiği kızın hikâyesini ablasından dinlemeyi yeğlerdi. Çok geçmeden Nimet, tekrar göründü salonun kapısından. "Yemek hazır ben sofrayı kurayım!"

"Tamam, abla!" Annesiyle birlikte küçük kız da salondan çıkmıştı. Genç adam yalnız kalınca başının altına koltuk kırlentlerinin ikisini birden koydu oturuş pozisyonunu değiştirerek sırt üstü uzandı. Kolları kendiliğinden birbirine dolandı ve elleri koltuk altlarına yerleşti. Gözleri ağır ağır kapanırken dudakları arasından hafif bir harıltı yükselmeye başladı. Yol yorgunluğu vücudunu anında istilası altına almış göz kapakları kapanır kapanmaz derin bir uykuya dalmıştı.

Yüzünü göremediği kızıl saçlı bir kız koşarak kendinden uzaklaşıyordu. Peşinden koşmak istiyor ama başarılı olamıyordu çünkü kurşun gibi ağırdı bacakları. Ayak bileklerine prangalar takılıydı. Kalın halkalardan oluşan demir kelepçeli prangalar. Onun yürümesine engel olan prangalar...

Sarsılan vücudu şiddetli bir kasırgaya kapılmış gibi sağa sola yalpalıyordu... Çok uzaklarda bir bebek ağlıyordu; vaveylası arşa yükselen...

"Fırat, Fırat!" sesleri yankılanıyordu kulaklarında. Boğazına kadar suya gömülmüş bedeni boğuldu boğulacak... Çırpındıkça daha çok suyun içine çekiliyor nefes almakta zorlanıyordu. Tam boğulmak üzereyken bir el uzanmış nefesiz kalan ciğerlerine hava dolmuştu. "Hıh."

"Fırat, Fırat," diye sarsılan bedeni kara gözlerinin arlanmasına yardımcı oldu. "Bu kadar derin uyuduğunu bilseydim uyandırmazdım. Hem çok sık nefes alıp veriyordun kötü bir rüya gördüğünü düşünüp uyandırmak istedim." Boyun girintisi terden sırılsıklam olmuştu. Elleri terli boynunu yoklarken, "Haklısın abla, garip bir rüya görüyordum. Baksana sıkıntıdan terlemişim."

Nimet, umursamaz bir dil kullanarak kardeşini rahatlatmak istemişti. "Boş ver şimdi sen rüyayı falan yol yorgunusun ondan hepsi. Bak sofra hazır. Kalk bir elini yüzünü yıka açılırsın." Fırat öğretmen, uzandığı yerden kalktı ve doğruca lavaboya geçti. Musluğun başlığını soldan sağa doğru çevirerek yavaş hareketlerle açtı. Ellerinden minik bir havuz oluşturup suyun havuza dolmasını bekledi. Bir avuç suyu yüzüne çarptı bir avuç daha bir avuç daha.

Katran karasına bulanmış göz-bebekleri mavi plastik çerçeveli küçük aynaya kaydı. Saniyeler önce garip bir rüya gömüştü. Kızıl saçlı bir kız, ağlayan bir bebek ve kan ter içinde kalan iman tahtası. Sıkışan kalbinin sesini hala duyabiliyordu. Bilinmezliğin kapılarını aralayan rüyayı bertaraf etmek ister gibi dudak bükerken havluya doğru eğildi ve bir iki defa yüzüne bastırdı.

Hazır sofranın başına geçti önüne konan tabağı bitirene kadar hiç konuşmadı. Karnıyarık, pirinç pilavı ve cacık bu muhteşem üçlüyü pek severdi zaten. "Eline sağlık abla, yemek çok lezzetliydi." Yemek konusunda ellerinin pek becerikli olduğunu eşi de her fırsatta dile getirirdi. "Afiyet olsun Fırat'ım. Ben şimdi bir çay suyu koyayım birlikte içeriz."

"İyi olur abla, zaten hafiften başım ağrıyor. Gün boyu çay içmediğim için olmalı."

Yemekler yendi sofra toplandı. Sıra çay içmeye gelmişti. Üçlü koltukların arasında kalan boş köşede tahta bir masa vardı. Etamin işlemeli masa örtüsü koltuk kılıflarıyla uyum içindeydi. Sıcak çaydanlığın altına hasır örgülü ahşaptan bir altlık konmuş, çaydanlığın üstü kalınca bir örtüyle sıkıca kapatılmıştı. Birer bardak çayı doldurup çaydanlığın üstünü tekrar kapattıktan sonra karşılıklı oturup koyu bir sohbete başladılar. "Kim olduğunu hala söylemedin?"

Nimet'in bakışları anında kardeşinin yüzüne kaydı çünkü konunun ne olduğunu çoktan unutmuştu. Konuyu unuttuğu için de sorgulayıcı bakışlarını hâlâ kardeşinin üzerinden çekmemişti. Fırat, küçük bir hatırlatmada beis görmedi. "Pencere önünden geçen kızıl kasırganın kim olduğunu sormuştum, sen de bilmek istemesin demiştin."

Önüne dönüp çayından bir yudum aldı. Unuttuğu soruyu hatırlamıştı. "Sen Teslime'yi soruyorsun. Bizim yan tarafta oturan komşunun kızı." Meseleyi kapatmak istiyormuş gibi yaparak bakışlarını boşluğa çevirdi. Çayından ikinci yudumu aldı ve kayıtsızca yuttu. Ablası büyük bir sırı saklamak istiyormuş gibi gizemli davrandıkça istemeden Fırat'ın merakını kamçılıyordu. "Güzel kıza benziyor?" Bu soru lalettayin sorulmuş bir soruydu çünkü amaç konuyu deşmekti.

Evet, anlamında başını usulca aşağı yukarı sallarken boş çay bardağını göstererek "İçmek ister misin?" diye sordu. "Ben doldururum abla!" Yavaş hareketlerle oturduğu yerden kalktı ve masanın başına geçti. Çaydanlığın üstündeki örtüyü büyük bir özenle kaldırıp kenara koydu. İki parmağı geçmeyecek kadar dem geri kalanına sıcak su doldurdu. Bir tane kesme şekerini bardağına bıraktı kalktığı yavaşlıkta tekrar yerine geçerek oturdu. "Nerede kalmıştık?"

"Haklısın güzel kız ama insanın kaderi güzel olmalı!"

"Kaderi güzel derken neyi kastediyorsun?"

Nimet'in bakışları tekrar boşlukta gezinmeye başladı. İnce dudakları arsından çıkan sözcükler sıradandı. "Boş ver uzun hikâye!" Fırat, ablasının neden bu kadar lafı dolandırdığına bir türlü akıl sır erdiremiyordu. Ne olmuş olabilirdi ki? "Hikâye dinlemeyi severim!"

Nimet, anlatıp anlatmamakta kararsızlık yaşarken hafiften yüzü kızarmıştı. "Hoşlanacağın türden bir hikâye değil ama bu..." Nimet, anlatmamak için direndikçe Fırat, biraz daha itiliyordu hikâyenin için doğru. "Bak bu daha da ilginç," diye vurgularken kavisli kaşları hafif bir açıyla yukarı kalkmış kara gözleri fazlasıyla açılmıştı.

"Kızın adı Teslime..."

Bu arada Fırat, ayağa kalktı elindeki çay bardağını usulca masanın üzerine bıraktı ve çayını yeniledi.

"Zamanın hükümeti amik ovası bir bataklıktan ibaretken ıslah etmiş ve fakir fukaraya onar dönümlük parçalar halinde dağıtmış. Bizim komşu Mehmet abiyle kendisinden yaşça büyük olan kardeşine de vermişler. Mehmet abinin büyük abisi bir trafik kazası geçirerek vefat etmiş. Eşi öldüğünde Ayşe'nin iki kız çocuğu varmış üçüncüye de gebeymiş. Bu Ayşe'yi kendinden en az on beş yaş küçük kayını Musa'ya nikâhlamışlar. Maksatları Ayşe, baba evine dönmesin veya bir başkasıyla evlenmesin; eğer hakeza evlenirse Ayşe'ye kalan on dönümlük arazi başkasına gidecek.

Ayşe'nin ilk evliğinden üç iki de Musa'dan olmuş; etti mi sana beş çocuk. Her neyse konumuz bu değil zaten. Bizim komşu Mehmet abi ve kardeşi Musa giller her yaz amik ovasına göçerler güz gelip işleri bitince de geri gelirler. Geçen yaz yine gitmişlerdi ama çok geçmeden Mehmet abi giller geri döndüler. Meğerse bu Musa deyyusu Teslime'ye tasallut etmiş."

"Musa amcası değil mi?"

Nimet, beddua eder gibi ağız dolusu konuştu. "Olmaz olsun onun gibi amca. Ben onun amcalığından bile şüpheliyim."

Fırat, başını olumsuz anlamında sağa sola sallarken, "Peki daha sonra ne oldu, şikâyet falan etiler mi?"

"Yok etmediler. Küçük yerlerin insanını az çok bilirsin, bu ve benzeri olayların duyulmasından çekindikleri için sineye çekerler. Bizim komşuların yaptığı da bu oldu. Kızın annesi görmüş bir hayli hırpalamış Musa'yı sonra Mehmet abi silah çekmiş öldürmek istemiş falan ama konu komşu engel olmuş işte. Aynı gece birileri Musa'nın pamuğunu ateşe vermiş. Bunlar tekrar birbirine düşmüşler. Bizim komşular biz yapmadık demişler ama karşı taraf inanamamış. Ayşe cazgırlık yapıp ben de sizin pamuğunuzu yakarım deyince Mehmet abi çekmiş silahı Ayşe'yi kolundan yaralamış. Konu komşu bakmışlar ki, olacak gibi değil işler hepten çığırından çıkıyor sökmüşler çadırları bizimkileri gerisin geri göndermişler."

"Olan zavallı kıza oldu desene? Peki, sizin komşular yakmadıysa pamuğu kim yakmış? Gerçi kim yaktıysa isabet olmuş."

Nimet, varsayımlar üzerine konuşurken çekimserdi. "Ferhat, diye bir çocuk varmış bizimkilerin tarla komşusuymuş. Teslime'ye kalırsa onun yaktığına inanıyor çünkü bunlar birbirine gönüllüymüş." Ablası 'gönüllüymüş' deyince Fırat'ın kaşları nedensizce çatıldı. "Ferhat denen çocukla hala görüşüyorlar mı?"

Sanki garip bir düşünceye karşı çıkmak ister gibi Nimet, iki elinin ayasını yukarı gelecek şekilde tutup boynunu içeri doğru çekti. "Ne görüşmesi, kızın bir yıldır evden çıktığı mı var? Hem olaylardan sonra Ferhat'ı hiç kimse buralarda görmemiş. Üniversite kazanmış İstanbul'a gitmiş diyorlar." Bunu duyduğuna sevinmiş gibi dudakları birbiriyle buluşarak yana doğru kaydı ve kıyısına hafif bir tebessüm oturdu. "Suçunu gizlemek için olmalı!"

"Sanmam, kim olsa sevdiğinin başına geleni içine sindiremez. Çocuk kahredip gitmiş de olabilir. Hem yakmışsa çok da iyi etmiş. On beş yaşındaki bir kızın hayıtını karartırken başına gelebilecek olanları hesap etmiş olmalı."

"On beş yaş mı? Çok da gençmiş!" Nimet anlatmış Fırat öğretmen dinlemişti. Hoyrat bir rüzgâr esmiş Fırat öğretmeni Teslime'nin hayatına savuruvermişti. Henüz yüzünü dahi görmediği genç bir kızın kalbi şimdi avuçları arasında atıyordu.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top