Beklenmedik Tesadüf -14-

Merhaba, nasılsınız?

Baya ara verdik umarım beklediğinize değer.

Oy verip yorum atmayı unutmayın lütfen.

Keyifli okumalar...

Burun deliklerine dolan keskin bir erkek kokusuyla sarsılırken benliği, aralandı misketi andıran gözlerin perdesi. Tarumar olmuş duyularını harekete geçiren hisleri güçlü bir pençenin avuçları arasına çırpınırken bir kez daha hezeyanı yaşadı ruhu.
Bir kez daha işgal edildi hudutları.
Bir kez daha tadına vardı yenilmişliğin. Koca bir hıçkırık tıkadı boğazını ve yutkunamadı.

Ellerini adamın sağ ve sol göğsüne kuvvetlice bastırdı ve onu geriye doğru itekledi. "Uzak dur beden." Sesinin tınısı duyulma ihtimalini göz önünde bulundurarak ister istemez kısık çıkmıştı.

"Ben sadece yardım etmek istedim."

"Hepiniz aynısınız!" derken genç kız soluk soluğaydı ve eli ayağı zangır zangır titriyordu. "Uzak durun benden başka bir şey istemiyorum." Sözcüklere yüklediği haykırış avazının çıktığı kadar bağırıyordu lakin sesinin desibeli yine kısık çıkmıştı.

Genç kızın ruhunda yaşadığı sarsıntılar gayet tabii olarak herkesi aynı kefeye koymaya itiyordu. Gerçi Teslime'nin yerinde kim olsa benzer tepkiyi veridi çünkü en güvenmesi gerekenlerden en ağır darbeyi almıştı. Buna binaen doğruları ve yanlışları birbirine karıştırıyordu zira neyin doğru neyin yanlış olduğu kafasının içinde fırıldak gibi dönerek yer değiştirirken koskocaman bir muammaya dönüşüyordu. Bocalıyor, çabalıyor, ama yaşadıklarını bir türlü geçmişe gömemiyordu.

Fırat öğretmen genç kızdan bu kadar şiddetli bir tepki beklememişti. Oysa yapmak istediği sadece yere düşmesini önlemekti. Genç kızın geçmişte yaşadığı travmadan sonra bir erkekle aynı odada ve karanlıkta yalnız kalmanın onun için ne denli zor olduğunu idrak edebilecek yetideydi çünkü.

Teslime, hala dalından kopmuş bir yaprak gibi havada sallanıp duruyor yaşananların bir rüyadan ibaret olmasını diliyordu. Anlık bir tepkiyle hiç hak etmediği halde Fırat öğretmeni iteklemiş bu da yetmezmiş gibi 'benden uzak dur' diyerek yüzüne karşı çemkirmişti.

Aslen bütün bunları hiç yaşamamış olmayı yeğlerdi ama yaşamıştı. Hem de asi toprakların asi geçmişi gibi hoyratça yaşamıştı. Kubbesindeki kavruk tenli göğün kızıllığına bulanarak yaşamıştı. Hiçliğe mahkûm edilerek kendi acununda yalnızlığa terk edilerek yaşamıştı. Bütün bunlar yetmezmiş gibi canı çıkasıya acı çekmişti fakat hiçbir kimse yaşadığı hezeyanı duymamış ve hissetmemişti.

Zihniyle girdiği saniyelerle sınırlı mücadeleden sıyrılması uzun sürmedi. Karşısındaki adama haksızlık ettiğini düşünüyordu lakin ruhunda yaşadığı karmaşa genç kızı buna itiyordu.

Bu arada gözleri yavaş yavaş karanlığa alışmaya başlayınca yanan ocaktan sızan cılız ışık kısmen mutfağı aydınlatmaya başlamıştı. Birkaç adım atarak kendini güvene almak ister gibi sırtını mutfağın taş duvarına yasladı Teslime.

Fırat üstünkörü mutfak raflarını kurcalayarak kendince mum arayışı içine girişmişti. Zaman zaman Nimet ablasına akşam oturmasına geldiklerinde birçok kez elektrikler kesilmiş aydınlanmak için mum yakmışlardı. Teslime, mumların yerini biliyordu ama genç adamla konuşmak istemediği için diline kilit vurmuş gıkını bile çıkarmıyordu. Hele dakikalar önce onun kollarında olduğu düşüncesi hepten sesini soluğunu kesiyordu. "Hah, buldum!" Yarıya kadar yanmış mumu yakmak için bu kez de çakmak aramaya başlamıştı Fırat.

Genç öğretmen, karanlıktan kurtulmanın yollarını ararken önce uzun gölgeler koridora vurdu sonra mutfağın tam ortasına düştü. Nimet, kalın bir mum yakmış gençleri karanlıkta bırakmamak adına sessizce mutfağa geliyordu. "Çocuklar üst rafların birinde mum olacaktı neden yakmadınız?"

"Abla karanlıkta ancak bulabildim. Tam yakmaya hazırlanıyordum ki sen geldin. Sen geldiğine göre ben çıkayım artık."

Fırat kendini koridora atar atmaz derin bir nefes almıştı. Yanlış anlaşılmak istemiyordu zira ortam yanlış anlaşılmaya çok müsaitti. Bu gibi çetrefilli düşünceler her zaman insanın aleyhine işler. Siz ne yapsanız yapın kendinizi aklayamazsınız çünkü karşı tarafın zihnine inceden bir kuşku düşmüştür. İnsanın zihnine düşen kuşku sinsi bir kurt gibi beynini kemirir durur da işin içinden bir türlü çıkamazsınız. En iyisi bu gibi hadiselere mahal vermemekten geçiyordu Fırat'ın da yapmak istediği tam olarak buydu.

Nimet, mutfağa geçtiğinde ilk gözüne çarpan Teslime'nin duvar dibine sinmiş sesiz sedasız görüntüsüydü. "Neyin var Teslime?" İşte kadını tarafına çeken küçücük bir kuşku kırıntısı en mahrem düşüncelerine sızdı bile.

Genç kız ise ruhunda yaşadığı zelzeleyi ne yaparsa yapsın gizleyemiyordu. Sırtını yasladığı duvardan usulca ayırırken sadece karanlıktan korkmuş gibi yaparak ocağın başına yöneldi. "Elektrikler kesilince korktum abla. Bilirsin karanlıktan korkarım."

"Ne bileyim seni öyle sus pus görünce başka bir şeyden korktun sandım." Bu kez kadının dilinden dökülen kuşkunun vücut bulmuş haliydi.

Nasıl derdi ki; kardeşinle yalnız kalmaktan korktum hatta ödüm koptu da kucağına yığılıverdim, diye. "Yok, abla başka bir şeyden korkmadım!"

"Fırat, vardı yanında neden bu kadar korktun ki?"

"Bilmem korktum işte!" Teslime'nin üzerine gitmek istemeyen Nimet, konuyu daha fazla irdelemek istemedi zira irdeledikçe yok yere birilerinin vebalini alıyordu. "Ben çay bardaklarının olduğu tepsiyi götüreyim Teslime. Sende çaydanlıktaki su kaynayınca alıp gelirsin."

"Olur, abla!"

Nimet, mutfaktan çıkıp gitmiş Teslime yalnız kalmıştı. Biraz önce yaşananlar düştü hayaline ve dudaklarını dişlemeye başladı. Nasıl böyle bir hata yapabilmişti? Neden kendini tutamayıp bir erkeğin kollarına bayılmak gibi bir aciziyet göstermişti. Biraz sonra genç adamın olduğu odaya gidecekti peki ama onun yüzüne nasıl bakacaktı? Muhtemelen bakamayacak bakamadığı için de herkes aralarında bir şeylerin geçtiğini sanacaktı. Nimet ablasının üstü kapalı sorularına bakılacak olursa durum bunu gösteriyordu.

Oysa herkes gibi normal biri olmayı ne kadar çok isterdi lakin hayatında hiçbir şey normal seyrinde gitmiyordu. Zaten yaşadığı kıyametten sonra her şeyin normal seyrinde gitmesini beklemek aptallık olurdu zira kendisi baştan kaybetmişti. Yaşı küçüktü ve hayat tecrübesi yok denecek kadar azdı o halde bu kısacık ömründe kime ne yapmıştı da çile çekmeye mahkûm edilmişti.

Geçmişini ve bugünü kendi içinde yorumlarken ocağın üstündeki çaydanlık fokur fokur kaynamaya başladı. Ocağın üstünde fokurdayarak kaynayan su yaşanmışlığı yüzüne vurur gibi gerçekçiydi. Kendi gerçeğiyle yüzleştikçe ne yaparsa yapsın yaşanmışlığın izini hafızasından silemeyeceğini biliyordu. Biliyordu işte geçmişin yükünü sırtında kambur gibi taşıdıkça bedenini saran zehirli bir sarmaşık gibi ruhunu emerek yok edeceğini. Kim bilir, belki de böylesi kendisi için daha iyi olacaktı. Keşke hayata dönmenin ve yeniden başlamamanın bir yolunu bulabilseydi ama maalesef bulamıyordu.

Mecburiyetlerin ışığı yoluna vurunca ruhunu karartan geçmişi zihninin en karanlık mabedine gömdü ve ocağın altını söndürdü. Çaydanlığın kulpunu tutmak için niyetlendiği sıra da ısınan kulpun kor gibi sıcak olduğunu fark etti. Gerçi yanmaya ve köz gibi dağlanmaya alışıktı her zerresi. Parmakları yandı fakat inadına çaydanlığın ısınan kulpunu bırakmadı.

Kaynar su dolu çaydanlığı canı yana yana taşırken küçük ve temkinli adımlar atıyordu. Koridoru geçti ve oturma odasının kapsına kadar geldi. Teslime, kapıda görününce Fırat yardım etmek amacıyla hemen ayağa kalktı. Kalktı çünkü genç kızın elinin yaralı olduğunu biliyordu. "Bana bırakır mısın, çaydanlığı?"

"Bir şey olmaz ben taşırım!"

Evet, eli yaralıydı ve canı acıyordu ama acısını bastırmak için dişini sıkıyordu. Geride bıraktığı sancılı günlere nazaran elinin acısı neydi ki? Yine dayanır yine çektiği acıyı sinesine bastırırdı. Bir erkeğin eli eline değene kadar her zorluğa katlanırdı. Bildiğinden şaşmayarak dediğini yaptı ve çaydanlığı sobanın üstüne bırakıncaya dek elinden bırakmadı. Halbuki ne kadar acı çektiği yüzünün aldığı ifadeden belli oluyordu.

Teslime, çaydanlığı sobanın üstüne bırakır bırakmaz Fırat, eyleme geçti. "Çay demini almıştır ben bardaklara doldurayım."

Genç kızın bakışları anında Nimet ablasını buldu. "Sen geç otur Teslime, kardeşim çayları doldurur." Ne yani kendileri oturacak çay ikramını Fırat Öğretmen mi yapacaktı? Şimdiye kadar hiç görmemişti kadınlar otururken bir erkeğin çayları doldurup dağıttığını. İster istemez garibine gitti. "Sen zahmet etmeseydin hocam, bizim kız doldururdu çayları." Kızı kadar babasının da garibine gitmişti bir öğretmenin kendilerine çay doldurup hizmet edecek olması.

"Siz rahat olun Mehmet abi, ben alışkınım. Öğrencilik yılarında az mı yemek yaptık çay demledik."

Fırat'ın yeterli açıklaması herkesi susturmuştu. Havadan sudan afaki sohbetler eşliğinde çay bardakları doldu boşaldı. Teslime ne zaman başını kaldırıp Fırat'tan tarafa baksa onunla göz göze geliyordu. Gece boyu sürekli genç öğretmenin bakışlarını üzerinde hissetti. Her göz teması varlığını sarsıyor akabinde kalbine ılık ılık duygular akıyordu.

Garipti ama şimdiye kadar hiç tatmadığı duygulardı bunlar. Teslime'ye göre bu duyguların adı biraz utanç biraz korkuydu. Malum saatler önce adamın kollarına düştüğü için utanıyordu. Hissettiği diğer duygunun sebebi ise muhtemelen bir erkeğe yakınlaşma korkusunu yaşamış olmasıydı. Genç kız için her ikisi de geçerli sebeplerdi.

Teslime'nin ailesi sabah erken kalkacağız deyip misafirliği fazla uzatmadan kalkmak istediler. Biraz daha oturalım vakit erken muhabbeti öne sürülse de bir kere niyetlerini belli etmişlerdi; kalkıp gittiler.

&&&

Günler haftalara haftalar aylara gebe kalırken gitmeler gelmeler devam etti. Elektriklerin kesildiği geceden sonra aralarında elle tutulur bir yakınlaşma yaşanmış olmasa da o gece iki gencin kalplerine cemre düşmüştü ve birbirlerine karşı yakınlık hissetmeye başlamışlardı. İkisi de birbirlerinden uzak duruyorlardı ama yokluklarında gözleri birbirini arar olmuştu. Fırat'ın genç kızdan uzak durmasının tek sebebi yaşının küçük olmasıydı çünkü henüz on altı yaşındaydı.

Teslime için durum tam tersiydi hala bir erkeğe yakınlaşmaktan ödü kopuyordu. Kalben bir şeyler hissediyor olabilirdi fakat ruhunda taşıdığı korkunun kabuğunu kırıp yediden normal hayta dönmesi zaman alacağa benziyordu.

İnsanın aşamadığı duvarları yıkamadığı surları olabilir lakin hayat beklemez ve zamansız sürprizini yapıverir. Teslime, kendi kaderinden ne kadar kaçarsa kaçsın kaderin ona sürprizleri vardı. Hem de hayal edemediği kadar büyük sürprizler.

&&&

Nimet zaten açık olan kapıyı bir iki defa tıklattı. Bir cevap beklemeden eşikten adımın atarken, "Kolay gelsin komşular, ben gelmesem sizin ne arayacağınız ne soracağınız var. İnsan öldük mü kaldık mı diye bir arar sorar öyle değil mi ama?"

"Buyur Nimet abla," derken elindeki karalahana sarmasını tencereye bıraktı ve ayağa kalktı. "Kalkma Teslime sen işine bak. Yardım ister misiniz?"

"Yok, komşum az kaldı zaten elini vurduğunu değmez." Genç kadın ezbere bildiği sedirlerden birinin üstüne geçip oturdu. "Hoş geldin komşum!"

Nimet, rahatlamak ister gibi uzun bir soluğu ta ciğerlerine kadar çekip üfleyerek geri verirken, "Hoş bulduk Dudu abla!" dedi.

"Teslime, geri kalanını ben sararım. Hade sen ocağa bir çay suyu koyuver!" Genç kız yaptığı işten elini çekti ve sobanın üzerindeki sıcak su dolu güğümü alıp mutfak tarafına yollandı. "Nasılsın komşum, vallahi işten güçten kaç gündür görüşemedik?"

"Nasıl olalım Dudu abla iyi diyelim iyi olsun işte. Kar kapıda havlar iyice soğudu. Havalar soğuyunca bizim kız üşüttü sanırım kaç gündür bende onunla uğraşıyordum."

Çay suyu koymak için mutfağa giden Teslime çok geçmeden geri döndü. "Teslime, güğümde sıcak su kaldıysa getir de sarma tenceresine koyalım. Hazır soba harlıyken yemeğimiz pişiversin."

Anasının iş buyurmasıyla geldiği gibi geri gitti Teslime. Komşu kadın, oturduğu yere iyice yerleşirken beraberinde getirdiği poşetin içini açtı ve gri renk bir örgü çıkardı. "Ne işliyorsun komşu, güzel rengi varmış." Ördüğü örgüyü havaya doğru kaldırıp uzunluğunu kontrol etti. "Bizim Fırat'a atkı örüyorum Dudu abla. Garibim sabahın poyrazını akşamın ayazını yiyor. Öreyim de sıcacık sarsın boynuna."

"Keşke bende örmeyi bilsem de birini Ahmet'e birini de bizim adama yapsam."

"Zor bir şey değil ki, istiyorsan öğretirim." Sarma tenceresini kavradığı gibi yanan sobanın üstüne bıraktı Dudu. Tencerenin kulpunu bırakınca umursamaz bir hareketle sağ elini bir tur havada döndürdü. "Bizden geçti artık komşum, kafam hiçbir şey almaz oldu. Sen öğreteceksen Teslime'ye öğret."

Sıcak su güğümü elinde tekrar oturma odasına gelen Teslime, gülümseyerek güğümdeki sudan sarma tenceresine kararınca dökmeye başladı. Bir taraftan da iki kadına laf yetiştiriyordu. "Neyi benim öğrenmem gerekiyor?"

"Kız sen bizi mi dinliyorsun?"

Aylardır ilk kez kıkırdayarak gülümsemişti Teslime. "Sizi dinlememe gerek yok ki sesiniz sokaktan bile duyuluyor." Üçü birden gülüşmeye başadırlar. Gerçekten insanın morali yerinde olunca sebepsiz de olsa gülümseyebiliyor. Yaşadıkları kötü günleri kısmen geride bırakan Teslime ve ailesi az da olsa ara sıra yüzleri gülmeye başlamışlardı. Tabii ki zaman ne gösterir bilinmez. Anı yaşamak işte bunun için değerli.

Zaman öğleden sonrası mekân komşu eviydi ve demini almış çay bardaklara boşalmaya başladı. "Teslime, bana bir kaşık şeker kat."

"Olur, Nimet abla."

"Tüh, görüyon mu sen ipim bitti, yedek yün yumağını da almayı unutmuşum. Bende bugün bitirmek için işi gücü bir tarafa bırakmıştım. Ben gidip alayım bari!" derken kararlı bir şekilde ayağa kalktı. "Komşum sen gidip gelene kadar çayın soğuyacak. Sen kalktığın yere otur hele Teslime, bir koşu gidip alıversin."

"Kızı yormayalım zaten her işe onu koşturuyoruz."

Teslime, komşu evine gönüllü olarak gitmek için anında ayağa kalktı. Gönüllüydü çünkü Fırat'ın evde olmadığını biliyordu. "Nimet abla, yorulacak ne var, sanki sırtımda yük taşıyorum."

Komşu kadın, dizinin altında duran poşetten evin anahtarını çıkartıp Teslime'ye doğru salladı; "Yün poşeti bizim yatak odasında hemen girişteki masanın üstünde."

Kendisine uzatılan anahtarı aldığı gibi odadan çıktı. Tam kapının önünde duran plastik terliği ayağına geçirmişti ki bedeni buz gibi havayla buluştu. Öyle soğuk bir hava vardı ki dışarıda insanın iliklerine işliyordu. Çıktığı gibi geri girdi içeriye. "Ne oldu Teslime, gitmekten vaz mı geçtin?" Şaka yollu soruyu soran komşu kadın Nimet'ti.

"Yok, abla, üşüdüm de üstüme hırka almak için geldim." Kapı arkasına asılı bordo renk hazır triko hırkayı aldı ve geri çıktı odadan. Hırkanın bir kolunu kapı eşiğinde ikinci kolunu bahçe kapısını orada giydi. Boyu dize kadar inen hırkaya iyice sarıldı ve evlerinin ara sokağından çıkıp ana sokağın başına gelince durdu. Tedirgin bakışları sokağın sağına solunu bakındıktan sonra rahatladı zira sokak boştu.

Ayakları gideceği istikamete doğru yöneldi. Köşe başından ana sokağa sapınca yüzüne vuran poyraz yelinde nefeslendi ciğerleri. İçine işleyen soğuk havaya inat durmadı ve iki kanatlı bahçe kapısının önüne geldi durdu. Elindeki büyük boy anahtarı yuvasına soktu fakat kapının kilitli olmadığını gördü. Kapının neden açık olduğunu dair hiç düşünmedi zira her zaman kilitli olmazdı.

Avluyu kaygısız adımlarla geçti ve ikinci kapıyı açmak için anahtarı yuvasına soktu. Kapı kolundan tutup kendine doğru çekerken anahtarı bir tur yuvasında döndürdü. İkinci turdan sonra kendine doğru çektiği kapıyı içe doğru itekledi. Kilidinden kurtulan kapı ardına kadar açıldı. Plastik terliği kapı eşiğinde çıkardı ve hiç çekinmeden içeriye geçti.

Evin içine geçti geçmesine ama onu büyük bir sessizlik karşıladı. Yalnızlık ve sessizlik ruhunu alabora ederken tek düşündüğü yün yumağını alıp bir an önce gitmekti. Yün poşeti bizim yatak odasında demişti Nimet ablası. Parmak uçlarına basarak koridora doğru yöneldi. Niyeti Nimet'in yatak odasına gitmekti. Koridorun tam ortasına gelince duraksadı ve başını Fırat'ın odasına doğru çevirdi.

İçine düşen merak dürtüsü genç kızı bir türlü rahat bırakmıyordu; acaba odası nasıl bir yerdi? Sağında Nimet ablasının solunda Fırat'ın yatak odası duruyordu. Beş dakikacık baksa ne olurdu ki; yani kıyamet kopmazdı her halde? Üstelik evde kimsecikler yoktu.

Mantıktan arınmış ruhu ayaklarını genç adamın oda kapısı önüne kadar getirdi. Kapı yarı açıktı ve odanın tamamı görünmüyordu. Sanki Fırat, odasındaymış gibi tuhaf bir his kapladı yüreğini. Heyecan sardı tüm benliğini fakat pes etmedi. Heyecandan titreyen elleri uzandı ve yarı açık kapıyı içe doğru ittirdi.

Oda kapısı hafif bir gıcırtıyla açıldı ama genç kız vurgun yemiş gibi olduğu yerde kaskatı kesildi. Öyle ki; damarlarında akan kan pıhtılaşmış akmıyordu. Koyu kahve gözleri büyüdükçe büyüdü eli ayağı tutmaz oldu. Bu nasıl olabilirdi?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top