Asi Toprakların Kızı -2-
Bu bölümü bütün kadınlara itaf ediyorum. Güzellerim bölüm sizin oy ve yorumlarla destek verin.
Merhabalar!
Hudutsuz. Arzular'ın ikinci bölümüyle biz geldik.
Hikâyeyi değerlendirirken 30-35 yıl öncesini düşünün.
Umarım beğenir keyifle okursunuz.
İki gün önce
"Üf, bu ne sıcak susuzluktan dilim damağım kurudu. Teslime kızım, bana bir tas su getir!"
Çilli yüzü sıcaktan boncuk boncuk terlemiş, sürekli eğilmekten beli tutulmuştu. Eğimli vücudunu doğrultmak isterken elleriyle ince beline baskı uyguladı. Güneş'ten korunmak için başına taktığı kırmızı zemin üzerine yeşil asma yaprağı desenli yazmasının kenarıyla şakaklarından yol bulup boyun girintisine doğru ince bir sızıntı şeklinde akan ıslaklığı kuruladı. "Testi uzağımızda kaldı ana, toplamam gereken birkaç kök kaldı ondan sonra getireyim."
"Hade o zaman elini çabuk tut..!"
Esmer ve iri cüsseli taşı sıksa suyunu çıkaracak kadar güçlü kuvvetliydi kadın. Yanık tenli göğün bağrına asılı duran Güneş'in bağrı yanık insanlarıydı onlar. Burası sulak ve verimli toraklara sahip Amik-ovasıydı. Bembeyaz bulutlara yoldaşlık edecek kadar aklara bürünmüştü uçsuz bucaksız topraklar. Nasırlı eller kardan beyaz pamuğu incitmeden avuçlar koca koca yığınlar oluştururdu.
Teslime, pamuk kozalarından itinayla topladığı faslaları önündeki sepete bıraktı. İşini bir solukta bitirmişti. Zaten anası gibi kendisi de baya susamıştı. Yazmasını başının üstünden geriye doğru sıyırarak saçlarını özgürlüğüne kavuşturdu. Uzun kıvırcık saçlarını parmak uçlarının yardımıyla havalandırdı. Meltem hafifliğinde ılık ılık esen rüzgâr kızıl saçları arasında gezinirken katre katre ferahlıyordu saç dipleri.
Irgat gibi çalışmaya alışktılar çünkü zor bir yaşamdı paylarına düşen. Yılgınlığın göstergesi olan tükenmiş nefesini üfleyerek dışarı verdi. Bu topraklarda doğmuş kaderi bu topraklara mühürlenmişti. Kim istemezdi ki, beyaz atlı bir prens gelsin alıp rahat sarayına kaçırsın. Benim gibi çirkin ördek yavrusunu kaçırsa kaçırsa Ferhat, şaşkını kaçırır diye gülümsedi içten içe. Onun da kaderini değiştirmeye gücü yetmezdi. Hadi Teslime, hayal kurmaktan vazgeç artık, biraz daha gecikirsen anandan zılgıtı yiyeceksin; işte o zaman aklın başına gelecek...
Saçlarını havalandırmak için bir süredir elinde tuttuğu asma yaprağı desenli al yazmasını, keçik yaparak başına bağladı ve biraz uzaklarında kalan ağacın gölgesinde bıraktıkları testiden su almak için yollandı.
Püfür püfür esen ağacın gölgesine vardığında içten bir oh çekti. Burası konumundan dolayı her zaman esintili olurdu. Zorlanarak kaldırdı büyük boy toprak testiyi. Niyeti her defasında aynı mesafeyi tekrar tekrar yürümemek için testiyi alıp çalıştıkları yere götürmekti. Toprak testisinin hafifliğine bakılacak olursa içindeki su azalmıştı. Sağa sola sallayarak suyun miktarını öğrenmek istedi ama deneyimleri suyun bitmiş olacağı yönündeydi. "Ana su bitmiş!" Suyun bittiğini göstermek için testiyi ağzı aşağı gelecek şekilde tutmuş ileri geri sallıyordu.
Elini Güneş'e karşı tutup gözlerini kısarak baktı kızına. Zaten ne zaman istediğini istediği anda alabilmişti ki, bir tas suyu bile içmek için dakikalarca beklemesi gerekiyordu. "Olsa şaşardım zaten," derken önce kendi yokluğuna hayıflandı. "Hade o zaman bir koşu git pınardan dolduruver. Ayağını çabuk tut bir saat oyalanma oralarda!"
Teslime, birilerinden yardım bekler gibi sağına soluna bakındı. Pınarbaşı kendi tarlalarından baya uzaktaydı, gitmek değildi gücüne giden ama yollar ıssızdı. "Yalnız mı gideyim?" diye sorarken bakışlarında yardım çağrısı vardı.
Alt tarafı bir tas su içmek istemişti o da memleket meselesi oluvermişti. "Kızım her yerde çalışanlar var kimi ne yapacaksın?"
"Üf ya!" diyerek sağ ayağını sertçe toprak zemine vurdu. Nedenini bilmiyordu ama yalnız başına gitmekten korkuyordu işte. Hem yılanı çıyanı çok olurdu bu toprakların. Bir gün zehirli bir yılanın üzerine basmaktan hep korkmuştu.
Yalnız kalmanın verdiği tedirginlikle toprak zeminli yolda sinirli ve sert adımlar atarak yürüyordu. Attığı her adımda ince bir toz bulutu yükseliyordu paçalarına doğru ama bu olağan bir şeydi. Çünkü onların yaşamında toza toprağa bulanmak yadsınacak bir durum arz etmiyordu.
Tarlaların arasına gizlenmiş yolun genişliği yaklaşık iki metre kadardı ve yolun kıyı sıra pamuk ekliydi. Pamukların boyları neredeyse bir metreyi buluyordu. Teslime'nin bir elli-beşlik boyunu hesaba katacak olursak eğer dışardan bakıldığı zaman ancak omuzlarından yukarısı görünebiliyordu. Korkak adımlarına pembe düşleri eşlik etti, içindeki ürkekliği yenmek için içten içe bir şarkı tutturdu. Zaten ne zaman korksa sesli olarak şarkı söylerdi.
Teslime'nin ruhuna üflenen korkuları boş yere değildi elbette. Ne zaman yalnız kalsa tuhaf bir his sarardı toy benliğini. İçine inceden bir korku sızar kalbi hızlı hızlı çarpmaya başlardı. Yine aynı hisleri yaşıyordu. Hiç kimse nedensizce kendini gergin hissetmezdi ki, mutlaka vardı bir sebebi.
Hisleri kesinlikle Teslime'yi aldatmıyordu çünkü O'nu adım adım takip eden ruhuna değil ama bedenine sahip olmak için yanıp tutuşan biri vardı. Hafif bir hışırtı duyunca yüreği ağzına geldi. "Kim var orada?" diye sorarken yüreği tuzağa düşmüş minik bir kuş gibi çırpınmaya başladı.
Pamukların arasından hop diye önüne atlayan, Ferhat'tan başkası değildi. İşaret parmağını kambur yaparak damağını kaldırdı. "Ödüm koptu, senin ne işin var burada?"
Ferhat, henüz on sekiz yaşlarındaydı. Tarla komşularının oğluydu. Kendileri gibi her yaz üç aylığına gelirlerdi pamuk yetiştirmeye. Pamuk hastı bitince de yolları ayrılırdı. Aynı yerleşkede yaşıyorlardı ama aralarında birkaç mahalle vardı. Burada olduğu gibi maalesef sık görüşme imkânları olmuyordu. Ferhat, aymaz adımlar atarak önden yürümeye başladı. "Yalnız su almaya gittiğini gördüm."
"Sana ne acaba?"
Birkaç adım yürüyüp durdu. "Kızım sana da iyilik yaramıyor he!" Belli etmemeye çalışıyordu ama Ferhat'ı görünce sevinmişti. Hem birbirlerine itiraf etmemiş olsalar da seviyordu bu deli dolu şakacı çocuğu. "Senden iyilik isteyen mi oldu?" Yanından geçerken burnunu havaya kaldırıp "hıh" diyerek tavır koydu.
Ferhat, anlamakta zorluk çekiyordu. Yalnız kalmasın diye Teslime Hanıma eşlik etmek istiyordu ama hanımefendi kendisine surat yapıyordu. Birkaç adımda yetişti ve yönü Teslime'ye dönük olarak geri geri adımlar atmaya başladı. "Tamam, haklısın iyilik istemedin ama sende biliyorsun buraları tekin yerler değil."
Ferhat, geri geri adımlar atarak yürümeye devam ediyor Teslime'de O'nun ayak izlerinin üstüne basarak ilerliyordu. "Buraların tekin olmadığını biliyorum ama bu neyi değiştirir ki? Git buradan Ferhat, bir gören olacak sonra."
Umursamaz bir hareketle omuz silkti. "Gitmem!"
Şimdiye kadar pamuklarla kaplı alanda yürüyorlardı ve birileri tarafından görülme olasılığı çok düşüktü ama artık açık alana çıkmışlardı. "Git diyorsam git. Görmüyor musun, her tarafta insanlar var bizi birlikte görmelerini istemiyorum."
Kızın yerden göğe kadar haklı olduğunu biliyordu ama elinde değildi O'nu gözünden bile sakınıyordu. Eğer başına bir iş gelirse kendisini ebediyen affetmezdi. Patika yolun kıyısına çekilip pamukların arasına gizlendi. "Tamam, hadi sen git suyu doldur ben seni buradan gözlerim." Ferhat, sonunda ikna olmuştu şimdi rahatça su almaya gidebilirdi.
Adımlarını sıklaştırıp yol almaya devam ederken "hıh," diye kendi kendine gülümsedi. Bu çocuk katıksız deli ya, iflah olmaz bir deli. Baksana bir de peşime düşmüş. Neymiş efendim beni koruyacakmış. Sanki kapıp kaçıracaklar beni? Kim ne yapsın çirkin ördek yavrusunu?
Hisler kalbin aynasıdır. Kim bilir belki de Ferhat, hislerinin peşine düşmüş sevdiği kızı koruma içgüdüsüyle hareket ediyordu. Hem doğruya doğru seven sevdiğini kıskanırdı.
Ferhat, sevdiği kızı korumak isterken kendisinin korumasız kaldığını bilemedi. Arkasından gelen hışırtılı sese tam kulak kabartmıştı ki, daha ne olduğunu anlayamadan ağzını kapatmak için uzanan niyeti bozuk bir eli gördü. İkinci el omzundan kavradığı gibi bedenini geriye doğru çekti. "Ulan puşt, kızı mı takip ediyorsun?"
Tanıdık sesin kollarında debelenirken başını sağa sola sallayarak takip etmediğini anlatmaya çalışıyordu. Genç ve dinamikti güçlü bir silkinişle kendisinden yaşça büyük şahsı alt edebilirdi ama yapmadı. Ağzını kapatan el var gücüyle çenesini kavramış ağzını burnunu kırmak istercesine sıkıyordu. "Takip etmiyorsun da ne demeye kızın peşindesin?" Okkalı bir tokat anında yüzüne inmişti. Yediği tokadın şiddetiyle geriye doğru sendeledi ama yere düşmedi.
Eli sızlayan dudağına gitti ve orada kaldı. "Ben takip etmiyordum!"
Fıstık yeşili gömleğinin yakasına yapıştı Ferhat'ı sağa sola sallayarak sarsmaya başladı. "Takip etmiyordun demek? Ulan puşt herif, her fırsatta fingirdeştiğinizi görmüyor muyum ben?"
İkinci darbe bir tokat değil gözünün üstüne yediği yumruktu. Sağ gözünün üstüne yediği yumruk dengesini bozmuş bu kez yere düşmekten kurtulamamıştı. Kendi öz kızıymış gibi sahiplenmiş hiçbir suçu günahı olmayan genci tartaklıyordu. "Bir daha kızın etrafında görmeyeyim seni."
Pamuk köklerinden birine tutunarak ayağa kalktı. "Benim kötü bir niyetim yoktu, yollar ıssız diye O'nu korumak için peşinden geldim."
Adam kızgın bir boğa gibi burnundan soluyordu. "Ulan it oğlu it sana mı kaldı kızı korumak? Sanki ben senin niyetini bilmiyorum fırsatını bulduğun an kızın başına çökeceksin!" Herkes kendi gibi bilirmiş karşısındakini. Adamında yaptığı buydu...
Patlayan kaşından sızan ılık sıvıyı elinin ayasıyla silerken, fütursuzdu tepkisi. Şimdiye kadar suskunluğu ve karşılık vermeyişi karşısındakinin yaşça kendisinden büyük olmasındandı. Sapkın ruhlu adamın tıyneti bozuk biri olduğunu bilmese yine ses etmeyecekti ama sustukça haksız yere kanını akıtıyordu. "Ben senin gibi değilim!"
Aralarında iki adımlık mesafe vardı büyük bir adım attı ve Ferhat'ın tam karşısına dikildi. "Ulan deli bozuk, aklını alırım senin. Benim neyim varmış de hele?"
Gençliğin verdiği cesaretle vücudunu dikleştirdi ve bu kez efelenen Ferhat'tı. Kendisine "puşt" diyen adamın asıl kendisinin puşt herifin teki olduğunu cümle âlem bilirdi ama susar yüzüne vurmazdı. Madem kendisini ahlaksızlıkla suçluyordu şimdi kendi ahlakını yüzüne vurmanın tam sırasıydı. "Senin onun bunun karısına kızına sarktığını bilmeyen mi var?"
Bu kadarının yüzüne vurulmasını beklemeyen adam, öfkesini kusmak için Ferhat'ın üzerine atladı. Yakasından tutup silkelerken, üçüncü darbeyi indirmek için yumruk yaptığı elini havaya kaldırmıştı ki, bileğine yapışan elle kaskatı kesildi. Ahlaksızın önde gideni de olsa kendinden yaşça büyük birine el kaldırmak değildi niyeti ama yeterdi sesini çıkarmadığı.
"Senin ne mal olduğunu biliyorum, başıma bela olma benim!" Ellerini adamın göğsüne bastırarak itekledi. Zayıf karakterli adam iteklenmenin etkisiyle geriye doğru savrularak pamuk dallarının üzerine sırt üstü düştü. Ferhat, ardına bile bakmadan uzaklaşırken adam, bütün kinini kusuyordu. "Seni piç kurusu seni, bir de kalkmış boyundan büyük laflar ediyor. Teslime'yi sana yar edersem bana da Musa, demesinler."
1500 kelime.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top