Final
Sıcak bir yaz gününde, buz gibi bir damla olarak zihnime düşen o duyguyla başladı bu hikâye; nefret. Gözyaşı, kin ve intikam olarak şekillendi. Başlangıcı, ortası, karakterleri, dostlukları, aşkı ve en nihayetinde şu anda okuyacağın sonu bile o zamanlarda kurguladım. Lara'nın Kağan'a bir bilinmeyen olarak içini döktüğü her an, sabret, sana da hak verecekler diyerek ilerledim. Çünkü bu hikâyeyi yazmak, karanlıkta dikiş dikmek gibiydi. Gözlerimi neredeyse tüm güzel duygulara kapatıp sadece zifiri bir infiale açtım. Bu yüzdendir ki, iğneyi defalarca elime batırıp kanattım.
O acıya dayanarak, bu sonu senin için yazdım.
Unutma, etkilendiğin yerlerde kendinden bıraktığın her bir dokunuş, parmaklarımdaki iğne izlerine yara bandı kapatmak gibi iyi gelecek.
Bu kitap, bana güzel duyguların varlığını hatırlatan O'na
ve
karanlığın perde arkasını görmekten vazgeçmeyen tüm okurlara ithaf edilmiştir.️
Keyifli okumalar🕯️
❦ ŞEYTAN ADINI FISILDADI ❦
Final Bölümü
❧
İçimdeki özlemi, öfkeye sarmalayıp yürüdüm Mavi Tepe'ye.
Yol boyu kaç kez durdum bilmiyorum. Midem bulanıyor, vücudum kasılıyor, bacaklarım titriyor, kulaklarım uğulduyordu. Korkuyordum. Buraya yıllar önce küçük bir kız çocuğu olarak geldiğim günden daha çok korkuyordum.
Sokakları boş muydu yoksa dolu mu, ayırt edemiyordum. Gözlerim açık olsa da önümü gördüğüm pek söylenemezdi. Zihnimin her tarafından keskin bıçaklar saplanıyor, iyi düşüncelerimi ortadan ikiye bölüyordu. Tamam, iyi düşünce falan yoktu. Uzun zamandır yoktu. Ama tam da burada, şu saniyelerde, aramızda yürüyerek aşılacak mesafeler kalmışken her şey daha da kötüleşiyordu.
Kağan bizim İskele'ye geldiğimizi nasıl öğrenmişti? İş işten geçtiği için bu konu üzerine konuşmamıştık. Neticede aracı çoktu. Çağrı, kız kardeşine masumca bahsetse bile kulaktan kulağa dolaşmaya yeterdi. Hatta belki de Çağrı bile her şeyi Kağan'a ötmüş olabilirdi. Ona da güvenmiyordum, kimseye güvenmiyordum. Beni koruma bahanesine her sığındığında, iyi kalpli bir hüküm verici oluyordu. Ben hariç herkes iyiydi.
Midemdeki kramp dayanılamayacak noktaya geldiğinde elimi bir sokak lambası direğine yaslayarak durdum. Bir yudum su içmeden çıktığımdan ağzımda kekremsi bir tat vardı. Bu tadın bile bir duygusu vardı.
"Sana gelme demiştim." Sırtımdan destek verirken yüzüme dökülen saçlarımı arkaya atan Çağrı'ya öfkeyle baktım. "Beni hiç dinlemiyorsun."
"Tıpkı sana benziyorum," dedi, elindeki plastik şişenin kapağını açarken. "İşlerin bu noktaya geleceğini biliyorduk. Attığın her adım tehlikeliydi, özellikle de o mesajlar."
"Yine nutuk çekmeye başlama."
Suyu inatla içmediğim için kapağını yeniden kapattı. "Derdim akıl vermek değil, seni korumak. İkinizi nasıl yalnız bırakabilirdim ki? Birbirinizi kayalıklardan yuvarlarsınız."
"Ona elimi bile sürmem," dedim sertçe.
"Dokunmana gerek yok. Ciddiyim, bu öfkeli bakışlarınla bile aşağıya itekleyebilirsin."
Yanaklarımın içini dişlediğimde sırtımı direğe yasladım. Çağrı, yol boyunca beni takip ederken yaptığı gibi yine telefonunu kurcalamaya başladı. "Magazin değeri yüksek bir olay ama herkese haber vermene gerek yoktu."
"Kağan'ın ne yazdığını görmedin mi?" diye sordu yüzüme bakmadan. "Saatlerdir o kayalıklarda ve bu mantıklı bir şey yapmayacağı anlamına geliyor."
Omzumu silktim. "Bana bilmediğim bir şey söyle."
"Nasıl bu kadar rahat olabiliyorsun? Mesajı alır almaz evden çıktık ama senin yolu uzatmaların sebebiyle henüz tepeye yaklaşamadık bile. Ya oraya gittiğimizde her şey için çok geç olursa?"
"Ne için geç olursa?" dedim umursamazca. "Onun sümsük suratını görmek için mi?"
Yüzüme donuk donuk baktı. "Kendini aşağıya atmadan yetişemezsek parçalanmış suratını görmek için."
Gülümsememin asılı kalmasını sağlamak için çenemi sertçe sıktım.
"İşte bu yüzden," dedi yeniden telefonuna baktığında. "Onu durduracak birilerine haber vermem gerekiyor. Çünkü senin bunu yapmaya niyetin yok gibi."
Saçımı savurarak önüme döndüm. Bir kibirli kendine kıyabilir miydi? O kendinden başka kimseyi sevmezdi. Ve yeryüzünde sevilmeye değer tek şeyin kendisi olduğuna beni de ikna etmişti. Dudağım titrediğinde sessizce ağladım. Farkında olmadan, güzel yüzünü sapasağlam görebilme umuduyla adımlarımı hızlandırdım.
En güzel anılarımı yaşadığım sokaklardan, o gün yanaklarım acırken geçtiğimde öldürmüştüm duygularımı. Kağan neredeydi? Dünyanın hiçbir yerinde. Yüzü gözü çizilmiş halde kalsa İskele'de ne olurdu? İntikam. Yanına mı kalacaktı iftirası, suçlaması, ihaneti? Yaşattığını yaşamadan ölmemeliydi. Birini umutsuzca beklemek ne demekti, öğrenmeliydi. Sadece bir kere, sadece bir kere geride kalan olmalıydı. Acısını çekecekti hatta belki iyileşemeyecekti. Kalbim sızlamasaydı onu tam da orada, kendi sonsuzluğuna bırakırdım.
Aradan geçen uzun zamana rağmen söylediği güzel ve bir o kadar yalandan hiçbir şeyi unutamamıştım. Denemiştim, onu bir ölü gibi aklımdan yok etmeyi. O kadar kötüydü ki, hayaleti bile bırakmamıştı peşimi. Tam da şimdi, yolun bir kıyısından güçsüzce yürürken bile kafamı çevirsem bana eşlik eden bedenini görebilecekmişim gibi geliyordu.
Çağrı'nın yolu neden uzattığım hakkında hiçbir fikri yoktu. Her şey biraz tanıdıktı, aynı zamanda biraz fazla bulanık. Gözlerimin çarptığı çoğu noktada yine o iki sıska çocuğu görüyordum. Renkli anılarını. Ardından bir dondurma arabası, işte yine orada. İskele'de havalar geç soğuduğundan sonbahar bile yaz akşamları gibi yaşanırdı. Neşeli bir karanlığa sahip anılarım bilincimi sarmalarken, beni koruyabilecekmiş gibi hırkamın kollarını çekiştirdim.
"Dondurmanın içinde gerçekten damla çikolata var. Adam malzemeden çalmayı bırak, ekleme bile yapmış."
"Bunda da küçük çilek taneleri."
"Gerçekten mi? Tadına bakabilir miyim?"
Aptallık. Kocaman bir kerizlik. Tecrübeli bir doyumsuz. Obur şeytan.
"Nihayet hepinizin yolu İskele'ye düşmüş."
Öfkeyle geçtiğim dondurmacı arabasının birkaç adım ilerisinde durdum. Yavaşça arkamı döndüğümde benimle konuşanın dondurma satıcısı olduğunu fark ettim. Adamın yüzüne bile bakmamıştım ama sesini garip bir şekilde tanımıştım.
"Merhaba," dedi Çağrı. O da bana yetişmiş ama konuşmayacağımı tahmin etmişti.
"Seni de hatırladım, bir de kız kardeşin vardı. Neresiydi orası, uzak bir yerden gelirdiniz."
Başını salladı. "Londra." Bana baktığında kıpırtısız dursam da ne demek istediğimi anlar gibi yeniden dondurmacıya döndü. "Hepinizin yolu İskele'ye düşmüş dediğinizi duydum. Başka kimden bahsediyordunuz?"
Bir saniye bile düşünmeden, "Bizim Ayaz'ın arkadaşı," dedi. "Esmer, yeşil gözlü oğlan. Ne kadar büyümüş hergele."
Biraz daha anlatsana, ne kadar büyümüş?
"Kağan."
"Kağan, Kağan." Elini yere uzatıp parmaklarını açtı. "Şu kadarcıktı daha, her yaz gelirlerdi. Amma da haraketli çocuktu. Ayaz ikna ettirebilirse dolanırdı buralarda, ele avuca sığmazdı. Sonra sizinle arkadaş olunca uslandı herhalde. Hanım kızı da onun yanında gördüğümden hatırladım."
Bana baktığında yutkundum ve neyin hatırına bilmiyorum, öfkemi içimde tuttum.
"Uzun zamandır hiçbiriniz yoktunuz, eskilerden de kimse kalmadı. Ayaz'ım da iyi bir okul kazanınca o bile göçtü buralardan. Kaldık bu yeni yetmelerle," dediğinde gürültüyle oynamaya devam eden çocukları işaret etti.
Çağrı yola devam edeceğini belli edercesine başını eğerek vedalaştı. "Akşam oldu, dağılırlar birazdan."
"Çoktan toz olmuşlardı da dün Kağan abileri dondurma ısmarladı, bugün de bir umut bekliyorlar."
Burnumun ucuna değen rüzgarın ılık dokunuşunu hissederken geriye doğru bir adım attım.
"Kağan dün burada mıydı?" diye sordu Çağrı.
"Ne zaman geldi bilemem ama dün bu saatlerde öyle sarhoş gibi dolanıyordu. İlk önce o olduğunu anlamadım bile, kaldırımın ucuna oturup arabama bakınca dayanamayıp gittim konuştum. Ancak ondan sonra tanıdım Kağan olduğunu. Ya muhabbet edesi yoktu ya da epey değişmiş. Bizim bu bücürlerin hepsine tek tek dondurma aldı. Gece geç vakit gittim eve ama hâlâ tek başına dolanıyor, deniz boyu yürüyordu."
Gitmek istediğim yöne döndüğümde koşar adım yürüdüm. Duymaya katlanamam zannederken aksine, mevzubahis oyken büyük bir merakla, özlemle dinliyordum. Bu işkenceyi Çağrı aracılığıyla kendime defalarca yapmıştım.
"Lara, bekle!" Bana yetiştiğinde soluk soluğa durdurmaya çalıştı. "Şimdi de erken gitmek istiyorsun."
"Onunla ilgili iyi bir şeyler duymaya katlanamıyorum!"
"Çünkü o iyi biriydi." Bir anda durduğum için tökezlese de çabucak bana uyum sağladı. "Sana bunları yapmadan önce," diyerek ekledi.
Hızlı hızlı solurken boynumu esnettim. "Bir insanın eski haliyle yeni hali arasındaki o sınır olmak nasıl bir his, bilir misin?"
"Bilirim," dedi, gözlerimin içine derin derin bakarken. "Bunu en iyi bilirim."
Çağrı'ya bakarken dudaklarımı yaladım. Beni sevmeye başlamadan önceki ve sevdikten sonraki halini ima ediyordu. "Sen bunun tek iyi örneğisin, kendini kıyaslama."
Aramızda ne olduğunun farkındaydık ama bunun bir ismi yoktu. Mesela Çağrı ile sevgili de olmamıştık, en yakın arkadaş da. Bazen eğlenmiş, bazen en ağlamamam gereken yerlerde omzuna yaslanmıştım. Mesela hiç öpüşmemiştik ama öpmek istemiştik. Beni kendine çeken tek şey ilgisiydi. Çağrı'ya sadece duygusal anlamda bağlanmıştım ve yalnızca bir yıl içinde hayatımda rolü olması gereken tüm kişi eksikliğini kendisi kapatmaya çalışmış, üstelik başarmıştı.
O hariç.
"Demek burası bile yenileniyor."
Başımı dalgınlıkla çevirdim. Adımlarım bile ondan yanaydı sanki. Farkında olmadan terk edilmiş villanın önünde belirmiştik. Oysa kararlıydım, özellikle yolumu değiştirecektim. En çok da buraya gelmeyecektim.
"Onları izlediğimizi düşünüp yanlış anlayabilirler," dedi kulağıma eğilip.
Budanmış meyve ağaçlarının arasından gördüğüm taptaze duvarlarda bir lamba asılıydı. O lamba, bir bahçe koltuğunda, üzerindeki battaniyeye sarılmış iki kişiyi aydınlatıyordu. Çimler kısaltılmış, çiçekler ekilmiş ve bence musluk tamir edilmiş olmalıydı. Fakat sanki şimdi gıcırdayan kapısından içeri girsem, birbirini gizlice öpen iki çocuk görecektim.
"Aslında öpüşmek de gayet doğal."
"Doğal falan değil!"
Çağrı bana baktığında burnumdan bir nefes verdim. Aklımdan çık git Kağan. Yanımdan kaçalı bu kadar uzun zaman olmuşken zihnime yerleşmen bencilce.
"Aslında ortam gayet doğal fakat tartışılır. Neyse, su iç."
Bu defa karşı koymadan suyu içmiştim. Tek seferde bitirerek Çağrı'nın bu şişeyi inatla taşımaya devam etmesine de son vermiştim. Zaman zaman haberi yokken onu izlediğimde tüm çabasını bana sarf etmesine üzülüyordum çünkü ona hiçbir zaman aşık olmayacaktım. Öyleydi işte. Bazen olmazdı.
Konuşmadan yürüdük. Oysa en çok Çağrı ile konuşurdum. Zaten annem ve onun dışında kimse anlayamazdı beni çünkü yakından şahit olmuşlardı. Ayaz ile yaşamak da iyi olabilirdi fakat İskele'den gittiğim gün onunla arama set çekmiştim. Babam ise... Onu saymıyordum. Beni anladığını, acımı hissettiğini hiçbir zaman düşünmemiştim. Kendini bana inandıramamıştı. Küçük bir kalbin öfkesi daha büyük olurdu. Canımı yakan ilk tokadında, kalbim bir kuşun kalbine dönüşmüştü. Şairin de dediği gibi, ok değerse bir kuşun ancak kalbine değer.
Ne kadar da kızardı, gözlerimin önünde uzanan şu tepenin kenarlarında gezmemize bile. Babam tepenin kayalıklarına oturmama izin vermezdi, ben bir yabancıyla o tepenin zirvesinde dans ederdim. Orada şarkı söyler, masallar uydurur, yıldızları sayıklardım. Konuşmaya açlığımı bildiğinden olsa gerek, araya girmeden dinlerdi.
"Mesajda bahsettiği yer bu yamaç mı?"
Denize yakın olduğumuzdan rüzgar saçlarımı geriye savurmuştu. Bu nedenle yüz ifademi saklayamadığımdan uzun da konuşmamalıydım. "Bu yamaç," dedim kısaca. Böyle söylemesi daha kolaydı.
"Mavi Tepe."
"Efendim?"
"Gözlerinin adını bir yere vermemiz gerekiyordu, su perisi."
İhanetine, kötü kalbine, aklanamayacak karakterine de bir isim vermemiz gerekiyordu. Ben de şeytan dedim.
Çağrı ile kayalıkları tırmanırken sadece öfkeyle ağlamaya başlamamak için dua ediyordum. İlk defa kibirliye ne olabileceğini umursamayıp tıpkı onun yaptığı gibi bencillikle kendimi düşündüm. Çaresiz görünmek istemiyordum. Çağrı böyle anlarıma defalarca şahit olsa da onun yanında gözümün dolmasına bile tahammül edemezdim.
Bizi düzlüğe çıkaran son adımı attık.
Bakışlarımın hemen onu arayacağını bilmiyordum ama o çok sevdiği, koskoca tepeye rengini kazıdığı mavi gözlerim ay ışığı altında parlarken, siyah görünen akıntıların hemen üstünde yine onu görmeyi ummuştu.
Beni yarı yolda bırakan öfkemin içine tüküreyim, çok özlemiştim.
İşte, oradaydı. İskele'nin en sevdiğim yerinde, en nefret ettiğim kişi olarak duruyordu. Değil bacaklarım, ayak parmaklarım bile titredi bir adım daha atarken.
Beni görme.
Git, Kağan.
Ölme ama git.
Ve sonra bana döndü. Uzaktık, gözlerinin içini görmemeliydim. Yalvarırım, bu olmamalıydı. Bakışlarımız kenetlenmemeliydi. Bakışlarım, yumuşamamalıydı. İpleri yeniden o cambazın eline vermemeliydim. Şeytanımın beni heyecanlandırmasına izin vermemeliydim.
"Lara," dedi.
Adımı ağzından duymak büyük bir kalp çarpıntısıydı ihanetinden önce.
"Benim Lara'm."
Kağan. Benim katilim.
Kolları iki yana açıktı. Bana bir hayalet görmüş gibi şok içinde ama aynı zamanda büyük bir acıyla bakıyordu. Dağınık saçları akşam esintisinden karman çormandı. Çaresiz görünüyordu. Bir evsiz gibi. Ya da bir kalpsiz, bomboş bir beden gibi.
"Sana sarılacağımı mı zannediyorsun?"
Aramızda upuzun metreler vardı ama yutkunduğunu gördüm. Hüzünle çatılan kaşları, üst üste kapanıp açılan gözlerinin üzerinde bir dalga gibi görünüyordu. Deniz yeşili gözlerinin üzerinde dans eden, iki dalga.
Kollarını, onu her an pişmanlıkla durdurabilmem ihtimalini göze almış gibi büyük bir yavaşlıkla indirdi. "Neden tek başına gelmedin?" diye sorduğunda, ilk defa bana bakmadı.
Birkaç adım arkamda duran Çağrı, "Lara'yı yalnız bırakamazdım," dedi.
"Yalnız olmayacaktı! Ben varım!"
Öfkeli isyanının ardından, "En tehlikeli kabalık," dedim.
Yeniden bana baktığında ifadesi hemen yumuşadı. Kırgın bir şeytana dönüştü. "Yaşadıklarımızın hatırına, benden ölesiye nefret etmiş olamazsın."
"Hangi yaşanmışlıklardan bahsediyorsun?" Kollarımı göğsümde birleştirdim. Aslında sakladım. Çünkü ellerim titriyordu.
"Son güne kadar yaşadığımız her şey. Tüm o büyülü anlar, ilklerimiz–"
"Kes sesini!" Susmasını haykırırken kendi sesim denizin ve rüzgarın uğultusunu bastırdı. "O günlerden bahsetmeye hakkın olduğunu mu sanıyorsun? En ufak anını hatırlamaya bile cüret edemezsin!"
"Ama yaşadık, Lara! Her anını ilmek ilmek yaşadık. Şimdi konuşmama izin vermediğin günleri, ikimiz inşa ettik."
Gözlerimi kapatıp dudaklarımı yaladım. Eski günlerin o tatlı yaz meyvesi kokusu burnuma dolarken denizin kokusunu duyamıyordum, şimdiye dönmekte zorlanıyordum. "Konuş öyleyse, daha da ileri sar. Sonrasını anlat. Beni terk ettiğin noktaya gel."
"Geldim," dedi savunmayla. "Hem de yanına, İskele'ye. Bu defa da sen yoktun. Sen de benden gitmiştin, artık beni istemiyordun. Hiçbir yerde yoktun. Kayboldun, Lara. Geride parmak izini bile bırakmadın. Sen benden nefret etmekle meşgulken ben seni bekledim."
"Bu yüzüstü bırakıldığım gerçeğini değiştirmiyor," dedim kısık sesle. Duymadı.
İnatçı gözyaşlarım zamansız aktığında bakışlarımı kaçırdım. Ne söyleyebilirdim ki? Bir tacizci olduğumu dile getirmeye bile utanıyordum. Damgamdan ölesiye tiksiniyordum. O yabancı da bundan bahsetmiyordu.
"Seni ömrümün sonuna dek affetmeyeceğim."
"Bunu görüyorum," dedi. "Ama ben nefretini değil, seni görmek istiyordum." Tereddütle birkaç adım attı. Beni tepeden tırnağa süzdü. Dudağının kıvrıldığını fark ettiğinde tekrardan ciddileşti. "Büyümüşsün."
Onun gözünden kendimi görmek. Yıllarca aynaya bakmamış gibi hissetmek. Beni diğer tüm kızlardan daha çok beğenmesini dilemek.
"Ne yapıyorsun?" diye kekeledim bana yaklaşmaya devam ederken. Kararlılıkla bana gelen adımları büyüktü. "Yaklaşma!"
Büyük bir hızla Çağrı'nın arkasına geçtim. Küçük bir kız gibi onun arkasına sığındığımda ilk defa beni korumasını istedim. Parmak uçlarımla bluzunu kavradım. "Gelmesin," dedim fısıltıyla.
"Sikeyim böyle işi!" diye haykırdı. "Benden kaçarken başkasının arkasına saklanman o kadar acı veriyor ki!"
Çıt çıkarmadım. Sanki konuşmazsam giderdi. Bu hareketi beni neden ürkütmüştü bilmiyordum ama bana temas etmesini hayal etmek bile istemiyordum.
"Beni başkası olarak görme, Lara'nın yakın arkadaşıyım."
"Bir zamanlar benim de arkadaşımdın."
"Sana ihanet etmişim gibi konuşuyorsun fakat düşündüğün gibi değil. Lara her şeyi kendi isteğiyle anlattı bana. Ve sonra da..." Bocaladı. Parmaklarımla sırtına baskı yaptım. "Yanında olmama izin verdi."
"Gideyim mi, Lara?" diye sordu. Çağrı'yı duymamış gibi konuşuyordu. "Beni affettiğini duymadan gideyim mi?"
Çağrı'nın kolunu sıkıca tutarak kenara kaydım. Başımı uzattığımda benden bir cevap bekleyen yüzünü gördüm. "Defol," dedim tereddüt etmeden.
Ellerini yüzüne bastırdı. Bunu o kadar sert yapmıştı ki parmakları bembeyaz görünüyordu. Yüzünü bu şekilde saklayarak geriye doğru yürümeye başladı. "Bundan yıllar önce de, sana her şeyi toz pembe gösterdiğimde de, hep biliyordum gideceğimi. Babamı İskele'de kalmaya hiçbir zaman ikna edememiştim, yalan söylemiştim. Sadece bekledim, bir çözüm bulana kadar bekledim. İlk hafta okula geldim ama daha fazla oynayamadım."
"Kağan, dur." Çağrı, sıkıca sarıldığım kolunu ileriye uzatarak Kağan'ı durdurmaya çalıştı ama görmüyordu. "Şu yüzünü aç ve düzgünce yürü, arkanda uçurum var!"
"Sözümü bir daha kesersen konuşmaya aşağıda devam edeceğim!"
Bunun üzerine Çağrı adımlarını kesip tek kelime etmedi, ben de ağzımı açmadım. Nihayet yüzünü yeniden gösterdi. İlk halinden daha berbat görünüyordu. Peki neden bu acı çeken simasına bakarken merhamet duygum ikiye katlanıyordu?
"Peki sen Lara, ancak denizin üzerinde konuşursam mı dinlersin beni?"
Yutkundum.
"Sen, su perisi."
"Dinlemem. Sessizliğini öyle çok dinledim ki, fısıltını duymak bile kulaklarımı çınlatıyor." Hırkamın ucuyla yanağımı sildim. "Arkanı dön." Suratı anlamsızca bakmaya devam ederken, "Sana arkanı dön dedim!" diyerek haykırdım. "Bu sefer ben konuşacağım ama sen gözlerimin içine bakarak aklımı karıştıramayacaksın."
Yavaşça arkasını döndü. Teşekkür ederim aklım, onun bedenini özgürce izleyebilme bahanesi bulabildiğin için.
"Beni sırtımdan mı itekleyeceksin?"
Dudağım kıvrıldı. Eğer ona göre bir tanım olmasaydı, şeytanice kıvrıldı demek isterdim. "Tıpkı senin yaptığın gibi dokunmadan öldürebilirim ama ben bedeninin değil, kalbinin acı çekmesini isterim. Şimdi, yedi ölümcül günahlardan ilki, beni iyi dinle."
"Kibir," dedi acı bir gülüşle.
"Bunu yoklama almak için söylemedim, sadece dinle. Ve acı çektiğin her kelimemde, her cümlemde tepenin ucuna doğru yürü. Sonra da... sonra da ne yaparsan yap."
"Saçmalamayın artık, kesin şunu!"
Çağrı'ya karanlık bir bakış atarak ondan uzaklaştım. Artık onun önünde ve Kağan'ın da arkasındaydım. Kağan da bu kez denizle benim aramda duruyordu. Hangisi daha uçsuz bucaksızdı, belki şimdi anlardı.
"Bir klişe olarak hayatımda ilk kez âşık oldum." Ağlamamak için çabucak yutkundum. "Buraya bir dipnot düşürmek gerekirse bir kız, dünyada geri kalan tüm kızların toplanıp bir araya gelse sana âşık olamayacağı kadar âşık oldu."
Kağan ileriye doğru bir adım attı.
"Şimdiki kusursuz haline değil, çocukluk zamanlarına. Güçsüz kollarına, dudaklarının üstünde yeni çıkmaya başlayan tüylerine, güneşte durmaktan kararan tenine, henüz oturmayan sesine, nasıl düzelteceğini bilmediğin dağınık saçlarına, çelimsiz vücuduna. Elimi tutan, yara bere içindeki ellerine."
Kağan'ın kaç adım attığını sayamadım, belki de gözlerim bulanık olduğundan göremedim.
"Sen benim en güzel yanım, en acı veren hatıram oldun. Keşke bana gideceğini söyleseydin. Giderken neleri götüreceğini bilsen belki de gitmezdin. Hiç değilse o şekilde gidemezdin."
O yürürken ben duruyordum, gülüyordum.
"Hakkımda bir şikayet dilekçesi verildiğini öğrendiğimde nasıl korktuğumu hayal et. Küçücüktüm, dünya başıma yıkıldığında altından sağ çıkamayacak kadar küçüktüm. Kağan Batılı isminde, bir haftalık öğrenciyi taciz etme suçundan okuldan atılacaktım. Ben seni okulda zorla mı tutuyordum, zorbalık mı yapıyordum?"
Ayaklarıma bakarken yumruklarımı kapatıp açtım. Acı çekmeye devam eden anılar su üstüne çıkarken dalgalar hırçınlaştı ve Mavi Tepe daha gürültülü, ilk defe korkunç bir yer haline geldi.
"Tahmin edeceğin gibi sadece ağladım! Beni böyle bir yalanla terk ettiğine inanamadım, reddetmek istedim. Ama biliyorsun, o küçük kızı en iyi sen tanıyorsun, kendimi savunamadım bile. Ve bu yüzden de onlar bana değil, sana inandılar. Suratımdan akanın bir suçlunun utanç gözyaşları olduğunu sandılar ama bir kızın kalp acısını görmezden geldiler. Babam kaydımı aldı, yeniden Ankara'ya gittik. Yüzümdeki tokat izleri geçince acıması da geçti, kalbi soğudu. Beni eve en yakın, sıradan bir okula yazdırdı. Hayatı zindan etti. Başıma gelen her şeyi hak ettiğimi söyleyerek büyüttü. İçimdeki öfkeyi büyüttü. Babasını bile sevemeyen bir kız için kalkıp buralara kadar gelmen, söylediklerimi bir umut dinlemen, şans istemen ve af dilemen öyle saçma ve geç ki. Siz sevmeyi bilmiyordunuz, bense sevmekten vazgeçtim. İkisi arasındaki en büyük fark, kin. İnan bana, yaşımdan bile büyük kinim."
Sessiz kaldık. Kağan artık tepenin en uç noktasındaydı. Bir adım atsa utanç denizine yuvarlanacaktı ama yapmamıştı. Çünkü o bencildi, kendini severdi. Şovu bitmiş olsa da nihayet, nihayet onun da ayaklarının tutmadığı bir anın içindeydik.
Bütün sessizliği bozan, Çağrı'nın telefonun gürültüyle çalmasıydı. O kadar rahatsız olmuştum ki kulaklarımı kapatmak istemiştim.
"Kağan sakın hareket etme, orada dur. Bir delilik yapma!" Çağrı, titreyen elleriyle telefonu açtığında korkar adımlarla ileriye yürüyordu. "Her şeyin bir çözümü var, hepimiz kötü şeyler yaptık ama hiçbirimiz ölmedik!"
Titreyen ellerimle dudaklarımı soydum. Mavi Tepe'de bir intihar kararı mı alınıyordu?
"Kağan!"
Ayaz'ın sesini duymamla irkildim ve dudağımı kanattım. Kan tadı. Elimi yavaşça indirdim. Onun sesini duymayalı da uzun zaman olmuştu ve bugün ilk defa rahatlamıştım.
"Ben gidince mi geldiniz lan İskele'ye! Böyle mi, bu şekilde mi, canına kıymak için mi!"
Anladığım kadarıyla Ayaz, Çağrı'nın telefon ekranındaydı. Görüntülü konuşma yoluyla Kağan'ı ikna etmeye çalışıyordu. Bunu ancak o yapabilirdi, ipleri koparmışken yeniden elime alamazdım. Ben artık etkisiz elemandım.
"Kardeşim, yapma! Ben sensiz mi kalacağım?" dedi ağlarken. Telefon iyi çekmediğinden sesi kesik kesikti. "Ne duruyorsunuz, çekin şu adamı oradan! Kağan kendine gel, bana bak! Kardeşine bak!"
"Yanına yaklaştırmıyor beni," dedi Çağrı. Sesi ağlamaklıydı. "Çünkü Lara onu affetmiyor."
Suçlu muydum? Kimse konuşmuyordu. Öyleyse suçluydum. Böyle bir salaklık yapacağına inanmamıştım. Canı acır diye ölmezdi. Burada, bu şekilde ölmezdi.
"Kağan yapmadı," dedi Ayaz. "O dilekçeyi ben yazdım."
Yağmur yağmadı ama şimşekler çaktı. Çağrı telefonu elinden düşürdü. Topraktan toz havalandı. Deniz dinginleşti. Karanlık ilk defa aydınlandı.
Kağan dönmedi, omzunun üstünden bana baktı. Gözyaşı parladı. O an anlamıştım, hiçbir şeyden haberi olmadığını. Anlattığım her şeyi ilk kez duyduğunu.
"Sen ne dediğinin farkında mısın?" diye sordu Çağrı, biz Kağan'la kırgınca bakışmaya devam ederken. "Lara'nın başına gelenlerden bahsediyoruz."
"Özür dilerim," dedi ağlarken. "Kağan ölmesin, anlatacağım. Yeter ki Kağan'a bir şey olmasın, itiraf edeceğim. Bir adım geriye atsın, konuşmak için tek şartım bu."
Ona geriye doğru bir adım atması için sessizce yalvardım ve tıpkı eski günlerdeki gibi sessizliğimi duydu, tepenin kıyısından bir adım uzaklaştı.
Sonra yeryüzü sustu, şeytan konuştu.
"Lara iyi bir kızdı, güzeldi, akıllıydı, hassastı. Onu herkes severdi ama can dostumun bu denli kapılması her gün zoruma gidiyordu. Önceleri koskoca bir orduyla savaşırken daha kolaydı ama Lara'yla savaşamıyordum, Kağan'ı tek bir cümlesiyle, tek bir bakışıyla kendi tarafına çekecek kadar güçlüydü. Onu kıskandım! Kıskandım çünkü benim yıllardır yapamadığımı tek bir mevsimde yaptı. Kağan'ı İskele'de kalmaya bile bir cümlesiyle ikna etti."
"Lan sen ne anlatıyorsun şerefsiz!"
Tepki veren de Ayaz'ı gören de tek kişiydi Çağrı. Ben bakışlarımı Kağan'ın titreyen dudağından çekememiştim. Omuzları çökmüştü, işte şimdi bedenimiz sağ kalırken ruhumuz ölmüştü.
"En yakın arkadaşı çalınan birinin çocukluk öfkesini anlatıyorum!" Ayaz hüngür hüngür ağlıyordu ama pişmanlık değil, irin akıtıyordu. "Taner Batılı oğlunun bu küçük kasabada eğitim almasını istemediğinden hep bir çözüm peşindeydi ve ben de işi bana bırakmasını, boş bir kağıda imza atmasını istedim. Tüm o yalanları kendi ellerimle yazdım."
"Ayaz seni öldürürüm!"
"Sus da dinlesinler," dedi hüzünle. "Kağan sırf babasının baskılarından dolayı bir hafta İskele'den gitmek zorundaydı, işleri toparlayıp gelecekti ya da hiç değilse kaçacaktı. Ben de ona Lara'nın bunu öğrendiğini, çok kızgın olduğunu ve gittiğini söyledim."
"G-Gitmek mi?" diye kekeledim.
"Gitmişsin gibi göstermek için hafta sonu sizi dedemgile davet etmiştim."
"Işıklarınız kapalıydı," dedi Kağan. "Sana neden bir hafta İskele'de olamayacağımı anlatmak için geldiğimde evde değildiniz, Lara. Ankara'ya döndünüz sandım, ertesi günü gittim. Bir hafta sonra geldiğimde yine yoktunuz."
"S-Sana ulaşamadım."
"Ailesinden gizli bir numara almıştı ama sana o numarayı vermedim, Kağan'ın eski hattını aradığın için ulaşamadın. O hattı da kendi ellerimle kırıp attım. Kağan'ın da sana ulaşamaması için telefonunu gizlice alıp yeni numarasını engelledim."
Başka numaradan arasa ne olacaktı? Babam telefonumu elimden almıştı. Farkında olmadan herkes Ayaz'a yardım etmişti, sanki içten içe acı çekmemi istemişlerdi.
"Ayaz! Ayaz! Ayaz!" Kağan sinirden üstünü parçalamaya başladı. "Hayatımı çaldın, sevgilimi çaldın, beni bitirdin!"
"Çok kıskanmıştım sadece sizi uzaklaştırmak istedim," dedi mahcubiyetle. "Babasının Lara'ya bu kadar zarar vereceğini bilmiyordum, bilseydim yapmazdım. Onu o halde görünce itiraf edemedim, her şey için çok geç kalmıştım. Beni affedin demiyorum ama kendine zarar verme Kağan, bunu taşıyamam. Sen benim tek dostumsun, tüm bunlar sana olan sevgimin zehri yüzünden!"
Çağrı daha fazla dayanamadan telefonu yere çarptı. Yer yer çakıl olan yüzeyden sekerek kayalıklara doğru yuvarlandı. Bazı parçalar havaya uçtu. Öğrendiklerim o kadar ağırdı ki, bunu düşünmeyi ertelemek istiyordum. Kağan ise acısını, öfkesini, ihanetini hepimizin yerine sırtlanmıştı.
"Duydun Kağan, hepsi o hainin planıymış! Sen suçsuzmuşsun, bu tarafa gel artık."
"Eskisinden daha çok ölmek istiyorum," dedi saçlarını çekiştirirken. "Bunu nasıl yapar, buna nasıl cesaret eder! Benim adıma yapılan pisliklerden utanıyorum. Lara beni yıllarca suçlu olarak gördü, benden nefret etti, bana bilendi. Nasıl toparlayacağım Çağrı, nasıl? Bu ihanetten haberdar bir şekilde nasıl yaşayacağım?"
"Daha güçlü yaşamak zorundasın."
"Ne gücünden bahsediyorsun? Hiçbir şeyden haberim yoktu. Lara beni içinde öldürdü, ona nasıl tekrar yaşat diyeceğim?"
Gözlerime baktı. Hangi ara bilmiyorum, dizlerimin üstüne çökmüştüm. Gözyaşlarım, kucağımda sere serpe duran kollarıma damlamıştı. Yanaklarımdaki tuzlu ıslaklık canımı yakmaya başlamıştı. Ben Kağan'ı öldürmüştüm. İkimiz de suçluyduk. Her şeyi çabucak kabullenmiştik. Üstene düşmemiş, sadece acı çekmiştik.
Ayaz... Babam beni o gün müdürün odasından sürükleyerek çıkardığında Kağan'ı bulmaya gitmişti, hesap sormaya. O gün nasıl gezmişti sokaklarda? Pişman olmuş muydu, bir duvarın dibine çöküp ağlamış mıydı? Geri döndüğünde yalanına devam ederken utanmamış mıydı? Arkadaşına bu suçu atarken kalbi acımamış mıydı?
Yeşil gözleri bana bakmamak için odağını değiştirmeye çalışırken ben ona doya doya bakıyordum. İlk defa acıyarak. Suç işlemiş bir çocuk gibi çaresiz duruyordu ama suçsuzdu.
Yerde oturmaya devam ederken bir bacağımı kendime çekip, yüzümü dizime yasladım. "Ben seni nasıl seveceğim tekrardan?"
Asıl sorun buydu benim için. Ayaz'ın ihaneti hayatımızı, aşkımızı mahvetse de bedelini uzun yıllar ödemiştik ama bu süreçte durulmayan bir nefreti Kağan'a karşı beslemiştim. Bu aşkı öldürmek için çok çabalamıştım ve bir hançeri kalbime saplamaktan daha çok acı vermişti.
"Biz yeniden olamayacağız, değil mi? Geç kaldım."
Başımı çok hafifçe sağa sola salladım. "Yetişemedik."
"İki kişi, bir kişiyle baş edemedik."
"Bilemezdik," dedim. "Ama artık bunun da bir önemi yok."
Sanki içinde ufak bir umut filizlenmişti de en yeşil dalından yeniden kırılmıştı. Yaşadıklarımızın arkasından bir pislik yığını çıktığından, aklandığımızı sanmıştı. Sebep ne olursa olsun, bir çırpıda unutulmuyordu.
"Birbirimizden uzak kaldık. Ben seni suçlarken, sen ise benim terk eden taraf olduğumu düşünerek hayatına devam ettin. Aramızdaki fark bu işte, sen hayatına devam ettin. Arkadaşların oldu, flörtlerin, sevgililerin, sürekli tazelenen aşkların. Ben senin suçlu olduğunu kabullenerek yaşarken, sen hayatına kaldığın yerden devam ettin. Güçlüsün, bize yeniden ihtiyacın yok."
Ağzını, yumruk yaptığı ellerine yasladı. "Sana kin besleyemediğim ve bu yüzden unutmaya çalıştığım için özür dilerim."
"Önemli değil," dedim. "Asıl ben, seni yeniden sevebilme ihtimalimi aklıma bile getiremeyip ölesiye nefret beslediğim için özür dilerim."
"Araya girmek istemiyorum ama," diyerek konuşmaya başladı Çağrı. "İkiniz de çocuktunuz. Ne Lara'yı kızgın olduğu için suçlayabiliriz, ne de Kağan'ı başkalarıyla birlikte olduğu için. Düşüncelerinizde ve davranışlarınızda özgürdünüz. Biriniz yaşamayı seçti, diğeriniz onu öldürmeyi." Önce Kağan'a, ardından bana baktı. Bunu yaparken canı acıdı mı merak ediyordum. "Fakat bugün büyük bir şey öğrendik, ikinizin de şimdiye kadar yaşadıklarınızı boşa çıkarmaya yetecek kadar kötü bir şey."
"Her şeye rağmen tepenin ucunda durmaya devam ediyorum," dedi Kağan. "Çünkü bu kadar acı şeyler yaşanmasındansa Lara'nın o gün beni terk edip gitmesini tercih ederdim. Benden tiksinmesindense, beni unutmasını. Arkadaşımın bana olan sevgisinin nasıl sonuçlandığına baksana. Ben bu ihaneti taşıyamam. Bir daha asla eskisi gibi olamam, olamayacağımızı biliyorum."
"Yani ölme deliliğinde kararlı mısın?"
"Bu soruyu ruhu can çekişen birine sormasan daha anlamlı olabilirdi."
Kağan sırtını döndüğünde Çağrı ile göz göze geldik. Bakışlarıyla işaret ediyordu. Ne yapacağımı bilmiyordum, ne söyleyeceğimi, ne teklif edeceğimi de. Vücudumda karıncalanmalar hissederken zorlukla ayağa kalktım. Dizlerimde toprak izleri vardı ve bu defa biçare görünen bendim.
"Kağan, dur."
Ona ilk defa adıyla seslenmiştim. Bugün bana kaç kez böyle mahcup baktığını sayamamıştım ve yine o ifadeye sahipti.
"Affetmiş gibi, her şeyi unutmuş gibi yapsam bana inanır mıydın?"
Başını sağa sola salladı. Çünkü o da biliyordu. Tanıyordu.
"Uzak kaldığımız zaman boyunca sadece senin hayaletin ve kalbimde taşıdığım kin vardı. Bu kötü duygularımı güçlendiren de zaman oldu. Sana karşı yeniden iyi bir şeyler hissetmek istersem bunu ancak yine zaman yapabilir."
Başını sallarken ayaklarının ucuna baktı. "Biliyorum, anlıyorum, uzun bir zaman. Ama ben o kadar uzun bir süre, böylesine bir acıyla yaşamak istemiyorum. Bu yüzden izin ver, ilk kez masumca ayrılayım senden."
Kalbim ağzımda atarken yutkundum. Vücudum kasıldı. Bacaklarım ne kadar da güçsüzleşmişti. Ellerim yeniden titriyordu. Onu tekrardan, eskisinden daha kötü kaybetme korkusu sarmıştı her yanımı.
"Eğer," dedim. "Birbirimize doğru yürüyüp tam ortada buluşursak sıkıca sarılırız ve hatırlayacağım en son şey bu olur." Bana baktığında gözlerimi kaçırdım. "Eğer sen de özlediysen."
Bakışları karanlık sulara gömüldüğünde ürperiyordum, yeniden bana baktığındaysa içten içe heyecanlanıyordum. Ölmek ve sarılmak belki garip, iki farklı tercihti ama yaşadığımız hangi an normaldi ki?
"Eğer öyleyse ölmek istemem," dedi. "Bana sarılmanın verdiği güçle bir süre daha hayatta kalabilirim."
Utançla dudaklarımı yaladım. Bedenini bana döndürdü. İkimiz de tepenin iki ayrı ucunda olduğumuzdan aramızdaki uzun mesafe baki kalmıştı. Çağrı bize engel değildi ama yine de yer vermek ister gibi olabildiğince geriye çekildi.
İlk küçük adımı attık. Çok değil, yarım saatten az bir zaman önce bana yürümesinden dahi korkmuştum. Bana dokunması tiksinç geliyordu ama sarılmayı bir kumar gibi ortaya atan da yine ben olmuştum.
Çok değil üç adım sonra, küçük adımlarımız genişledi ve sabırsızlığımıza yenik düşerek birbirimize koşmaya başladık. Bastığımız toprakla, içinden geçtiğimiz havayla, rüzgarla, gözyaşlarımızla kavga ederek birbirimize koştuk. Aramıza yeniden büyük bir gölge girer telaşıyla her saniye daha çok hızlandık.
Kağan beni belimden yakaladığında boynuna gömüldüm.
Teni, kokusu, benzersiz hissi, dokunuşu. Sen sadece nefret etmemiştin, Lara. Nefret ederken kalbin özlemeye devam etmişti ve işte o kazanmıştı. Öfkeli bir kalp yanılırdı ve bunun sonucunda diğer güzel duygular yeniden ortaya çıkmak için hep bir açık arardı.
Sarılmaya devam ederken dizlerimizin üstüne çöktük. Ondan uzaklaşmak istesem de yapamıyordum. Parmaklarımı ensesindeki saç tutamlarının arasında dolaştırmaya engel olamıyordum. Daha sıkı sarmaya hakim olamıyordum.
Ellerini yanaklarıma yerleştirdiğinde usulca uzaklaştım. Gözkapaklarımı indirdim.
"Aç gözlerini," diye fısıldadı. "Aç."
Gözyaşlarım süzülürken başımı sağa sola salladım.
"Bir kez daha boğulayım o maviliklerde. Bak, seni seçtim. Suyu değil, su perisini."
Gözlerimi yavaşça açtım. Gülümserken dudakları titredi. Dudaklarıma yaklaşıp yaklaşıp uzaklaştı. Bense sessiz sessiz onu izledim. Nefesini, ağlamasını, yakınmalarını, suskunluğunu, özlemini.
"Neler yaşamış bu küçük kız?" dedi gözlerime eğilip. "Nasıl olur da sana bu kadar yakın olmanın kıymetini bilememişler? İsimlerini say tek tek, ben yokken kim kırdıysa hesap soracağım hepsinden. Seni sokak sokak aramayan bacaklarım kırılsın."
Elimi hızla ağzına kapadım. Gözlerini kapattı, gözyaşları elime aktı. "Öyle söyleme."
Kollarımı indirdiğimde büyülenmiş gibi ellerime bakarken duraksadı. Hafif bir dokunuşla tuttu. "Bu izler ne?"
Elimi kendime çekip yumruğumu kapattım. "Kalbimdeki çiziklerin yansıması."
"Bunu sana kim yaptı?"
"Ben, kendime yaptım."
İçli bir nefes çekti. "Nedenini sorarsam ölürüm."
Beni terk ettiğin gün ellerimi masalara, duvarlara, son olarak da cama vurdum. Uzun zaman önceydi, izleri geçti ama bazıları kaldı. Kabuk tuttukça soyduğumdan olduğunu söyledi annem. Ben de neden defalarca kanattığımı söylemedim.
"Çektiğin acıların iki mislini çekeceğim, Lara."
"Kağan."
"Seni özleyecek ama kavuşamayacağım. Bunu hak ettiğimi düşünerek yaşayacağım. Birileri oyunu yazıp çekildi ama bedelini sen ödedin. İkimiz de suçsuzuz, ikimiz de hak etmedik. Buna rağmen yıpranan sen oldun, bense hiçbir şeyden habersiz yaşadım. Sıra bende Lara, artık tüm bunların günahı benim boynuma."
Göğsümde yapışıp kalan ağrı vardı ama bunun adı ve tarifi yoktu. Kağan bunları söyledikten sonra sanki o her ne ise uçup gitmişti. Yıllarca benimle olan o sızı yok olmuştu. Saçlarımı okşadı, kaçmama fırsat vermeden sol gözümün kıyısından öptü.
"O kadar acı çektirmişler ki sana, ruhun lime lime olmuş. Kalbini bir gülün haznesine bırakmak yerine dikenli gövdesine dolayabilmek için parçalamışsın. Sana değil dokunmak, varlığını hayal etmek bile parmak uçlarımı kanatıyor. Yandığın kadar yakacağını biliyorum ve ben zaten seni cehennemin vadisinden izliyorum."
Ben söylediklerini düşürürken birlikte ayağa kalktık. Ellerimiz sanki kilitlenmiş gibi ayrılmıyordu ama buraya kadardı. Kartlar açılmış, maskeler düşmüş, biz sarılmıştık. Bazı şeyler bu kadardı.
"Sana o yazın iyi geçeceğine dair söz verirken hayatının geri kalanını haberim olmadan mahvedeceğimi bilemezdim. Fakat yine de..." Dudağı hafifçe kıvrıldı. "Seni tanımak güzeldi ve ben yine aynı sözü verirdim."
"Sözünü tuttun," dedim karşı çıkarcasına. Başını sağa sola salladı. İkna olmayacağını biliyordum.
"Sen de bana söz ver."
Ellerini tutarken benden bir şey istemesi parmaklarımın gevşemesine sebep oldu. Parmaklarım kayarken sıkıca tuttu. Merakla konuşmasını bekledim.
"O yaz İskele'de karşılaşmamız kaderdi. Kabul edelim, ikimiz de hayatımızın aşkını bulmuştuk. Bu en masum olaydı. Belki de işleri yeniden kadere bırakmak daha doğru olur." Ellerimi tutmaya devam ederken parmaklarımın üstünü okşadı. "Bana söz ver, Lara. Bir yerlerde karşılaşırsak tekrardan birlikte olacağız. Bize ancak o zaman bir şans vereceğiz."
Onunla yeniden olmak. Bu defa bir çocuk değil, bir yetişkin gibi sevmek. Bana uzak bir ihtimal gibi geliyordu. Belki kötü bir fikir değildi ama çok büyük bir cesaret istiyordu çünkü ikimiz de sözümüzü tutardık.
"Ben... bilmiyorum."
"Birbirimize yemin edeceğiz. Kimseye sormayacağız nerede olduğumuzu, ne yaptığımızı. Sadece kader bizi yeniden bir araya getirirse bir kez daha başlayacağız." Sessizliğim uzadığında, "Lara!" dedi isyanla. "Ancak bu ihtimalle devam edebilirim yaşamaya."
Acı bir şekilde gülümsedim çünkü bununla yaşamanın demek olduğunu biliyordum. "Ben de söz veriyorum," dedim kısık bir sesle ama içten bir şekilde. "Yıllarca bir araya gelmedik, bundan sonrası da meçhul." Elini bıraktım. "Bizi bekleyeceğim. Güçlü bir şekilde."
Burada saatlerce durabilirdim fakat artık son vermek zorundaydık. Bir anda yeniden onun olmamı kimse bekleyemezdi benden. Kağan bile henüz gözlerime bakarken utanıyordu. Onu bir süre de iyi hatırlamalıydım. Suçsuz ve kibirsiz.
Adımlarım kaçınılmaz bir şekilde beni geride beklemeye devam eden Çağrı'nın önüne getirdi. Buraya birlikte gelmiştik, sırf ben istediğim için. Son bir senedir neredeyse her şeyi beraber yapmıştık ve bu yüzden bile ona bir şeyler borçluydum lakin ne söyleyeceğimi bilmiyordum.
"Bir şey söylemene gerek yok," dedi düşüncelerimi okumuş gibi. "Büyüdüğünü biliyordum, bugünse beni tamamen ikna ettin. Sen Sofia değil Lara'sın, kimsenin seni korumasına ihtiyacın yok."
Sağ gözünden akan bir damlayı aceleyle sildi. Halbuki yüzünde ağlamaklı bir ifade yoktu ama Çağrı da böyle sessiz ağlıyordu, fark ettirmeden. Aşkı da gözyaşı da gizliydi.
"Hiçbir zaman birlikte olamayacağımızı biliyordum."
"Çağrı."
"Hayır hayır, o yüzden söylemedim. Eğer seni böyle kabullenmeseydim bir yıl boyunca yanında olamazdım zaten. Sen bana bakma, atlatırım." Kafasını çevirerek bizi izleyen Kağan'a baktı. "Durmamı istediğin yerde duracağım. Şimdi bana sadece dürüstçe ne yapmak istediğini söyle."
Yanaklarımı şişirdiğimde denizin ninni gibi gelen sesini dinledim bir süre. "Yalnız dönmek istiyorum," dedim. "İlk uçakla, tek başıma."
Mutlu olup olmadığını bilmiyordum ama bunun ona da bir veda olduğunu anlamıştı. Elleriyle saçlarını karıştı. Gözlerini kaçırıp başını salladı. "Tabii, en doğrusu." Ardından son dakika hatırlamış gibi cebindeki anahtarı çıkardı. "Çıktıktan sonra nereye koyacağını biliyorsun."
Ona sarılmak istedim ama yapmadım, Kağan izlerken bunu yapmak içimden gelmedi. Biz birbirimizi kadere emanet etmiştik ama Çağrı ile böyle bir anlaşma yapmamıştık. Bu yüzden mutlaka bir araya geleceğimizi biliyordum. Kötü seçtiğimiz arkadaşlarımız arasından kendini bize ispatlayan tek kişiyi tamamen silemezdim.
İkisine de arkamı döndüm. Basitçe yürümeye başladım. Yürüdükçe gücümün ayak tabanlarımdan yükseldiğini, bacaklarıma tırmandığını, gövdemi sarmaladığını, yüzümü karıncalandırdığını hissettim. Büyüdüğümü hissettim.
Mavi Tepe'den tamamen ineceğim son hamleyi yapmadan önce pes ederek arkamı döndüm. Ellerini cebine koymuş beni izliyordu. Bir günde, hatta bir gecede kaç yaş almıştı böyle? Bana ne zaman bu dayanamadığım ifadeyle bakmayı bırakacaktı? Bence Kağan'ın ifadesi artık böyle kalacaktı. Diğer yarısının olduğunu bilen ama onun nerede olduğunu bilmeyen, küçük bir yarım.
Çağrı, Kağan'ın omuzlarını sıkarak onu başka yöne çekmeye çalıştı. Zorla yürüdüğünde ben de önüme döndüm. Onu bana bakar halde bırakmak zor olsa da birimizin bakışlarını çekmesi gerekiyordu.
Sevgili sensizlik, bugün seni bırakışımın aynı zamanda seni beklemeye başlayışımın ilk günü. Karanlık hayal kurmam için iyi bir yer. Takvim yaprakları gözümün önünde uçuşuyor, mevsimler gelip geçiyor, bir yerlerde birbirimizi bekliyoruz, gözümüz kalabalıkta. Dilimde ve kalbimde hep aynı dua. Seni bir şans için yeniden istiyorum, çekingen bir utançla.
-SON-
❦
Arka planda çalmaya devam eden şarkıda geçen cümle gibi,
'yıllar önceydi çok da güzeldi şimdi, düşününce...'
Bazen karanlığı aydınlatmak için birinin güneşin önünden çekilmesi gerekir. Ayaz, bu hikâyedeki o gölgeydi. Hepimizin arkadaşları oldu ve kabul edelim, bazen ölesiye kıskandık. İşte, zor olsa da öyle kalmalıydı. Acı ama gerçek. Bu bir seçim değil sadece ilgi dozunun farklılığıydı fakat Ayaz bunu anlamadı ya da anlamak istemedi. Artık düzeltiyoruz, bu kitaptaki en güçlü duygu nefret değil kıskançlıktı.
Bir cümleyle özetledi her şeyi,
"En yakın arkadaşı çalınan birinin çocukluk öfkesi"
Ama sonuçları yetişkin bir katilin bıçağındaki kan gibi acıyla parladı.
Ve kaçınılmaz bir şekilde, arkadaşını sonsuza dek kaybetti.
Kağan ise aklandı. Temiz olan birini aklamak yine bize özel kaldı. Bence bu kitaptaki en cesaretli kişiydi o. Aynı zamanda adaletli. Çünkü tam da orada yeniden bir şans dilemek için uzun uzun yalvarmadı, acısını yaşamak istedi.
Lara... Kağan'a rağmen arkanı döndün ya, işte o zaman güçlendiğine ikna oldum. Acına bağlı kaldın, sıranı saldın. Seni unutmayacağım su perisi.
Her şeyi kadere bıraktığımıza göre Kağan'ın kendi kabuğuna çekildiğini, kalabalıklarda değil iç dünyasına odaklı yaşadığını hayal edebiliriz. Bu sakinliğe ihtiyacı vardı.
Çağrı ise özel çocuklarla ilgilenmek için daha hırslı.
Lara konuşurken teklemiyor.
Ayaz... Kendini affettirmenin bir işe yaramayacağını anlayacak kadar farkındalık kazandı, sadece pişman.
Sizce hikâye devam etmeli mi?
Bu benim için aslında yeterli bir son. Çünkü iyi günlerini de kötü zamanlarını da okuduk. Özel bölümlerde ne yazacağımı bilmiyorum ya da bir devam kitabı olup olmayacağını. Geri dönüşleriniz ve isteğiniz bana ilham olana dek, burada bırakma kararındayım.
Aklımda yine birbirinden farklı textingler var ama hani uzun yazmamı istiyordunuz ya, bu defa yeniden bu platformda romanlar da yazmak istiyorum. Eğer beni takip ediyorsanız bir anda gelen bildirimlere hazır olun. Anlatacağım çok garip ve doğaüstü (!) hikâyeler var.
Gitmeden önce son ricam önceki bölümlere veya panoma spoiler içeren hiçbir şey yazmamanız.
Sevgiler,
Karanlığı yazar.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top