bir kez Kağan'dan

İyi ya da kötü, kesin bir son bekleyen herkes için🖤

KAĞAN'dan

Can Ozan - Ağlama ben ağlarım

Kendimi geride bırakılan sanırken, giden taraf olduğumla yüzleştiğimde iyileşmem zaman almıştı. Zaman alacaktı. Henüz ne bir şey yoluna girmiş ne de kötü günler benim için bitmişti. Dünya, birbirimize verdiğimiz sözü sağlayacak bir yörüngede dönmeye başladığında belki bazı şeyler düzelirdi.

O da beni tekrar istediğinde. Bir kez daha sevebildiğinde.

Benim için burası bir tatil yeri değildi artık, Mavi Tepe yaşam alanımdı. Bir yıldır her gün koştuğum İskele sokakları evim, denizin dalgaları müziğim olmuştu. Bazen, mevsimlerden kış olunca hava çok soğuduğunda, buraya birileri uğramadığı zamanlarda durup kimsesizliğini izlerdim. Geçmişten gelen yansımaları daha fazla tutabilmek için yağmurun altında sırılsıklam olma pahasına beklerdim. Oradan ellerim boş ayrıldığımda, tutamadıklarımla yüzleşirdim.

Çünkü o gelmedi. Gelmezdi. Ben Lara'ya gidemedim, hiçbir yere Lara'yla dönemedim. Son anımızda, gözlerindeki şefkatli yumuşama dünyaya bağlı kalmamdaki tek dayanaktı. Beni hayatına bir kez daha kabul etmemişti ama imkânsız olduğumuzu da söylememişti.

Belki de işleri yeniden kadere bırakmak daha doğru olur, demiştim.

Belki de hiç değilse bunu sağlamayı becerebilmiştim.

Tepeden koşarak indiğimde, baştan aşağı sabah güneşiyle kavrulmuştum. Sıcak bir temmuz günündeydik ve İskele'de günler artık erken başlıyordu. Larnaka'da yaşamaya başladığımdan beri her gün düzenli olarak koşardım ama yaz tekrar geldiğinde bu basit rutini tekrarlamak bile benim için hiç kolay olmamıştı. Kalabalığın içinden, birlikte büyüdüğümüz o yazı düşünmeden geçemediğimi fark etmiştim. Liseye giden çocuklar bizi hatırlatıyordu. Sarışın ve esmer bir ikiliyi yan yana gördüğümdeyse kalbim sıkışıyordu. Onları neyden bilmiyorum ama karanlıkta gizlenen bir şeylerden korumak istiyordum.

O malum geceden sonra Türkiye'ye gittiğimde içime kapanmıştım. Tek hedefim okulu bitirip Kıbrıs'a dönmekti. Kış ve yaz tatillerinde gelmeye devam etmiştim ama Lara'yı bir daha hiç görmemiştim. Sofia'nın sosyal medya hesaplarını bulsam da ona Lara'yı sormamıştım, ara ara görüştüğüm Çağrı'ya artık dayanamadığımı söylememiştim. Diğer parçamın o kadar da uzaklarda olmadığını bilirken yarım yaşamak zor olsa da bir şekilde idare etmiştim.

Bana söz ver, Lara. Bir yerlerde karşılaşırsak tekrardan birlikte olacağız. Bize ancak o zaman bir şans vereceğiz.

Bizi hemen o gün kabul etmeyeceğini bildiğimden, bunu ben istemiştim.

Ya epey yaşlı göründüğümden ya da sıkıcı bir olgunluğa sahip olduğumdan tanıştığım herkese yaşım yirmi beş demiştim. İnsanların o an yüzlerini gölgede bırakan şaşkınlığını, önceleri aklımdan silememiştim. Lara'dan sonra yarım kalacağımı sanıyordum, Lara'dan sonra yarım da kalmıştım. Bu yüzden saçlarımdaki birkaç tel beyaza, gözlerimin altındaki çöküntülere, simamın yorgun görünmesine engel olamamıştım.

Lara'yı, onu yeterince beklediğime ikna etmeye çalışmamın sinsiliğinin sonucuydu bunlar. Belki de yalancı çıkmamak için ufak bedellere alışıp onları sahiplenmekti. Kendimi olduğum gibi kabul edeli öyle çok zaman olmuştu ki, ne kadar zaman olduğunu Lara bile bilirdi.  

"Günaydın Kağan Bey. Çayınızı gönderelim mi?"

Resepsiyonun önünden geçerken gülümsedim. "Teşekkür ederim, ben aradığımda."

Babam özel bir üniversitede İngilizce eğitim görme nedenimin, İskele'ye gelen turistlerle hoş sohbet etmek için olmadığını bana defalarca söylese de artık burada çalışıyordum. Yer aldığım sektörden memnundu ama onun hayali Batılı soyadıyla dikilecek otellerken, ben bize ait olmayan bir işletmenin sadece müdürlüğünü yapıyordum. Ofisimin penceresinden görünen Mavi Tepe ve diğer şehirleri kasabaya bağlayan yollar manzaram olmuşken, bir süre daha fazlasını isteyeceğimi sanmıyordum.

Müstakil bir ev kiralamıştım ama yaz başladığından beri oraya da pek uğramamıştım. Ofisimde bana yetecek her şey vardı. Duş, yemek, kıyafetler, arkadaşlar ve koltuk. Bazen boş olan birçok oda. Babası otelin sahibi olan yakın dostum Barbaros, yalnızca çalışma alanımı değil buranın tamamını evim gibi kullanabileceğimi içtenlikle söylemişti. Bunu asla yapmayacağımı bildiği için önermiş olmalıydı ama sorun değil, ailemi çalıştığım tatile getirme önerisini bile kabul etmediğimden disiplinime epey güvenip, kibarlığını esirgemiyordu.

Çayım geldiğinde bu yaz için tahmini kâr tablomuza birkaç ekleme yapma yoğunluğunda olduğumdan, başımı kaldırmadan teşekkür ettim. Barbaros her ne kadar mecburiyetle göz gezdirse de babası tüm raporları didiklerdi ve bunlar da önemli bir konu olduğu için yine onun kontrolünden geçecekti.

"Kağan Bey katları inceleyecek misiniz?"

Çayımdan bir yudum almak için bilgisayardan uzaklaştım. "Siz gerek görüyor musunuz?"

İşletme bölümünden bu sene mezun olan çiçeği burnunda bir kızdı, başını utançla salladı. "Hatırlarsanız geçen hafta acentenin gönderdiği grup, otel hakkında bazı şeylerden memnun kalmamıştı. Sonra da bildiğiniz gibi her şey size patladı. Biz eksik yönlerimizi düzelttik ama sorumluluk yine size kalacak, o yüzden gerek görüyoruz."

"Demek bu konuyu konuşmak için çayımı sen getirdin." Ayağa kalkarken bir yudum daha aldım. "Zahmet etmişsin, öyleyse gidelim."

Görevlerimin neler olduğunu biliyordum ama insanların işlerini incelemekten yine de hoşlanmıyordum. Geçen hafta gelen gruptan bazı üyelerin işletmemizden memnuniyetsizce ayrılma nedeni, kat personelleriyle bazı konuda uzlaşamamalarıydı. Orta yolu bulmaya gayret ederken çalışanlarımın tarafında olduğumdan, hatırladığım kadarıyla üç kişi evlerine suratları asık dönmüştü.

İşletmeyi gezdiğim için tetikte bekleyen hizmetlilerle tokalaştım. "Kimin klostrofobisinin olacağını bilemeyiz arkadaşlar, asansör kullanmayanları temiz merdivenlerle karşılayalım."

"Nasıl isterseniz, Kağan Bey."

"Pencerelere de önem verelim arkadaşlar, klimayı tercih etmeyenler olabilir."

"Peki, Aycan Hanım."

Not defterini karıştıran Aycan'a bıyık altından gülümsedim. Benimle çalışmayı çabuk öğrenmişti.

Bugün gelecek olan gezi turu misafirlerine rezervasyon edilen odaları dolandık. İnsanların sorumluluğundaki işleri denetlerken, gözden kaçmış bir detayı bulamadığım için mutlu oluyordum. Bu hem sıkıcı sorumluluğumu erken bitiriyor, hem de emek veren çalışanlara rahat bir nefes aldırıyordu.

"Orası henüz kiralanmadı, Kağan Bey."

Açık kapıdan girmek üzereydim ki eşikte durdum. Temizliği yeni yapıldığı belli olduğundan ve diğerleriyle aynı katta bulunduğundan buraya da dalmak üzereydim. Aslında elbette, kontrol edebilirdim ama Aycan normal zamanlarda böyle bir şeyle oyalanmayacağımı biliyordu. Mavi Tepe manzarasını bir anda açık camdan görmek, istemsizce oraya doğru yürümeme neden olmuştu.

Bir süre sonra tur şirketinin getirdiği misafirlerimizi karşıladık. Günlük işimin bu kısmı bittiğinde yeniden ofisime döndüm. Yoğunluk saatlerim gelene kadar kaytarma sebebim ya da eğlence yerim yoktu. Bir asistanım olduğu hâlde tatil günüm yoktu, yani olanı da kullanmazdım. Bu yüzden saatler, çalışırken benim için daha hızlı geçerdi. Hayatımın sonuna dek otel müdürlüğü yapıp yapmayacağımı bilmiyordum. Bu yüzden zamanımın boş kısmını yeni diller öğrenmek için kullanırdım. Aslında dünyayı gezmek de isterdim ama o zaman da Lara'yla denk gelmemiz zorlaşırdı. Onun rotasına bağlı olarak kim bilir, belki kolaylaştırdı. Veya Lara'nın adımlarını takip ederdim fakat böyle de kendi sözümü tutmamış olurdum.

Birbirimize yemin edeceğiz. Kimseye sormayacağız nerede olduğumuzu, ne yaptığımızı. Sadece kader bizi yeniden bir araya getirirse bir kez daha başlayacağız. Lara, Lara, Lara... Ancak bu ihtimalle devam edebilirim yaşamaya.

"Kibarlık olsun diye kapıyı çalıyorum ama bir şey ifade etmiyor."

Barbaros'un geldiğini fark edince önce kaşlarımı kaldırdım, ardından yerimden kalktım. "Kusura bakma, dalmışım."

İki deri sandalyeden birine oturduğunda bacak bacak üstüne attı. "Uyuyup kalmanı tercih ederim. Gözleri açık dalanlar beni her zaman kaygılandırmıştır."

İçecek bir şeyler istemek için telefona uzanırken, "O neden?" diye sordum.

"Bir yere bakıyorsun mesela ama orayı görmüyorsun. Seslere kapatıyorsun kendini, sözde dinliyorsun. Bence bilim insanları uyurken ruhumuzun ne alemde olduğu kadar, uyumadığımız zamanlarda nereye gittiğini de araştırmalı."

Benden değil, sözde öyle insanlardan bahsediyordu. Gözleri açık dalanlardan. Barbaros bu konuda onlardan biri, benim gibi değildi. Hakkında bilmediğim daha çok şey olsa da onun öyle olduğunu sanıyordum. Barbaros'un dış görünümündeki kusursuzluktan gözlerinizi alıp içini merak ettiğinizde, onu hemen anlayabildiğinizi düşünürdünüz. Sandığım kadarıyla zenginliğin züppeliğinden bir pay almış, tavrı umursamaz, mavi gözleri anı kaçırmamak için kısılmış. O benim şimdi tam tersim, bir zamanlar olduğum kişinin de oldukça benzeriydi ve belki de bu yüzden iyi anlaşıyorduk.

Bana tekrar bir çay, Barbaros'a da sade bir kahve geldiğinde güneş batmak üzereydi. Bana biraz anlatmak istediklerini anlattı, onu kısa tepkilerle dinledim. Konumuz işe dönene dek, pek fikir belirtmedim.

"Yaza hızlı başladık müdür, ne dersin?"

"İşler iyi gidiyor, odaların tamamı şimdiden doldu."

"Güzel," dedi dalgınlıkla. Bir anda kaşlarını çattığında masadaki telefonu aldı. "Hiç mi kalmadı bu arada? Bir tane bile mi?"

"Kesin bir şey söylemek için kontrol ettirmem lazım."

"Tamam, bekliyorum."

Barbaros telefondan bir şeyler kurcalarken ben de resepsiyonu aradım. Otelin inşaatı geçen yaz bitmişti, ben de tam o boşlukta burada çalışmaya başlamıştım. Dolayısıyla başarı kaderimizi belirleyecek ilk gerçek yazımızı bu sene geçiriyorduk.

"Boş odamız kaldı mı, bir bakabilir misin?"

"Hemen, Kağan Bey." Telefonun ucunda beklerken bir yandan da ince hesaplara dalan Barbaros'u inceliyordum. "Sekiz numaraları odayı ayırtan müşterimiz henüz gelmese de geri kalanların tamamı dolu."

Ofisimin hemen üstünde kalan, kapısının önünde oyalandığım Mavi Tepe manzaralı odadan bahsediyordu. Telefonu kapattıktan sonra Barbaros'a döndüm. "Birinin akıbeti meçhul olmak üzere, boş oda kalmamış."

Barbaros bu habere sevinmek yerine dudaklarını kemirerek telefonuna bakmayı sürdürdü. "Yakın arkadaşımın özel bir ricası var. Sadece bir geceliğine buraya bir arkadaşını göndermek istiyor, sabah otelden ayrılacak."

"Ne yazık ki hiç odamız yok."

Aynı anda duraksadığımızda aklımdan geçeni söyledi. "Birinin akıbeti meçhul demiştin, yani müşteri henüz gelmemiş. Uyarıda bulunduğumuz sürece uzun süre beklemek zorunda değiliz."

"Bir haftalık rezervasyonu tek bir gece için iptal etmek üzeresin," diye hatırlattım. Oflayıp geriye yaslandığında, mavi gözleri tavanda dolanırken konuşmaya devam ettim. "Şu arkadaşının arkadaşı... Önemli biri mi? Yardımcı olamayacağımız ihtimali canını neden bu kadar sıktı?"

"Ben tanımıyorum ama onun için önemli olmalı. Kıbrıs'tan nefret ediyormuş, pek dolanmak istemiyormuş buralarda."

Birilerinin Kıbrıs'tan nefret etmesi mümkün değilmiş gibi şaşırsam da çabuk toparlandım. "Dediğim gibi biraz daha bekleriz, sekiz numara dolmazsa orada misafirimiz olabilir."

"Bence sekiz numaranın müşterisini kovalım. Odasına sahip çıksaymış."

"Baban da öyle diyordu," dedim boş bulunarak. "Hafta sonu başımıza geleni biliyorsun."

"Abartmıştı," diyerek doğruladı. "İskele'deki en uzun evliliğe sahip tontonların yıl dönümü için otelin restorantını bir saatliğine kapattıysak ne olmuş yani?"

"Romantik bir hareketti ama ücretsizdi."

"Senin suçun. Bana onların emektar aşkını tatlılıkla anlatmamalıydın."

Neyse ki o esnada telefonu çaldı da boşboğazlığım üzerine daha fazla konuşmadık. Sıkıntılı surat ifadesinden arayanın, az önce bahsettiğimiz kişi olduğunu anladım.

"Evet, işler iyi. İşler iyi ne demek bilirsin." Yardım etmemi ister gibi baktığında çaresizce omuz silktim, yeniden telefondaki kişiye döndü. "Elbette, birçok otel ve pansiyon var. Bizim olanlar da var fakat burada değil. Anlıyorum... Sana tabii ki inanıyorum. Yapabileceğim bir şey var mı diye bir bakarım. Saat sekiz olmak üzere. Tamam... Haklısın, geceye daha çok var. Belki dediğin gibi olur. Hoşça kal."

"Durum pek iç açıcı değil gibi."

"Hiç sorma." Kapattığı telefonu ceketinin cebine koydu. "Galiba az önce dünyanın en içine kapanık insanı hakkında konuştuk."

"Başka yerde kalamayacak kadar mı içine kapanık?"

"İnsanlarla konuşamayacak kadar," dedi Barbaros. "Benim, bir tanıdık sayıldığım için ona güvence vereceğimi söylüyor."

"Umarım elimizden bir şey gelir," dedim rahatsız hissederek.

Barbaros başını sallarken bana bakıyordu. Bu hareketi aynı zamanda bir şey düşünürken yaptığını artık öğrenmiştim. "Elinden bir şey gelir," dedi masadaki telefonu işaret ederek. "Resepsiyonu ara, önceki müşteriye bütün odalarımızın dolduğunu iletsinler."

"Fakat bütün odalarımızın dolu olmasını sağlayan da o müşteriydi."

Parmaklarını masamın üstünde tıklatırken, "Kağan," diye mırıldandı. Onun sadece arkadaşım değil, patronum olduğunu da hatırlatmak ister gibi yüzüme bakmıyordu.

Gözlerimi karşı duvardaki saate diktim. "Sekiz çeyrek. On beş dakika daha verelim, gelmezse istediğin gibi yaparız."

İnatlaşmadığımı, orta yolu bulmakla görevlendirdiğimi bildiğinden üstüme gitmedi. Sigara içmediğini biliyordum ama içseydi kesin bir tane yakıp, Mavi Tepe manzarama doğru üflerdi. Ben de bu esnada resepsiyonu arayıp, odayı kiralayan kişiye artık teşrif etmesi için kısa bir süre verdiğimizi söylemesini istedim.

"Otelle görüşme sağlamış, geç kaldığı için üzgünmüş. Bu durumda kesinlikle gelecek diyebilirim."

"Üzgünmüş, bak ne güzel duygularını ifade edebiliyormuş. Bize rica edilen kişiyse muhtemelen ne yüzümüze ne de başının çaresine bakabilir." Dudağımı düşünceyle kemirdiğimi fark edince sakin bir nefes aldı. "O tarz insanlara karşı anlayışlısındır, Kağan. Öyle olduğunu biliyorum çünkü daha önce bahsetmiştik. Türkiye'den gelecek olan bu genç kız için yapabileceğimiz bir şey yok mu?"

Parmaklarımı çıtlatmayı kestim. "Türkiye'den gelecek olan genç bir kız mı?"

"Adını unuttum. Aksi... Önemsemediğim için belki tam dinlemedim bile. Emin olduğum tek şey bir kız ismiydi. Uçağa binmemiş olsaydı arkadaşımı tekrar arardım fakat telefonunu kapatmıştır."

Kravatımı gevşettim. Mümkün değildi, benzerlikler bile mümkün değildi. Yolu düşmezdi. Düşmeyecek miydi? Bilmem. Şimdi değil. Ama dakikalar önce bekliyordum. Şimdi ne değişmişti? Çok şey. Hepsi bir hayaldi. Öyle kabul etmiştim. Gerçekleşmezdi.

"Aklından bir şey mi geçiyor?"

Elimi ağzımdan çektiğimde usulca doğruldum. "Hiç. Hiçbir şey. Yakından takip etmek için resepsiyona gideceğim."

"Tamam..." dedi kararsızlıkla. "Ben de geliyorum."

Barbaros bana yetişmeye çalışırken koridorda ışık hızında ilerledim. İyi bir akşam dileklerinde bulunanları, yani öyle şeyler söylediklerini sandıklarımı, kafası karışık bir gülümsemeyle geçiştirdim. Resepsiyona ulaştığımda görevli, sorun ettiğim gerçekten de buymuş gibi aynı konuya daldı.

"Az önce tekrar bir görüşme sağladık efendim, sekiz buçuğa yetişeceğini söyledi."

"Muhtemelen yalan söylüyor!" diye parladı Barbaros. "Geçtiğimiz her on beş dakikaya yeni bir zaman dilimi eklemek zorunda değiliz. Rezervasyonu iptal edin, odaya ihtiyacı olan bir başkası var."

Resepsiyonistin eli telefona giderken, alışkın olmadığı tavır karşısında bana da kaçamak bir bakış atmıştı. Gözlerimi yere indirdim. "Beklediğimizi ilet."

"Anlamadım?" Cevap vermeyince tekrar etti Barbaros. "Kuralları neden bu kadar esnettiğini anlamadım?"

Ona sakinlikle döndüm. "Burası size ait, biliyorum. Benim görevimse sadece iyi idare etmek. Müşteri geldiğinde kovarım dersen öyle yap."

Bu konuyu burada konuşmak istemediğini belli etmek ister gibi çenesini stresle kaşıdı. "Orta yolu bulmak zorunda olduğumuzun farkındaydım. Fakat sen taraf tutuyorsun, mahcup olmamam adına benim için de bir şeyler yapmalısın."

Göğsümün sıkışmasını önemsemeden derin bir nefes aldım. "Söz veriyorum senin misafirin için de bir yol düşüneceğim, bana güven." Kıpırtısız kaldığında bundan güç buldum. "Zaten gece yarısı gelip sabah gideceğini söylemiştin. Bir hâl çaresine bakmak için yeterli süre."

Başını, düşünmeye çalışır gibi eğdi. "O vakte kadar çözüm bulmamış olursan konuğumuza evinin anahtarını veririm." Yanımdan geçmeden önce omzuma birkaç kez vurdu. "Bu gece uyanık kal."

Sanki kendisi huzurla uyuyabilecekmiş gibi... İnsanlara karşı duyarlı olmasından dolayı onu suçlayamazdım. İnsanlara karşı duyarlı olmamdan dolayı suçlanamazdım.

Konu, günün sonunda sekiz numaralı odanın gerçek sahibinin kim olacağına gelince zannettiğimden daha gergindim. Barbaros'un anlattığı kişinin, değer verdiğim bir başka kişiye olan karakter benzerliği elimi ayağımı birbirine dolandırmıştı. 

Dünyanın en içine kapanık insanı, insanlarla konuşamayacak kadar. Ne yüzümüze ne de başının çaresine bakabilir. Türkiye'den geliyor. Genç bir kız.

"İmkansız," dedim sekiz numaralı odanın kapısında dikilirken. "O eşsiz olduğu için bu kadar benzerlik imkânsız."

Kendimi içeriye atıp kapıyı üstüme kilitlemek istiyordum. Pencereleri kapatmak, perdeleri çekmek ve güvenli örtünün altına girmek. Yıllarca ne yaptıysam onu yapmak. Yüzünü sadece fotoğraflarda görmek. Buraya ondan başkasını kabul etmemek. Onun beni bulmasını engellemek.

Aşk, tezat davranışlar bütünüydü. Daha bu sabah Lara'ya sıkıca sarılmak istiyordum, şimdiyse beni iteklemesini diliyordum. Onsuzluğa o kadar alışmıştım ki, varlığının hayalini doğru kuramıyordum. Öyle ezberlemiştim ki hiçliği, tek bir bakışıyla dolduracak olmasına katlanamıyordum.

"Seni, önceliğinin hiçbir zaman para olmadığını bilecek kadar yakından tanıdım Kağan." Sırtımı tırabzandan ayırdığımda geriye, Barbaros'a döndüm. Ağır ve çekingen adımlarla yaklaştı. "Gerçekten merak ediyorum, derdin gerçekten bir haftalık ödemenin çöpe gitmemesi mi yoksa hassas bir konuğu burada istememen mi?"

Sorusu, suratıma güçlü bir dalganın çarpması gibi tökezletti beni. Hayatım boyunca ne böyle düşünmüş, ne de birinin böyle düşüneceğini öngörmüştüm. O kadar ben değildi ki o kişi, sanki başka birinden bahsediyordu.

Gülünç olsa da, "Hassas konuklara zaafım olduğunu bilirsin," dedim. Kendimi nasıl savunacağımı bile kestiremiyordum.

"Bilirim," dediğinde tekrar omzumu sıktı.

Bunu bugün ikinci yapışıydı ama dokunuşunda üstünlük taslayan bir his yakalayamadığım için elini geriye çevirip, parmaklarını bükmeye kalkışmadım.

"Duygularını kaybetmiş insanları görmeye alışkın birine bu yüzden ilaç gibi gelmiştin. Babam ne derse desin, sen tam da böyle biri olduğun için şimdi buradasın. Yapamadıklarımı yapmaya devam et diye." Gitmeden önce sırtımı sıvazladı. "Sana ve bulacağın yollara inanıyorum. Bildiğin yoldan ilerle, böyle kal."

Benimle ilk kez bu kadar samimi konuştuğu için ona daha fazlasını anlatmak istedim ama yine sadece teşekkür edebildim.

Merdivenden inerken, "Dokuz," dedi. Anlayabilmek için başımı geriye çevirdiğimde arabasının anahtarını sallıyor, bir yandan da bilmiş bir ifadeyle gülümsüyordu. "Sekiz numaranın sahibi saat dokuza yetişebilecekmiş. Bu sefer kesin olduğunu söylüyor."

Barbaros'un gidişi, sorunu çözmek için ciddi anlamda tek başıma kaldığım anlamına geliyordu. Saate baktığımda zaten dokuza yaklaştığını fark ettim. Durumumuz, dakikalar eklendikçe iyi niyetimizin suistimal edildiğini gösteriyordu. Ve özel konuktan kaçmak için, beni yanıltan müşterinin arkasına sığınmaya devam ettiğimi.

Bir kapının önünde oyalanmayı insanlara açıklamak zordu. Katlarda telefonla konuşmak gibi bir alışkanlığım olmadığından, gittikçe daha da zorlaşıyordu. İlk müşteri gelmeyecekse, odayı devralacak hassas kızı gözlerimle görecektim. Bir anda, burada. Gece yarısı bile olsa. Nasılsa öylece beklemeye devam edecektim. Bir şeyi ya da bir kişiyi. Artık her ne olursa. Hayal kırıklığı ya da komik, imkânsız, deli saçması bir kavuşma.

Bavulun tekerlek sesini bu yüzden normalinden geç algıladım. Henüz üniversiteye hazırlandığını bildiğim dönemlik çalışanımıza nezaketle gülümseyip geçmesi için yol verdim. Bavulu sekiz numaralı odanın önüne dek sürükledi.

"Üzgünüm, çok geciktim."

Sesin sahibine hemen bakmamak için bakışlarımı kapının yüzeyinden ayırmam zaman aldı. Çünkü Lara'yı fazla düşünmek halüsinasyon görmeme neden oluyordu. Bana gaipten sesler duyuruyor ve gerçeklik algımı yitiriyordum. "Lara..."

"Kağan."

Halüsinasyon konuşuyordu. Ters giden bir değil, birçok şey vardı. Bu kez ne on dört yaşında ne de yıllar sonra karşılaştığımız son gündeki hâline benziyordu. Güzeldi, yine çok ve en güzeldi ama büyümüştü. Saçları da aynıydı ve gözleri. Sanki sadece ben onu değil, o da beni görüyormuş gibi bakıyordu.

"Ben..." dedi inatla konuşarak. "Burada olduğunu bilmiyordum. Gerçekten bilmiyordum."

Bavulu bırakan ve gidip gitmemekte kararsız olan çocuğa baktım. İkimize de aynı anda bakmaya çalışıyordu. Öyleyse o da görebiliyordu. Bu anlar neredeyse gerçekten yaşanıyordu.

Başımı belli belirsiz salladığımda uzaklaştı. Belki başımı da sallamamıştım. Şimdi artık Lara'yla veya onun yansımasıyla tekrardan baş başa kaldım. Odalardan sesler yükseliyordu ve birinci katta olduğumuz için bahçedeki gürültüye de yakındık. Yine de konuştuğunda onu duyabiliyordum.

"Özür dilerim."

Bavuluna gözleriyle uzanmaya çalıştığını fark edince gideceğini anladım.  "Gece yarısı geleceksin sandım," dedim korkarak. "Barbaros öyle demişti."

"Barbaros?"

"Arkadaşın onu arayıp burada kalacağını söylemiş." Afallarken başını sağa sola salladı. "Bir odaya ihtiyacın varmış, sabah geri gidecekmişsin." Başını tekrardan sağa sola salladığını fark edince, "Sen o değilsin," dedim.

O an, bahsettiğimiz kişi olmadığını anladım. Öyle biri vardı evet ama Lara değildi. Lara hiçbir yerde değildi, Lara şimdi sadece benimleydi.

Çekingen bir sesle, "Ben geciken kişiyim," dedi.

Gözlerim karardı mı yoksa doldu mu, ayırt edemedim. "Seni bekliyordum. Burada durmuş..." Öyle şaşkındım ki toparlayamadım. "Sen olduğunu bilmeden seni bekliyordum. Demek rezervasyonu iptal ettirseydim ya da gelmemeni söyleseydim kader bizi tekrardan bir araya getiremeyecekti."

Dünya, bizi bu defa gerçekten de yüz yüze konumlandıracak bir yörüngede hareket etmişti. Sarılmamıştık, sorun değildi. Zaten nasıl göründüğümü bile bilmiyordum. Titreyen ellerim saçlarımı düzeltecek kadarlık bir fırsat bile yakalayamamıştı. Öyle aniden düşmüştü ki karşıma, canının yanıp yanmasından başka bir şeyi umursayamamıştım.

"Gitmeliyim."

Dalgınlığımı fırsat bilip kendi tarafına çektiği bavulunu görünce kaşlarımı çattım. "Kalmalısın." Bu kez o bana bir bavulmuşum gibi baktı. "Ben giderim."

"Böyle bir şeye neden olmak istemem. Niyetim kimseyi yerinden etmek değildi."

Durumu yanlış değerlendirdiğini anlayınca, "Burada kalmıyorum," dedim. "Burada çalışıyorum."

"Kıbrıs'a mı taşındın?"

"İskele'ye." Duraksadı. Sözümüze öyle sıkı bağlı kalmıştı ki beni kimselere sormamıştı. "Kütüphane sokağındaki dondurmacıyı hatırlıyor musun?" Onaylamadı ama hatırladığını biliyordum. "Onun üstündeki dairede yaşıyorum."

"Ne güzel," dese de sesi, bunu nasıl yapabildin der gibi mırıltılıydı.

Odasına girmesi için kapının önünden süratle ayrıldım. İçeri girsin, pencerenin önüne geçsin, Mavi Tepe'yi görsün istiyordum. "Ben de tam gidiyordum." Suratıma bakmamaya devam edince, "Gideyim mi?" diye daha detaylı sordum.

Cevap vermeyince birkaç adım daha çekildim. Eğer bu onun kalması demekse ben gitsem de olurdu. Nasılsa fazla uzaklaşmazdım.

Kartı kapıya yerleştirirken, "Ama sabah burada olacaksın," dedi. "Sanırım burada çalıştığın için sabah yine burada olacaksın."

"Özür dilerim öyle olduğu için."

Kapının kilidi açıldı. "Önemli değil."

Ben şaşkın olduğum için böyle söylemiştim ama o? Yoksa cidden, önemsiz de olsa birazcık fazlalık mıydım artık Lara için?

"Sorun olmazsa hemen şimdi gitmeyeceğim," dedim son anda. Düşünceler, rüyama sızmak ister gibi hücum edince sorumluluklarla dolu hayatım aklıma geliyordu. "Bir konuğu beklemem gerekiyor. Fakat dışarıda beklerim, kumsalda. Veya yolun kenarında. Bu binada durmam."

Bavulun metal sapını henüz bırakmamıştı, orayı tuttuğundan beri bir an olsun bırakmamıştı. Bana döndüğünde bile bavulu odanın içine sürüklemektense tutmaya devam ediyordu. Sanki ayakta durmak için ondan destek alıyordu.

"Galiba öylesi daha iyi olur. Sence?"

En son neyden bahsettiğimizi hatırlamaya çalışırken derin bir nefes aldım, bunu uzun zamandır yapmadığımı yine bu anda fark ettim. "Sence iyi olan nasılsa bence de öyle."

"Tamam."

Ayaklarının geriye kaydığını gördüğümde panikle, "Lara," diyerek durdurdum. Yüzüme merakla baktı ama sonuçta baktı. "O kadar şaşkınım ki nasıl olduğunu sormayı unuttum."

Salaş duran hırkasının ardından görünen çıplak omuzlarından birini kıpırdattı. "Biraz iyi kötü biraz kötü, ya sen?"

"Uzun zamandır ben de öyle." Dudaklarını birbirine bastırdığında en azından dostça gülümsemesini çok isterdim ama başını sallamakla yetindi. "Uyku tutmaz da sohbet etmek istersen buradayım." Elimi hemen zemine doğrulttum. "Aşağıda, girişte."

"Sohbet etmek mi," diye mırıldandı.

Bir çırpıda, "Kader bizi yeniden bir araya getirdiğinde bir şeyler konuşulmaya değerdir diye düşündüm," dedim.

Eskimeyen mavi bakışları, beni şüpheyle süzdükten sonra kısıldı. "Gece oteldeyim diye eve gitmiyorsun, değil mi?"

Hangi cevap iyiydi? Gözleri ikisine de kızarmış gibi bakıyor, bana bile doğrusunu unutturuyordu. "Hayır. Gerçekten iş için."

Ağzını düşünceyle açtı. "Yarın giderim."

"Ben giderim." Ne dediğimi bilmiyordum ama pişman olmayacağıma da emindim. Ayaklarımı arkaya doğru atarak birkaç kısa adımla uzaklaşmaya koyuldum. "Lütfen dinlen ve istediğin kadar kal."

Yarınla ilgili bir şey söylemese de, "İyi geceler," dedi.

Bu umarım rahatsız edici veya sinir bozucu görünmemiştir ama kapıyı tamamen kapatana dek gözlerimi ondan ayırmadım.

Her ne kadar ofisime döndüğümde ellerim titriyor olsa da üstümden büyük bir yük kalkmış gibi inmiştim basamaklardan. Bir şeyi doğru yapmışım gibi hissediyordum: Sabretmiştim. Onu oyunbozanlık yapmadan yıllarca beklemiştim ve ummadığım bir anda, tamamen kaderin cilvesi olarak karşımda bulmuştum. Ben İskele'ye taşınmıştım, Lara ise bir haftalık tatil için gelmişti. Ben bir otelde müdür olmuştum, Lara ise o otelde rezervasyonunun iptal edilmemesi için uğraştığım misafir.

Nasıl olur da konuşacak hiçbir şeyimiz olmaz.

Sandalyeme oturduğumdan beri tavana bakıyordum. Hemen üst katımdaydı. Onunla konuştuğumuzu varsayıyordum çünkü konuşmalıydık. Anlatacak öyle çok şeyim, soracak öyle çok sorum vardı ki bekledikçe değil unutmak yenileri ekleniyordu. Bu, geçmişimizi silmek anlamına gelse bile Lara'yı yeniden tanımak istiyordum. Ama, nasıl olur da konuşacak hiçbir şeyimiz olmaz.

Kendimi bir kez daha merdivenlerde buldum. Nasıl olur da konuşacak hiçbir şeyim olmaz.

Bir sözümüz vardı, değiştiyse bunu anlardım ama keşke bana unuttuğunu ya da buna uymak istemediğini söyleseydi. Sanki dayanabilirmişim gibi... Olsun, böylesi de kötüydü.

Kapının altından ışık yansıması görmediğimde tekrar aşağıya indim. Zaten merdivende beklemiş, geldiğimi hisseder diye pek yaklaşamamıştım. Benim kadar şaşkın olduğunu gözlerimle gördüysem de bunun ne anlama geldiğini kavrayacak algılara sahip değildim. Fırsatını bulduğum için ona bakmıştım, onu dinlemiş hatta konuşmuştum ama nasıl hissettiğini bile anlayamamıştım.

Karanlık bir gerçekle yüzleşmemek için aynaya da bakmamıştım. Beni gördüğüne o kadar da sevinmemişti... Fazla mı yaşlanmıştım, diğerlerinin düşündüğünü mü düşünmüştü, beni hayal ettiği gibi bulmamış mıydı? Aramızdaki zaman ve mesafeler arttıkça bir şeyler mi eksilmişti? Beni eskisi kadar beğenmemişti.

"Kağan Bey, iyi misiniz?"

Aycan bazı yoğun günlerde otelde kaldığından beni bekleme salonunda yakalamıştı. Dirseklerimi diz kapaklarımdan ayırırken duvardaki büyük saate baktım, on bir olmak üzereydi. "Gece boyunca beklemeyeceğim, eve dönüyorum. Barbaros'un konuğuyla ilgilenir misin?"

"Tabii," dedi kararsızlıkla. Benim halledemediğim işi nasıl çözeceğine kafa yormaya başlamış kadar düşünceli görünüyordu. "Durumdan haberdarım ama şartlar göz önüne alınırsa geçici olarak başka bir otelde oda açabiliriz."

"Bir yere göndermeye gerek kalmadan çözüm bulmanızı rica ediyorum, gerekirse ofisimi bile kullanabilir."

"Tabii efendim," dedi biraz bozularak. Bugüne kadar hiçbir sorunda elimi onlardan çekmemiştim, şimdiyse göz göre kaçmamı garip buluyor olmalıydı. "Elimizden geleni yaparız," dedi yine de. "Fakat bizim yapmamız sorun olmaz mı?"

Söz yine Barbaros'a gelince omzumu silktim. "Belki sorun olur ama dert değil, nasılsa artık burada çalışmayacağım."

"İşten mi ayrılacaksınız?"

"Ayrıldım bile," dedim istifa dilekçesi yazmadığım hâlde. "Dedikodu yavaşça yayılır, gerekli kişiler de yarın öğrenir."

Gitmek için ayağa kalkınca Aycan birkaç adım geriledi. Kimseyle vedalaşmadan, birden ve olabildiğince habersiz gitmek istiyordum. Lara rahat etsin ve bana denk gelmeden kasabayı gezsin. Ona artık zarar veremeyen anıları izlesin ama gözleri beni görmek zorunda kalmasın diye.

Aycan, "Kimseye söylemeyeceğim," dediğinde dalgınlıkla durdum. "Bu yine de aramızda kalacak. Belki bugün kötü bir gün geçiriyorsunuz. Yarının neler getireceği belli olmaz, lütfen biraz daha düşünün."

Sevecen bir ifadeyle gülümsedi, bense ilk kez iş arkadaşlarımdan biriyle konuşurken tebessümüne karşılık vermedim.

"Sizinle sıkı fıkı olan müşterilerimiz, anlayışınız sebebiyle mutlu çalışanlarımız ve hoşgörülü tavrınız sayesinde mesleğini seven stajyerlerimiz... Bence bu kalabalığı bir gecede bırakmazsınız, Kağan Bey.

Ne yapacağımı bilmediğim için ellerimi ceplerime sıkıştım. "İyi geceler."

Eve gidene kadar boğazımdaki yumru ne aşağıya indi, ne dışarı çıktı. Belki iyi gelirdi ama ağlayamadım, ağlamadım. Hayal kırıklığıyla dolmuştum ve bunun sonunca yanlış bir karar vermiştim. Belki Lara ertesi sabah kahvaltıya indiğinde, hava almaya çıktığında, İskele'yi dolaşmaya karar verdiğinde gözleri beni arayacaktı. Biraz daha samimi davranacaktı. Kim bilir, belki tüm bunları elimin tersiyle iten bendim.

Ya  da tam tersi olacaktı.

Lara'yı yarın sabah, bu gece bıraktığım mesafeli bakışlarla bulacaktım. Belki Lara'yı bulamayacaktım. Gitmiş olacaktı veya en erken bileti şimdiden almıştı. Benimkine benzer duyguları hissetmesini nasıl sağlayabilirdim ki?

Yıllar önceydi, çok da güzeldi. Şimdi, düşününce.

"Teoman şarkıları mırıldanmak yok," diye söylendim kilidi çevirirken. "Bir tanesini ona öğrettim diye hepsini ezberlemeye çalışmak yoktu."

"Dinlemeyiz severiz biz."

İrkilerek sağıma döndüğümde, dondurma dükkanının işletmecisiyle karşılaştım. Komşu sayılsak da birbirimizi tam tanımıyorduk, bense Lara bizi buraya getirdiği günden beri onu hatırlıyordum. Her zaman yaptığım gibi iyi akşamlar ve bol kazançlar diledim.

"Gelemeyecek misin? Sessiz bugün, masan da boş."

"Teşekkür ederim ama yorgunum."

"Bir kase yaban mersini de mi istemezsin?" diye sorunca boğazıma bir yumru daha takıldı. "Bu sıcakta kuru kuru olur mu öyle. Birazdan gönderirim, müessesenin ikramı."

"Peki, sağ olun."

Eve girdiğimde havalanması gerektiğini fark ederek pencereleri açtım. Bir insanın yaşamadığı değil de, yaşamayı istemediği belli oluyordu. Gömleğimi çıkarırken kirli sepetine atmak için ruhsuz koridordan banyoya ilerledim. Geri dönerken gözlerim aynaya çarptı.

Yıkılmış görünüyordum: Lara gelmeden önce ve Lara geldikten sonra. Yüzümde canlılığı ispatlamaya çalışan tek renk, yeşil gözlerimdi. Saçlarımı beni dağınık göstermeyecek ölçüde mecburen kısaltıyordum, sakallarımı ise asla tamamen kesmiyordum. Yorgun gözaltlarıma baktığımdaysa, sanırım Lara'nın benden neden uzak durmak istediğini anlıyordum.

Fakat yine de, nasıl olur da konuşacak hiçbir şeyimiz olmaz.

Üstümü saçma sapan giyinip salona geçtiğimde Lara'nın fotoğrafını açtım. Bunu artık yapmamam gerekebilir. Ne bileyim, sizden hoşlanmayan birinin yüz hatlarına hayranlıkla bakmak etik olmayabilir. Duysa, bunu bir daha asla yapma diyebilir.

"Sana anlatacaklarım vardı," dedim ekran görüntüsünden ibaret olan yansımasını izlerken. "Hiç değilse sözümü tuttuğumu söyleyecek kadar zamanım olsun isterdim. Onun dışında, birazcık düşününce, zaten anlatmaya dair pek bir şeyim olmadığını da fark ederdim."

Gözyaşımı parmağımın tersiyle aceleyle sildim.

"Ne olabilir ki? Ben en yakın arkadaşım tarafından ihanete uğradım, sense o zamana dek acı çektin. Hiçbir şey o kadar düzelmedi ki, her şey kötünün yanına kâr kaldı. Sonra bitti. Sence su perisi, sence her şey tam da bugün mü bir kez daha mı bitti?"

Kapı çaldığında açmak istemedim ama iyi ki kırgınlığıma yenik düşüp bunu yapmamışım. Karşımda canımın bu sefer hiç istemediği dondurmayı getiren garson yerine, o dondurmayı birlikte yediğim kızı görünce bunu iyi ki yapmamışım dedim. Fakat yine yetişememiş ve kendimi düzeltememiştim. Gerçi aynı kıyafetlerine, aynı çekingen surat ifadesine hatta bavulu kavrayan ellerine bakılırsa o da kendini düzeltememişti.

Ne bir adım geri gidip yol verdim, ne öne atılıp boynuna sarıldım. Sadece sessizce bekledim. Konuşmasını ve bir kez de benim için bir şey söylemesini. Yavaşça açılan ağzını, heyecanlı bir umutla izledim.

"Kader bizi yeniden bir araya getirdiğinde bir şeyler konuşulmaya değerdir diye düşündüm."


Merhaba sevgili okurum, seni hâlâ burada görmek ne hoş umarım beklediğine değmiştir💙

Sonraki bölüm Lara'nın anlatımından, tam da Kağan'ın kapısına geldiği yerden devam edecek ve o kısım da kesin bir son isteyenlere yetecek bir kapanış olacak.

Genel düşüncelerinizi alabilir miyim, Kağan'daki değişimleri nasıl buldunuz? Onu özlemiş miydiniz?

Şunu da ufacık bir spoiler olarak belirtmeliyim ki Barbaros aslında öylesine bir karakter değil. Henüz yazmadığım ama mutlaka yazacağım bir kitabımın ana karakterlerinden biri. Buraya ucundan kıyısından dahil ettim çünkü o kitapta da deniz teması var. 🦪

Kısa zaman sonra görüşmek dileğiyle su perileri🧜‍♀️

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top