3.6 ↩
Sözümüzü tutmuştuk.
Kağan'la birlikte Ayaz'ın gittiği okula yazılmıştık. İkisi aynı sınıfta, ben de bir alt sınıflarındaydım. Çağrı'nın isteği üzerine Sofia da ailesiyle Londra'ya dönmek zorunda kalsa da biz buradaydık. Hem yazın geri döneceklerdi aradaki soğukluk kaybolacaktı. Yoklukları beni üzerken, Kağan'ın varlığı diğer her şeyden daha önemli geldiğinden mutluydum.
Hayatımda ilk defa bu kadar mutlu.
Okul asla korkunç gelmiyordu. Biliyorum çılgınlıktı ama kalabalıklar eğlenceliydi. Koridorda avuçlarımı sımsıkı kapatıp yürüsem de bana bakanlara arkadaşça tebessüm edebiliyordum. Çünkü az ileride, köşeyi bir yeri dönünce Kağan'ı ya da Ayaz'ı görüyordum. Yalnız değildim, iyi ve de iyileşmiştim.
Zorlu bir çocukluk geçirirseniz ilerisinin güzel olacağına dair umutlarınız olmazdı. Bu istemsiz bir savunmaydı. Hayal kurmaya korkardınız. Bense değil düşlere dalmak, zihnimin dokunamayacağı güzellikleri yaşıyordum.
"Bize her gün çilekli süt mü aldıracaksın? Sadece soruyorum."
Pipetten son yudumu çektiğimde çıkan güçlü sesle birlikte masumca başımı salladım. "Kuralları baştan tartıştık."
"Kimin listesinin en başında çilekli süt yazar ki?"
"Lara'nın," dedi Kağan. Ardından boş kutuyu ağzımdan çekip çöpe kutusuna fırlattı fakat isabet ettiremedi.
Bu hareketenin üzerine, "Yazları daha eğlenceli oluyordun," dedi Ayaz. "Zorla kal demedik, sen kendin kaşındın."
"Yoksa yine tartıştınız mı?" diye bir soru yönelttim.
Ayaz'ın aksine ben, Kağan'ın zorla kaldığını düşünmüyordum. Yani en azından morali bozuk görünmesindeki sebep bu değildi. Sadece burada yaşamak için ailesini çok zorlaması gerekmişti ve bu yüzden ara ara ufak çaplı söz savaşları yaptıklarından kısaca bahsetmişti.
"Halledilmeyecek bir şey değil," dedi keyifsizce.
Ayaz yerde durmaya devam eden boş kutuyu çöp kovasına atmadan önce havada sallayarak, "Başka bir şeyi ondan daha çok sevebilme ihtimalinden hoşlanmıyor," dedi.
"Tercüme için sağ ol."
"Hatırlattığın iyi oldu, Ayaz. Çünkü Kağan bunu pek dile getirmiyor."
Yanıma gelip yanaklarımı sıktığında ellerine vurarak onu durdurmaya çalıştım. Birbirimizle uğraşmayı seviyorduk. Yakınlaştığımız anlar da Ayaz gözlerini kapatıp hızla kaçıyordu. Şimdi de tam olarak böyle yapmıştı.
"Senin yüzünden bütün gün yanaklarım acıyacak."
"Acısı geçene kadar öperim."
"Okuldayız!"
"Okuldan sonra."
Göz kırptığında bakışlarımı eğdim. Gömleğinin ucuyla oynarken dudaklarımı yaladım. "İskele'de sadece benim için mi kaldın?"
Tereddüt etmeden, "Sadece senin için," dedi.
Bu iyi bir sebep mi yoksa bencilce bir şey miydi bilmiyordum. "Ailenle tartıştın ama onları yine de ikna ettin."
"Tıpkı senin yaptığın gibi. Zordu ama başardım."
Teneffüsün sona erdiğini belirten zil sesi yankılandı.
"Arkadaşlarını özleyeceksin."
Dudağı yana kıvrıldı. "Bu, hiçbir zaman seni özlememden daha önemli olmayacak."
***
İskele'ye sonbahar uğrayacak mı bilmiyordum. Eylül ayı o kadar güzeldi ki sanki asla yapraklar dökülmeyecek, yağmur yağmayacak, en sevdiğim kazağımı giyemeyecektim. Belki de burası sonbaharın hiç uğramadığı büyülü bir yerdi. Gerçi büyülü olduğuna inanmam için Kağan'dan başka sebebe ihtiyacım yoktu.
Okulda telefon yasak olduğu için annemin koluma zorla taktığı beyaz saatime baktım. İkisi de henüz gelmemişti ve tek başıma kantin sırasına girmeyeceğimi biliyorlardı. Bir terslik vardı.
Kucağımdaki kitabı kapatıp sırtımı erik ağacından ayırdığımda bir yandan da önümde uzanan kaldırımdan geçenleri izledim. Hiç değilse beklediklerim arasından biri yaklaşıyordu.
"Derse geç kalacağız," dediğimde çantamı takmıştım.
Ayaz saçlarını karıştırırken üzgün görünmeye çalışsa da bunu pek umursamadığını biliyordum çünkü öğretmenlerle arası iyi olduğundan her türlü telafi ediyordu, gerilen bendim.
"Haklısın, affedersin. Kağan gelmedi mi?"
"Henüz değil," dedim sıkıntıyla. "Cumartesi bize katılmadı ve pazar günü de hiç konuşmadık."
"Yine kavga ettiler muhtemelen."
"Sana bir şey anlattı mı?" diye sordum. Ayaz'la aralarındaki iletişim ayrıydı ve buna pek karışmazdım. Kağan da benden daha çok Ayaz'la dertleşmeyi tercih ederdi.
"Her zamanki sebeplerdir. İncir çekirdeğini doldurmayan bir şey olmuştur ve en nihayetinde kabak Kağan'ın başına patlamıştır."
Tam olarak Kağan'ı anlatması sıkıntılı bir nefes vermeme sebep oldu. "Annesi kız kardeşini doğururken çok zor bir süreç geçirmiş ve söylediğine göre hâlâ onun izlerini taşıyormuş psikolojik olarak."
"O kadını pek gördüğüm söylenemez, evden hiç çıkmıyor. Ben bazen minik bebeği sevmeye gidiyorum. Gözleri tıpkı Kağan'a benzemiyor mu?"
Eşsiz yeşil gözlerini hayal ederken gülümsedim. "Kamelya'yı en son pikniğe getirdiklerinde gördüm." İkimiz de sessizleştiğimizde sebebini biliyorduk. "Babasından biraz çekiniyorum."
Başını salladı. Bunun üzerine söyleyecek sözümüz yoktu. Katı bir babayla yaşamanın ne demek olduğunu iyi biliyorduk.
"Sınıflarımıza girelim. Kağan da er ya da geç gelir, belli ki uykuda kaldı."
Vedalaştıktan sonra kendi katlarımıza geçtik. Yeni öğretim yılının henüz ikinci haftasındaydık ama burada kurallar biraz daha katıydı ve ilk gün haricinde ders işlemeye başlamıştık. Babamın okul yönetimiyle özel durumum hakkında konuşmasını istememiştim ve o da üstelememişti. Yaşım ilerledikçe bir gelişme kaydettiğim belli olsa da İskele'de geçirdiğim bu güzel yaz, tüm kötü zamanlarımın üzerine kalem çekmişti.
En sevdiğim derslerden biri olan fizik dersine bile odaklanmakta zorluk çekiyordum. Biraz daha cesaret etsem parmak kaldırıp söz hakkı almak isteyebilirdim fakat aklım Kağan'ın neden geç kaldığı sorusundaydı. Birçok sebep olabileceğini biliyordum ve bunun normal bir durum, basit bir aksilik olabileceğini de. En son cumartesi görüştüğümüz için ister istemez bir panik sarıyordu içimi.
Zil çaldığında romanımı alıp bahçeye çıktım. Keyfim pek yerinde olmadığından insanlarla konuşmamak için kalkan olarak kullanmaktı planım. Asosyallik ve alışılmış yalnızlığın getirdiği bir taktik daha.
"Bu kalın romanları nasıl bitiriyorsunuz?"
Ayaz'ın sesini duyduğumda büyük bir rahatlamayla kitabın kapağını kapattım. "Okuyarak."
Gözlerini devirdi. "Nasıl daha önce aklıma gelmedi? Hemen kütüphaneye gidiyorum."
Zorla gülümseyerek kolunu tuttum. "Kağan gelmedi değil mi?" Aynı sınıfta oldukları için eğer gelseydi şimdi yanında olurdu, bunu biliyordum ama sormadan edemedim.
"İkinci derse girmeyip evlerine gideceğim."
Bunu yapmasını hem istiyor hem de istemiyordum. Kağan gerçekten uyuyakalmış olabilirdi veya sırf canı istemediği için okula gelmemiş de olabilirdi. Belki de bize bununla ilgili mesajlar atmıştı fakat telefonlarımız evde olduğundan hiçbirinden haberimiz olmuyordu.
"Gerçi cumartesi günü de bizi ekti. Normalde dedemgilin evini çok sever, havuzda yüzmeye bayılır."
Ayaz'ın havuz dediği şey, dedesinin taşları bir araya getirip yaptığı küçük bir çukur gibiydi. İçini maviye boyadıkları için uzaktan bakıldığında havuz gibi görünüyor, yakındansa kurbağa seslerini duyuyordunuz.
"Bence annesi gelmek istemedi," dedim.
Ayaz ikimizi de ailecek dedesigilin köy evine davet etmişti. Babam haftayı Ankara'da geçirmiş, Kıbrıs'a bu sabah dönmüştü. Ben ve annem de eğlenceli olur diye onlarda kalmış, güzel bir hafta sonu geçirmiştik. Kağan ise ne benim ne de Ayaz'ın aramalarına bakmamıştı. Hatırladığım tek şey, cumartesi sabahı konuşmamızdaki isteksiz ses tonuydu. Zaten ondan sonra da görüşmemiştik. Bugün ikinci gündü.
"Hafta sonu gelmedi diyelim, peki bugünkü sebep ne?" diye sordu kendi kendine. Omzunu bahçe duvarına yaslayıp bana döndü. "Seni gördüğümden beri bu kitabı okuyorsun." Bakışlarını kıstı. "Uğultulu Tepeler. Ve ayrıca, Aşk Nefrete Dönüşürse. Alternatif isim gibi mi? Hoşumuza gideni biz mi seçiyoruz?"
Ayaz'ın daha fazla endişelendiğini ama beni germemek için belli etmemeye çalıştığını görebiliyordum. Kitaba bakarken hisli bir nefes çektim. Çünkü yazın başından beri onlarla takılmış, babamın ödev olarak verdiği bu kitabı bir türlü bitirememiştim.
"Ben Uğultulu Tepeler demeyi tercih ediyorum ama Kağan buna Aşk Nefrete Dönüşürse diyor."
"Çünkü Kağan," dedi gülerek. Sessiz bir nefes verdiğinde çevresine bakındı. "Sen etrafı kolaçan et, ben de buradan atlayıp tüyeceğim."
"İyi bir fikir mi?" diye sordum endişelenerek. "Yakalanırsan ceza alırsın."
Ellerini duvara yerleştirdiğinde parmak uçlarında yükselip kalktı. "İyi bir gözcü olursan cezam ertelenir."
Sıkıntıyla dudaklarımı kemirirken bir ses, "Lara!" dedi.
Ayaz da ben de arkamızı döndük. Bana seslenen kişi sınıf arkadaşımdı neyse ki. İkimizin de kalbi yerinden çıkacak gibi olmuştu.
"Müdür seni çağırıyor," dediğinde bize garip garip bakıyordu.
Ayaz duvarla hiç alakası yokmuş gibi ıslık çalarak uzaklaştı. Kızı ben de tam olarak tanımadığımdan ispiyoncu olup olmadığını bilmiyordum. Bu yüzden birbirimize soğukça gülümsedik.
Ayaz'la birlikte müdürün odasına doğru yürüdük. Kayıt günü dışında hiç gelmemiştim. Zaten aşırı resmi odalara girmekten de hep çekinirdim. Neyse ki Ayaz da bunu rica etmeme gerek kalmadan benimle gelmişti.
"Sence okuldan kaçacağını mı gördü?"
"O zaman seni niye çağırsın ki?" diye sordu.
Haklıydı. Stresten elimdeki ek şey olan kitabı göğsüme bastırdım. Sıkıntıyla kapıyı çaldıktan sonra içeriye girdim. Müdür beni gördüğünde hafifçe başını kaldırdı ama bir şey söylemedi. Bu galiba ben konuşana kadar bir şey söyleme anlamına geliyordu. Müdür kovsa bile burada kalmaya ısrar etmesi için gizlice Ayaz'ın karnına dirseğimle vurdum.
"Beni çağırmışsınız," dedim sessizliği üzerine.
Müdür başını salladı. "Seni ve aileni." Beni tepeden aşağı süzdü ama ne gördüğünü anlamadım. "Hakkında bir suçlama var."
O ilk saniyeden itibaren ellerim titredi.
Önündeki kağıda bir kez daha baktıktan sonra masaya bıraktı. Gözlüklerini çıkartıp arkasına yaslandı. Dudaklarında memnuniyetsiz bir donukluk vardı. "Kağan Batılı isimli öğrencimizi taciz ettiğin yönünde."
Dizlerimin bağı çözülürken geriye doğru sendelemek üzereydim ki Ayaz sırtımdan tutarak düşmemi engelledi. Kalan son gücümle hayır dercesine başımı sağa sola salladım.
"Elimde imzalı bir dilekçe var."
Ayaz'ın bir şeyler söylediğini duydum ama anlamadım. Beni bırakmak istemese de müdüre bir şeyler anlatıyor, onu ikna etmeye çalışıyordu. Her taraf bulanık, algılarımsa yitikti. Ardından kapının açılma sesini duydum belli belirsiz. Dünya ya hızını arttırmış ya başım dönüyordu. Annemin silüeti yakınlarımdaydı. Babam bu sabah dönmüştü, uyabilmiş miydi yoksa tam uykuya dalarken müdürün onu aramasıyla mı uyanmıştı?
"Lara böyle bir şey yapmaz!" dedi bir erkek sesi.
Baba? Babam mıydı beni savunan?
"Beyefendi size imzalı bir dilekçe gösteriyorum ayrıca kızınız da bunun aksi bir şey söylemiyor."
Bir el çenemi sertçe kavradı. "Konuş!"
Konuşmak... Kelimeleri bir araya getirmek. Kendimi ifade etmek. Bunu nasıl yapıyordum? Hatırlıyorum, eskiden yapamadığım bir şeydi. Eskiyse şimdi neden zorlanıyordum? Ağzımın açık mı kapalı mı olduğunu bilmezken sesleri nasıl çıkaracaktım?
"Çenen mi kilitlendi yine! Kendini savunamayacak kadar çaresiz misin!" Tutuşu sıkılaştı ama acısını hissetmedim. "Rezil ettin bizi!"
Sonra yüzüme sert bir tokat indi. Söyledikleri kadar kilo almamış olmalıyım ki bedenim diğer tarafa savrulurken elimdeki roman masanın altına fırladı.
Aşk nefrete dönüşürse.
O an ağladım.
Babam beni yakalarımdan tutup konuşmam için bağırırken, buna benzer kelimeler söylerken sol gözümden bir damla aktı ama sesim çıkmadı çünkü onu yeniden kaybetmiştim.
Beni daha fazla hırpalamaması için birileri babamı tuttu. Bana vurması engellendikçe daha çok öfkelendi. Annemi yanıma yaklaştırmadı. Yere, duvarın köşesine sindim.
"Lütfen sakin olun! Her ne kadar hatalı olsa da Lara bizim öğrencimiz. Cezasını verecek makam disiplin kuruludur."
"O sizin artık hiçbir şeyiniz değil!" Ruhtan yoksun kollarımı tuttu. "Gidiyoruz!"
Beni ileri geri çekiştirirken önüme biri geçti. "Dur be adam öldürecek misin kızını! Yalvarırım, bana bunları açığa çıkarmak için bir saat verin. Ama bu sürede Lara'ya dokunma!" Babam ilk kez bir şey demedi. "Evden uzağa gitmeyin." Bana döndüğünde bu kişinin Ayaz olduğunu gördüm. Gözleri kıpkırmızıydı. Ellerini yanaklarıma yerleştirdi. "Onu bulup geleceğim. Dayan, melek. İndirme kanatlarını."
Sonra bir fırtına gibi babamın omzuna çarpıp gitti.
Ama babam sözünü tutmadı.
Eve nasıl geldiğimizi bilmiyordum. Annemin arabada bile yanıma oturmasına izin vermemişti. Yol boyu küfretti. Beni daha erken aşağılamak için gazdan ayağını çekmedi.
"Şu çeneni kırmamı istemiyorsan bir şey söyle!"
"Baksana, korkuyor! Gitme artık üstüne."
"Birini taciz ettin mi! Rahatsız mı ettin? Bela mı oldun, ne yaptın yılışık!"
Bir tokat daha.
"Ağla! Canını acıtmıyor mu bunlar? Sana ağla dedim!"
Herkesin ölmek istediği bir an vardır. Benim için en doğru zamandı. Bir kez daha kalmayacaktım ayağa. Zaten babam buna izin vermeyecekti. Hayatımda ilk defa dayak yiyordum. Aynaya bakamayacağım kadar iz kalır mıydı? Neler düşünüyordum böyle. Babam kızgınken aklıma daha önce izlediğim komik şeyler geliyordu. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Bunun kocaman bir şaka olduğunu ne zaman fark edeceklerdi?
"Çabuk toplayın eşyalarınızı!"
"Ayaz... gelecekti," dedi annem.
Öyle değil anne. Ayaz, Kağan'ı da alıp gelecekti.
Babam sigara içmeye gittiğinde annm benimle baş başa kalmaktan tereddüt eder gibi durdu. Babamı yatıştırmanın daha öncelikli olduğuna karar verdiğinde peşinden gitti. Ben de yalnızlığımı fırsat bilerek odama çıktım. Aynaya bakmak istemesem de formamı düzeltmem gerekiyordu. Gözlerimi hızla kaçırdım, kanı sevmezdim. Üstümü başımı düzelttikten sonra ayakkabılarımı çıkarmadan yatağımın üstüne kuruldum. Başımı cama yasladığımda İskele'nin en çok sevdiğim ikinci şeyini, yani denizini izledim.
Bana öğrettiği bir şarkı vardı ama ritmini hatırlamıyordum. Parmaklarımı şıklatarak anımsamayı denedim. Öfkelendiğimde yüzümde acımayan noktaları sertçe kaşıdım. Kelimelerle pek iyi anlaşamadığımdan alıntıları, sözleri, bir şeylerin isimlerini hatırlamak benim için zor oluyordu.
Odamın kapısı açılana dek ayaklarımı yere vurarak müziği yakalamaya çalıştım. Ayaz'ın geldiğini gördüğümde gülümsedim. Deminden beri suratımın asık olduğundan bile haberim yoktu. İçerdi girdikten sonra kapıyı kapatınca gülümsemem de azalarak kayboldu.
"O neden yukarı çıkmadı?" Elimi havaya kaldırıp gözlerinin önünde salladım fakat ayıldığı söylenemezdi. "Kağan diyorum, neden yanıma gelmiyor?"
"Yüzün ne hale gelmiş böyle."
Gözlerimi devirdiğimde yeniden yatağa oturdum. "Boşver şimdi yüzümü. Babamın bir şeyden haberi yoktu, bayağı öfkelendi. Gerçi benim de haberim yok ama neyse, sorun bu değil. Kağan ailesine yalan söyledi değil mi? Buradan gitmiş gibi yapıp saklanacak."
Kolları iki yana sarkmış halde durmaya devam ettiğinde bağdaş kurdum.
"Niye öyle bakıyorsun? Benim de haberim yoktu. Burada böylece gelmesini beklemekten başka ne yapabilirim ki?"
"Neden ben yapmadım demedin?"
Konumuz bu muydu gerçekten? Ayaz bugün garipti ama o da zamanında benim tüm garipliğime katlandığı için sabırla idare edebilirdim. "Kağan bizden gizli plan yapmış. İskele'ye asla dönmeyeceğini ailesi anlasın diye peşinde bir sapık var gibi göstermek istemiş. İnandırıcı olsun diye beni seçti." Duraksadım. Kolumdaki tırnak izine bastırdım elimi. "Babamın bana kıyamayacağını zannettiği için onu suçlayamayız."
"Anlamak istemiyorsun."
"Bence sen beni dinlemek istemiyorsun."
"O gitti!" diye bağırdı. "Evlerinde kimse yok. Komşuları dün öğlen saatlerinde eşyalarını toplayıp çıktıklarını söyledi. Telefonu da kapalı. Kağan İskele'yi, beni ve seni terk etti."
Başımı sağa sola sallamak istiyordum ama boynum tutulmuş gibiydi. Ayaz yatağın ucuna oturdu.
"Okuldan kaydını sildirmek için gösterdiği sebep de senin onu taciz etmenmiş."
Dizimin üstündeki işaret parmağımı kaldırıp indirdim birkaç kez, söz hakkı almak ister gibi. Ama kimse görmedi.
"Müdür Kağan'ın adını söylemedi ailene. Ben de bu konuda ağzımı açmadım."
Göremiyordum. Duyamıyordum. Düşünemiyordum. Hissetmiyordum.
"Ne olur bir şey söyle," dedi ağladığında. "Bana onu bulup getirmemi söyle, yalnız kalmak istediğini söyle, gitmek istediğini söyle, kalmak istediğini söyle, yeter ki bir şey söyle Lara."
Söylüyorum. Eskiden olduğu gibi içime konuşuyorum fakat duymuyorsunuz. Duyan tek bir kişi vardı. O da artık kim bilir kaç kilometre uzaktaydı.
Ayaz'a döndüğümde gözlerim, onun gözlerini taklit eder gibi doldu ve damla yine aynı yerden aktı. "Hatırlamıyorum."
"Ne? Neyi, Lara?"
Kulağımın arkasını kaşıdım. "Yeni öğrendiğim şarkıyı, öylesine birinden."
Sessizce nefes alıp verdi. "Bunu dalgaya mı alıyorsun, Lara? Ben sana diyorum ki–"
"Sen bana diyorsun ki Kağan gitti." Hızla ayağa kalktım. "Anladım, tamam! Evet, o beni terk etti!" Masamın üzerine dizili her şeyi tek bir kol hareketimle yere devirdim. "Kağan yok!"
"Lara, dur!"
Hıncımı odamdaki her şeyden çıkarırken hıçkıra hıçkıra ağladım, öyle ki nefesim kesildi. "Duydum, Kağan gitti!"
"Ellerini duvardan çek, parmakların kanıyor!"
"Tamam, gitmiş! İyi konuşamıyorum ama sağır da değilim! Aynı şeyleri söyleyip durma!"
"Lara çekme şu saçlarını!"
Ayaz beni kendimden korumak için yatağın üzerine attığında yumuşak yüzeye yüz üstü kapaklandım. Kafamı doğrulttuğumda bakışlarım pencereye kenetlendi. Mavi denize, dalgalara, yeşillenen akıntılarına. Bu kadar kolay mıydı gitmek? Kollarımı büyük bir heyecan ve defolup gitmek isteğiyle ileriye savurdum.
Cam kırıkları. Canımın, kırıkları. Ben gidememiştim, çakılıp kalmıştım aynı yere. Neyse ki bu defa kalması için zorlamamıştım kimseyi.
Annem kolumdaki kesikleri sardı. Amacım intihar mı etmekti yoksa denizi kucaklayacağımı düşündüğüm için delirmiş miydim, bilmiyordum. Anlattıklarına göre babam kurtarmıştı beni, belimden çekip almıştı. Neden bilmem, sonra çok ağlamıştı.
O gün o şehirden, o kasabadan çıkıp giderken vedalaştığım tek şeydi Ayaz. Dudakları titremeden konuşamadı, elleri titremeden sarılamadı. Bizimki güzel bir denk geliş, aynı anda duyduğumuz ihanet ise ortak bir rastlantıydı.
O ağzıyla, ben de gözlerimle söz verdim. Her şeyi unutacak, hiçbir şey yaşanmamış gibi devam edecektik yola. Benim ölmediğimi söyledi, ben de hayaletimi bile göremeyeceğini söylemek istedim.
Burada, hikayemi yarım bırakarak İskele'den gittim.
Hayatımın başladığını düşündüğüm pencere, hayatımın sonuna kapanmıştı daha on dört yaşında. Çocukluğumu süpürse de bu hatıra, tırnaklarımdaki kesiklerin intikam kırıntıları bugün hâlâ on dört yaşında.
🎵
Yürürüm ipte, ağım yokken hem de, kopkoyu içim
İnan çok çalıştım, bu kalpsiz dünyayı sevebilmek için
Neyim var ki sanki senden başka, hadi son bi' kez
Ceplerini yokla, aşk kırıntıları kalmış olmalı biraz <'3
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top