3.4 ↩

Rengarenk kurduğum masayı daha iyi görebilmek için birkaç adım geriye gittim. Annemin bahçesinden topladığım domateslerle biberler, babamın aldığı taze simitler ve bolca reçel.

Babam yankılı bir ıslık çaldıktan sonra sandalyesine kuruldu. "Neyi kutluyoruz?"

Tam karşısına oturduğumda dirseklerimi masada bileştirdim. "Burada kalışımızı."

"Günlerdir aynı terane," derken fısıldasa da duymuştum.

Suratının düştüğünü fark ettiğimde bakışlarımı tabağıma indirdim. Hiçbir şeyin moralimi bozmasına izin vermek istemiyordum. Hayatımda ilk defa bu kadar umutlu hissediyordum. Annem çaydanlıkla döndüğünde neyse ki o da benim kadar mutluydu.

"Bakıyorum da ben hariç herkesin keyfi yerinde."

"Tatildeyiz canım, sen de biraz gülümse de tadını çıkaralım."

"Sizin niyetiniz başka. Lara temelli olarak İskele'de kalmak istiyor." Mahkeme duvarına dönen yüzüyle bizi süzerken gazetesiyle oynayıp duyuyordu. "Ben senin için en iyi okulları araştırıyordum. Belki biraz sıkışacaktık ama bunu göze almıştım. Senin iyiliğin, rahatın her şeyden daha önemli Lara. Beni hayal kırıklığına uğrattın."

Bu patlamayı, dudaklarının memnuniyetsiz kıvrılışını göreceğimi en başından biliyordum. "Okul için para harcamamıza gerek yok, baba. Çünkü ben özel okula gitmek istemiyorum."

"Nasıl yani?" diye sordu şaşkınca. "Ama sen..."

"Ben başka yerde yapamazdım, haklısın. Fakat bu çok öncedendi, İskele'ye gelmeden önce."

"Sen Lara'nın neden burada kalmak istediğini merak ettin mi hiç?" Annemin sorusu karşısında babam gözlerini kaçırdı. "Ne sanıyordun ki, Lara'nın burada tatil yapmak istediğini mi? Liseyi İskele'de okumak istiyor. Tanıştığımız arkadaşlarıyla aynı okula gitmeye karar vermişler. Kızımız hem masrafa gerek görmüyor hem de düşündüğümüz kadar yalnız kalmıyor."

Babam gururundan vazgeçmek istemese de gülümsemeye engel olamamıştı. Hangi yönden bakarsa baksın bu hepimiz için daha kârlı olacaktı.

"Peki madem. Siz nasıl isterseniz."

Sandalyemden hızla kalkarak kollarımı babamın boynuna doladım. Ben onun kadar gururlu görünmeye gerek duymuyordum. "Teşekkür ederim! Kucak dolusu teşekkür ederim! Ne kadar teşekkür etsem az!"

"Umarım bir sorunla karşılaşmayız, Lara. Düzenimizi bozduğumuza pişman olursak hepimiz üzülürüz, öyle değil mi?"

Tehdidini duymazdan gelerek kocaman gülümsedim. "Merak etme baba, bana güven!" Küçük adımlarımla geri geri yürüdüm. "Neyse ben çıkıyorum, Sofia bekliyor. Onlar da aileleriyle görüşecekti."

"Kızım daha kahvaltı yapmadın, bir şeyler ye. Yazın başında bu kadar zayıf değildin."

"Arkadaşlarıyla gezmekten yemek yemeğe zaman bulamıyor, denizden çıktıkları da yok. İştahı yerinde ama hemen eritiyor, küçük hanım."

Babam bunları söylerken kızmıyor, aksine gülüyordu. Alışık olmadıkları fakat hep hayal ettikleri bir şeydi hareketli hayatım.

"Çok geç kalma da okul kıyafeti bakalım öyleyse, bir aydan az bir zaman kaldı."

Bunu da halledebileceğimizi söylemek üzereyken bahçe kapısı açıldı. Kağan ve Ayaz sözleştiğimiz gibi beni almaya gelmişlerdi. Anlaşılan bu defa fazla oyalanmıştım.

"Hoş geldiniz, çocuklar. Buyurun, kahvaltı yapalım birlikte."

"Teşekkür ederiz ama acelemiz var, Lara'yı almaya geldik. Yine de simidin tadına bakamayacak kadar değil tabii."

Ayaz hep böyleydi. Babamdan, annemden, herhangi birinden çekindiği bir anı görmemiştim. Sert bakışlarının Ayaz için korkutucu olmadığını babam bile öğrenmişti. Şimdi de gözü sadece Kağan'ın üzerindeydi.

"Baban nasıl, Kağan?"

"Yoğun", dedi mütevazi bir sesle. "Çalışıyor." Göz göze geldiğimizde hızla ekledi. "Siz nasılsınız?"

"Taner Bey öyledir. Peki İskele'de kalabilecek misiniz?"

Bu soruyu babamın sorması, konunun ciddiyetine yeniden dönmemizi sağlamıştı. Kağan her ne kadar babasını ikna edebileceğine inansa da ben de güvenmekte zorluk çekiyordum.

"Kendi adıma çaba sarf ediyorum."

"Önemli olan Taner Bey'in kararı. Adamı işlerinden alıkoyamazsın. İskele'de kalıp kalmayacağını bize öncesinde mutlaka bildir."

"Çocukların üstüne gitme," diyerek araya girdi annem. "Bazı şeyler elbette Kağan'a bağlı değil ama bunun Lara ile ne alakası var? Kalmak da gitmek de özgürlüktür, buna onun ailesi sadece Kağan için karar verebilir."

Âşık olduğu kişiyi annesine anlatamayan o kızlardandım. İskele'nin benim için en büyük anlamıydı Kağan. Buradan gitmeye en çok da onu göremeyeceğim için katlanamıyordum. Diğerlerinin varlığına haksızlık etmek istemesem de Kağan benim hep asıl sebebim olarak kalacaktı.

Güneşin asfaltı yaktığı yolda simitlerimizi yiyerek ilerliyorduk. Kafamızdaki sorular kötü ihtimallerin pençesine takıldıkça yolu uzatıp bir yerlerde zaman öldürmek içimizden bile gelmiyordu. Sadece karnımızın doymasından güç bularak, enerjisiz bir şekilde adım atıyorduk.

"Bunu sormazsam içimde kalacak." İkimiz de Ayaz'a bakınca lokmasını çabucak yuttu. "Baban bizi adamdan saymıyor mu yoksa Kağan'a karşı ayrı bir zaafı mı var?"

"Bence babama karşı zaafı var." Ayaz'ın kötü bir espri yapmaması için kolunu tuttu. "Yani babamın işine karşı. Bu söylediğim seni üzmedi umarım, Lara."

Başımı sağa sola salladım çünkü haklıydı. Babam hırslı ve çalışkan bir adamdı ve kendinden daha iyilerine saygıda kusur etmemek gibi bir huyu vardı. Bunun hiç belli olmadığını zannediyordu ama onu tanımayanlar ne yazık ki abartılı ilgisini her şeyden önce fark ediyordu.

"Normalde babam erkek arkadaşlarımın olmasından hoşlanmaz. Eğer şimdi seninle rahatça geziyorsam Taner amcanın varlığına dua et."

"Bu akşam babamın alnından öpeceğim!"

"Peki ben?" diyerek araya girdi Ayaz. Yine ortamızdan yürümeye başlamıştı. "Baban beni kıskanmıyor mu? Benim aura rengim bile siyah be. Tehlikenin öz evladıyım."

Omzunu okşarken gülümsedim. "Sen için dışın bir olduğu için gayet masumsun. Sırtında sadece kanatların eksik."

"Daha mı karizma görünürdüm acaba?" diye kendi kendine mırıldandı. Bunu ciddi ciddi düşündüğüne inanamıyordum. "Neyse, kanatlarım senin olsun. Hem ilk andan beri melek gibi görünen sensin."

'Tanıştırayım bu melekleri kıskandıracak güzellikteki kızımızın adı Lara ve bu şeytanın üvey evladı gibi havalı görünen ama kalbi altından arkadaşımız da Kağan.'

İki ay kadar eski bir zaman dilimine giderken, Ayaz'ı beni rahatsız etmemesi için kaba kuvvetle uyaran Kağan'a baktım. Onu ilk gördüğümde güzelliğinden korkmuştum. Şeytan olduğunu hiçbir zaman düşünmesem de ürpermiştim. Artık bu benzetme ona yakıştıracağım son şey bile değildi.

Evlerine vardığımızda Sofia bizi yine kapıda karşıladı fakat bu defa neşeli görünmüyordu. Pijamalarını bile henüz üzerinden çıkarmamıştı.

"Konuştunuz ve yine olumsuz sonuçlandı."

Ayaz'ın sözlerine cevap vermek yerine kenara çekilerek bizi içeriye buyur etti. Bibloların sıralandığı antreden geçerken yine o garip hissi anımsadım. Büyük ev, yabancı insanlar. Bunun ırklarının kökeniyle bir alakası olmasa da Bayan Olivia'nın yaşam tarzı her bir noktaya yansıyordu. Duvardaki resimlerden, dekor olarak kullanılan örtülerin renklerine kadar. Özünden vazgeçmeyen ve çocuklarına her iki kültürü de öğreten bir kadındı.

"Sizi görmek çok güzel!"

Bana ayrıyeten sıkıca sarıldıktan sonra Bayan Olivia'nın önümüzdeki küçük sehpaları buzlu meyve sularıyla donatması uzun sürmedi.

"Sen nasılsın, güzel Lena?"

Bayan Olivia gözlerimin içine bakarak söylediği halde etrafıma bakındım. "Lara," diyerek düzeltmeye çalıştım.

"Ah, biliyorum ama söylemesi daha kolay olduğu için Lena dedim. Kızmadın değil mi, küçük gün ışığı?"

Kibarlığına alışkın olsam da ilgisi karşısında zorlukla gülümsedim. O da Sofia gibi r harfini düzgün telaffuz edemediğinden, ismimi değiştirmesini buna bağladım. "Kızmadım, sorun değil."

"Lena bizim için önemli bir isimdir. Helena'nın kısaltması olarak da kullanılır ama anlamı güneş demektir. Şu güzel parlak saçlarına bir baksana."

Utançtan yanaklarım kızarırken gülümseyen suratlara bakamıyordum. Konunun değişmesini isterken Sofia sanki daha da dikkat çekmesi için saçlarıma dokunarak parmaklarını güçsüz bir tarak gibi kımıldatıyordu. Hızlı hareket eden gözlerim sanki çıkış yolu ararcasına kapıya yönelince onu gördüm.

"Merhaba Çağrı!"

"Selam," dedi soğuk bir sesle.

Sesi keyifsiz çıksa da mecburiyetten yapıyormuş gibi sıkıntıyla annesinin yanına oturdu. Muhtemelen ailesi İskele'de kalmaya pek sıcak bakmıyordu. Zaten Sofia'nın da bu yüzden canı sıkkındı.

"Londra'ya dönmekte kararlı mısınız, Bayan Olivia?"

Her zaman yanında taşıdığı lavanta renkli tül yelpazesini havaya kaldırırken başını salladı. "Bizim için en doğrusu ülkemize geri dönmek. Babaları her ne kadar Türk kültürüne uyumlu yetiştirse de burada yaşayacak kadar bilinçli sayılmazlar."

"Siz de onlarla kalırdınız," diyerek araya girdi Ayaz.

Kağan'ın bu konuda ağzını açmayıp insanların düzenlerine müdahale etmemesi de gözümden kaçmamıştı.

"Katiyen olmaz," dedi aceleyle. "Gitmek zorundayım. Burada pek tanıdığım kalmadı."

"Neredeyse her hafta diğer kasabalara uğruyorsunuz ama akrabalarınızı görmek için." Kağan koluna vurduğunda Ayaz sessizleşti.

Anladığım kadarıyla Bayan Olivia bahanelere sığınsa da Londra'ya dönmeyi daha uygun buluyordu. Burada şartlar kısıtlıydı. Bazen sadece doğayla ve tarihle iç içe olmak yaşam koşularını katlanılır seviyeye getirmeye yetmezdi.

"Ben İskele'de kalmak istemiyorum." Çağrı'nın ani çıkışıyla hepimiz ona döndük. Bayan Olivia parmaklarını kolunda gezdirse de onu durdurdu. "Benim için bahanelere sığınmana gerek yok, anne. Evet burada fazlasıyla dostların ve güzel bir evin var. Belki bunun hayali bile hoşuna gidiyordur ama ben sevmediğim için gideceğiz."

"Mızıkçısın, abi."

"Kapa çeneni, Sofia!"

"Kardeşine sesini yükseltme."

İrkildiğimizde Sofia'nın dudakları bir bebeğinki gibi büzülmüştü. Çağrı'ya öfkeyle baktım. O ise kapıda durduğu ilk an dışında bana hiç bakmamıştı. Zaten benden hiçbir zaman da haz etmemişti.

"Ne kadar da düşüncesiz davranıyorsun," dedi Sofia'yı kastederek. "Lise hayatımın son senesinde senin için düzenimi bozamam. İyi bir üniversiteye gidebilmek için sadece derslerime odaklanmalıyım."

"Biz seni derslerinden alıkoymazdık," diye mırıldandı Ayaz.

"Özellikle sen beni iyi dinle, Ayaz."

Ayaz gergin görünse de Kağan korkusuz yeşil bakışlarını Çağrı'ya dikmişti. Çünkü Ayaz'ı baz alsa da hepimizi kastettiğini biliyorduk.

"Londra'daki okulumu bırakıp küçük bir şehrin küçük kasabasında hayatıma devam edemem. Buraya her yaz geliyoruz ve tatil bitmeye yakınken de olması gerektiği gibi gidiyoruz. Birbirimizin hayatlarına karışmıyor, saçma sapan ikna işlerine, hiçbir konuda baskı yüklü bir diretmeye kalkışmıyorduk. Bu yaz ne değişti?"

Sessizlik artarken, bu yaz İskele'ye geldiğim için özür dilerim demek istedim.

"Sizin gelişiniz ne kadar mutlu etse de gidişiniz on katı üzüyordu beni. Çünkü İskele'nin sonbaharı, kışı, ilkbaharı nasıldır hiç görmediniz. Bense hep buradayım, Çağrı. Merak etme, kalmaya da devam edeceğim. Her dönüşünüzde beni yine aynı yerde bulacaksınız. Sadece sizinle birlikte yaşayacak olmak bile beni çocukça bir heyecana sürükledi, özür dilerim."

Ayaz kafasını pencereye doğru çevirdi. Bahçedeki meyve ağaçlarına ilk kez iştahla değil, kırgınca bakıyordu.

"Sana çıkıştığım için üzgünüm ama tüm bunların sorumlusu sen değilsin. Beni yanlış anladın."

"Sorumlusu benim çünkü günlerdir bana şımarık diye hitap ediyor."

Sorumlusu sen de değilsin, Sofia. Abinin yaptığı tüm imalar yeni gelen yabancı kıza.

"Çünkü öyle davranıyorsun. Lara hayatındaki tek arkadaşın değil. Böyle yaptıkça bir zavallı gibi görünüyorsun."

"Kendine gel, Vasilis!"

"Vasilis mi?"

Hiç yeri ve zamanı olmasa da gerçekten bu soruyu sormuştum. Şaşkınlığım ses tonuma yansırken, Çağrı'nın bu diğer adını sadece benim bilmediğimi fark ettim.

"Çağrı'nın asıl ismi Vasilis. Zorlu bir hamilelik geçirmişken ona kendi kültürümden bir isim vermemek bana haksızlık olurdu." Bayan Olivia bu konunun ortamı yumuşatacağını düşünmüş olmalı ki oğluna hayranca bakarken hız kesmeden anlatmaya devam etti. "Ah Lena, bir bilsen! Eşsiz bir bebekti. Dünyaya bir prens getirdiğimi zannettim. Ona kraliyet ailelerinde sıklıkla kullanılan bu ismi, bir unvan gibi verdim."

"Anlatınca eline ne geçti, anne? Özelimi bir çırpıda döktün. Gerek var mıydı konuyu bu kadar uzatmana?"

Çağrı ile aramızın o kadar iyi olmadığını hatta aramızın bile olmadığını bilsem de benden nefret ettiğini daha önce düşünmemiştim. Ağlamamak için dişlerimi sıktım. Kağan mesajımı alarak ayağa kalktığında hepimiz çabucak onu taklit etti.

"İskele'de kalmanızla ilgili tüm söyleyeceklerimi daha ben konuşmadan ağzıma tıktın. Sana yine de kızgın değilim." Kağan elini Çağrı'nın omzuna koydu. "Gideceğin zaman haber ver, sadece o gün vedalaşmak için görüşelim."

Uzun süredir sessiz kaldığından, konuştuğu ilk saniyeden itibaren diğer herkesten daha etkileyici olmuştu. Sofia'nın yalvaran bakışları eşliğinde evden çıktık. Uzun bir süre Çağrı'nın yüzünü görmek istemesem de Sofia ile bir araya gelmenin yolunu bulacağımızı biliyordum.

Bayan Olivia Ayaz'ı kısa bir süre daha evlerinde tutmak isteyerek, Çağrı ile aralarını düzelteceğine inandığından bizi yalnız gönderdi. Kağan'la çıktığımızda küçük bir anıt taşının gölgesinde onu beklemeye karar verdik.

"Neden orada hiçbir şey söylemedin?"

Dalgınca omuz silkti. "Sonuna kadar dinlemek istedim. Ona hak verdiğim konular vardı."

"Ayaz'a söylediklerine ve bana yaptığı imalara rağmen mi?"

Bana dönerek ellerimi avuçlarına hapsetti. "Saçmalama. Kimsenin bunu yapmasına izin vermem. Ağzından ismin dökülmediği sürece de onu suçlayamazdım." Dudaklarını yaladığında gözlerini kıstı. "Ama okul konusunda haklı. İskele küçük bir yer, sadece tek bir okul seçeneğimiz var. Gerçi her konuda tek bir seçenek."

Yoksa bir sevgili konusunda da mı?

Ellerimi yavaşça çektim. "Öyleyse sen de Çağrı ile aynı nedene sığınsan da gitmek istiyorsun."

İnatla ellerimi kavradı. "Başka hiçbir şeyi senin yanında kalmaktan daha çok isteyemem."

Ayaz dönene dek gözlerinin derinliğine bakmaya, haritasız bir gezgin gibi kaybolmaya devam ettim.

"Konuyu uzatmak istemedim ama Çağrı'ya kızgınlığım geçmedi. Sofia ilk defa haklı. Herif resmen mızıkçılık yaptı." Kehribar rengi gözlerini sorgulayıcı ifadeyle bize dikti. "Ama siz kalıyorsunuz, değil mi?"

"Ailemle konuştum," dediğimde bakışlarımı Kağan'a çevirdim. "Sen de olacaksın diye."

"Bunu halledeceğim," dedi sıkıntılı bir sesle. "Tepeye çıkalım mı?"

"Orası şimdi güneşten yanıyordur."

"Lara'ya dedim, Ayaz."

Neyse ki hiçbir şeye alınmadığı için omzunu silkip el salladıktan sonra yanımızdan uzaklaştı. Kağan'la her yerde bulunmaktan keyif alsam da konuyu değiştirmeye çalıştığını düşünmeye engel olamıyorum.

Dans ettiğimiz kayalıklar bizim için bir diğer özel yer haline gelmişti. Konser gecesinde olduğu kadar uzun süreli olmasa da gündüz vakti ya da güneş batarken uğruyorduk. Kalabalıktan uzak bir noktada olduğundan ve seçeneğin fazlalığından bizim dışımızda kimsenin gelip gittiğini de görmemiştim.

"Ayaz'la birlikte buraya da gelir miydiniz?"

"Pek sayılmaz, sadece İskele'nin en tehlikeli yerini göstermek için getirmişti."

"Ve sen de benimle burada buluşuyorsun."

"Ben yanındayken başına kötü bir şey gelmeyeceği için."

Tepenin altında uzanan kayalıklar, durgun denizin varış noktası gibiydi. Her şeyin sonu ve bitişi olduğunu göstermek istiyordu sanki. Bu hem iyi hem de kötü hissettiriyordu.

"Geldiğin günden beri İskele daha çok anlam kazandı. Beni sıkan hiçbir yanı yok artık."

"Arkadaşların bu durumdan rahatsız olmalı," dedim gülümseyerek. Onlar yokken Kağan'ın İskele'yi sıkıcı bulduğunu biliyordum.

"Ayaz sonunda doğru kişiye âşık olduğum için benim adıma mutlu. Diğerinin ne düşündüğü de zaten umurumda değil."

"S-sen bana?"

"Bunu hiç söylemedim, haklısın." Ellerimi tutup dizlerinin üstüne çöktü. "Sana büyük bir aşkla bağlandım, Lara. Hayatımın sonuna dek seni seveceğime eminim. Hatta ben seninle evleneceğim!"

Kıkırdarken keyifli görünmeye çalışsam da aslında kalbim deli gibi çarpıyordu. "Daha 16 yaşına yeni girdin, Kağan."

"17 de olurum yakında. Senin için biraz erken büyüsem, ne fark eder ki?"

"Gerçekten çok şey değişti," diye mırıldandım. "Senden geleceğinle ilgili bir çeşit sözleşme imzalamak değil, o günler gelene dek mutlu zamanlar geçirmek istiyorum."

Ona sımsıkı sarıldım. Boyu uzundu ve daha da uzayacaktı muhtemelen. Rüzgârın değdiği saçları savruluyor ve parmaklarımın arasındaki tişörtü kıpırdanıyordu.

"Sensiz bu kadar içten gülemezdim, Kağan."

Beni bıraktığında ellerini yanaklarıma koydu. "Öyleyse yan yana değilken mutlu olmayı yasaklayalım birbirimize."

Onun söylediği her şeyi çabucak kabullenmeye engel olamadığım için başımı salladım.

"Gözlerinin rengi en çok da buradayken canlı görünüyor. Deniz halkına ve bana yakın olduğun için muhtemelen."

"Tepeye çıktığımızda su perisi gibi davranmadan rahat edemiyorum."

"Mavi Tepe."

"Efendim?"

"Gözlerinin adını bir yere vermemiz gerekiyordu, su perisi."

O gün, güneş batana dek orada oturduk. Başım Kağan'ın göğsünde, onun elleri benim saçlarımda, bedenimiz ve ruhumuz olabildiğince yan yana, Mavi Tepe'nin sessizliğini dinledik.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top