3.0 ↩
Flashback ↩
"Bu elbiseyi giyemem."
Sofia kadife askıyı tutmaya devam ederken bana döndü. Yeni duş aldığı için sarı saçları ıslak ve kabarıktı. "Yani bu akşamki konserde yeteri kadar güzel olamam mı demek istiyorsun?"
Bakışlarımı indirdiğimde yatağın üzerindeki kahverengi peluş ayıcığı elime aldım. Orada bulunmak istemediğimi söylememe rağmen gitmem için üsteliyorlardı. Bu da yetmezmiş gibi dün akşam annemden izin almışlardı hatta annem de babamdan aynı şekilde.
"Size katılmasam daha doğru olur gibi hissediyorum."
"Sen ve şu melankolik hislerin," diyerek gözlerini devirdi.
Dolap kapağını kapatıp elbise askısını da kulp kısmına yerleştirdi. Kafamı her kaldırdığımda görmemi istiyor gibi bir hamleydi bu. Ardından yanıma oturduğunda diz kapaklarıma hafifçe vurdu.
"Düşündüğün kadar kötü olmadın, Lara. Hem de hiçbir zaman. İki haftadır arkadaş olabiliriz ama inan bana tanıdığım her kızdan daha iyi anlaşıyorum seninle. Sorun olduğunu düşündüğün şey yavaş konuşman, harfleri yutman falansa bu fark edilmiyor bile." Bir süre duraksadı. "Ama ne kadar iyi biri olduğun inan bana kolaylıkla görülebiliyor."
Gözlerimi ona çevirdiğimde gülümsedim. Belki büyük bir tebessüm olmamıştı bu ama samimiydi. Bu ciddili konuşmayı bazı kelimlerle peltek bir şekilde söylediğinden çok tatlı konuşuyordu. "Böyle olduğunu bilmiyordum," dedim.
"Öğreneceksin," dediğinde elimi tutup doğrulduğunda ben de istemsizce ayaklanmıştım. "Üstelik bu akşam başlayacaksın. Hadi, giy şunu ve eğer beğenmezsen de kendi etrafında birkaç kez dönüp bir yıldız gibi hisset. Bunu yapmaya bayılırım."
Elimde kalan ayıcığı yatağın üzerine hafifçe bıraktım. Sanırım kaçışım yoktu. Sorun elbette elbise denemek falan değildi, bundan ben de hoşlanırdım. Üzerimde duruşunu beğenip oraya gitme kararı alırsam ve bu yanlış olursa diye ödüm kopuyordu.
"Utangaç olduğunu biliyorum," dedi Sofia askıyı yerinden çıkarırken. "Bu yüzden sen bunu giyerken ben de mutfaktaki küçük keklerden birkaç tanesini aynı anda ağzıma atmaya gideceğim."
Gülümsediğimde elindeki askıyı aldım. Hafif çıkık duran göbeğine bakarak, "Annen bunu öğrenirse sorun edeceğini söylemiştin," dedim.
"Ah, onu boş versene. Neyse ki evde değil," dedi kapıya yürüyüp. "Benim kiloma benden daha çok takıntılı. Bu beni lokma hırsızlığına mecbur eder."
Sofia kapıyı yavaşça kapattığında onun odasında tek başıma kalmıştım. Benimkiyle kıyaslandığında epey büyüktü, neredeyse annemgilin yatak odası kadardı. Biz tatil için daha küçük bir ev tutmuştuk ama Sofia'nın ailesi daha çok misafir ağırladığından anca yetiyor olmalıydı.
Nihayet, elbiseyi giyebilmiştim. Alışkın olmadığımdan değildi ama karın kısmı oldukça dardı. Aynaya baktığımda anladım ki demek numarası buydu; kum saati gibi göstermesi. Henüz on dört yaşındaki birine uygun kıyafet miydi bilmiyordum ama güzel görünmenin yaşı yoktu.
Birkaç dakika bu şekilde ayakta kalarak Sofia'nın geri dönmesini bekledim. Elbisenin arkasında kapatmam gereken bir fermuar vardı ve bunu tek başıma yapmam mümkün değildi. Bu sıkıntılı süreye daha fazla tahammül edemeyerek elbiseyi çıkarmam demek, muhtemelen Sofia geldiğinde bir kez de o görsün diye yeniden giymem demekti. Üstelik nasıl durduğunu anlamam için de fermuarı kapatmamız şarttı.
Kollarımı kendime dolayarak odanın kapısını açtım. Bir evin içinde ona ulaşmak o kadar da zor olamazdı. Sahanlığa çıktığımda merdivenden inmek yerine aşağı kattaki koridora göz attım. "Sofia!" diye birkaç kez seslendiğimde cevap verme ihtimaline karşılık susarak, sessizliğe kulak kabarttım.
"Bir sorun mu var?"
Korkuluklara eğilmiş bir şekilde dururken arkamdan duyduğum ses aniden kafamı çevirmeme sebep oldu. Bu detayı nasıl atlayabilirdim? Sofia'nın abisi bir diğer odadan çıkmış, merakla bana bakıyordu. Utancımdan yeniden önüme döndüğümde gözlerimi sımsıkı kapadım. Belki bu şekilde yok olurdum ya da unutmasını sağlardım, daha yakın bir ihtimal üzerimize göktaşı da düşüp bizi dünyadan silebilirdi.
"Sen iyi misin?" diye sorduğunda bana yaklaşan adım seslerini duydum.
"Gayet iyiyim," dedim çabucak. Yanıma gelmesini istemiyordum. "Çok iyiyim ben."
"Elbisenin fermuarı açık bir şekilde dolaştığın için pek de iyi olmadığını düşünüyordum ama sen öyle söylüyorsan..."
Gözlerimi kocaman açarak yönümü değiştirerek Çağrı'ya doğru döndüm. Ne yani, tüm bu utanç dolu ana rağmen mi göktaşı düşmüyordu?
"Kapatamadım," dedim. Daha fazla konuşursam kelimeleri birbirine karıştırmaktan korkuyordum ama kız kardeşinin arkadaşını bir deli olarak düşünmesi daha kötü olduğundan bu açıklamayı yapmıştım.
Başını salladığında utançla gözlerini kaçırdı. "İstersen senin için bunu yapabilirim."
Yutkunduğumda kaşlarımı çattım. Eğer bunu yapmasına ihtiyacım olsaydı ve normal biri olsaydım ondan yardım isteyebilirdim. Merdivenlerden aşağıya kaçamak bir bakış attım.
"Az önce pencereden bakarken gördüm Sofia'yı," dedi aklımı okumuş gibi. "Çöpü atmaya gidiyordu ve kedileri sevmeden asla dönmez."
Çağrı bana birkaç adım attığında kaşlarımı daha sert bir biçimde çattım. Sanki açık olan yer orasıymış gibi ellerimi göğsümün üstünde sıkıca birleştirdim. Sapık falan değildi elbette ama benim insanlardan uzak durmam için baktığım ilk kriter de bu değildi.
"Hey tamam," dedi Çağrı. Ellerini yavaşça indirdi. "Affedersin, şimdi anlayabiliyorum." Gözleri tıpkı Sofia gibi bakıyordu fakat kız kardeşine kıyasla Çağrı'nın gözlerinde her zaman daha anlayışlı ve olgun bir ifade vardı. "Saçların uzun olduğu için sıkıştırmamdan korkuyorsun ama inan bana bu işte dikkatliyim çünkü süslü bir kardeşim var."
Neredeyse gülümseyecektim. Benimle arkadaş olmak için tüm garipliğime rağmen ellerinden geleni yapıyorlardı. Dahası, Sofia beni en iyi yaz arkadaşı olarak görüyor ve henüz on üç yaşında olmasına rağmen benden başka kimseyle oynamıyordu.
Çağrı'ya karşı yavaşça sırtımı döndüm. Büyütecek bir şey yoktu. Otuz santimlik bir fermuardı ve kapatması, sıkışmadığı sürece iki saniye sürerdi. Derin bir nefes alıp bu anın çabucak bitmesini bekledim.
"Saçların," diye mırıldandığında hepsini bir araya getirerek omzumun üzerinden bana uzattı. Ellerimi göğsümde birleştirmeye odaklandığım için bu detayı unutmuştum bile. Saçlarımın fermuarın arasına sıkışması korkusunda belki de haklıydı.
Birine ilk kez böylesine yakın dururken fermuarın yavaşça kapanma sesini dinledim. Çağrı'nın parmak uçlarıyla dahi dokunmaması beni rahatlatmıştı. O anda beni rahatsız edecek başka bir şeyi anımsadım. Çağrı şu anda tam da arkamda durup sırtıma baktığına göre sütyenimin kopçasını görebiliyordu. Vücudum bu sene olgunlaşmaya başladığından annem bunları giymemde ısrar ediyordu. Israr etmekle kalmayıp en renklilerimi alıyordu. Ve artık ne kadar renkli olduğunu bilen tek kişi ben değildim. Yanaklarımın kızardığını hissederken gözlerimi hızla kapadım.
"İşte oldu," dedi ellerini çekerek. "Bakalım şimdi nasıl duruyor."
Ona dönmeden hızlı adımlarla Sofia'nın odasına girerek kapıyı kapattım. Teşekkür bile etmeden adeta kaçmıştım. Surat ifadesindeki afallamayı hayal edebiliyordum. Elimde değildi, çok utanmıştım. Odasına girip kapısını çarpma sesini duyana dek sessizce bekledim.
***
Konser alanı sahilin bir köşesine kurulmuştu. Annem ve babam diğer ebeveynlerle birlikte denize yakın bir yerde yemeğe katıldıklarında beni de Ayaz'a ve Çağrı'ya emanet etmişlerdi. Onlar için işler hep böyleydi, ben birilerinin gözetiminde olmalıydım. Yine de keyifleri yerindeydi. Sonuçta iyi aile çocuklarıyla takılabiliyordum.
"Neden yavaş yürüyoruz? Çağrı ve Ayaz'dan daha geride kaldık. "
Sofia'nın bıkkın sesine karşılık gerçekten yavaş attığım adımlarıma baktım. "O kadar da acelemiz yok." Çağrı ile birlikte yürümeye hiç niyetim yok.
Benim için geceyi başlatan an, Kağan'ı gördüğüm zamandı. Arkadaşlarının yanında epey uzak bir köşede durmasına rağmen bizi fark ettiğinde elindeki kutu içeceği birine vererek yanımıza ulaşana dek hiç durmadan koşmuştu.
"Sonunda gelebildiniz!" Nefes nefese kalmıştı.
"Kağan, neden yüz tane arkadaşın yokmuş gibi davranıyorsun?"
Ayaz'ın imasına karşılık elini omzuna koyarak nefesini düzene sokmaya çalıştı. "Sizinle takılmak daha eğlenceli,"dediğinde göz ucuyla bana bakmıştı.
Müzik sesleri artarken kalabalığın çok da içine karışmayarak kendi aramızda küçük bir grup olduk. Dengeleri biraz olsun bozduğumu düşünüyordum çünkü ben gelmeden önce herkesin ayrı bir arkadaş grubu vardı, ben ilk kez bu yaz gelmiştim ve bir başkası eklendiğinde uyum sağlayamadığımı ister istemez fark etmişlerdi.
Bir konserde şarkıya eşlik edememek ne demek, bilir misiniz? İşin kötü tarafı şarkıyı biliyorken dudaklarınızı bastırmak. Dans edemeyecek kadar utangaç olduğumdan, çılgınlar gibi eğlenenlere bakıp gülüyordum.
"Eğlenmiyorsun!"
Kulağımın dibindeki sese doğru gülümseyerek döndüm. Aslında Kağan da epey hareketliydi ve saçlarının ucu terlemişti. "Gayet eğleniyorum."
Başını sağa sola sallayarak yeniden kulağıma eğildi. "Şarkıyı söylemiyorsun bile!"
"Çünkü bilmiyorum," diye mırıldandım.
"Seni duyamıyorum!"
Etrafta çok ses vardı, haklıydı. "Şarkıyı bilmediğimi söyledim."
Yüzüme anlamsızca baktı. "Ne diyorsun, bağır biraz!"
Bıkkın bir nefes verdiğimde çevreme baktım. Kimsenin umurunda değildim. "Şarkıyı bilmiyorum!"
Kağan gülmeye başladı. "Yeniden bir şeyler söylemeye devam et!"
"Ne!" dedim afallayarak.
"Yüksek sesle istediğini söyle, kimse duymayacağı için bu seni rahatlatır!"
Haklıydı. Hayatımda ne zaman böyle yüksek sesle konuşmuştum ki kabalıklar içindeyken? Epey eğlenceliydi.
"Ne söyleyeceğimi bilmiyorum!"
"Sen de hiçbir şey bilmiyorsun!"
Kaşlarımı çatsam da gülüyordum. "Senin epey kurnaz olduğunu biliyorum!"
"Yani en iyi bildiğin şey de benimle ilgili olan bir şey mi!"
Ağzımı açsam da yeniden kapattım. Buna verecek cevabım yoktu, onun kadar iyi bir laf cambazı değildim.
"Aynı şekilde dans etsen de kimse buna takılmaz!"
Gözlerimi kocaman açtım. "O kadarını yapamam!"
"Utanıyor musun!"
"Hayır bu kalabalık yetersiz, dans gösterimi burada harcayamam!"
Konser ışıkları gülüşünü patlatmıştı. Daha güzel bir şey varsa o da bu gülümsemeyi sağlayabilmemdi.
Elini uzattığını fark ettim. "Gel benimle!" Bir süre cevap vermemem üzerine elini salladı ama geri çekmedi.
"Nereye gidiyoruz?" diye sorduğumda merak ettiğim tek şey bu olmasa da ilki buydu.
"Dans etmen için daha büyük bir kalabalığın önüne gidiyoruz!"
Birkaç kez etrafıma baktım. Bir anda kaybolmamız sorun oluşturabilirdi daha da kötüsü babamgil baskın yapıp beni görmezse işler kaışırdı.
Diğerlerine göz attığımı görünce, "Onlara bakma, bizi umursamıyorlar bile!" dedi.
Haklıydı. Sofia sadece sahnedeki gençlere büyülenmiş bir şekilde eşlik ediyor, Ayaz deliler gibi hayali bir gitar çalmaya çalışıyor ve Çağrı ise çoktan yaşıtlarının arasına karışmıştı. Gerçekten kimsenin bizimle ilgilendiği yoktu. Yeniden Kağan'a döndüğümde başımı sallayarak havada kalmaya devam eden elini tuttum.
Konser alanından uzaklaştığımızda, "Beni gerçekten oradan daha kabalık bir yere götürüyorsan seninle bir daha konuşmam," dedim.
"Bütün halk o konserde, tüm kasaba bize kaldı. Ama buna rağmen yoğun bir kabalığı olan bir yer daha var."
İşaret ettiği yere döndüğümde arkamızdaki tepeyi gördüm. Söylenene göre burası sahil kasabasında yüzyıllar önce oluşmuş ve asla dokunulmamış doğal bir yerdi.
"Babam tehlikeli olduğunu söyler," diye mırıldandım. Uzak bir köşesinden arabayla geçtiğimizde uyarmıştı.
"Ben de eğlenceli olduğunu söylüyorum," dediğinde yanıma gelmişti. "Hem ben sözümün arkasında olmasam neden buraya gelelim? Hadi, elimi tut."
Bunu yaptım. Babamın uzak durmamı ama zaten burada hiçbir işim olmadığını söylediği o tepeye doğru Kağan'la koşarak çıktım. Şimdiden eğlenmeye başladığımı itiraf etsem abartmış olmazdım.
"Gözlerini kapatacağım."
Tepenin üstündeydik ama yürümeye başlamamıştık. En az otuz metrelik bir düzlükte henüz ilk adımdaydık.
"İyi bir fikir mi?" dediğimde Kağan arkama geçerek ellerini gözlerime örtmüştü bile. "Düşersem aşağıya kadar taşımak zorunda kalırsın."
"Canının yanmasından değil de seni taşımak zorunda kalmamdan mı endişe ediyorsun?"
Sorusunu duymazdan geldim. Yürüdükçe dalgaların sesleri yaklaşıyordu. Denizin kokusu daha yakından geliyor, rüzgarı tenimi daha fazla etkiliyordu.
"İşte geldik," dediğinde ellerini yavaşça indirdi.
Gözlerimi sabırsızca açtığımda yaptığım ilk şey birkaç adım hızla geriye gitmek oldu. Deniz, bütün görkemiyle ayaklarımızın hemen altındaydı. Metrelerce yukarıda dururken özgürlüğü o kadar hissediyordum ki karşımda sadece gökyüzündeki ay vardı. Duvarlar, insanlar, engeller, gürültüler... Hiçbiri yoktu.
"Burayı seviyorum."
Yan yana duruyorduk. Dönüp Kağan'a bakmaya can atsam da önümdeki manzara her şeyden daha baskın geliyordu. Uçsuz bucaksız mavilik, geceyle birleşip dalgalanan karanlığı sunuyordu.
"Daha büyük bir kalabalık?" dedim soru sorarcasına.
"Balıklar, yengeçler, deniz yıldızları, belki ahtapot..." Afallamış gözlerle ona döndüğümde yüzümdeki ifadeye karşılık gülümsedi. "En azından önünde utanmayacağın bir kalabalık. Sen su perisi değil misin? Bu gece dansını et."
Kağan telefonunu çıkardığında şaşkınlıkla bir ona bir de denize bakmaya devam ediyordum. Hareketli bir şarkıyı son ses açıp telefonu yere bıraktı ve bana bu defa iki elini birden uzattı.
Onun gözleri önünde odamda yaptığım gibi salakça dans edemezdim. Konser alanında bunu yapmak, Kağan ile -deniz halkı hariç- yalnızken yapmaktan daha az korkunç geliyordu.
"Ben gözlerimi kapatacağım ve sadece dans edeceğim," dediğinde gerçekten gözlerini kapatmıştı.
Bu beni rahatlatırken hafif bir ritimle sallanan bedenini izliyordum. Aramızda bir yaş vardı ama benden uzundu. Bu hâliyle çok komik görünüyordu, Ayaz görmüş olsa saatlerce dalga geçerdi. O an, diğer kimsenin yanımızda olmadığına yeniden ikna olmak için etrafıma baktım. Burada Kağan'la yalnızdık. Beni kendi konserimize getirmiş ve utanmamam için gözlerini sıkıca kapatmış, elimi tutarak dans ediyordu. Vücudumu kıpırdatmaya başladım.
Sıradaki parçanın ne kadar hareketli olduğunu artık duymuyordum. Tamamen kafamdaki ritme odaklanmıştım. Hayatımda böylesine dozu kaçırdığım olmamıştı. Müzik, kahkahalarımız, alkışlarımız dalgaların sesini bastırıyordu.
Kendi etrafımda döndüm bir kaç tur. Dans videoları izlemeye bayılırdım ama hiçbir figür aklımda değildi. Tamamen ezberden hareket ediyordum. Şarkıya berbat bir şekilde eşlik ediyor, ayakkabımın altında gıcırdayan toprağın sesini bile duyumsayabiliyordum. Epey özgür olduğum gerçeğini fark ettiğimde yavaşça durdum. Minik adımlarla arkama döndüğümde Kağan da durmuştu ve müziğin sesi ne zamandır bu kadar kısıktı?
"Beni sadece birkaç saniyedir izliyorsun, değil mi?"
"Birkaç..." diye mırıldandı. "Uzun dakikalar boyunca."
Yanaklarımın içini ısırıp bakışlarımı indirdiğimde Kağan da müziği kapattı. "Bundan kimseye bahsetmeyeceğimiz ama," dedim. Yeşil gözleri beni bulduğunda bundan şüphe etmedim.
"Bu ikimizin arasında bir eğlenceydi. Sana güzel bir yaz yaşayacağımızı ve yanında olacağımı söylemiştim, sadece başlangıç olduğunu unutma."
Ne yani, daha fazla da mı eğlenecektik? Ben zaten bugünü hayatım boyunca unutmazdım ki. Gerçekten en mutlu olduğum gün olarak seçmiştim bile. Yasakları çiğnemek güçlü hissettirirken tepenin uç noktasına oturup ayaklarımızı sarkıttık. Ona bildiğim nadir şeylerden biri olan, yıldızları anlattım. Yaz gecelerini penceresinin önünde geçiren ve elinde sürekli bilim dergileri olan bir kız çocuğunun bildiği en iyi şey. Kağan'la zıt şeylere karşı ilgi duyuyorduk. O felsefeyi, tarihi ve edebiyatı seviyordu. Söylemese de öğretmen olmak istediğini anlamıştım. Bir şeyler anlatmaktan keyif aldığı ortadaydı.
"Sanki bütün dünya birbirimizi daha iyi duyabilmemiz için susmuş," dedim bir çakıl taşını denize attığımda.
Kağan da gülümserken beni taklit etti. Aniden bana döndüğünde göz göze geldik. "Hayır Lara o yüzden değil, konser bitmiş!"
Bütün uğultular sona ermiş, müzik tamamen kesilmişti. Aceleyle toparlandığımızda üstümüzü dahi çırpmadan el ele tepeden indik. Attığımız her adımda toz kalkıyor ve kıyafetlerimizi kuma boyuyordu.
"Bizi bulamadıklarına göre seni aramış olmalılar!"
"Telefonum sessizdeydi," dediğinde kaçamak bir bakış attı. "Ne? Konserdeyken telefonun sesli çalmasının bir anlamı yok ki."
Konser alanına vardığımızda tek tük insanlar kalmış, sahne toparlanmaya başlanmıştı. Orada en az iki saat durmuştuk ve anlaşılan erken bitmişti. Yanımda telefonum yoktu, sadece formaliteden bir tane vardı ama o da evdeydi.
"Şimdi ne yapacağız?" diye sordum korkuyla.
Kağan dudaklarını ısırırken etrafımıza bakıp diğerlerini arıyordu ama hiçbiri ortalıkta yoktu. "Seni eve bırakacağım."
Kalabalığın çekilmeye başladığı sokaklarda yürümeye başlarken Ayaz'ı arayıp birlikte olduğumuzu söyledi. Ayaz nasıl bir tepki verdi bilmiyorum ama Kağan konuşmayı uzatmadan bıkkın nefeslerle daha fazla konuşmayacağını belli etti. "Çağrı'ya da haber ver, aramasınlar. Kapatıyorum."
"Ne olmuş?"
Telefonu kapattığında keyifsiz görünüyordu. "Tüm kasaba gençleri bizi, daha çok seni arıyorlarmış ama merak etme durdular."
"Bugün öleceğim," dedim gözümden bir damla yaş süzülürken. "Annemle babam beni evlatlıktan reddettikleri için sokaklarda yaşayacağım ve açlıktan öleceğim."
"Lara, sakin ol." Kağan beni durdurduğunda neredeyse evin önüne gelmiştik. Kafamı kaldırıp bakamıyordum bile. "Ben de seninle birlikte geleceğim."
Gözlerimden yaşlar akmaya devam ederken şaşkınca ona baktım. "Sen de mi sokaklarda yatmak istiyorsun?"
Elini uzatıp baş parmaklarıyla yanaklarımı sildi. "Öyle bir şey olmayacak, sadece açıklamana yardım edeceğim. Bana güven."
Çok kötü bir fikir olsa da daha iyisi aklıma gelmiyordu. Ortalıktan kaybolmak suçuna karışıp eve bir erkekle dönmem asla mantıklı olmazdı ama Kağan'a güvenmekten başka bir şey yapamıyordum. Daha önce başıma gelmediği için tek başıma altından kalkamayacağım bir şeydi.
Kapıyı annem açtı. Endişeli gözleri yumuşarken beni Kağan'ın yanından çekip kolları arasına aldı. Aslında o katı biri değildi, her gün gördüğü için babamı kopyalıyordu.
"Neredeydin sen!" Babam da geldiğinde öfkeli gözleri Kağan'ı fark etti. İçindeki kızgınlığı gizlemeye çalışırken derin bir nefes aldı. "İkiniz de içeri giriyorsunuz."
Görünen o ki, beni eve bırakmakla bitmemişti işi. Göz ucuyla ona baktığımda sorun olmadığını söyledi sessizce.
"Bütün kasaba seni arıyordu, Lara! Bizim yumuşaklığımızdan faydalanıp bir ergen gibi davranamazsın. Bu nasıl bir düşüncesizlik?" Aniden Kağan'a döndüğünde onu baştan aşağı süzdü. "Ve sen kimsin?"
Kağan yutkunduğunda yere inen bakışları ayaklarıma kayıyor ama yüzüme bakmaya çekiniyordu. "Bugünün kötü sonlanmasına, endişelenmenize sebep olan kişi."
"Bu ne cüret?" Babam Kağan'a doğru yürüdüğünde annem önünü kesmeye çalıştı. "Yoksa kızıma bir şey mi yaptın!"
"Hayır efendim, asla." Kağan aceleyle konuşmaya başladığında bu defa sadece babama bakıyordu. "Biraz ailevi problemlerim vardı, Lara canımın sıkkın olduğunu fark ettiğinde konser dışında bir başka kalabalık alana çekilip sohbet ettik. Dalmışız, hepsi bu."
"Bana ne ulan senin ailenle olan sorunlarından!"
"Haklısınız," diye mırıldandı. Babam hâlâ öfkeyle bakmaya devam ederken Kağan'ın bakışları tam tersi yumuşamıştı. "İş insanlarının nasıl çalıştığını bilirsiniz, babam son zamanlarda anneme ve bana biraz kırıcı olmaya başladı. Normalde hiç böyle bir insan değildir ama bu son dönemler iş hayatı çok karmaşıkmış."
"Ee, yani!"
"Lara ile sohbet ettik, içimi rahatlatan şeyler söyledi.
"Sen deminden beri ne zırvalıyorsun?"
"Babamı," diye fısıldadı. "Onu tanıyorsunuz. Taner Batılı."
Babamın ifadesi değiştiğinde gözlerini kırpıştırdı. Önce bana, sonra Kağan'a baktığında kararsız kalır gibiydi. "Taner Bey'in son zamanlarda meşgul olduğu doğrudur. Hem sen de babanın işlerini biliyorsun, bence ona alınma." Öfkesi tamamen silinmese de Kağan'ın tanıdığı birinin oğlu olması ister istemez rahatlamıştı. "Bu sefer affediyorum ama sakın herkesten habersiz uzaklaşmayın, bu defa babanın da kulağına gider. Haberiniz olsun."
"Tabii efendim, hiç şüpheniz olmasın." Hafif bir baş selamı verdikten sonra onayı aldıktan sonra bana dönüp, "İyi geceler," dedi.
Annem Kağan'ı uğurlarken arkasındaki boşluğa bakıyordum. Babamın yumuşaması demek, tıpkı Çağrı ve Ayaz'la olduğu gibi Kağan'la da görüşebileceğim anlamına geliyordu.
"Sen de odana git, cezalısın. İki gün dışarıya çıkmak yok."
Ucuz atlattığımı düşünürken keyifsizce başımı salladım. İçimde yine de daha baskın gelen bir mutluluk vardı. Bu iki güne çok takılmayacağım kadar güzel eğlenmiştim. En azından buradan gideceğimize karar verecek kadar korkunç bir ceza değildi. Ayrıca sokağa da atılmamıştım.
"Lara," dediğinde merdivende durup babama baktım. "İki gün dışarı çıkamayacaksın ama ben düşündüm de..." Birkaç saniye duraksadı. "İyi anlaştığın arkadaşların buraya, seni görmeye gelebilirler."
✘
Sonraki birkaç bölüm boyunca flashback. 🖤↩
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top