9.Bölüm: Kraliyet Balosu

Keyifli okumalar...

***

Tören için yapılan hazırlıkların eziyet olduğunu düşündüğüm anlar olmuştu. Şimdi içinde olduğum kaosla kıyaslanınca hafif bir okşama gibi kaldığını fark ediyordum.

Lerko beni odama sürükleyip soyunmama yardım ettikten sonra bir hizmetçi sürüsü tarafından çevrelenmiştim. Yıkanmış, kurulanmış ve baş terzinin akşam giyeceğim elbise için beni öncekinin iki katı süre dürtüp çekiştirmesine izin vermiştim.

Birileri bana ballı çörek ve çay verdiğinde mideme indirecek kadar ara vermişlerdi. Parmaklarıma bulaşan tatlı sıvıyı bir leydiye yakışmayacak şekilde yaladığımda yeniden harekete geçmiş, ben ateş onlarda başıma üşüşen pervane böcekleriymiş gibi başımın dönmesine neden olmuşlardı.

Güneş batıp baloya katılmam gereken saat yaklaşırken Lerko elinde bir kutu ile önüme dikilip ''Bu saray zanaatkarı tarafından yollandı leydim.'' dedi.

Çok da büyük olmayan kutuyu elinden alıp yaldızlı kurdelesini hızla çözdüm. Saten bir yastığa yerleştirilmiş maskeyi görünce şaşkınlıkla dudaklarımdan bir ses kaçtı. ''Bu da ne?''

Lerko hemen hizmet ettiği leydiye yardımını sunup açıklamaya başladı. ''Balonun teması yüzünden konukların maske takması isteniyor leydim.''

Saçımla uğraşan hizmetçiyi görmezden gelip başımı Lerko'ya doğru çevirdim. ''Bir maskeli balo mu?''

Zarifçe gülümserken saray hayatına alışık olmayan bana acıdığını belli etmemeye çalıştı. ''Sadece maskeli değil. Bir kostümlü balo.''

Gözlerimi hızla kırpıştırdım. ''Bunun için bir kostüm seçmedim.''

Düşününce baş terzi tören için yaptığı gevezelikleri bu sefer yapmamış, benim tercihlerimi sormamıştı. Gerçi ilk seferinde de ne dediğine dikkat etmemiştim.

Lerko'dan daha genç, yüzündeki çiller olan hizmetçi heyecanla öne atılıp konuştu. ''Kostümler için gerekli ayarlamalar günlerdir yapılıyor hanımefendi. Yalnızca terziler ölçülere göre düzenleme yapıyor.''

''Tiona.'' Lerko'nun onaylamayan uyarısını duyunca hizmetçi kızın heyecanı söndü. Bakışlarını kaçırırken özür diledi.

Burada dönen tiyatrodan habersiz kalan tek kişinin ben olduğum gerçeği canımı sıksa da belli etmedim. Lerko'ya göz atıp ''Seçme şansım yok mu?'' diye sordum.

''Ayarlamaların hepsi çoktan yapıldı.''

Dudağımı hırsla ısırırken isyankar yanım öne çıktı. ''Ya katılmamayı seçersem?''

Tutulan nefesler ve kocaman açılan gözleri görmesem bile bunun bir tercih olmadığını, emrin yerine getirilmesi gerektiğini biliyordum. Lerko ilk toparlanan olup konuştu. ''Kraliyet balosuna davet edilen herkes katılmak zorundadır leydim.''

Gözlerimi devirmemek için kendimi frenledim. Sivri yanlarımı törpüleyip daha uysal olmam gerektiğimi kendime tekraralarken iç çektim. ''Biraz şaşırdım.'' diye açıkladım.

Hizmetçilerim anlayış ile gülümseyip işlerine devam ederken Lerko'ya hitaben ''Bana daha çok detay ver.'' dedim.

''Kraliyet balolarında her zaman bir konsept vardır. Bu akşamın teması ise güller ve dikenler.''

Tek kaşımı kaldırdım. ''Güller ve dikenler mi?''

Tiona biraz önce Lerko'nin bakışlarına maruz kalıp özür dilememiş gibi yeniden söze atıldı. ''Güzellikleri ile zarif güller olan hanımefendiler ve onları ayakta tutan dikenleri temsil eden beyefendiler.'' Lerko başıyla onaylamasa Tiona'nın okuduğu bir aşk romanının etkisindeki ergen bir kız olduğunu düşünürdüm.

Tiona kendini frenleyemeyip balo salonunu hazırlayan hizmetçi arkadaşlarının yaptıklarını anlatırken ona dikkatimi vermedim. Yanakları kızarıp diğer kızlarla birlikte kıkırdarken kucağımdaki maskeye gözlerimi diktim.

Siyah zarif bir çerçeveye sahipti. Yüzüme taktığımda şakaklarıma doğru uzanacak kenarlarında parmağımı gezdirdim. Sert ama yumuşaktı. Materyali her neyse maskenin dış yüzeyi siyah kadife ile kaplanmış, göz deliklerinin olması gereken yerlerdeki boşlukları ipekten perdeler dikilmişti. Bütün bu siyahlığı bozan tek şey balonun temasına uygun olsun diye bir gül olacak beni taşıyacak çanak yaprakları desenleriydi. Yeşil kabartmalar gözlerimin altında kalacak şekilde konumlandırılmıştı.

Bana kat kat kumaştan ağır bir etek giydireceklerini düşünüp şimdiden pantolonları özlediğimi düşünüp iç çekince Tiona gevezeliğine son verip bana telaşla baktı.

Ona kızdığımı düşünmemesi için sevecen bir gülüşle solgun teninde belirginleşen çilleri ile aynı renkte gözlerine baktım. ''Bilgiler için teşekkürler Tiona.''

Hızla başını eğdi. ''Teşekkürü hak etmiyorum leydim.''

Şamdanlarda eriyen mumların aydınlattığı kehribar parıltılı odamın kapısı çalınıp baş terzinin çırağı elinde bir elbise kutusu ile eşikte göründüğünde hizmetçiler tüm hünerlerini üzerimde sergilemişti.

Saçlarım tören için olan zarif havasından kurtulup buklelerim hesaplı kıvrımlarla çıplak omuzlarıma dökülürken, kirpiklerimi ve dudaklarımı boyamalarına izin vermiş, gözkapaklarımı gıdıklayan fırça darbelerine sabırla katlanmıştım.

Gözlerinin altında koyu halkalar olan genç adamın, yorgunluğuna rağmen beğeni dolu bakışları kıçım uyuşana kadar bir taburede oturmama değdiğinin kanıtıydı.

Lerko kutuyu alıp kapıyı ardından kapatırken Tiona ve adını öğrenemediğim iki hizmetçi iç gömleğimden kurtulmama yardım edip giyeceğim ayakkabıları dolabımdan çıkarmıştı.

Pervane böceklerim yeniden başımı döndürürken onlara direnmedim. Lerko elbiseyi kutudan çıkarıp bana giydirmeleri için diğer hizmetçilere uzatırken renginin gece mavisi olduğunu gördüm.

Hizmetçiler işlerini bitirene kadar aynaya bakmama izin vermediler. Saten, tül ve kadifenin tenimde kayıp korsemin bedenimi sıkıştırmasına izin verdim. Dakikalar sonra bana mutlu ifadeleri ile bakan kızlara gülümseyip yansımama göz attım.

Nefes kesici görünüyordum. Açık tenime kontrat oluşturan koyu mavi korsemin üzerine işlenmiş siyah dalların bedenlerinden sivrilen dikenler zarafetle kumaşın üzerinde dağılmış, korsemin düşük yakasında yoğunlaşıp ilgiyi göğüslerimin cömert kabarıklığında toplamıştı. Omuzlarımdan düşen iki parça tül aşağıya uzanıp belimi bir kurdele gibi sarmıştı.

Ağır olacağını düşündüğüm eteğimin kadife astarının üzerinde kabarıp kıvrılan saten katların her biri geniş yapraklara benzetilmiş, seher vakti yaprakların üzerine düşen çiğ damlalarından esinlenip şeffaf kristaller ile süslenmişti.

Kızıl buklelerim ile bir şekilde uyum sağlayan elbisemi tamamlamak için Lerko'nun bana uzattığı maskeyi alıp gözlerimin üzerine yerleştirdim. Maskenin içine dikilmiş siyah renkli perdeler korktuğum gibi görüşümü engellemiyor ama gözlerimin görünmesine de izin vermiyordu. Zarif çerçevenin iki yanından sarkan kurdeleleri saçlarımı bozmamaya dikkat ederek başımın arkasında bağladım. Omurgamı dikleştirirken bakışlarımı yeniden aynadan yansıyan görüntüme diktim.

Ben bir demet gece mavisi güldüm.

Kapı ikinci kez çalınca bu kez gelen kişi Ripreus'du. Lerko kapıyı açamadan ardından gelen boğuk sesi duydum. ''Gitme zamanımız geldi.''

Elimi kaldırıp Lerko'yu durdurdum. Kapıyı açmak yerine geri çekildi. Eteklerimi avuçlayıp sıska sarışın hizmetçinin topuklu ayakkabılarımı –siyah renkli üzerinde maskemdeki gibi yeşil yaprak desenleri olan on beş santimlik silahlarımı- giymeme yardım etmesine izin verdim.

Tamamen hazır olduğumda hizmetçilere gülümseyip kendi kendime mırıldandım. ''Anlaşılan dikenimle buluşmanın zamanı geldi.''

***

Balo salonunun kapısında dikilen muhafızların yanında zırhı ya da kılıcı olmayan bir adam görünce onun gelen konukları duyurmakla görevlendirilmiş kahya olduğunu anladım.

Adım seslerimizi duyup başını hemen bize doğru çevirdi. Sağ eliyle muhafızlara kapıları açması için işaret verdikten sonra derin bir nefes çekip balo salonunun kapısından içeriye birkaç adım girdi.

Şarlatan'ın seçilmişinin geldiğini herkese ilan edip üzerime beni avlamaları için bir işaret koymasını beklerken korktuğum olmadı. Bütün bu gizem ve tanınmamazlık üzerine düzenlenen kostümlü balo saçmalığı işime yaramıştı.

Kahya yüksek sesle gelişimizi balo salonundaki bütün konuklara ilan edilirken ilahların adını anmadı. Onun yerine kostümüme odaklanmıştı. ''Mavi gül ve dikeni geldiler!''

Ripreus'un sol kolundaki elimi sıktım. Tırnaklarım ceketinin kadife kumaşına gömülürken canı yandıysa da belli etmedi. Bunun yerine beni de beraberinde zarifçe sürükleyip balo salonunun geniş kemerli kapısından girmemizi sağladı.

Sesler, renkler ve kokular bir anda üzerime çullanıp afallamama neden olsa da çabucak toparlanıp narin bir kadının tabiatına büründüm. Eteğime takılmadığımdan ya da bileğimi burkmadığımdan emin olmak için dikkatli adımlarla balo salonunun merdivenlerinden inip bize dikilmiş onlarca gözü görmezden geldim.

Sopa yutmuşum gibi dik dururken boynumu gıdıklayan buklelerim omuzlarımdan geriye kayıp çıplak omuzlarımı saran iki parça tülü açığa çıkardı. Maskem yüzünden suratımın yarısı gizlenirken gözlerimdeki yarı heyecan yarı panikten kaynaklı bakışları da herkesten saklayabiliyordum.

Son basamağı da geride bırakıp balo salonunun sarı mermerden zeminine –kraliyet ailesi sarayında da inandıkları ilahın rengini kullanmaya karar vermişti-adım attığımda derin bir nefes aldım. Bakışlarımı hızla etrafta gezdirdim.

Tiona'nın balo salonunu hazırlayan arkadaşlarının iyi iş çıkardığı kesindi. Salon boyunca insanların etrafına toplandığı masaların her birinde farklı renkte güller vardı. Üstelik bir vazoda da değillerdi. Gül fideleri zeminden fırlayıp –saksılarını saklamayı nasıl başardıklarına emin değildim- dikenli gövdelerini masanın ayakları boyunca sarıp çiçeklerini zarafetle eğdiği boyunlarıyla etrafındakilere sunuyordu.

Bütün bu gül ve diken birlikteliğinden nasibini alan tek şey masalar da değildi. Balo salonunun sütunlarında ve balkonlara açılan kapılarının her birinin etrafını güller dolanmıştı.

Dans için ayrılan geniş zemine zanaatkarlar farklı evrelerdeki tomurcukları canlılarmış gibi çizmişti. Hepimiz bir gül bahçesine adım atmış, uyum sağlayıp onunla bütün olmuş gibiydik. Ben dekorları ve renklerin uyumunu incelerken gelişimizin duyurulmasının ardından birkaç dakika geçmişti. Üzerimize toplanan dikkatin hızla dağıldığını fark edince küçük gruplar halinde toplanmış insanların sohbetlerinin her yeni gelen konukla kısa süreliğine bozulup yeniden düzene girdiğini anladım.

Konuşma seslerini kısa sürede benimseyip zarifçe dikilen mavi gül rolüme bürünsem de bütün bu konsept yüzünden genzime dolan yoğun gül kokusuna karışan çeşitli parfüm kokularının yarattığı karışıma burnumun en kısa zamanda alışmasını diledim. Şiddetli bir baş ağrısı şu an ihtiyacım olan son şeydi.

Hızla dolanan bakışlarım ile balo salonunda durmamız için en uygun yeri taradım. Yeşil kadife perdelerle örtülü yiyecek masalarının yakınında pek fazla kişinin olmadığını fark edince sol elimle eteğimin kumaşını avuçlayıp o yöne doğru ilerlemek istesem de Ripreus koluyla elimi sıkıştırıp hareket etmeme izin vermedi.

Başımı çevirip ona baktım. Görünüşü odamdan çıktığımda olduğu gibi yeniden beni şaşırttı. Kapının önünde yalnız olmadığını fark edince ona uzun uzun bakamamıştım. Muhafızların yanında balo kurallarını anlatan bir kahya ve iki uşak bize eşlik etmişti. Yarı utangaç ve korkmuş görünmem gerekirken Ripreus'un siyahlar içindeki bedenini alıcı gözle süzememiştim.

Neden beni engellemeye çalıştığını gözlerimle sormaya çalışırken onun da benim onunkileri göremediğim gibi benim gözlerimi göremediğini unutmuştum. Benimkine benzer diken desenleri olan siyah maskesinin göz boşluklarında perdeler vardı.

Maskemin ardında saklı gözlerim önce geriye taranmış, alnını açıkta bırakan saç modeline sonra da tıraş edilmiş çenesine kaydı. Dişlerini mi sıkıyordu yoksa kemik yapısı çıkıntılı mıydı emin olamadım. Ama soğuk obsidiyenleri andıran gözleri görünmüyorken çehresinin çekici bir görünüşü olduğunu kabul ettim.

Bakışlarım güneye doğru ilerleyip siyah kadife ceketinin üzerine işlenmiş gece mavisi dikenlere kaydı. Kostümleri tasarlatan terziler baloya katılan çiftlerin partnerlerinin birbirine karışmayacağından emin olmak istedikleri kesindi. Ceketin içinde yakaları dikenler ile aynı tonda işlenmiş siyah gömleğinin açık yakası esmer teninden bir parça görüntü sunarken kumaşın üstüne tam oturduğunu fark ettim. Törende giydiği binici pantolonu yerine bu sefer balolarda dans etmek için giyilen bir model giymişti.

Ayağındaki ayakkabılarda düz siyahtı. Aslında benim kızıl saçlarımın aksine Ripreus'un bedenindeki tek renk gece mavisiydi.

Ben ne kadar zarif bir gülsem Ripreus da o kadar sivri ve sert bir dikendi.

Ben sessiz kaldığımdan mı yoksa Ripreus da beni incelediğinden mi bilinmez bir süre konuşmadan öylece dikildik ta ki ileticim beni çekiştirerek balo salonunun kenarında kalan balkonlardan birinin açık kapısına doğru sürükleyene kadar.

Hareketlerine uyum sağlayıp sürüklenir gibi görünmemek için elimden geleni yaptım. Boğucu kokuları temizleyen rüzgarın serin dokunuşunu hissedince neredeyse iç geçirecektim. Gözlerimi kısacık bir an için yumup rahatladım.

Sol elini belime koyup beni balkonun parmaklıklarla çevreli köşesine birkaç adım yaklaştırdı. Böylece bedenlerimiz balo salonunun ışıklandırmasından yararlanırken yüzlerimiz ve omuzlarımız balkonun karanlığında kaldı.

Maskelerimiz varken neden gizlenme ihtiyacı duyduğumuzu anlamasam da uyum sağladım.

Yeni bir anons ile pembe bir gül ve dikeni balo salonuna girişini gerçekleştirirken bakışlarım merdivenlere kaydı. Ripreus gibi siyahlar içindeki kahve saçlı partnerinin yanında balo salonuna bakan pembe gülün elbisesi benden farklıydı. Aslında salonda yer alan her erkek aynı ceketin farklı işlemeli versiyonlarını giyerken kadınların elbiseleri birbirinden farklı modellerde dikilmişti.

Dikenlerin aksine her gül farklı şekilde sunulmuştu. Bundan ne çıkarmam gerektiğine emin değildim. Sonuçta kraliyet balolarına sürekli davet edilmiyordum. Ama soylu kadınların aynı elbiseyi giymektense balo salonunu terk etmeyi seçeceğini bilecek kadar burnu havada yapılarına aşinaydım.

Konsepte uyum sağlayıp merdivenlerin sonunda kalabalığa karışan çiftle birlikte herkes konuşmalarına geri dönünce gölgede kalan başımı çevirip Ripreus'a ''Neden buradayız?'' diye alçak sesle sordum.

''Buradan her tarafı gözlemlemek daha kolay.''

''Konukları gözetlememiz gerektiğini bilmiyordum.''

''Konukları değil.'' dedi. Lerko'nun ben konuk evinden ayrılmadan önce elime tutuşturduğu siyah eldivenle sarmalanmış parmaklarımı kolundan uzaklaştırıp ekledi. ''Rakipleri incelmek için buradayız.''

Konuşmamızı kulak kabartacak kadar yakında kimsenin olmadığını görünce alayla güldüm. ''Ben de dans eder, gecenin sonunda birbirimizin kollarına atılıp ateşli öpücüklerimizin arasında sonsuz aşkımızı birbirimize ilan edeceğiz sanıyordum.''

Sağ elinin belini yoklamak için yükseldiğini görünce onu tedirgin ettiğimi anlayıp daha çok güldüm. Baloya kılıcı ile katılmasına izin verilmediği için zaten diken üstünde olan sinirlerini iyice germenin iyi bir fikir olmadığını bilsem de onunla alay etmekten geri duramamıştım.

Geri adım atıp dikkatimi salona vermeye karar verdiğimde dudaklarından alçak sesle kelimeler döküldü. ''Senin aşkı şeker oğlanların yatağında bulduğunu sanıyordum.''

Beklemediğim çıkışıyla eğlendim. Elimi göğsüme koyup çok acıklı bir şey duymuşum gibi iç geçirdim. ''Ah erdem anıtı heybetli ileticim, daha aşk ile tutkunun arasındaki farkı bile ayırt edemiyorsun.''

Balo salonuna çevrilmiş başı yavaşça bana dönüp eğildi. Nefesi buklelerimi okşarken ''Senin aksine ikisinin arasında değerli olanı biliyorum.'' dedi.

Bu sefer rol yapmadan şaşırdığımı belli ederek sordum. ''Aşık olduğun bir kadın mı var?''

Yüzüne bu kadar yakından ve dikkatle bakmıyor olsam dudağını köşesinin kıvrıldığını kaçırırdım. Gördüklerimden ne anlam çıkarmalıydım? Benimle olduğu her an gözlerini yüzümde tutmasının erdeminden kaynaklandığını sanmıştım. Düşündüğümün aksine bağlılığını sunduğu bir kadın olduğundan mı bana dikkat etmemişti?

Meraklı yanım dudaklarımı ele geçirip sordu. ''Kim? Şimdi nerede?''

Sohbetimize devam edip bana bilgi vermesini beklerken aramıza sert bir duvar çekip suçlayan sesiyle ''Eğlence evlerinden birinde değil.'' dedi.

Kırmızı Fener'de kiminle olduğunuz ya da tutkularınız yüzünden alay konusu olmazdınız. Hayatın zorlu, ölümün ani olduğunu kabul ettiğimizden zamanımızı eğlenceli şeylere harcardık. Karnımız doyana kadar yer, kafamız güzel olana kadar içer ve tatmin olana kadar bir bedeni kucaklardık.

Ripreus'u ilk gördüğümde bütün o insanların arasında yıkılmaz bir sütun gibi dikilirken varoşlara ait olmadığını hissetmiştim. Sonrasında davranışları ve olaylara bakış açısı ile onun asil olmasa da orta kesimden biri olduğu sonucuna varmıştım.

Şimdi de aynı sınırları aramıza çizip değer yargılarını bana dayatıyordu. ''Karnın acıktığında yemek yemekte sorun yok ama tutkunun açlığını doyurmak sorun öyle mi?''

''Daha iyi yollar var.''

İlahlara yemin olsun bir balo salonunda olmasak ve kimliğimi gizlemek zorunda olmasam Ripreus'un yüzüne kahkahalar ile gülerdim. Ama terbiyeli hanımefendi duruşunda kalırken ancak yüzümü buruşturup ''Evlilik tuzağından bahsediyorsun.'' dedim.

''İlahların kutsadığı bir olaya tuzak mı diyorsun?''

Burnumdan nefes verip hıh sesi çıkardım. ''Aşık olduğun leydiyle el ele tutuşup bütün o kutsamayı kendine alabilirsin. Ben almayayım.''

''Neden her zaman bu kadar alaycısın?''

Dişlerimi gözler önüne serip güldüm. ''Ben bir oyunbaz, dolandırıcı ve hırsızım. Benim doğam alaycılık üzerine tatlım.''

Ripreus ben hiç konuşmamışım gibi üsteledi. ''İlahlara dair elinden gelse varlıklarını bile reddedeceksin.''

Eğlenceli havayı devam ettirmek istesem de sesindeki ciddiyeti algılayıp aynı ciddiyetle ona cevap verdim. ''Ben açken yanımda olmayan, sokaklarda tek başıma yaşarken beni kucaklamayan, ilk kez hırsızlık yaptığımda yanlışımı gösterip beni doğru yola çevirmeyen ilahların kutsamasına ihtiyacım yok. Onlar olmadan da hayatta kaldım ve kalmaya devam edeceğim.''

''Kötü zamanlar geçirdin diye hepsini yok sayamazsın.''

Yüzüne bakabilmek için başımı geri itip tısladım. ''Bana bak, tövbe edip inançla yaşamak istesem bir tapınakta rahibe olurdum. Yani inandığın erdemleri alıp kıçına sokabilirsin. Ben doğru yola sokacağın kayıp bir kuzu değilim.''

''Ben-''

Hızla konuşup kelimeleri ağzına tıktım. ''İletici olarak seçildin diye bir rahibe dönüşmedin ki ikimiz de rahip olmadığını, kuşandığın kılıcın ile o çok kutsal olduğuna inandığın canları aldığını biliyoruz.''

Maskenin üzerinde kaşları birbirine yaklaşıp boynundaki damarlar gerildi. ''Kim olduğumu senden duymaya ihtiyacım yok.''

İçimde kabarmaya başlayan öfkenin aksine gülümseyip ''İşte ortak bir noktamız daha.'' dedim. ''İkimiz de karşımızdakini olduğu gibi kabul edelim.''

Homurdanırken ''Öyle olsun.'' dediğini duydum. Elini belinde kılıcının olması gereken yerde gezdirmesini ve sıkıca birbirine bastırdığı dudaklarını bir süre izledim. Balo salonuna farklı renklerdeki güller ve eşlik eden siyah dikenleri gelmeye devam etti.

Doğal olmayan renklerdeki güllerin sayısı arttıkça dikildiğimiz balkona doğru yaklaşan insanlar yüzümüzü bu mesafeden seçebilirlerdi. Farkına vardığım bu olayla Ripreus'un katı duruşu ve maskesine rağmen soğuk ifadesiyle- etrafına yaydığı etkiyle havanın soğumadığına şaşırıyordum-balo salonundaki konukları incelediğini görünce elimi koluna koyup sıktım.

''Bu bir yetenek olsa da insanların ensesine gözlerinle hançerler saplama.''

''Ne?''

Zarifçe boynumu eğip gülümsedim. ''Sen bir asker değil, konuksun. Öyle davran.''

Gevşemeye çalıştığını görsem de başardığını söyleyemezdim. Müdahale edip dikkatini kendime çekmek için ''Bir iddiaya var mısın?'' diye sordum.

''Bunun sırası değil.''

''Katılıktan dokunsam parçalanacaksın. Senin derdin ne?''

''Tanıdık birinin burada olacağını düşünmek beni geriyor.'' Sorumu cevaplamasını beklemediğimden dudaklarından dökülen kelimelerle duraksadım. Ardından cevabı ile merakla ona baktım.

''Burada tanıdıkların mı var?'' Bir an düşündükten sonra yeni bir soru ekledim. ''Varoşlardan olmadığını biliyordum ama alt kademe soylulardan biri falan mısın?''

Alay ve tiksintinin karışımı bir ses dudaklarından döküldü. ''Hayır değilim.''

Ona bakıp aklımda dönen çarkların mantıklı bir sonuca varması için bunca zaman yaptığımız konuşmaları hızla zihnimden geçirdim.

''Bunu da Şarlatan mı sana iletti?''

''Hayır.'' Bir an susup ardından ekledi. ''Çember Oyunları'nı araştırmıştım.''

Kraliyet sarayının dışında dikilirken Ripreus'un Çember Oyunları'nı araştırdığını söylemesi aklıma geldi. O an sözlerini sorgulamadan kabul etmiştim. Tören için hazırlanıp sarayın içinde yol aldığımızda tünellerin yapısı hakkında da bilgi sahibi olduğunu belli etmişti.

Zihnim hızla başka bir sahneye atladı.

''İyi de sen oraya nasıl ulaşacaksın?'' Bir an durup ona merakla baktım. ''En başında oraya girip Sammy'yi görmeyi nasıl başardın?''

Ripreus acı bir sesle güldü. ''Bir zamanlar kraliyet için önemli bir adamdım.''

''Ne yani oyunlara katılıp neyi kaybettiniz diye gözlerine mi sokacaksın?''

Mimikleri sertleşip gözleri uzakta göremediğim bir noktaya dalarken çenesini sıktı. ''Çok daha fazlasını yapacağım.''

Sammy hakkında bana bilgi verdikten sonra bir zamanlar kraliyet için önemli biri olduğunu artık olmadığını söylemişti. Hatta bu konuda intikamcı bir yanı da vardı.

Üstünlüğünü belli eden duruşu, sarayın içini bilişi, gizli tutsaklara ulaştığı ve balo salonuna katılacak olan kişilerden tanıdıkları olduğu –asilleri tanıdığı- bilgileri bir araya geldiğinde onun bir soylu olduğunu düşünmek en mantıklı sonuçtu.

Ama aksi doğası ve asillerin dönek tavırlarından yoksunluğunu göz önünde alınca onun da onayladığı gibi düşük rütbeli bir soylu değildi. Dudağımı ısırırken hafifçe gözlerimi kıstım. Geriye mantıklı tek bir seçenek kalıyordu.

Ripreus'a bakıp ''Sen saray için çalışan kıdemli bir çalışan mıydın?'' diye sordum.

''Öyle de denebilir.''

Merakla ''İyi de neden kovuldun?'' dedim.

Çenesindeki kaslar kasılıp parmakları belinde seğirdi. ''Öğrenmemem gereken bazı şeylere tanık oldum.''

''Ah.'' Vicdanımın çok ufak bir kısmı Ripreus'a sempati beslerken ''Peşine düşüp seni bulacakları kesindi.'' dedim. Sürekli yanında kılıç taşıyıp her gerginliğinde belindeki boşluğa uzanması da böylece mantık kazanmıştı. Saraydan kovulduysa bildikleri yüzünden peşine birileri düşebilirdi. Kendi canını korumak için her an tetikte olmalıydı.

Yanımda dikilen yapılı ve öfkeli adamın düşünce akışını dile getirip ''Sen de ileticim olma şansını elde edince buraya onlar seni bulmadan kendin intikam almak için geldin.'' dedim. Sonra onun bana saraya adım atınca yakalanacağımı sanırken söylediği sözleri tekrarladım. ''Çünkü ilahi oyunlara kimse müdahale edemez.''

''Saf umudumu artık yadırgamıyor musun?''

Ona gülüp saf umudunun midemi bulandırdığını söylemiştim ama haklı çıkmıştı. Kraliyet avlusuna adım atmış, törene katılmış, konuk evinde zaman geçirmiştim. Şimdiyse kraliyet balosu için asla giyemeyeceğim bir elbisenin içinde ileticim ile dikiliyordum.

Güldüm. ''Beni koruyacağına inanıyorum.''

''İnancın konusunda çok seçicisin.'' Elimi kaydırıp dirseğinde parmaklarımı dolaştırınca kolunu büküp elimi ön koluna yerleştirmeme izin verdi.

''Ben sadece gördüklerime güvenirim.'' dedim. ''Ne de olsa kılıçlar, umuttan daha keskindir.''

Beni koruyacağını söylerken her kelimesine inandığım doğruydu. Sonuçta sarayda onun elde ettiği gizli sırlardan bazılarını elde edip de kendini korumayı öğrenmeyen bir aptal hayatta kalamazdı. Ama ona kılıç kullanmayı öğreten kişi keşke rol yapma konusunda da ona birkaç silah kuşandıracak kadar zeki olsaydı.

Parmaklarımı sıkıp Ripreus'a biraz daha sokuldum. Boşta kalan elimi ceketinin yumuşak kumaşına dayayıp tüm dikkatini bana vermesini sağladım. Ilık nefesi alnımı okşarken dakikalar önce sunduğum teklifi yeniden dile getirdim.

''Hadi bir iddiaya girelim.'' Gereksiz olduğunu ya da reddettiğini söylemeden ekledim. ''Kazanırsan bir dileğini yerine getiririm. Hem de itiraz etmeden ve alaycılığımı üzerine salmadan.''

Son cümlem onu yeterince teşvik etmiş olacak ki ''Ya sen kazanırsan?'' diye sordu.

Tedbirli olmasıyla eğlensem de şimdiden katı duruşunu kaybettiği için memnundum. ''Kutsanmış bir seçilmiş olduğumdan yoldaşıma cömert davranıp karşılık beklemeyeceğim.''

''Bir oyunbaz karşılıksız iyilik mi yapacak?''

Dudaklarımı büzdüm. ''Dul kadınların cömertliğini reddetmemelisin.''

Parmaklarımın altındaki kasları kısa süreli kasılınca cümlemdeki ikili anlamı yakaladığını anladım. Erdemli sözler etmek yerine karakterimi kabullenip başını eğdi.

Ne kadar birbirimizin zıttı karakterlere sahip olsak da böyle anlarda –beni yakalamaya, bir şeylere ikna etmeye ya da yargılamaya çalışmıyorsa- onun da eğlendiğine yemin edebilirdim ama o değişmeyen ifadesi ile bana bakarken kanıtlayamazdım.

Ceketinin işlemelerinin üzerinde avucumu kaydırıp ''Balo salonuna girecek sıradaki erkeği tahmin et.'' dedim.

''Bu kadar mı?''

Omuzlarımı silktim. ''Bu kadar.''

Başını çevirip dikkatini bahsi geçen merdivenlere verdikten sonra konuştu. ''Siyahlara bürünmüş biri.''

''Hey, daha çok detay ver.'' diye itiraz ettim.

''Orta boylu, asil, kibirli.''

Gözlerimi göremeyeceğini bilsem de devirdim. ''Bu konuda hiç iyi değilsin.''

''İddialar benim işim değil.''

Burnumu kırıştırdım. ''Hiç eğlenceli değilsin.''

''Olduğumuz kişiyi kabullendiğimizi sanıyordum. Eğlence ve ben dost değiliz.''

Tırnaklarımı ceketine geçirdim. Umarım canı yanardı. ''O zaman ben seçerim ve tersi çıkarsa da sen kazanırsın. Tamam mı?''

''Anlaştık.''

Dilimi dudaklarımın arasında dolaştırıp ''Uzun boylu, sarışın bir asil, zenginliğinin ölçüsü yakışıklı yüzü ile yarışacak cinsten, beni kollarına düşürecek kadar ateşli bir adam.'' dedim.

Sıraladığım kriterlere tepkisini göremeden balo salonunun kapıları açılıp anons yapmak için kahya göründü. Salonu dolduran sesiyle ''Sarı gül ve dikeni geldiler!'' diye ilan edip ardından giren çifte yol verdi.

Ripreus'u bırakıp daha iyi görebilmek için bir adım öne çıktım. Gözlerim parlak sarı kumaşla sarmalanmış, uzun saçlı kızın üzerinden hızla geçip yanındaki adamı buldu.

Uzun boyluydu. Sarı gülüne eşlik eden diken duruşunda otoriter bir yan olduğunu buradan hissettim. Merdivenlerin sonuna gelip partnerini ustalıkla yönlendirdiğini görünce asil olduğu konusunda da kriterime uyduğunu gördüm. Alnına düşen altın renkli dağınık saçları ve maskesi yüzünün yarısını gizlese de kalanı bir zanaatkarın elinden çıkmış gibi kusursuzdu.

Düzgün bir burnu, göz alıcı dolgun dudakları vardı. O detaylar onu yakışıklı yapmaya yetmese bile üzerine oturan ceketi ve açıkta kalan boyun çizgisi çekici bir vücuda sahip olduğunun kanıtıydı. Maskesi olmadan onu görsem ateşli bulacağıma nedense emindim.

Ripreus'a ''Uzun boylu, sarışın, yakışıklı ve ateşli.'' dedim. Başımı çevirip ona bakarken ekledim. ''Sence zengin ve asil mi?''

Ellerinin iki yanında sıkılı yumruklara dönüştüğünü ve çenesini sıktığını görünce eğlenceli halimden hızla sıyrılıp ellerimle kollarını sıktı. ''Sorun ne?''

Başını sarı gül ve dikenin hareketleri ile uyumlu şekilde hareket ettirdiğini görünce dikkatimi yakışıklı sarışın yerine kadına verdim. Ripreus'un tanıdığı kişi o muydu? Yoksa bahsettiği asil leydi miydi?

''Ripreus tanıdığın kişi o kadın mı? Bahsettiğin o ki-''

Kelimelerimi düşmanlıkla yoğrulmuş sesi kesti. ''Kaybettim.''

''Ne?''

Hala izlediği ikilinin birbirine gülümsediğini gördüm. Sarı elbisesinin içinde kızaran yanakları ile dikeninin koluna sıkıca sarılan gülün, partnerine ilgi duyduğu kesindi.

Ripreus'un işine son vermekle kalmayıp sevdiği kadını da elinden aldıklarını düşünmeye başlamıştım ki elleri hızla belime yerleşip beni kendine doğru çekti. Göğsüm sert bedenine dayanırken başını eğip kulağıma doğru konuştu.

''Sen kazandın.''

''Ne?''

Yüzüne bakarken gözlerini göremesem de düşmanlıkla parladıklarına emindim. Öfkeli sesi dişlerini sıktığından boğuk çıktı. ''İddiayı sen kazandın.''

Aptal gibi kendimi ''Belki zenginliğini kaybetmiş düşmüş bir soyludur.'' derken buldum.

''Değil.''

''Belki de maskenin altında şaşıdır.''

''Değil.''

Kaşlarımı çattım. ''Maskenin altını göremiyoruz. Neden kazanmama izin veriyorsun?''

Kızgınlıkla nefesini verince nefesi tenimi ısıttı. ''Çünkü lanet olasıca herif tarifine uyuyor.''

''Ve bunu sen nerden biliyorsun?''

Cevap verirken sesi buzdan hançerler kadar katıydı. ''Çünkü onu tanıyorum.''

***

Görüşlerinizi benimle paylaşır ve oylarınız ile destek olursanız sevinirim.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top