8.Bölüm: Beyaz

Keyifli okumalar...

***

Yirmi üç senelik hayatım boyunca bu kadar gösterişli bir sofraya oturmamış, çeşit çeşit peynirler, meyveler ve çörekler arasında seçim yapmak zorunda kalmamıştım. Midemin bu şenlikten sonuna kadar yararlandığını ve tıka basa doyduğumu söylemek istesem de durum tam tersiydi. Başımın üzerinde görünmez bir akrep ve yelkovan varmış ve keskin uçları zaman aktıkça boynumu sıyırmak için yaklaşıyormuş gibi bir hisle diken üstündeyken midem de durumdan payına düşüne alıp sürekli kasılmış, yediğim her lokmanın sonunda hoşnutsuz bir ekşime ile isyan etmişti.

Bu şöleni ardımda bıraktığım ve keyfine varamadığım için kendime kızacak zamanı bile bulamadan Şarlatan'ın seçilmişi için ayrılmış odama sürüklenmiş, bir terzi ordusunun etrafımda kümesteki anaç tavuklar gibi dönmesine izin vermek zorunda kalmıştım.

Lerko'nun asillere hizmet etmeye alışkın doğasının ve sabırlı duruşunun aksine tüm acelesi ile tenimde delikler açan kel kafalı baş terzinin kocaman burnuna bir yumruk geçirmeme az kalmıştı. Terbiyeli leydi rolümün bile bir sınırı vardı. Kollarım şimdiden delik deşik olmuştu.

Çenemi sıkıp gülümsemeye devam ederken terzinin stres yüzünden elleri titreyen yardımcısının çıplak tenimi süzmesine ve çeşit çeşit kumaşı omuzlarıma koyup renkler konusunda karar vermeye çalışan kafasında renkli kuş tüyleri olan madamın varlığına daha fazla tahammül edemeyeceğimi düşünmeye başladığımda neyse ki işkenceme son verip odama daldıkları hızla çıkmışlardı.

Bütün bunlar üç saatten kısa sürede yaşanmıştı.

Kırmızı Fener'deki meyhanelerden birinde kör kütük sarhoş olduktan sonra ertesi sabah hissettiğim mide bulantısı ve sersemlik hissi şu an hissettiğim duyguları açıklamak için birebirdi. Ripreus'un kendi odasında işkence gördüğü bilgisini Lerko'dan almasaydım çoktan odasının kapısını tekmeler beni her şeyden koruyacağını söylediği zaman hakkında atıp tutarak sinirimi ondan çıkarırdım.

Ama erdemli ileticimin benden daha fazla huzursuz olduğuna emindim. Benim aksime eğlence evlerinde rol yapmak için eğitim almamış, varoşların koşturmacasına kapılmamış biri için baş terzi tam bir sınamaydı.

Tamam, ben de sınanmıştım ama hiç değilse adamın hala sağlam bir burnu ve elinde bedenimin ölçüleri vardı.

Lerko bütün bu olayların üzerinden yarım saat geçtikten sonra odamda tavana izlerken beni buldu. Odamı süsleyen koyu sarı –elbette kehribar taşlarıyla süslü- tuvalet aynasının önüne oturmamı sağlayıp tam bir karmaşa halindeki buklelerimi adam etmek için kolları sıvadığında bundan birkaç gün önce Kadife Lale'de Litifa'nın aynısı yaptığını hatırladım.

O zamanki en büyük derdim Kara Baron'dan çalacak kadar aptal olan bir tüccarı baştan çıkarıp onu Yerka gelene kadar esir tutmaktı. Gözlerimi devirdim. Tamam, bazı aksilikler olmuştu ama sonuçta istediğim bilgileri elde etmiştim.

Şimdi Lerko'nun aynadaki yansımasına bakıp kızıl buklelerimi çekiştirmesine izin verirken o aptal tüccarın yerine geçmişim gibi hissediyordum. Kendi ayaklarımla tuzağa düşüp yakalanma fikri sinirlerimin gerilmesine neden olurken hiç değilse şarabım olsaydı diye düşündüm.

Her şeyi tatlı üzümlerin içinde boğma fikri ne kadar çekici olsa da derin bir nefes alıp kendimi toparladım. Bana bilgi lazımdı.

Bu zamana kadar ürkek davranmış ya da sessiz kalıp işleri Ripreus'un halletmesine izin vermiştim. Bütün bu çaba bizi izleyen gözler için olsa da şu anda da çok işime yarayacaktı.

Dudağımı ısırıp Lerko'nun bakışlarını yakalamayı bekledim. İfademin yeterince sıkıntılı ve çaresiz olduğundan emin olup gözlerimi irice açtım.

Lerko iyi bir hizmetçi olduğunu belli edip hemen hizmet ettiği leydinin sıkıntısına çözüm bulma umuduyla konuştu. ''Efendim canınızı sıkan bir şey mi var?''

Yorgun bir nefesle göğsümü şişirip ''Her şey o kadar ani oldu ki...'' deyip cümlemi yarım bıraktım.

Saçlarımı taramak gibi çılgınca bir fikri hayata geçirmeye çalışırken gerilen kafa derimi görmezden geldim. Lerko düşünüyormuş gibi başta sessizliğini kuşansa da sohbetimizi devam ettirmek için ''Lanetlenmiş ilahın bir seçilmişi olmasını kimse beklemiyordu.'' dedi.

Sert kılları olan fırçayı buklelerimden birinde kaydırırken çaresiz bir gülüşün dudaklarımdan kaçmasına izin verdim. Onun kraliyet sarayına bilgi sızdırması olasılığını görmezden gelemezdim. O yüzden kelimelerimi tartıp yarı gerçeğin yeterli olacağına karar verdim. ''Ben de bir seçilmiş olmayı beklemiyordum.''

Lerko'nın gözleri şaşkınlıkla biraz büyüdü. Konuşma boyunca bir an duraksamayan hünerli elleri durdu. Aynadaki yansımada bakışlarımız buluşurken ''Kara ilahın sizi seçmesi için ona kaderinizi adamadınız mı?'' diye sorarken sesi şaşkındı.

Ensemdeki işaret Lerko'nun sözleri ile karıncalanınca Şarlatan'ın hoşnutsuzluğunu ve eğlencesini bu şekilde ifade ettiğinden daha çok emin oldum. Ripreus'un rahibi düzelttiği gibi Lerko'nun sözlerini düzelmem gerektiğini hissettim. Yine de sert bir çıkışın bana bilgi verecek tek kaynaktan olmama neden olacağını fark edince daha değişik kelimeler ile seçilmişi olduğum ilahı memnun etmeye karar verdim.

''Beyaz.'' dedim.

''Efendim?''

''Baş terzi renk konusunda kararsızdı. Benim tercihim beyaz.'' diye açıkladım. ''Kıyafetimin bu renkte olmasını sağla lütfen.''

Lerko şaşırdıysa da belli etmeden hemen emrime itaat etti. Masanın üzerine fırçayı bırakıp aceleci adımlarla –terzi farklı bir elbise getirmeden- odadan çıktı. Tarağa hoşnutsuz bakışlar atıp Lerko gelmeden ortadan kaldırsam mı diye düşünüyordum ki nefes nefese kalan Lerko dakikalar içinde geri döndü. Anlaşılan terzi batı kanadındaki hizmetlilere ayrılan kısımda elbisemle uğraşıyordu.

''Talebinizi ilettim efendim.''

Gülümsedim. ''Teşekkürler Lerko.''

Başını eğdi. Yeniden kaderimi, hayatımı ya da lanet ölümümü Şarlatan'a adamamla ilgili sorular sormadı. Tarakla kızıl buklelerimi çekiştirip düzeltemeyeceğini anlayınca saçlarımı başımın üzerinde zarif bir topuz yapmaya karar verdi.

Buraya gelirken giydiğim kırmızı kadife elbisenin çok da kabarık olmayan etekleri ve omuzlarımı açıkta bırakan bir yakası vardı. İpek pelerinim ve örüp omzuma saldığım saçlarım ile bir dolandırıcıdan çok sıradan bir tüccar eşine benzediğimden emin olmuştum. Kırmızı Fener'in en kötü kuytularından kraliyet sarayına ayak bastığım fikrini onların aklına sokmanın alemi yoktu.

Ripreus ile Şarlatan'ın heykelinin yanından ayrılmadan önce kimliğim konusunda fikir alışverişi yapmış, benim bir tüccarın dul eşi olmam konusunda karar vermiştik.

Kraliyet sarayında geldiğim yeri sorgulasalar bile –rakiplerimin bunu yapacağı üzerine sahip olduğum tüm rizzeler üzerine bahse girerdim- dul kalmış bir kadının geçmişine ulaşamazlardı. Ne de olsa Sotaina Krallığı'nda hala ataerkil bir kayıt sistemi hakimdi. Bir erkeğin egemenliğine boyun eğmezseniz yasal belgelerde –evlilik tuzağı hariç- adınız ya da geçmişinize dair kaydınız geçmezdi. Ben de başka krallıktan gemi ile gelmiş, eşini genç yaşında denizci soğuğundan kaybetmiş aciz bir duldum.

Ripreus'a sormam gereken ve merak ettiğim pek çok şey olsa da zamanımız kısıtlıydı. Üstelik Sammy'yi kurtarma fikrini her ne olursa olsun görmezden gelemezdim. Bu yüzden en elzem olan sorunun üzerinden geçmiş kalanını zamana bırakmıştım.

Böylece karakterime bürünüp şafak sökmeden kraliyet sarayının avlusuna adım atmıştım.

Şarlatan ile bağlantımı açıklama konusunda da çoktan aklımda bir hikaye uydurmuştum. Eşinin kaybının üzüntüsü ile bir delilik anında ilahlara kötü sözler yakarıp lanetli olanı benimsemiştim. Tamam, hikayemin geliştirilmeye ve detaylara ihtiyacı vardı ama şimdilik bu kadarı beni idare ederdi. Hem kimse Şarlatan'ın seçilmişini nasıl belirlediğini bilmiyordu. Ben de dahil. Bu kısım canımı sıksa da sırasını bekleyebilirdi.

Gerçek kimliğim ortaya çıkana kadar rol yapacaktım. Eh kimliğim açığa çıkarsa da... Ah yine kötü düşünceler beni ele geçiriyordu.

Yakalanma fikri ağzımın içindeki bir kesik gibiydi. Ne kadar çabalasanız, görmezden gelmeye çalışsanız da diliniz sürekli yaraya gidip dokunurdu. Benim için de zihnimin içinde yakalanmak kelimesi bir kesikti.

Derin bir nefes alıp ana odaklandım. Şu an tüm sabrımla Lerko'nun beni hazırlamasına izin verirken Ortanca Meydanı'nda yaşayan orta gelirli bir kadın izlenimi veriyordum. Eh ölü eşimden kalan malvarlığı yaşam giderlerimi karşılıyordu.

Korsemi çözüp iç gömleğim ile kalmamı sağladıktan sonra terziler ölçülerimi aldığından yeniden giyinmemiştim. Lerko'nun omuzlarıma doladığı şalla daha çok gömülüp tam da imajıma uygun bilgileri edinmek için dudaklarımı araladım.

''Ne zamandan beri burada çalışıyorsun Lerko?''

Konu değişimine hızla uyum sağlayıp ''On yıldır leydim.'' dedi.

Dudaklarımı kıvırdım. Sağ elimi kaldırıp neredeyse tamamlanmış saç modelime parmak uçlarımla dokunup ''Böylesine becerikli olman takdire şayan. Benim geldiğim yerde bu kadar yetenekli kimse yoktu.'' dedim.

''Geldiğiniz yer mi?''

Elimi havada sallayıp ''Sotaina Krallığı'nın doğusunda kalan küçük bir krallıktan eşimle buraya geldik.'' dedikten sonra acılı dul rolümü benimsedim. Ağlamaklı çıkan sesimle ''İlahlar onu benden çok erken aldı.'' diye ekledim.

''Üzgünüm leydim. Kaybınız...'' cümlesini yarım bırakınca hikayeme uygun cevabı verdim.

''Seyahatimizden dönünce denizci soğuğuna tutuldu.'' Krallıkta en revaçta olan varoş hastalığına ticaretle uğraşan tüccarlarında mal teslimi ya da seyahatleri sırasında yakalanması beklenmedik değildi. Ripreus'un Kırlangıç Limanı'nda yarattığı kargaşayı düşününce son zamanlarda herkes daha fazla korku içinde olsa yeriydi.

Gözlerimi kırpıştırıp gözlerimde toplanan yaşları yanaklarımdan aşağıya süzülmesi için saldım. -Rol yapma eğitimimde Madam'ın önce bana istediğimde ağlamayı öğretmesine bir kez daha şükrettim.- ''Aylar geçtikçe alışacağımı düşünsem de varlığının eksikliği çok derin.'' Lerko'da gözlerindeki acıma ve tavrındaki değişime odaklanıp onda uyandırdığım sempatiye tutunup konuşmaya devam ettim. ''Yalnız olmak başta korkutucuydu.'' Hızla parmaklarımla yaşları yakalayıp sildim. Burukça gülümserken ''Aslında hala alışmaya çalışıyorum.'' dedim.

Lerko küçük elini omzuma koyup desteğini belli ederken ''Elimden geldiğince sizi destekleyeceğim leydim.'' dedi.

''Teşekkürler.''

Yüzü sakin duruşunu bir an kaybedip acılı dula yardım etmek için kararlılıkla doldu. ''Uzaklardan geldiğiniz için ilahların seçilmişlerini tanımanız mümkün değil.''

Omuzlarımı eğip kendimi küçültürken cılız sesimle ''Ne yazık ki.'' dedim.

Dalgınlıkla zihnindeki bilgileri taradıktan sonra dudaklarını araladı. ''Duydum ki...''

İşte bu kadardı.

Gülmemek için kendimi frenlerken Lerko'nun sözlerine kulak verdim. Sarayda yıllardır çalışan bir hizmetçinin dedikodu ağını hafife almamak lazımdı. Bana Kırmızı Fener'in karanlık sokaklarında takas edilecek kadar değerli bilgileri tek tek sıralarken her kelimesini zihnime not ettim.

***

Lerko elinde baş terzinin elbisesi ile döndüğünde o kocaman burnunu yumruklamama neden olacak kadar vasat bir kumaş yığını ile karşılaşacağımı düşünmüştüm ama çok yanılmıştım.

Zamanım kısıtlı olduğundan acele ile giydiğim elbisenin tek bir dikişi bile alelade değildi. Odamdaki boy aynasının karşısına geçtiğimde tenimde kayan ipek ve saten ile nefesim teklemiş, rol yaparken büründüğüm asil leydilerden birinin ta kendisi olmuşum gibi hissetmiştim.

Kehribar kafesin içinde parlak bir inci tanesi olduğumu söylesem yeriydi. Üstelik benzetme de değildi. Baş terzi benim bir inci olduğum fikrini benimsemiş olsa gerek ki korseme ve uçuşan eteklerimin uçlarına inci görünümlü taşlar işlemişti. Beyaz korsemden birkaç ton daha koyu eteklerim ipek şeritlerin bir araya geldiği kabarık bir görünüşe sahipti. Belime tam oturan saten kuşağın benzerleri korsem boyunca uzanıp omuzlarıma dolanıyor, giymem için elbisenin yanında yollanan saten eldivenlerle adeta bir bütünlük oluşturuyordu.

Elbisemin dik yakası vücudumun daha cömert olan kısımlarını gizleyip beni tam da ilahların kutsamasını almış bir rahibe gibi gösteriyordu. Lerko'nun saçlarımın arasına serpiştirdiği inci tokaları ile baştan aşağıya bir asalet portresi çiziyordum.

Zarif, dokunulmamış ve kutsaldım.

Olduğum her şeyin tam tersi gibi görünürken beni görüp de Kırmızı Fener'in pis sokaklarındaki kızıl saçlı hırsız olduğumu tahmin edebilecek kimse olamazdı. Bu düşünce dudaklarımın memnuniyetle kıvrılmasına neden olurken Lerko'nun verdiği topuklu ayakkabıları giyip tören için bana ilettiği talimatları dinledim.

İlah heykellerinin şehirdeki konumlarına göre seçilmişleri tanıtılacaktı. Kuzeyden güneye doğru sırayla platforma çıkıp halkın ve asillerin bizi görmesine izin verdikten sonra Çember Oyunları'nı kutsaması için ilahlara dua edecek rahiplerin konuşmalarını dinleyecek, aynı sıra ile platformu terk edip bizim için ayrılan konuk evlerine dönecektik.

Tören kısa ve sadeydi.

Yalnızca yüzümüzü gösterecek, varlığımızı resmi olarak bütün krallığa duyuracaktık. Temsil ettiğimiz ilaha yeminler etmemiz ya da dizlerimizin üzerine çöküp şükran dolu gözyaşları dökerken kazanmak için elimizden geleni yapacağımızı haykırmamız gerekmiyordu.

Aslında gösteri, kraliyet avlusunun yalnızca kısıtlı bir bölümüne kabul edilen halk içindi. Uzaktan bizi görüp önümüzdeki altmış yıl için umutlarını tazeleyecek, coşku ile kutlamalara katılacaklardı. Asiller içinse durum farklıydı. Halkın aksine onların umuda, paraya ya da güce ihtiyaçları yoktu. Zaten hepsine sahiplerdi.

Her şeye sahipseniz ne isterdiniz?

Cevap basitti. Eğlence.

Tam da bu yüzden tören bittikten sonra asiller kendilerine ayrılmış localarda oturup dedikodunun fitilini ateşleyeceklerdi. Ne de olsa asiller yarış atlarını- ah seçilmişlerini diyecektim- törenden sonra seçecek ve sponsorluklarını başlatacaklardı. Ne kadar kutsal bir oyuna katılıp ilahların ödülü için yarışsak da inançla dolup taştıkları illüzyonunu sergileyen asiller için bu bir kumardı.

Ve güçlü insanların en sevdiği şey kazanmaktı.

Parmaklarımı enseme sürtüp Şarlatan'a beni duyabilirmiş gibi fısıldadım. ''Kazananlarla aynı tarafta durmamı sağla.''

''Bir şey mi dediniz leydim?''

Elimi çekip eteklerimi avuçladım. Lerko odamın kapısını açıp geri çekilirken ''Hayır.'' dedim. ''Hadi gidelim.''

Başını eğip geçmem için bekledi. Derin bir nefes alıp ilk adımımı attım. Oturma alanının ortasına vardığımda Lerko odamın kapısını kapatıp yanıma döndü.

''İleticim nerede?''

''O-''

Lerko'nin kelimeleri Ripreus'a ait odanın kapısı açılınca yarım kaldı. Geniş omuzları ve kaslı gövdesi ile göz dolduran ileticim benim gibi beyazlarla sarmalanmıştı. Onun gibi asık suratlı bir adamda bu rengin komik duracağını düşünüp eğlenmiştim.

Ripreus'a bir rahip cübbesi giydirmelerini beklemiştim. Çok yanılmıştım.

Baldırlarını saran binici pantolonu ve yeni kolalanmış gömleği ile oldukça çekiciydi. Onunla ilgilenen her kimse tüm itirazlarına rağmen kılıcını kuşanmayı ihmal etmemiş, tüm o beyazlığın içinde siyah kını ile görünüşünü daha çarpıcı hale getirmişti.

Beğeni ile bedenini süzdüğümü fark edince kendimi içsel olarak sarsıp suratına odaklandığımda bulmayı beklediğim aksi ifadenin yerinde hayran bir bakış görünce afalladım. Obsidiyen rengi gözleri bedenimi süzerken açıkta kalan tenim ürperdi.

Nefesim nedensizce hızlanırken bakışlarımı yüzünde dolaştırdım. Onunla her kim ilgilendiyse tıraş olmasını sağlamış, saçlarını geriye doğru yatırıp yüzünün köşeli hatlarının öne çıkmasına neden olmuştu.

Madam'ın beni sokak kedisinden bir pantere dönüştürdüğünü söylemesi gibi birileri Ripreus'u bir askerden beyazlar içindeki bir prense çevirmişti.

Bakışlarımız buluşunca irkildi. Dudaklarım alaycı bir hazla kıvrıldı. Onu her seferinde bedenimi süzmeyecek kadar erdemli olmasıyla suçlarken ilk kez kendi sınırını geçip gözlerini güneye yönlendirmişti.

Gözlerindeki beğeni hızla yerini sertleşmiş ifadesine bırakırken alaycılığımı görmezden geldi. O sırada birbirimizi süzmemiz için yeterli sürenin geçtiğine karar veren Lerko konuştu. ''Törenin yapıldığı yere kadar kapının önündeki muhafızlar size eşlik edecek, sizi bekliyorlar.''

Ripreus hemen savunma pozisyonuna girip duruma karşı hoşnutsuzluğunu dile getirmeye hazırlanıyordu ki öne çıkıp ''Elbette onların bize öncülük etmesi iyi olur.'' dedim.

Sözlerim mi yoksa ona attığım çeneni kapa ve yürü bakışı mı etkili oldu emin değilim ama Ripreus sessiz kaldı. Oturma alanını ardımızda bırakıp dış kapıya varmıştık ki bileğimi yakalayıp beni durdurdu.

''Ben önden gideyim.'' diye açıkladığında olası tehlikelerden korunmam konusunu ciddiye almasına memnun olsam da tedirgin oldum. Doğru olan bu muydu?

Seçilmiş ve ileticisinin birbirinin yoldaşı olduğunu söyleyen metinler, bir arada yürürken hangi kurallara uymaları gerektiği konusunu es geçmişti.

Önden yürüyüp ileticimin peşimden gelmesine mi izin vermeliydim yoksa onun önümde yürümesine mi? Ya da hepsini boş verip asiller gibi koluna girip yanımdaki adamı bir centilmen kendimi de leydi olarak mı lanse etmeliydim?

Kafa karışıklığı ile bocalarken Ripreus kapıyı açıp muhafızların bizi görmesine izin verdi. Acele ile suratlarını okuyup onaylamayan bir mimik yakalamaya çalıştım. Ama parlak zırhlarının içinde en az Ripreus kadar suratsız olan iki muhafız bize bir an için bakıp yürümeye başladığında Ripreus'un önden gitmesine izin verdim.

Birileri onun üzerine atlarsa kaçmak için vaktim olurdu. Kraliyet sarayında nereye kaçacaksam artık. Kaçma fikrini hızla eleyince ayaklarıma bakıp topuklarımın ne kadar sivri olduğuna göz attım. On santimlik topuklar ile birinin boğazını yarabileceğimi sanmasam da canını yakabilirdim.

Zihnimden geçen cinayet fikirlerinden haberdarmış gibi Ripreus boynunu çevirip bana baktı. Ona en tatlı leydi gülümsememi sunup omurgamı dikleştirdim. Kürek kemiklerinin arasında gerilen gömleğine odaklanıp varacağımız noktaya kadar kirpiklerimi yarı kapalı tuttum.

Ben terbiyeli ürkek bir leydiyim. Verdiğim mesajın bizi izleyen gözler için yeterli olmasını umup muhafızların gösterdiği yolda ilerlemeye devam ettim.

Etrafımızı sarmalayan bel hizasındaki bodur çalılar bitince kendimi rahiplerin ve minyatür ilah heykellerinin olduğu alanda buldum. Hala mermer deliklerin içinde dalgalanan renkli alevler vardı. Bakışlarım hızla Şarlatan'ın mermer bedenine kaydı. Bütün heykellerin arasında tek renkle sarmalanmış olan sadece oydu.

Farklılık bir lütuf mu yoksa lanet miydi? Yorumlamaya açıktı.

Muhafızlar durmayıp alanı geride bırakırken dönüp bir daha ilahların heykellerine göz atmadım. Kraliyet sarayının ana kapısının açıldığı avluyu geride bırakıp halk için olan kapının ulaştığı geniş boşluğa doğru ilerlerken daha çok gözün üzerimde dolaştığını hissedebiliyordum. Sesler ve kokular etrafımızı sararken Ripreus'un sırtındaki kaslar gerildi.

Olası bir tehlikeden çok birazdan önlerinde dikileceğimiz kalabalık yüzünden gerildiği kesindi. Kendim de aynı durumdaydım.

İnsanların ortasına atılıp bütün krallığa yüzümü göstermek her zaman en büyük korkularımdan biri olmuştu. Şimdiyse kendi ayaklarımla korku kapanıma adım atmaya hazırlanıyordum.

Birkaç dönemeç ve hızla atılan adımlardan sonra kendimi yarı aydınlatılmış bir koridorda buldum. Muhafızlardan kısa saçlı, esmer olanı ''Burada bekleyin, sıranız gelince rahip size eşlik edecek.'' dedi.

Ripreus başını eğdi bense sessiz kaldım. İkili bizi ardında bırakıp halkın taşan coşkusunu frenlemek için diğerlerine katılmak için harekete geçince omuzlarımı düşürüp rahat bir nefes aldım. ''Tahminimden daha çok geriliyorum.''

İleticimin sağ eli kılıcının kabzasına kayıp gerildi. ''Seni koruyacağım.''

Tüccarların renkli tüylerini ve kelimeleri tekrar etmesini övdüğü egzotik kuşlar gibi Ripreus'un sürekli korunmam hakkında ettiği kelimeler gülmeme neden oldu. Zarif bir leydiye yakışmayan kıkırdamam dudaklarımdan dökülürken bana kaşlarını çattı.

Elimi uzatıp kıvırdığı gömleği yüzünden açıkta kalan tenine dokundum. ''Ona eminim kudretli şövalyem.''

Parmaklarımı itip neşeli halimi kasveti ile boğdu. ''Endişe etmene gerek yok. Saat stratejisi ile platforma çıkmamızı istiyorlar.''

Tek kaşımı kaldırdım. ''Yani?''

''Seçilmişlerin birbirlerine yakın olmasını istemiyorlar.''

''Onu da nerden çıkardın?''

Boynunu gerip arkamızda kalan karanlık koridoru işaret etti. ''Bizi getirdikleri yoldan.''

Yarı karanlık bir alanda bekletilmek elbette bana da bazı fikirler vermişti. Ama Ripreus'un çıkarımlarına dayanak sunması için bekledim. Bakışlarımı fark edince konuşmaya devam etti.

''Bu alanda on iki tünel var, hepsi birbirine bakmayan giriş ve çıkışlara sahip. Sırası gelen tünelden geçip platforma çıkacak ve aynı yoldan geri dönecek, böylece birbirimizi görmek için zamanımız olmayacak.''

''Bütün seçilmişlerin aynı anda sergileneceğini sanıyordum.''

''Yeterince hızlı hareket etmenizi sağlarlarsa biriniz platformdan inerken diğeriniz çıkacaktır. Rakiplerinin sırtını görmekten fazlasını yapabileceğini sanmıyorum.''

Dudağımı ısırıp parmaklarımla çenemde ritim tutarken ''Neden bir arada olmamızdan bu kadar kaçınsınlar ki?'' dedim. Gözlerimi suratına dikip devam ettim. ''Halka kendimizi gösterirken bir anda birbirimizin gırtlağına yapışacak değiliz.'' Tek kaşımı kaldırıp güldüm. ''Ya da birbirimizi sırtımızdan bıçaklamayacağız.''

İfadesi katılaştı. Oyunbaz yanımın sırtından bıçaklama fikrine sıcak baktığını ona söylemediğim iyi olmuştu.

Sıktığı dudaklarını aralayıp ''Gelenekler yüzünden böyle.'' dedi.

''Gelenek mi?''

''Eski zamanlarda asil kanı korumak için böyle bir düzen sağlanmış, öyle de devam etmiş.''

Sözlerini hızla zihin süzgecimden geçirirken demek istediğini kavrayıp homurdandım. ''Kraliyet ailesi her oyunda yer aldı.''

Başını öne eğdi. ''Iondora'nın seçilmişi.''

Alayla güldüm. ''İlahlar kutsasın, veliahttı öldürmeye çalışan çılgın kimdi?''

Ripreus'un yanağında bir kas gerilip atmaya başladı. ''Alaycılığın yüzünden bir gün canın yanacak.''

Yüzümü buruşturup ona kafa tuttum. ''Senin kasıntılığın kadar yakamaz.''

Bedeni ile sindirmek ister gibi bana doğru bir adım attı. Bana erdemli kelimeleri ile ders vermesini beklerken karanlıkta hafifçe parlayan gözleri ile ''Tibertia.'' dedi.

İsmimi öyle hırıltılı bir tonda söyledi ki hislerimde bir anlık karmaşa yarattı. Kaçıp ilk bulduğum deliğe saklansam mı ona daha çok yanaşsam mı bilemedim.

Neyse ki bu delilik anını bize koşarak yaklaşan rahip böldü. ''Sıranız geldi.''

Ripreus gerileyip koruyucu varlığı ile rahiple arama girdi. Gövdesi suratımı gizlerken hızla dul tüccar eşi kimliğimi mimiklerime oturttum. Başımı dik tutup ellerimi önümde kavuşturduktan sonra bir adım öne çıktım. ''Yolu gösterin.''

Önümüzde yürüyen rahip daha önce Şarlatan heykelinin yanında dikilenle aynı kişiydi. Birileri giydiği cübbe konusunda ilahın taleplerini ciddiye alıp ona yeni beyaz bir tane vermişti.

Sol göğsünde diğer rahipler gibi ilahi bir işaret olmasa da bizimle uyumlu olduğu kesindi. Ripreus'un dediği gibi adımlarımızın yankılandığı tünelden geçip seslerin bizi kucakladığı alana vardık. Birkaç adım önümde yükselen platformun ahşap basamaklarına doğru sırtıma koyulan elle ittirilince itiraz etme şansım olmadan ilk basmağa sağ ayağımı bastım.

Bir an panik beni ele geçirip kaçma dürtümü kamçılarken duraksadım. Rahibin homurdanıp yanımdan geçmesine izin verdim. Benden önce coşkulu kalabalığı karşılayıp ''Moalkica'nın seçilmişi!'' diye duyururken sırtımdan aşağıya soğuk terler süzüldü.

İç sesim yine tüm şirretliği ile zihnimi ele geçirdi. Herkes yüzünü görecek. Mimlenmek için kendi ayaklarınla geldin.

Dişlerimi sıkıp onu bastırmaya çalıştım. Sus lanet olası.

Dolandırdığın asiller seni bulunca çok eğlenceli olacak. Tabi prens her şeyden önce seni zindanlarına atmazsa.

Gerilen sinirlerim ile tırnaklarımı avuçlarıma gömerken bütün sesler boğuklaştı.

''Arkandayım.''

Bütün o karmaşanın içinde Ripreus'un her zamanki düz tondaki sesini duymak beni kendime getirdi. Derin bir nefes alıp platforma çıkarken yoldaşımın beni koruyacağına inandım.

Benden önce platforma çıkan hangi ilahın seçilmişiyse sırtını görmedim. Üzerime dikilmiş yüzlerce göz varken rakibimi süzmeyi unutmuştum. Panik boğazımın kurumasına neden olup kalbimin atışları kulaklarımda yankılanırken kasılan çenemi gevşettim. Her yaş, cinsiyet ve kesimden insanların gözleri önünde sergilenirken yüzümde bir gülümseme tutmayı başarmak yaptığım en zor şeylerden biriydi.

Atmış yılda bir şansın yüzüne güldüğüne inanılan seçilmişlerin herkes tarafından neşeyle karşılanacağını düşünürsünüz değil mi? Ah bir de ilahların masasından sürgün edilmiş bir tanrının seçilmişi olmayı deneyin.

Diğer ilahların seçilmişlerini karşılayan coşku ve destekleyici nidalar bir anda kesilmiş, mutluluk dolu çehreler şüphe ve korku ile değişime uğramıştı.

Bense bir aptal gibi sırıtıp rahibin Şarlatan hakkında konuşmasının bitmesini bekliyordum. Söylediklerinin tek kelimesini bile hatırlamıyorum, dinlemek yerine bakışlarımla kalabalığı taramaya odaklanmıştım. Derpia'nın bir yerlerde pembe göz bağı ve bastonu ile dikildiğini, Yerka'nın Kara Baron'a bilgi vermek için gizlendiği bir köşeden beni izlediğini biliyordum.

Kırmızı Fener'de ertesi gün yayılacak dedikoduları düşünmek bile midemin ağrımasına neden oluyordu. Derpia'nın yüzüne yayılacak hayal kırıklığı ve Yerka'nın öfkesini düşünmek içimin suçluluk ile dolmasına neden oluyordu.

Endişelenmem gerekenin dostlarımdan çok düşmanlarım olduğu gerçeği de gerilen sinirlerime pek iyi gelmiyordu. Planlarını bozduğum gerekçesiyle farklı kesimlerden suikastçıların boğazıma dayanan hançerlerinin soğuk dokunuşlarını neredeyse hissedebiliyordum.

İç sesim durumu daha da beter hale getirmek için zihnimde mırıldandı. Tabi eve dönmeyi başarabilirsen.

Oyunlardan sağ çıkıp Sammy ile Kırmızı Fener'e geri döndüğüm hayaline tutunmayı seçip dişlerimi sıktım. Kapa çeneni sürtük.

''...ve ilahlardan Moalkica onu kutsadı. Seçilmiş olan, ilahın yolunu aydın kılsın. İletici olan, yoldaşlığın daim olsun. Çember Oyunları'nda yol almak için dileklerinizi tutun. Tuttuğunuz dilekler gerçek olsun diye elinizden geleni yapın.''

Rahibin sözleri bitince ikimiz de başımızı eğip bizi izleyen insanlara selam verdik. Eteğime takılmadan platformdan inmeyi başardığımda tuttuğumu fark etmediğim nefesimi verdim. Bütün herkesi ve her şeyi ardımda bırakıp karanlık tünelde yeniden yol aldım.

Ripreus ile tek kelime etmeden muhafızların önderliğinde yeniden konuk evine döndüğümüzde Lerko bizi kapıda karşıladı. Korku dolu bir çehre yerine sevecen bir ifade görünce neredeyse koşup boynuna sarılacaktım.

Ta ki ağzından o dehşet dolu sözler dökülmeseydi.

''Leydim acele etmeliyiz. Bu akşam kraliyet balosuna davet edildiniz.''

***

Görüşlerinizi benimle paylaşır ve oylarınız ile destek olursanız sevinirim.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top