31.Bölüm: Gerçekler

Keyifli okumalar...

***

Yüz ifadesi hoştan ürkütücüye dönen prens, kibirle öne çıkardığı çenesiyle konuştu. ''Rahatsız edilmek istemediğimi belirmiştim. Git bakanlardan birine durumu ilet.''

Muhafız resmen yerinde titredi. ''Emredersiniz.''

İkili girdikleri hızla odadan çıkıp beni en tehlikeli rakibim ile baş başa bıraktığında parmaklarım eteklerime gömülmüş, gözlerim kocaman açılmıştı.

Neden buradaydı?

Beni öldürmek ya da Çember Oyunları'ndan elemek istese onun sarayında kalırken istediğini elde edebilirdi. Benimle görüşmesinin hiçbir anlamı yoktu.

Kraliyet balosunda Prens Hezmian ile dans ve sohbet ettiğim gerçeği bana çarpınca ürperdim. O zaman da sesindeki rahatlık ve bedenindeki hükmeden havayı fark etmiştim fakat sarı saçları Iondora'nın soyundan gelen kraliyet ailesinin pek çok uzaktan akrabası ve yakın kuzenleri vardı.

Berno'nun hitap şekli yüzünden onun bir arşidük olduğunu düşünmüştüm. Yakın dereceli bir kuzende aynı genetik özellikleri taşıyabilirdi.

Lanet olsun. Prensin beni ilgi çekici bulması hiç mantıklı değildi. Biri bana baloda dans ettiğim kişinin krallığın gelecek hükümdarı olduğunu söylese ona kahkahalar ile gülerdim. Şimdi ise damarlarımdaki kan buz kesmiş gibiydi.

Haftalar önceki ilk buluşmamızdaki saygısız tutumum yüzünden mi yoksa şimdi ondan kaçmaya çalışıp uygun hitap etmedim diye mi beni idam ettirecekti?

Tüm kutsal olan şeyler adına!

Tek emri ile hayatımı alabilecek prens benimle nasıl bir oyun oynuyordu?

''Aklından geçen her düşünce yüzüne yansıyor biliyor muydun?''

Yutkundum. ''Efendim?''

Dudakları kıvrıldı. ''İşte tam da bu sebepten kimliğimi gizli tutuyorum, prens olduğumu öğrenen herkes karşımda titriyor.'' Sandalyesinde geriye yaslanıp bedenimi süzdükten sonra ekledi. ''Senin gibi.''

Derin nefesler alıp sakinleşmek için çabaladım. Sesimi bulduğumda başımı masaya doğru eğip ''Saygısız tutumum yüzünden özürlerimi sunarım prensim.'' dedim.

Elini sallayıp af dilenmemi geçiştirdi. ''Kafanı kaldır, bu sözlerle etrafımda karga sürüleri gibi toplanan çok fazlası var.'' Sol kolunu masaya dayayıp ardından çenesini de yumruk yaptığı parmakların üzerine koydu. ''Ben eğlenceli leydimin benimle açık şekilde konuşmasını tercih ederim.''

İlahlar beni tepsin! Ne yapacağım?

Prens ile rahat konuşursam ve beğenmezse beni saygısızlıkla suçlayabilirdi. Resmi konuşursam da emrini dinlemediğim için bedel ödetebilirdi.

En sonunda ''Siz nasıl dilerseniz ekselansları.'' dedim.

''Prensim.''

Çekingence ona bakıp sordum. ''Efendim?''

''Bana ekselansları deme. Prensim demen daha çok hoşuma gitti.''

Bir unvan aynı zamanda sahiplenen bir hitap şekli olan kelime huzursuz olmama neden olsa da başımı eğip kabul ettiğimi gösterdim.

''Hadi yemek yiyelim.'' diye ilan edip çatal bıçağını eline aldığında ben de ona uyum sağlamak zorunda kaldım.

Tabağıma aldığım çilekli turtayı – en yakında o vardı- küçük parçalara kesip kasılan mideme zorla yollarken prens kendi kuzu etini iştahla yemeye devam etti.

Tabağa sürtünen metal seslerinin arasında ''Bana kendinden bahset leydim.'' dediğinde sesinde otorite vardı. Bir emir.

Kendine gel Tia. Sen rol yapmak konusunda iyisin. Toparlan!

İçsel azarlamamın ardından rolüme sıkıca yapıştım. Dudaklarım zarif bir tebessüme ev sahipliği yaparken ona saraya gelmeden Ripreus ile kararlaştırdığımız hikayeyi anlatmaya başladım.

Uzak krallıktan tüccar eşimle yolculuk yaparak Sotaina Krallığı'na geldiğim, elem bir şekilde kocamı hastalıktan kaybettiğim, tek başıma kocamdan kalanlarla yaşamımı sürdürdüğüm hikayesinin her detayını atlamadan anlatıp dudaklarımı kapatmıştım ki prens konuştu.

Bakışları tabağındaki elma dilimlerinden ayrılmamıştı. ''Senin en eğlenceli yanlarından biri de bu.''

''Anlayamadım prensim.''

Başını kaldırıp yarı kapalı göz kapaklarının arasından bana kısa bir an göz attı. ''Bu hikayeyi sen mi yazdın yoksa yardım mı aldın?''

Bedenimdeki kaslar kitlenirken şah damarımın üzerinde gezen bir hançer varmış gibi gerildim. ''Özür dilerim. Yanlış bir şey mi söyledim?''

''İşte yine oluyor.'' deyip bıçağını tabağa atınca çarpma sesi odada yankılandı. Bense karnıma kılıç sağlanmış gibi yerimden sıçradım. Masanın üzerinden aldığı kumaş peçete ile dudaklarını silerken kehribar gözlerinde hoşnutsuz bir ifade vardı. ''Prens olduğum için dilenen özürler ilgimi çekmiyor leydim.''

Ne diyeceğimi bilemeyip dudağımı ısırdım. Prens Hezmian ise konuşmaya devam etti. ''Özürler ve yalanlar ikisinden de nefret ederim.''

Sıktığım çatal ahşaptan olsa çoktan kırılırdı. ''Aptallığımı maruz görün.''

Peçeteyi masaya atarken ifadesi eğlendiğini belli ediyordu. ''Ah leydim çevremde pek çok zekası kıt insan var.'' Sandalyesini itip bana yaklaşırken başını bir yırtıcı gibi hafifçe yana eğip ''Ama sen onlardan biri değilsin.'' dedi.

Sandalyemden kalkıp kapıya koşsam beni yakalayabilir miydi? Yoksa kapının önünde muhafızlar mı beni yakalardı?

Her türlü zaten yüzümü görmüştü. Bulunduğumuz odanın adı bir an da çok manidar gelmeye başladı. Elmas kafes. Burası ne kadar ışıltılı ve lüks görünse de şu an benim için bir kafesti.

Her an yerimden zıplayacakmışım gibi bacaklarım gerilirken Prens Hezmian bedenimden yarım metre uzakta durdu. Bakışları benden ayrılıp masayı taradıktan sonra sülün eti dolu bir tabağı eline alıp arkama geçti.

Sol tarafımdan tabağı uzatıp önüme koyarken kızarmış kuşun üzerinden kafes göndermesi yaptığına emindim. Kanatlarımın kopmasını istemiyorsam yerimde sabit kalmalıydım.

Prens geri çekilmek yerine kulağıma doğru başını eğip konuştu. ''Bana gerçek hikayeni anlat.'' Sıcak nefesi saçlarıma dokunurken sağ elini kaldırıp omzuma koydu. Dokunuşu ile irkildim. Bu onu güldürdü. ''Sana söyledim ben yalanları sevmem.''

Burnu saçlarımın içine gömülüp derin bir nefes alırken omzumdaki eli boynuma kayıp şah damarımı okşadı. ''Tibertia.''

Dudaklarından dökülen isimle paniğim alev aldı. Prens Hezmiam benim kim olduğumu biliyordu!

Başından beri benimle oyun oynamıştı. Nefesim hızlanıp korsem göğsümü sıkarken hareket edemedim. Aklım durmuş gibiydi zekice tek bir kelime dudaklarımdan çıkmadı.

En sonunda teslim olmayı seçip ''Benim kim olduğumu ve hikayemi zaten biliyorsunuz.'' dedim.

''Öyle.'' dedikten sonra burnunu yanağıma sürtüp kulağıma fısıldadı. ''Kırmızı Fener'in ünlü hırsızı. Kara Baron'un kızıl piyonu. Lanetli tanrının seçilmişi.''

Sözlerine ekleyecek hiçbir şeyim yoktu. Prens çoktan geçmişimi, kim olduğumu ve sarayda ne yaptığımı öğrenmişti.

Dokunuşu bedenimin titremesine neden olurken baş parmağı boyun çizgimi takip etti. ''Ekleyecek başka bir şeyim yok prensim.''

''Bu kadar ürkek olma, krala saygılarını sunarken kanla sergilediğin sahnede oldukça cüretkardın.''

Loca etkinliğinde Şarlatan'ın göğsüne kendi kanımla onun sembolünü işlerken bedenimin kontrolünün bende olmadığını prense söyleyemezdim. Ardından Kral Zecta'ya saygılarımı sunmuş, kraliyet locasının önünde eğilmiştim. O sırada hissettiğim kafa tutma güdüsü kesinlikle bana ait olamazdı. Hele ki altın zırhı ile prens o an bütün dikkatini bana vermişken.

Zırhlı ellerinin balkon korkuluğunu nasıl sıktığını hatırladığımda neredeyse acıyla inleyecektim. O an Prens Hezmian'ında dediği gibi fazla cüretkardım.

Tam özür dilemek için ağzımı açmıştım ki prensin yeniden özürler ve yalanlardan hoşlanmadığını söyleyeceğini fark edip dudağımı ısırdım. ''Ürkek olmamı istemiyorsanız hoşgörünüzü talep etme cüretinde bulunabilir miyim?''

Prens kıkırdadı. ''İşte sivri zekan ve oyunbaz kelimelerin, bunlar hoşuma gidiyor.''

O an ilahlara beni böyle boktan bir olayın içine attıkları için küfretmek, karşımdaki prense de delirdin mi be adam? diye bağırıp tokat atmak istiyordum. Yine de dudaklarımdan başka sözler döküldü. Sonuçta başımı bedenimle bütün olduğu haliyle seviyordum.

''Sizi eğlendirebilmek bir onur.''

Prens benden biraz uzaklaşıp yanımda dikilmeye başladığında önüme bakmaya devam ettim.

''Öyleyse beni daha çok eğlendir Tia.'' Yalnızca sevdiğim ve değer verdiğim insanların bana ismimin kısaltılmış hali ile seslenmesine izin verdiğimi prense elbette söyleyemedim. Zaten prenste konuşmaya devam etti. ''Yüzyıllardır yok sayılan bir ilaha neyine güvenip kan yemini ettin?''

Soru beni şaşırttı. Bu yüzden başımı hızla çevirip prensin yüzüne baktım. Yüz ifademi okuyup tek kaşını kaldırırken gülümsedi. ''Ne yaptığından haberin bile yok ha?''

''Ben, ben...'' Dudaklarımı yalayıp sustum.

Prens masaya dayanıp tabağımdaki sülün etine hala elimde tuttuğum çatalı alıp sapladı. Görüntünün verdiği mesaj midemin bulanmasına neden olurken ''Hiç düşünmedin mi mavi gülüm? Neden bunca zaman kimse ilahların sunağına kanını akıtmadı?'' diye sorularını sıraladığında benim verecek cevabım yoktu.

''Bilmiyorum.'' demeyi başardığımda prensin yüzü asıldı. Ardından aklına eğlenceli bir şey gelmiş gibi kıkırdadı.

''Anlatmaktansa senin keşfettiğini izlemek daha zevkli olacak.''

Tamam, Şarlatan'ın seçilmişi olmak için istemeden kanımı sunağına sıçratmıştım. Bu kan yemini de neydi?

Ben kimseye yemin falan etmemiştim. Keşfetmem gereken şeyin hiç hoşuma gitmeyeceğine prensin yüzündeki ifadeyi görünce emin oldum. Yine de tek kelime etmedim.

Prens masadan bıçağı alıp sülün etini parçalarken sergilediğimiz oyunda sırasını bekleyen bir kukla gibi hareketsiz ve sessiz kaldım. Dilimlenen et parçalarından birini çatala batırıp ardından bana uzandı.

Boşta kalan eliyle çenemi yakalayıp açmamı talep ederken çatalı dudaklarıma yaklaştırdı. Etin zehirli olabileceği düşüncesi bir an beni gerse de prens aklımdan geçenleri okumuş gibi konuştu.

''Merak etme senin kadar eğlenceli bir kadını zehirlemem.'' Baş parmağı ile çenemi aşağıya doğru çekerken pek çok vaadi içinde taşıyan kehribar rengi gözleri ile bana baktı. ''Seni daha uzun süre yanımda istiyorum.''

Yumuşak et ağzıma ulaşıp tadı dilimin üzerine yayılırken dudaklarımı çatalın üzerine kapattım. Prens memnun bir ses çıkarıp yutmamı bekledikten sonra bana yeni bir parça uzattı.

Iondora'nın seçilmişi, Sotaina Krallığı'nın varisi beni elleriyle beslerken hayatım boyunca olmadığım kadar uysaldım.

Tabaktaki son parçayı ağzıma uzatmıştı ki odanın dışından gürültü geldi. Prens Hezmian bakışlarını kapıya çevirip dudaklarını kıvırdı. ''Anlaşılan beklediğim kişi gelmiş.''

Kimi beklediği ya da ne yapmak istediği hakkında aklımda sorular birbirini kovalarken kapılar savrularak açıldı. İçeriye nefes nefese kalmış Ripreus girdi. Bakışları benim ve prensin oldukça yakın görünen halimizi bulunca yüzü öfkeyle buruştu.

Kara gözlerinde Şarlatan'ın işareti deli gibi parlarken hala prensin eline tutsak olan çenemi geri çekmeye çalıştım. Ripreus beline uzanıp kılıcını çekmek ister gibi sağ elini sıkınca paniğe kapılıp onu durdurmak için ağzımı açmıştım ki Prens Hezmian'ın kelimeleri ile donakaldım.

''Biz de seni bekliyorduk paladin.''

Şaşkınlık ve kuşku aynı an da bedenimi ele geçirip başımı hızla Ripreus'a çevirmeme neden oldu. Prensin dalga geçtiği ya da yalan söylediği hakkında konuşmasını beklesem de tek yaptığı bana gözlerini dikip sessiz kalmak oldu.

İdrak ettiğim gerçek ile hayal kırıklığı, acı ve öfke içimde bir volkan gibi patladı. ''Bu da ne demek?''

Prens kahkaha attı. ''Ah ileticin sana kim olduğu gerçeğini söylemedi mi?''

Kulaklarımda anlamsız sesler uğuldayıp önümdeki sahnenin bir kabus olduğunu dilememe neden olurken odaya Ripreus'un prense saldırmasını engellemek için muhafızlar girdi.

Kollarından tutulup geriye çekilerken direnmedi. Bir an için gözlerini benden ayırmaya Ripreus ''Tibertia.'' diye yalvarır gibi adımı söylerken ellerim yumruk haline geldi. Tırnaklarım avucumda kızıl hilaller oluşturup etime saplandı.

Prens Hezmian çenemi yakalayıp yüzlerimizin arasında bir karıştan az mesafe kalırken keyifle gözlerimin içine baktı. Yakışıklı çehresinde yırtıcı bir ifade hayat bulurken oynadığı oyunun son sahnesinde dudaklarından dökülen kelimeler ile her şeyi mahvetti.

''İleticin zavallı kardeşimi öldüren kişi.'' Kalbim acıyla kasılırken şakaklarıma ağrı saplandı. ''Prens Kenyon'a ihanet eden paladin.''

Prensin sözleri ile ayaklarımın altındaki zemin bir an da yok olmuştu. Çoktan oturmuyor olsam yere düşerdim.

Çığlık atmak istedim. Aptal!

Bunca zaman beni intikamı için kullanan, kimliğini gizleyen bir adama güvenmiş, onu öpmüş hatta kalbimi kaptırmıştım.

Ripreus'un ''Tia.'' dediğini duyunca öfkeyle yanan bakışlarımı ona çevirip tısladım.

''Bana sakın öyle seslenme.'' Sesim zehirli bir hançer kadar kesindi.

Obsidiyen kürelerden pek çok his geçip bana ulaşmaya çalışsa da ona sırtımı döndüm.

Bana yalan söylemişti! Her şey hakkında beni kandırmıştı!

Ripreus, bir saray katibi değildi.

Prens Kenyon'un paladiniydi!

Ensem bir dokunuş ile karıncalanıp Şarlatan'ın varlığını bana hatırlatırken dudaklarımdan acı bir ses kaçtı. İlah zihnimde iki kelimenin yanmasına neden oldu.

Bedel ödendi.

Yansımanın talep ettiği bedel buydu. Gerçekler.

***

Ve final! 🧨😈

Son söz bölümüne bakmayı unutmayın!😉

Görüşlerinizi benimle paylaşır ve oylarınız ile destek olursanız sevinirim.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top