30.Bölüm: Elmas Kafes
Keyifli okumalar...
***
Lerko beni bulup elime bir mektup tutuşturduktan sonra odama kendimi kapatmıştım. Yatağımın üzerine oturmuş, avuçlarımın arasında tutuğum hançere bakıyordum. Ripreus parmaklarımın arasından kabzayı alıp göğsüme saplamış gibi hissederken sol yanağımdan bir damla yaş süzüldü.
Bu kırılma noktam oldu.
Hıçkırıklara boğulmadım, yabancısı olduğum kalbimi sızlatan duygulara lanetler etmedim. Onun yerine her zaman yaptığım gibi kendimi korumak için sığındığım alaycılığımı sıkıca kuşanıp yüksek sesle kahkaha attım.
Ne de aptaldım.
Başından beri beni yalnızca intikamı için kullanan adama kalbimi kaptırmıştım. Onun kollarında güveni, huzuru çoğu zamanda arzuyu hissetmiştim. Ona dokunmuş, onu istemiş, onu öpmüştüm.
Ve her seferinde beni görmezden gelmiş, bir papağan gibi aşık olduğu kadın hakkında bilmediğim şeyler olduğunu vurgulamıştı.
Kendi iradesi ile Elka diyen şefkatli sesi zihnimde takılı kalmış bir plak gibi dönerken ona Tia demesi için yalvaran bendim.
Yeniden kahkaha attım.
Kendime zeki diyebilir miydim ki? Kulaklarıma dolan aynı sözleri her seferinde duymazdan gelip daha derine gömülürken aklım neredeydi?
Ben Kırmızı Fener'in ünlü hırsızı, dolandırıcısı ve oyunbazı Tibertia'ydım. Erdemli ileticimin aksine zevki istediğimde tadar, ihtiyacım olduğunda insanları soyar, eğlence olsun diye oyunlar oynardım.
Ben kazanmak için vardım.
Ciddi, sınırlar diken, beni arzulamayan bir adama nasıl yenilmiştim?
Aptal, aptal, aptal.
Daha on yedi yaşındanken Madam'ın beni Kadife Lale'deki odasına çekip konuştuğu zaman söyledikleri yayından çekilmiş oklar gibi zihnime sağlandı.
''Canının yanmasını istemiyorsan güvenme, inanma ve kapılma. Aksi halde küçük panterim senden daha sivri pençeleri olan biri göğsünde bir boşluk bırakır.''
O gün ona gülmüştüm. Şimdiyse hak veriyordum.
Kendimi yatağa sırt üstü atıp hançeri göğsümün üzerine kaldırdım. Dramatik bir aşık gibi ruhumu ölümle takas etme fikriyle yeniden kahkaha attım.
Bu ben değildim.
Arka bahçede dokunuşları, sevgisi ve kılıcı ile kendisini başka bir kadına adamış Ripreus için yas tutmayacaktım.
Madam ona güldüğümde çok toy olduğumu söylemiş, ardından öyle bir an için bana anlayamadığım bir öğütte bulunmuştu. Erkeklerin kalbine hitap etme sanatını yöneten bir kadının sözlerini şimdi bile çok net hatırlıyordum.
''Düştüğünde seni kaldıracak tek kişi yine sensin küçük panter. Pes eden o aptallardan olma.''
Doğrulup yatağın üzerindeki mektubu ellerimin arasına aldım ardından hançer ile zarfın ağzını kestim. Okuduğum satırlar ile dudaklarım kıvrılırken beni duyamasa da Madam'a ''Kalkmak benim en iyi bildiğim şey.'' dedim.
Kırık bir ayakla çatılarda koşabiliyorsam kırık bir kalple de savaşabilirdim.
Kılıcım ya da zırhım yoksa kime ne, Kadife Lale'nin gözde cariyesi Litifa'nın da dediği gibi benim silahlarım kırmızı dudaklarım, kömür karası kirpiklerim, ipeksi saçlarım olacaktı. Göğüsler ve bacakları da es geçmeyecektim.
Kuşandığım kararlılık ile daha dik dururken ''Lerko!'' diye seslendim. Hizmetçim saniyeler sonra odama girince ona en göz alıcı gülümsememi sundum.
''Bu akşam için beni göz alıcı bir kelebeğe dönüştür.''
Lerko ''Emredersiniz leydim.'' dediğince çoktan planım kafamda şekillenmişti.
***
Eşlikçimle birlikte kraliyet sarayının içine girdiğimde göz alan zenginliğe kapılmamak elde değildi. Şu ana kadar yalnızca sarayın avlularında, eğitim sahasında ve halk için olan sahnenin kurulduğu girişinde bulunmuştum. Geçişler için tüneller kullansam da tamamen iç kısma girme imkanım olmamıştı.
Asillerin kanadı olarak bilinen Güvercin Salonu'nda markinin ikinci oğlu Berno ile buluşacaktım. Planladığım gibi ona yazdığım mektubu Lerko, Berno'ya iletmişti. Gün sona ermeden ise cevabı gelmiş, beni kendime acıma ve kalbimi avutma seansımdan özgür kılmıştı.
Bir amacım vardı ve harekete geçmek için bundan daha iyi bir zaman olamazdı.
Bu yüzden Lerko'nun bana şeftali rengi ipek ve saten karışımı giydirdiği elbisenin korsesi nefes almamı zorlaştırsa da yüzümde samimi bir gülücük vardı. Kabarık etekleri ve kalp şeklindeki göğüs dekoltesi ile bu elbiseyi bilerek seçmiştim.
Hem göz önünde olan bir zenginlik hem de çekicilik sunuyordu. Zihnimdeki ses sürtük ve asil dediğinde ona karşı çıkmadım. Ne de olsa benim de amacım buydu.
Markinin ikinci oğlu kraliyet balosunda beni fazlasıyla çekici bir dul olarak gördüğünü belli ettiğinden ona görecek daha fazla şeyin olduğunu vaat etmeliydim.
Soyluların yatak odalarının bulunduğu kanadın hemen yanında görüşmeler için ayrılan Güvercin Salonu'na vardığımızda markinin kahyası durup kapıyı çaldı.
İki kanatlı, ahşap ve demir karışımı bir sanatın ürünü olan kapı iç taraftan açılınca kahya bana selam verip ''Önden buyurun leydim.'' dedi.
Yüzüme zarif bir tebessüm kondurup kahyanın dediğini yapıp ilerledim. Bakışlarım hızla etrafı taradı. Güvercin Salonu yaldızlı gümüş rengiydi. Tavandan sarkan avizelerin her birinde onlarca mum yanıyordu, duvarlar çeşitli sanatçıların resimleri ile doluydu, ayaklarımın altındaki parlak mermer zeminin üzerine kaliteli halılar yayılmıştı.
Oturma grupları ve masalar her yanda olsa da kahya yanımdan geçip ''Beni takip edin lütfen.'' dediğinde Güvercin Salonu'nun geniş yuvarlak mimarisinin aralıklarla yerleştirilmiş kapılar taşıdığını fark ettim.
Her kapının üzerinde gümüş bir plaka vardı. Görüşmek için daha özel odalar olduğunu tahmin ettiğim odalardan birine yönelen kahyanın peşine düştüm. Kısa sürede kapıya varınca durdum. Kahya geldiğimi belirtmek için benden önce odaya girip beklememi söyledi.
Ben de bu sırada kapıdaki plakada ne yazdığına odaklandım.
Elmas kafes.
Pestias markiliğinin simgesi olan mavi kuzgun olmasını beklesem de Berno kendi soyuyla böbürlenmek yerine mektubumda talep ettiğim gibi daha tarafsız bir odayı seçmişti. Sözümü dinlemesi şimdiden bende onunla oynayabileceğim izlenimi bırakırken gülümsedim.
Kahya ben sinsi sırıtışımı saklamaya anca zaman bulduğum an da kapıdan çıkıp beni selamladı. Gergince eğilip ''İçeri geçin leydim.'' dediğinde Pestias markiliğinin kahyasının benim gibi dul bir tüccar eşini onaylamadığını, Prenses Viventi gibi bir eşi hak eden Berno'nun uygunsuz randevusunu aşağılayıcı bulduğunu düşündüm.
Gerçi kahyanın ne düşündüğü umurumda değildi. Berno ona sessiz kalmasını çoktan emretmiş olmalıydı.
Derin bir nefes alıp elimle hızlıca buklelerimin hala düzenli olup olmadığını kontrol ettim. Lerko saatlerce saçımla uğraşmıştı, kötü görünmem onun emeğine hakaret olurdu. Yanımda bir cep aynasının olmaması ne kötüydü.
Kapıyı açan adamla harekete geçip hedefimle buluşmak için içeri girdim.
İlk fark ettiğim burasının bir oturma alanı yerine yemek yemek için ayrılmış özel bir oda olduğuydu. Masanın üzerinde her çeşitten meyve, çörekler ve etler vardı. Bir an içinde olduğum korse ile bir lokma bile yersem nefes almanın imkansız olacağını düşündüm.
Yiyeceklerle ilgili fikirlerimi kenara itip hem hevesli hem narin görünen bir yüz ifadesi takınırken masanın başında oturan Berno'ya bakmak için başımı çevirdim. Gördüğüm adam ile dudaklarımdan şaşkın bir ses kaçtı.
Tabağına koyduğu kuzuyu dilimleyip bana yüzünde çekici bir gülümseme ile bakan kişi Berno Pestias değildi.
***
''Sizi şaşırttım mı leydim?''
Bocalayan ifademi hızla toparlayıp ''Bulmayı beklediğim kişi siz değildiniz.'' diye açıkça cevap verdim.
Cevabım onu memnun etmiş olacak ki ''Sizi yeniden görmek istediğim için beni bağışlayın, Berno'ya mektubunuz ulaştığında yanındaydım ve harekete geçmek konusunda kendime engel olamadım.'' dedi.
Ne diyeceğimi bilemeyip dudaklarımı aralayıp geri kapadım. Benim markinin ikinci oğlu ile buluşacağımı bilen başka bir asil ya Berno ile çok yakın olmalı ya da sarayda bütün mesajlara erişimi sağlayacak kadar yüksek rütbeli olmalıydı.
Peki, karşımdaki adam hangisiydi?
Benim cevap vermediğimi fark edince elindeki çatal ve bıçağı bırakıp sandalyesini geri itti. Uzun adımları ile kısa sürede önüme dikildiğinde yüzünü görebilmek için başımı biraz geriye attım. ''Durum sizi memnun etmedi mi?''
Gözlerimi kırpıştırıp hızla gülümsedim. ''Ben kaba yetiştirilmedim lordum.''
Kısık sesle güldü. ''Yani bana cevap verirseniz kaba olacaksınız. Bu da memnun olmadınız demek.''
Bakışlarımı kaçırıp göğsüne odaklandım. Siyah ceketinin içine boyun kenarları işlemeli bir gömlek giymişti. Dokunmadan bile kumaşın oldukça yumuşak olduğuna emindim.
''Leydim?''
Hızla başımı kaldırınca onun bana doğru eğildiğini fark ettim. ''Ben öyle bir şey demedim lordum.''
''Oysa sizi tekrar göreceğimi dansımızın ardından söylemiştim.''
Bakışlarımı kumral çehresini saran altın rengi saçlarında, aristokratların sembolü olan kalkık burnunda ve maskesi olmadığı için ilk kez gördüğüm çok açık bir kahve hatta kehribar rengi gözlerinde dolaştırıp en son güçle kıvrılmış dudaklarında durdum.
Aynı gün içinde hem sarı gülü hem onun partneri olan dikenini görmeyi beklememiştim.
Ripreus'un görünce öfkeye kapıldığı adamın otorite sahibi olduğu belliydi. Dansımız sırasında benden hoşlandığını ve ilgisini çektiğimi söylemişti. Yine de yaşanan onca olaydan sonra gönlünü eğlendirmek için bir asilin benimle uğraşmayacağını düşünmüştüm.
Çok yanılmıştım.
Bana biraz daha yaklaşıp çenemin altında işaret parmağını koyup başımı geriye itti. Yüzümü inceleyen bakışları sonunda gözlerimde durduğunda ifadesi zafer kazanan birinin özgüvenine sahipti.
''Unuttuysanız her parçanızın ilgimi çektiğini söylemiştim.''
Genzime ilk temasımızda aldığım kokusu doldu. Likör ve sıcak bir şeyler. O zaman tanımlayamadığım notanın şimdi ne olduğunu biliyordum. Yanan çamların keskin ama ferahlatan kokusu.
Fazla suskun kalmamak için ''İlginize layık olmayacak kadar düşük bir konumdayım lordum.'' dedim.
Gözleri kısılıp gülüşü ile yanaklarında yer alan gamzeler ortaya çıktı. ''Ah sevgili leydim, o gün kuşandığın renk gibi gizemli ve eşsizsin.''
Çenem hala parmağı ile temas ederken dudaklarımı ıslattım. ''Ne demek istiyorsunuz?''
Kehribar küreler hareketimle dudaklarıma kayıp koyulaşsa da soruma cevap verdi. ''Mavi gülün anlamı gizem ve eşsizliktir. Yaratılışından gelen eşsizliğinin sebebi özünü beyaz gülden elde edip gizemli bir tabiatı kucaklamasıdır.''
Tamam, güller ve anlamları hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ben kendilerine buketler alınmasını isteyen narin ve asil bir leydi değildim. İstersem gidip kendi çiçeğimi çalardım.
Cahilliğimi perdelemek için ''Çok bilgilisiniz lordum. O gün tesadüfen bu rengi kuşandığıma eminim.'' dedim.
Dudaklarımdaki gözleri yukarı tırmanıp yeniden bakışlarıma odaklandı. ''Aslında o gün balonun temasını veliaht prensin bizzat seçtiğini duydum. Güller ve dikenler.''
Huzursuz olduğumu göstermemek için ''Eminim krallığımızın sıradaki yöneticisi leydilerin ne renk elbise giyeceği konusu yerine daha elzem ve dikkat gerektiren işlerle meşguldür.'' dedim. Gülümseyip ekledim. ''Dediğim gibi mavi gül olmam tamamen şans.''
''Belki öyledir.'' dediğinde onaylamak için başımı eğmişim ki devam etti. ''Belki de değildir.''
Kaşlarım havalanırken sarışın adam başparmağını çene çizgimde dolaştırınca tenime bir ürperti yayıldı. Sıcak ve soğuk hissin karışımı bir etkiydi.
Kısa zaman önce kalbim kırılmamış olsa bu dokunuş hoşuma bile gidebilirdi. Dirseklerime kadar eldivenle kaplı sol elimi kaldırıp bir centilmen olduğunu iddia eden adamın bileğine doladım. Nazikçe uygunsuz dokunuşundan sıyrılmak için elini iterken bana direnmedi.
''Farklısınız leydim.''
Bir adım geri çekilirken ''Bunu kötü bir şeymiş gibi söylüyorsunuz.'' dedim.
Hala havada olan eliyle saniyeler önceki ten temasını yeniden hissetmek ister gibi parmaklarını birbirine sürterken konuştu. ''Başka kadınlar iltifatlar karşısında kızarıp özel olduğu konusunda heyecana kapılırdı.''
''Dediğim gibi o kadar özel değilim sadece şans.''
Elini sonunda aşağı indirip yeniden bana baktığında ''Ben öyle demezdim.'' dedi. ''Ulfeda aracılığıyla Iondora'nın seçilmişine önceden bir kehanet verdiği söyleniyor.''
Ulfeda'nın Prens Hezmian'ın ileticisi olduğunu hatırlayınca merak beni ele geçirdi. ''Bunun hakkında hiçbir şey duymadım lordum.''
Gülümsedi. ''Seni aydınlatmalı mıyım?''
Çekingen davranmak buraya kadardı. Bilgi edineceksem atılgan da olabilirdim.
Aramıza koyduğum mesafeyi yok edip elimi göğsüne dayadıktan sonra başımı sola yatırıp yarı kapalı gözlerimin arasından yüzüne baktım. ''Bir centilmen leydiler ile oyunlar oynamaz değil mi?''
Uzanıp yanağımı avuçladı. Uzun ve yumuşak parmakları buklelerimden birkaçını yakalarken ''Unutmamışsın.'' dedi.
Dokunuşuna doğru yüzümü bastırırken ''Siz unutulacak biri değilsiniz lordum.'' diye cevap verdim.
Sözlerim ile yanaklarındaki gamzeler yeniden ortaya çıkıp onu nefes kesecek kadar çekici hale getirdi. Bir an nefesim tekledi. Ardından kalbim sızladı.
''Aklı partnerinde kalan tek tarafın ben olmadığını bilmek onur verici.'' derken sesi oyunbazdı.
Kirpiklerimin yanaklarıma düşmesine izin verip ardından kaçamak bir bakışla utanıyor gibi davrandım. ''Beni bekletecek misiniz?''
''Elbette böyle bir kabalık yapmayacağım.'' Geriye çekilip sağ elimi avuçlarının arasına aldıktan sonra tam da bir centilmene yakışır şekilde elimin üzerini öperken kehribar küreler memnuniyet ile parladı.
''Duyduğuma göre veliaht prens, ileticisi olan Ulfeda'nın sözleri ile ilk görevinin içeriğini çok daha öncesinden öğrenmiş, bu sebeple diğer rakiplerine yüce gönüllülükle ipucu vermek için bu baloyu tertip edip leydilerin gül, lordların diken olmasını sağlamış.'' Yeniden doğrulup bana tepeden bakarken devam etti. ''Renkli olan tek kısmın leydiler olduğu düşünülürse bulmaları gereken şeyi çoktan açık ettiği bile söylenebilir.''
Karşımdaki adamın sözleri ile şaşkına döndüm. Iondora ilk görevini Prens Hezmian'a daha önceden mi vermişti? Aslında düşününce kimse aynı anda görevlerin bize iletileceğini söylememişti. Saraydan ayrılma zamanlarımız bile farklıydı.
Ben Doğruluk Avlusu'na gidip Şarlatan'ın bana Ripreus aracılığı ile bilmecesini sunmasından önce avluya başka seçilmişler gelmişti. Üstelik minyatür ilah heykellerinin göğüslerinde kendi renklerinde yanan alevi en son getiren bendim.
O zamandan sonra konuk evinde günler geçirmiştim. Prens Hezmian o sürede çoktan ilahından görevini almış mıydı?
Bedenimdeki tüyler dikildi. Ancak Prens Hezmian gibi acımasız ve otoriter biri böyle alaycı bir hareketle bizi en başından beri kontrol ettiğini belli edebilirdi. Sarayın surlarına korkmamız için kara miğferi asılı bırakan bir adam, kendisinin kazandığını herkesi bulmaları gereken gül gibi giydirerek ilan edebilirdi.
Bizden bir değil, on adım öndeydi.
Rakibimin kurnaz zekası ve kibri karşısında korktum. Böyle bir adamı yenebileceğimi gerçekten düşünmüş müydüm?
Omuzlarıma konan ellerle irkilirken düşüncelerimin derin göletinden hızla yüzeye çıktım. Yutkunup karşımdaki adama odaklanırken ''Leydim iyi misiniz?'' diye sordu.
Hızla toparlanıp ''İyiyim.'' dedim.
Beni bırakmayıp bakışları ile yüzümü inceleyince gerildim. ''Fakat titriyorsunuz.''
Aklıma gelen ilk şeyi söyledim. ''Elbisem fazla ince olduğundan sanırım üşüdüm.''
Bahsi geçen elbisenin cömert dekoltesine bakan adam dudaklarını yalayınca karnımda minik bir kasılma oldu. Fiziksel olarak çekici bir erkeğe tepki vermem için doğru zaman olmadığını kendime hatırlatıp bu olayı bahane olarak kullanmaya karar verdim.
Acele ile reverans yapıp ''Sizinle sohbet etmek güzeldi lordum. İzninizle beni daha sıcak tutacak giysiler giymek için ayrılacağım.'' diyerek ondan kaçmaya çalıştım.
İç çekip ''Ne büyük talihsizlik, içinde o kadar güzel dururken hele.'' dediğinde neredeyse bileğimi burkuyordum.
''Evet öyle.'' deyip gülümsedim.
Tek kaşını kaldırıp sordu. ''Peki, asıl buluşacağınız lord?''
''Eminim kendisi mağdur durumdaki bir leydiyi maruz görecek kadar anlayışlı olacaktır. Başka bir gün görüşmemiz en doğrusu olur.''
Bakışları kapıya kayıp oranın ardını görebiliyormuş gibi gözlerini kısarken kısık sesle ''Öyle mi?'' dedi.
Soruya cevap vermedim. Onun yerine sırtımı dönüp odadan çıkmak için ilerledim. Kapı ile aramda beş adımdan az kalmıştı ki ahşap dikdörtgen aralanıp bana tanıdık bir yüz sundu.
''Lord Berno.'' deyip selam verirken genç adamın yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşti.
Hızla içeri girip ''Gelmişsiniz.'' diye söze başlamıştı ki arkamda dikilen adamı görünce yüzündeki neşe hızla uzaklaştı. Saygı ve korku mimiklerini ele geçirince tahmin ettiğim gibi sarışın adamın marki rütbesinden daha yüksekte olan bir asil olduğunu anladım.
Pestias markiliğinin, Dük Alniop ile bağlantıları olduğu düşünülürse çok daha yukarıda biri olmalıydı.
Belki de bir arşidüktü.
Aklımdan soyluluk dereceleri arasındaki fark geçerken Berno hızla eğilip hürmet dolu sesiyle ''Sizin burada olduğunuzu bilmiyordum ekselansları.'' dedi.
Kahretsin, adam gerçekten de arşidüktü.
Berno gelmeden önce odayı terk edemediğim için kendime kızdım. Burada kalmamı talep ederse bir halt yapamazdım.
Zihnimin arka planından bir ses Ripreus'un çok yüksek konumlardaki insanlar ile yarıştığını söyledi. Bir arşidüke karşı saray katibi ne yapabilirdi ki?
İç sesim acı gerçeği dile getirdi. Yine de kollarında sarı gülü tutan o.
Hafızamdan silmek istediğim sahneyi bastırıp ana odaklandım. Berno başını eğip af dilerken sarışın adam ''Önemli değil Berno, misafirin ilgimi çektiğinden görüşmenizi böldüm.'' dedi.
Berno'nun kocaman açılmış gözleri bana kayarken yüzünün rengi soldu. ''Leydi ile ilgilendiğinizi bilmiyordum.''
Keyifli bir sesi dudaklarından özgür bırakan adam ''Oldukça ilgi çekici biri.'' dedi.
Berno yüzünü buruşturmamak için uğraşırken ''Sizi yalnız bırakmamı ister misiniz?'' diye sordu.
Hızla arkamı dönüp üşüdüğümü belli etmek için kasıtlı olarak titrerken ''Demin rütbenize saygısızlık yaptığım için özürlerimi sunarım.'' deyip başımı eğdim.
''Özür dileme, seni ilginç yapan da bu.'' dediğinde yutkunup yeniden şansımı denedim. ''O zaman izninizle ben gideyim.''
Bana aldırmadan sarışın adam Berno'ya ''Yanınızda hiç kürk pelerin var mı?'' diye sordu.
Kürk bir pelerinin beni sıcaktan terleteceğini dile getirmedim. Onun yerine gerek olmadığını söyleyecektim ki Berno kahyasını çağırıp leydi için pelerin talep edince kelimelerimi yuttum. Berno ''O zaman izninizle ben ayrılıyorum ekselansları.'' dediğinde neredeyse atılıp onu tokatlayacaktım.
Beni de yanında götürmeli ya da zekice bir bahane ile arşidükün ayrılmasını sağlamalıydı. Ama rütbe olarak ondan düşük bir asil olduğundan bir ceylan kadar ürkek davranıp odadan çıkıp gitti.
Sarışın adam masanın ucundaki sandalyeyi çekip ''Biraz daha sohbet edelim leydim.'' dedi.
Karşı çıkmak için bahane bulamayınca sandalyeye oturup ''Teşekkürler.'' dedim.
Odaya girdiğimde oturduğu sandalyeye geri dönüp bir tahtmış gibi yerleştikten sonra yemeğine devam etmek yerine bana bakışlarını dikti.
Aramızdaki gergin sessizlik pek çok şey vaat ederken ilk bakışlarını kaçıran ben oldum.
Beni getiren kahya dakikalar sonra odaya girip samur kürkten bir pelerini arşidüke sunup onaylamasını bekledi. Kahverengi tüylere bakan adam gözlerinde hoşnutsuz bir bakışla kahyaya dönüp ''Beyaz tilki kürkünden olan birini getirin.'' dedi. Kehribar küreler neşeyle aydınlanırken ''Leydime o daha çok yakışacaktır.'' diye ekledi.
Beyaz tilki kürkü çok nadir olduğundan dilim tutuldu. Teşekkür etmek ya da gerek olmadığını söylemek arasında bocalarken odanın kapısı açılıp içeriye zırhlı iki muhafız girdi.
Güçlü adımları ile karşımdaki adamın önünde durup diz çöktüklerinde içimde kötü bir his vardı.
Soldaki muhafız kalbinin üzerine elini dayayıp konuştuğunda oturmuyor olsam kesin dizlerim çözülüp yere düşerdim.
''Jukkai Krallığı'ndan bir ulak geldi prensim.''
Gözlerim kocaman açılıp kalbim teklerken kulaklarımın yanlış duymasını diledim. Kötü mü demiştim? Bu ancak lanetli olabilirdi.
Karşımdaki Iondora'nın seçilmişi, Çember Oyunları'ndaki en azılı rakibim, Sotaina Krallığı'nın veliahttı Prens Hezmian'dı.
Siktir. Siktir. Siktir!
***
Görüşlerinizi benimle paylaşır ve oylarınız ile destek olursanız sevinirim.❤
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top