28.Bölüm: Karşı Konulmaz Dürtü

Keyifli okumalar...

***

Yumuşak bir yatakta yuvarlanmak ve yüzüme vuran güneş ışığı ile uyanmak bir an beni hazırlıksız yakalayıp nerede olduğumu sorgulamama neden oldu. Konuk evine geri döndüğüm ve öğrendiklerimin ağırlığı altında neredeyse bir çöküşle uykuya daldığım gerçeği hızla yüzeye çıkıp ayılmama neden olduğunda kapım çalıyordu.

''Leydim, girebilir miyim?''

Lerko'nun tanıdık sesini duyunca gözlerimi yumup her şeyden kaçmak istesem de dudaklarımdan aksini ifade eden kelimeler çıktı. ''Girebilirsin.''

Dün akşam dağılmış halime tanık olduğunu belli etmeyen ve duydukları hakkında yorum yapmayan Lerko ''Kahvaltınız hazır.'' diye bildirdi.

Giyinmeme yardım edip Lerko ile odamdan çıkıp Kehribar Damlası'nın salonundaki yemek masasına oturduğumda ballı krepler ve çeşitli peynirlere gözümü diktim. Kısa sürede tabağıma yığılan yiyecekleri iştahla yemeğe başladığımda Lerko'ya ''İleticim nerede?'' diye sordum.

''Sabah erkenden konuk evinden ayrıldı. Sorarsınız diye öğleden sonra döneceği konusunda bilgi verdi.''

Ripreus'un sarayın içinde nereye gidebileceğini düşünürken ağzımın içindeki üzüm tanelerini sertçe ezdim. İntikamı için harekete mi geçmişti? Haberimin olmadığı bir plana göre mi hareket ediyordu?

Her sorumun cevabı kocaman bir bilmiyorum olunca keyfim kaçtı.

Bir hırsız olmama rağmen benden daha çok sırra sahip bir adam olmayı nasıl beceriyordu?

Lerko ''Bu sırada size iletmem gereken şeyler var. Yemek yerken konuşsam sorun olur mu?'' diye sordu. Dikkatim hızla onun tertipli profiline kaydı.

''Elbette beni aydınlat lütfen.'' Sonuçta Ripreus'u düşünmek işime yaramazdı. Bilgi, kimden gelirse gelsin reddedemeyeceğim bir lükstü.

Lerko gülümseyip konuşmaya başladı.

''Öncelikle ilk göreviniz için sizi tebrik ederim, ilahların kutsaması üzerinize olsun.'' dedi. İyi dileklerini kabul ettiğimi belli etmek için başımı zarifçe öne eğdim.

''Teşekkürler Lerko. Bana pek çok konuda yardımcı olduğun için ben de sana minnettarım.''

Övgümle yanakları renklenen hizmetçim eteklerini avuçlayıp reverans yaparken ''Bu benim görevim leydim.'' dedi.

Onu yeterince iyi bir ruh haline soktuğuma kanaat getirip sordum. ''Bana anlatmak istediklerin neler?''

''Konu iki hafta sonra gerçekleşecek olan av etkinliğiyle alakalı.''

Tek kaşımı havaya kaldırıp ''Av mı?'' diye sorduğumda hızla başını sallayıp devam etti.

''İlahlar ikinci görevlerini seçilmişlerine sunmadan önce onların kutsamalarını almak için bir av etkinliği düzenlenecek. Soylu ailelerin varislerinin de katılıp değerlerini kraliyet ailesine kanıtlayacağı bu olayda yer almanız gerekiyor.''

Şaşkınlıkla ''Benden geyik avlamamı mı bekliyorlar?'' diye sordum.

''Daha küçük hayvanlarda var ama en büyük adak geyik diyebiliriz.''

Alayla gülmeden ya da duruma sinirlenmeden önce dul tüccar karısı rolümü benimseyip kendimi frenledim. Dudaklarımı dişleyip kocaman açılan gözlerim ile ''İyi de ben hiç silah kullanmadım ki. Nasıl olur?'' diye carlayan sesimle sordum.

Lerko'nun ifadesi anlayışla yumuşadı. ''Biliyorum leydim. Elbette bir tüccar eşi olarak erkeklerin sporu olan bir etkinlikte yer almanız korkutucu.'' Narin leydi rolüme iyice bürünüp hiç kan dökmemişim gibi alt dudağımın korkudan titremesine izin verdim.

Gözlerimi kaçırıp kaçış arıyormuşum gibi davranırken ''Benim yerime ileticim avlanamaz mı?'' diye sordum.

''Ne yazık ki yapamaz leydim.'' Beni sakinleştirmek için omzuma elini koyup sıktıktan sonra ekledi. ''İleticiler yalnızca seçilmişlerin avlarını ve silahlarını taşımalarına yardım edebilirler.''

Nefesim kesilmiş böyle vahşi bir ifade karşısında bayılacakmışım gibi elimi göğsüme götürüp ciyakladım. ''Silah mı?''

''Yay ve hançer.''

''Ben ikisine de hiç dokunmadım.''

Lerko'nun diğer eli sırtımı sıvazlayıp çocuğunu yatıştırmaya çalışan bir anne gibi sesini alçalttı. ''Bu yüzden size önceden haber veriyorum leydim. Önümüzdeki iki hafta içinde eğitim almalı ve hazır olmalısınız.''

''Eğitim mi?''

''Evet. Saray muhafızlarından biri sizi eğitmekle görevlendirildi.'' Diğer seçilmişleri hızla zihnimden geçirip avlanma konusunda benim gibi bilgisiz olacak bazılarının olduğunu fark ettim.

Ellerimi masa örtüsüne geçirip sıkarken ''Yalnızca ben mi eğitileceğim?'' diye sordum.

Lerko tek olmadığımı söyleyerek bana destek vermenin hevesi ile ''Hayır.'' dedi. ''Patkea ve Orpinja'nın seçilmişleri de eğitilecek.''

Tahminimdeki gibi ilk görevini Mermer Gül Meydanı'ndan bir parça yontulmuş gül alarak tamamlayan kadın ile düşmüş ailenin eğitim alamamış son oğlu bu konuda yetersizdi. Zihnimin rakiplerimin özelliklerini listeleyen kısmına bana suikast düzenleme konusunda yetersiz olacaklarını ekledim. Elbette paralı askerler ya da casuslar tutacak kadar sinsi değillerse.

Konuşmanın geri kalanı eğitim programım ve histerik halimi yatıştırmaya çalışan Lerko'nun çabası ile geçti. Ripreus söz verdiği gibi öğleden sonra konuk evine geri döndüğünde ana salonda Lerko'nun sinirlerimi yatıştırması için verdiği papatya çayını içiyordum.

Ciddi ifadesi ile karşıma oturup çay fincanını tutan sargılı elime gözlerini dikip ''Acıyor mu?'' diye sordu.

Yaralarıma bakma konusunda sorumluluk hisseden ileticime gülümseyip ''Bundan daha kötülerinden sağ çıktım.'' dedim.

Başını sallayıp sessiz kalmasını beklesem de sert sesiyle ''Bu daha az acıdığı anlamına gelmez.'' dedi.

Ripreus'un yüzünde uzaklara daldığı ve hoşnut kalmadığı bir anı anımsadığını belli eden bir ifade vardı. Ona soru sormak istesem de çayımdan kocaman bir yudum alırken ''İyiyim.'' dedim.

Bir süre bana bakıp sonunda pes etti. Geriye yaslanıp cebinden bir mektup çıkarıp bana uzattı.

''Ne bu?''

''Yerka'dan.''

Daha fazla açıklama duymama gerek yoktu. Zarfı alıp hızla açtım. Katlanmış saman kağıdının üzerine karalanmış kelimeleri okuduğumda ise ne hissetmem gerektiğine emin değildim. O yüzden Ripreus'un beni izleyen suratına bakıp ''Bu mektup ne zamandan beri sende?'' diye sordum.

''Saraya girmeden önce ayrılırken bana verdi.''

Mühürsüz olduğundan ileticimin çoktan yazılanları okuduğunu tahmin etsem de yine de sordum. ''Okudun mu?''

''Dün akşam sen gittiğinde yapacak bir şeyim yoktu.'' Sol eliyle çenesini sıvazlarken bakışlarını kaçırdı. ''Özel olsa mühürlerdi ya da bana okumamamı söylerdi.''

Gerçekten böyle bir uyarı karşısında Ripreus'un merakını dizginleyip onurlu davranacağına emindim. O yüzden pek de bana özel olmayan bilgileri onun da okumuş olmasına laf etmedim.

Mektup kısaydı. Yerka'nın eğik ve dağınık harfleri ile üç cümle yazılmıştı.

En ufak bir şansı bile riske atamazdım.

Kırmızı olan asla dönmeyecek.

S için.

Papatya çayının hepsini kafama dikip gerçekten de sinirlerimin yatıştırılmaya ihtiyacı olduğunu düşündüm. Yerka her zamanki gibi davranmış, bana sormadan kendi yöntemleriyle işleri garantiye almıştı.

Yazdığı gibi en ufak bir şansı yok saymamış, Aeromas'ın seçilmişinin Semender Yolu'ndan geçip kraliyet aarayına varmasına izin vermemişti.

Değirmen Taşı'na yalnız gelmediğini söylediğinde yanında getirdiği adamların varlığına takılmamıştım. Dönüş yolunda bize eşlik etmediklerini de tam bu sebepten fark etmemiştim. Aklım Ripreus, oyunlar ve beni bekleyen etkinlikle doluyken kim görmediği insanları düşünürdü ki?

Adamlarının suikast düzenlediği ikilinin hiç şansı olmadığına emindim. Çünkü Yerka yeteneği olmayan kişileri yanında tutmazdı.

Bu kadar ileri gitmesinin sebebi ise mektubun son cümlesindeki kısaltmaydı. Sammy.

İkimiz de geçmişte kaybettiğimiz arkadaşımızı geri almak için her şeyi yapardık. Yalnızca Yerka bunu daha kesin ve kanlı yollarla halletme konusunda uzmandı.

Şakaklarıma yayılan ağrı ile yüzümü buruşturdum. Loca etkinliğinde Aeromas'ın seçilmişinin sahneye çıkmama nedeni de böylece açıklığa kavuşmuştu. Yerka'yı biraz tanıyorsam kırmızı ilahın seçilmişi ve ileticisi dönüş yoluna adım bile atamamıştı.

Ripreus ''Onları öldürdü değil mi?'' diye sorduğunda iç çektim.

''Yerka riske girmeyi sevmez.''

İleticimin yalnızca yolumuza çıktığı için artık ölü olan seçilmiş hakkında söylenmesini, Yerka için kötü sözler söylemesini beklesem de ''Bize haber verseydi sahnede şaşırmazdın.'' dedi.

Ona dik dik bakıp ''Bu durumu onaylıyor musun?'' diye sordum. Elimi ona doğru savurup ''Erdem ve masumiyete ne oldu?'' diye ekledim.

''Erdem, onurlu adamların zırhıdır ve masumiyet o bedeni terk edeli çok olmuştu.''

Kaşlarım çatıldı. ''Bu da ne demek?''

''Aeromas'ın seçilmişi krallığın orta sınıf komutanlarından biriydi.'' dediğinde bu bilginin bana verilmediği gerçeği ile somurttum. Ripreus ise konuşmaya devam etti. ''Altındaki adamlara ettiği eziyetler ve maaşlarında yaptığı kesintiler ile biliniyordu.''

''Ve sen bunları nerden öğrendin?''

Şimdi dik dik bakma sırası Ripreus'daydı. ''Yerka anlatırken onu dinlemedin mi?''

Tamam, yol boyunca biraz dikkatim dağınıktı. Hem iki adam birbirine somurtup laf sokarken bir süre sonra onları dinlemek sıkıcı hale gelmiş, Pampas ile sohbet edip önde yol almayı tercih etmiştim.

Yerka'nın bu bilgiyi vermek için o anlardan birini seçmesi benim suçum değildi.

''Her neyse. Adam pisliğin tekiymiş ama gücü elinde tutup da öyle olmayanı var mı?'' Sorumdaki ironiyi yakalasa bile cevap vermedi. Ben de devam ettim. ''Sen bunun için birinin ölmesini hoş karşılamazsın.''

Ripreus'un yüzü öfkeyle kasılıp çenesini sıkarken ''Ayrıca istediği kadınları elde etme konusunda hayır cevabını kabul etmemesi ile de ünlüydü.'' dedi.

Duyduklarım ile içimde öfke patladı. ''Siktiğimin bok parçası.''

Ripreus bile beni sözlerim konusunda azarlamak yerine ''Öyle.'' dedi. ''Ölmeyi çoktan hak etmişti.''

Aeromas'ın seçilmişi gibi ileticisinin de erdem yerine paraya tapan, kibirli bir piç olduğunu öğrendiğimde şaşırmadım. Halk için olan bağışları kendine alıp yetimleri aç bıraktığını duyunca Yerka'ya onları öldürme zevkimi elimden aldığı için sinirliydim.

Hızlı değil, yavaş ve acılı bir ölümü hak etmişlerdi.

Saatler sonra akşam yemeğini yemiş, Ripreus'a avcılık hakkında bilgi verip eğitimim hakkında atanacak muhafızı konuşmayı başlamıştık.

Prens Hezmian'ın bu etkinliği rakiplerinin yanına birer casus yerleştirmek için ayarladığı olasılığını ikimiz de kabul ederken şu ana kadar hakkımda her şeyi öğrenmemişse bile yakın zamanda edineceğini bilgiler ile bu sorun ortadan kalkacaktı.

Gelecek hakkında planlar yapıp rakiplerimi değerlendirmek için av etkinliğini nasıl kullanabileceğimizi tartıştık. En sonunda güneş batıp bizi cevapsız sorular ve tamamlanmamış fikirler ile baş başa bıraktığında dinlenmek için odalarımıza çekildik.

Banyo yapıp lavanta yağı ile Lerko'nun tenimi ovmasına izin verdikten sonra ipek geceliğimi üzerime geçirdim. Kendimi çekici hissedip mum alevinin vurduğu yara izlerimi görmezden geldim.

Keyfim yerindeyken Ripreus'un pek onaylamayacağı ama benim bilgi edinmek konusunda etkili olacak piyonumu satranç tahtasında öne sürmeye karar verdim.

Berno Pestias.

Markinin ikinci oğlu konumu sayesinde avlanma alanı ve asillerin tuttuğu favori seçilmişler hakkında bilgi sahibi olacaktı.

Loca etkinliği sırasında benim olacağım katı merakla taradığını ve kurtulmaya çalıştığı prenses Viventi'yi görmezden geldiğini düşünürsek biraz teşvikle istediğim her şeyi yumurtlardı.

Ona yapacağım ziyaretin fazlasıyla aydınlatıcı olacağının tatmin eden düşüncesi ile yastıklara gömülüp gözlerimi yumdum.

Yarın, kendi oyunumu oynayacaktım.

***

Derin uykumdan kapımı döven yumruklar ile uyandığımda içgüdüsel olarak yuvarlanıp yastığımın altına sakladığım hançere uzandım. Çarşaf bileğime dolanıp dengemi kaybetmeme neden olduğunda Lerko'nun ''Leydim uyanın!'' diye bağırdığını duydum.

Kıçımın üzerine sertçe düşerken ''Neler oluyor?'' diye haykırdım.

Böyle telaşlıyken bile uyması gereken görgü kurallarını düşünen hizmetçin sesimi duyunca odama daldı. Her zaman düzenli kıyafetlerinin acele ile üzerine geçirildiği gerçeğine dağınık topuzu da eklenince telaşlandım.

Açık tenli suratındaki azıcık renk de yok olmuştu. Bir ceset gibi beyazlaşmış olduğunu görünce hızla ayağa kalkıp ''Lerko ne oldu?'' diye ona doğru koştum.

Kapıya bakıp tehlikenin onun peşinden gelmediği konusunda emin olunca bedenini çekip yatağa oturttum. ''O, öfkeli ve her şey parçalandı. Durdurmaya çalıştım. Sonra sonra...'' sözlerinden bir anlam çıkaramayınca yanaklarını avuçlayıp irileşmiş göz bebeklerinin bana odaklanmasını bekledi.

''Derin bir nefes al Lerko.''

Hizmetçim dediğimi yapıp derin bir nefes aldı. Onunla birlikte birkaç nefes alıp verdikten sonra elleri titremeyi kesince ''Şimdi bana ne olduğunu anlat.'' dedim.

Gözlerini kırpıştırıp titreyen dudağı ile ''Mutfakta her şeyi parçaladı.'' dedi.

''Kim Lerko?''

Korkuyla kısılan sesiyle cevap verdi. ''İleticiniz.''

Şaşkınca ona bakıp ''Neden?'' diye sordum.

''Bilmiyorum.'' diye inledi.

''Hala orada mı?''

Başını hızla sallayıp ''Evet, evet.'' dedi. Ellerimi yakalayıp sıkarken aklına yeni gelmiş olacak ki ''Muhafızları çağırmalıyız.'' dedi.

Ripreus'un öfke nöbeti geçirip konuk evinin batı kanadındaki mutfağı harap etmesi hiç mantıklı değildi. Yine de Lerko benden sonra ileticimi en çok gören kişiydi. Ripreus'u başkası ile karıştıramazdı.

Gecenin köründe neler oluyordu böyle?

''Leydim?''

Kendimi toparlayıp ''Hayır.'' dedim. ''Muhafızları çağırmayacağız, ben onunla konuşacağım.''

Onu bırakıp geri çekilmiştim ki hızla atılıp bileğimi yakaladı. ''Gitmeyin. Size ya zarar verirse?''

Güven vermek için ona gülümsedim. ''Bana asla zarar vermez. O benim ileticim.''

''Ama-''

Omuzlarından yakaladığım kadını böyle bırakırsam panikle saçma kararlar vereceğinin farkına varıp ''Lerko, benim için diğer kızların yanına gitmeni ve hepinizin odalardan birinde saklanmanızı istiyorum.'' diye emrettim.

''Peki siz?''

''Beni düşünme yalnızca dediklerimi yap. Şu an ileticimin bana ihtiyacı olabilir.'' Bir an kaşlarımı çatıp ekledim. ''O sebepsiz yere öfkeye kapılmaz.''

Annesi tarafından terk edilen bir çocuğun ağlamaklı gözleri ile bana baksa da onu teselli edecek zamanım yoktu. Hançerimi elime alıp batı kanadına doğru koşmaya başladım.

Nefes nefese mutfağa daldım. Ezilmiş sebzeler ve kırılmış tabaklara ortadan ikiye ayrılmış masanın görüntüsü eşlik ederken önümdeki sahnenin bana Zümrüt Ayna'daki son gecemizden tanıdık gelmesi ile gerildim.

Birileri Ripreus'a yine üç suratlı ayna karşımı mı vermişti?

Çıplak ayaklarım ile kırıklara dikkat edip ilerledim. Ama her köşesine baktığım mutfakta kimse yoktu. Ripreus bu enkazın nedeniyse bile çoktan olay yerini terk etmişti.

Mutfaktan çıkıp devrilmiş bir vazo görünce o yöne ilerledim. Baş terzi ve çırağının kullandığı dikim odasına – neyse ki onlar konuk evi yerine sarayda kalıyordu- ve kilere baktım. Hepsinden elim boş dönünce ana salona koşup Ripreus'un odasına yöneldim.

Hızla açtığım kapı ile parçalara ayrılmış bir ayna ve sökülmüş çarşaflar beni karşıladı. Zarar daha azdı ama yine de öfke izleri etraftaydı.

''Kahretsin neredesin Reus?''

Konuk evinin her köşesini arayıp sonuç alamayınca verandaya çıkmaya karar verdim. Ne de olsa Lerko daha yeni ileticimi gördüğünü söylemişti. Fazla uzaklaşmış olamazdı.

Kır çiçekleri ile dolu ön bahçede onu bulamayınca evin yanındaki patikaya sapıp söğüt ağaçlarının olduğu arka bahçeye yöneldim.

Ayaklarımın altındaki çimenler tenimi gıdıklarken etrafa göz atsam da karanlıkta kimseyi göremedim. Bir mum almadan dışarı çıktığım için kendi aptallığıma kızarken tam geri dönecektim ki bir sürtünme sesi duydum.

Sesin geldiği yöne bakınca benden dört metre kadar ileride bir parıltı ay ışığında dikkatimi çekti. Yakınlaşınca Ripreus'un her zaman belinde taşıdığı kılıç olduğunu fark ettim.

Kalbim göğsümü döverken çok kötü bir düşünce zihnimi ele geçirdi.

Ripreus asla kılıcını geride bırakmazdı.

Bahsi geçen silahı ellerime alıp telaşla etrafımda dönüp ''Reus!'' diye bağırdım. Acılı bir ses sağ tarafımdan gelip beni dikkatimi vermeye davet ederken karanlığın içinde bir el çıkıp bileğimi yakalayınca çığlık attım.

Sertçe çekilip geriye savrulunca yüz üstü çimenlerin üzerine düştüm. Hemen arından bedenimin üzerine binip beni sırtımdan yere bastıran ağırlık ile olduğum yere sabitlenirken içimde korku alev aldı.

Çırpınıp beni yakalayan kişiden kurtulmaya çalışırken Prens Hezmian ya da diğer seçilmişlerden birinin rakiplerini elemeye çalışmak için harekete geçtiği fikri ile sarsıldım. Belki de Ripreus'un delirip evi terk etmesini beklemişler sonra da beni öldürmek için hareket geçmişlerdi.

Dizlerimi kaldırıp üzerimdeki bedeni itmek için çabalarken derin bir nefes çekip bağırmaya hazırlandım. Dudaklarım yardım çığlığı için bir sese hayat veremeden üzerlerine konan elle kapanmaya zorlandığında başka bir el ensemi açığa çıkarmak için saçlarımı çekti.

Lanet olsun boğazımı kesecekti!

Çığlık attım. Çırpındım. Ölmemem için ilahlara yakardım.

Ensemde hissettiğim temasla bütün bedenimdeki kaslar kasılırken hiçbir şey işe yaramadı.

***

Görüşlerinizi benimle paylaşır ve oylarınız ile destek olursanız sevinirim.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top