26.Bölüm: Seçilmişlerin Adağı

Keyifli okumalar...

***

Pampas'ın yelesini okşayıp kalabalık ticaret yolunda ilerlerken eşlikçim olan iki adam da somurtkandı. Ripreus'un ayılıp Yerka ve benim ona olayları anlatmamızın üzerinden tam beş gün geçmişti. Her şey derken Değirmen Taşı'nda olanlar ve Yerka'nın hana gelmesinden bahsediyordum.

İkimizin arasında alevlenen tutku konusunda Yerka sessiz kalmayı seçince benvde Ripreus'u bu konuda aydınlatmamıştım. Zaten kendisi ile yaşadığı iç çatışma onu yeterince öfkelendiriyordu, birde erdemlerinin hepsini ayaklarının altına aldığını öğrenirse ileticim bir daha benim olduğum tarafa bile bakmazdı.

Son beş gündür üç suratlı aynanın yan etkilerinden mustarip Ripreus, böyle bir oyuna düştüğü için kendisine kızgındı. Yerka ise huysuz ileticimin söz dinlemez tavırlarına.

Benim durumum ise bambaşkaydı. Yerka beni ileticimi esir alan karışım hakkında uyarmıştı çoğu zaman kullanıcı hiçbir şey hatırlamıyordu. Ripreus'un ''Hiçbir şey hatırlamıyorum.'' derken gözlerini kaçırmasını şüpheli bulsam da direnç göstermek anlamsızdı.

Kendisinde değilken beni sahiplenen adam, şu an yanımda atıyla bir savaşa gider gibi sert duran adamla aynı değildi. Sözlerinin hatırası hala tenimi karıncalandırsa da bunları düşünecek zamanımız olmamıştı.

Yerka ve Ripreus kendi aralarında erkeksi bir rekabetle yolculuğumda bana eşlik ederken zaman beklediğimden hızlı geçmişti. Geleceğe yönelik hamleler ve planlarla bezeli sohbetlerimiz şafak vakti bizi gösterişli sarayın ana kapısına getirdiğinde Yerka bizi birkaç sokak önce terk edip Kırlangıç Limanı'na gitmişti.

Ripreus ve ben ise tüm bu görevden sağ çıktığımızı herkese duyurup ana kapıdan geçerek bize ayrılan konuk evine yönelmiştik. Avluda Pampas'ı bırakırken ıslak burnuna bir öpücük kondurup onun krallıktaki en yetenekli at olduğu hakkında methiyeler düzmüştüm. Kişneyip dudaklarını yanağıma bastırdığında gülümsemiş ve onu seyise teslim etmiştim.

Tanıdık bahçede yol alıp Kehribar Damlası'nın girişine ulaştığımızda Lerko bu eve ilk geldiğimiz zamanki gibi verandada bizi bekliyordu. Aydınlanan yüzü ile sevecen dudaklarından ''Hoş geldiniz leydim.'' sözleri döküldü.

Vardığım yerde hoş karşılanma fikri içimi ısıtırken elimi omzuna koyup sıktım. ''Hoş buldum Lerko.''

Ripreus'a baş selamı verip ikimizin kapıdan içeriye girmesini sağladıktan sonra ''Sizin için odalarınızda banyo hazırladım.'' dedi.

Zevkle inledim. Yemek yemek ve sevişmekten sonra en büyük tutkum olan sıcak suyun düşüncesi beni heyecanlandırırken Ripreus'a dönüp ''Önce yorgunluğumuzdan kurtulalım.'' dedim.

''Elbette dinlenmeyi hak ettin Tibertia.''

İleticimin elinde sıkı sıkıya tuttuğu kutuya göz atıp kan gülünün güvenli ellerde olduğunu kendime tekrarlarken bir yandan da bana yeniden Tia diye hitap etmesini dilediğimi fark ettim.

Ancak yakınımda olup değer verdiğim kişilerin bana ismimin kısaltması ile seslenmesine izin verirdim.

Aklımdan geçen düşünce ile bocaladım. Ripreus benim için ne zaman değerli olan insanlar kategorisine girmişti?

Zümrüt Ayna'daki dağılmış odada yaşadıklarımızdan sonra mıydı? Çok daha öncesinde mağaralarda onu öptüğümde miydi?

Bedensel dürtülerime hitap eden anlarda cevabı bulamayınca dudağımı ısırdım. İleticim bir şekilde bunlardan daha fazlasıydı.

Beni vahşi kurt saldırısından kurtardıktan sonra o sert kabuğunun altındaki şefkati bana sunduğunda, kabuslarımın arasında bana güven veren bir dağ gibi sarsılmaz olduğunda bir şeyler değişmişti.

O andan sonra onun için endişelenmiş, kızmış ve merak etmiştim.

''Leydim?''

Lerko yanımda konuşunca gözlerimi kırpıştırıp ona baktım. Ripreus ile birlikte bana neden hareket etmediğimi sorgular şekilde bakıyorlardı.

''Ah dalmışım.'' Yeniden sıcak suyun çağrısına kapılmış gibi gülümsedim. ''Hadi gidelim Lerko.''

Üzerimdeki toz ve terden kurtulduktan sonra sonrasını düşünürdüm. Önce temizlenmeli, Şarlatan'ın bana verdiği görevi başardığım için kendimi ödüllendirmeliydim.

O yüzden ikinci kez düşünmeden, kehribar rengine bulanmış odamı bile özlediğimi fark edip hareket ettim.

***

Ödüllendirilmek ve rahata kavuşmanın anlamı, daha sudan çıkar çıkmaz etrafıma üşüşen hizmetçiler ve terziler olmamalıydı.

Bu akşam düzenlenecek loca etkinliğine hazır olmam için saatler önce hazırlanmaya başlamam gerektiğini söylediklerinde neredeyse baş terziyi yumruklayacaktım. Ama rolüme bağlı kalıp zorla gülümsemiş, daha önceden hazırlanmış elbisemin son rötuşlarının yapılması için bir bez bebek gibi oraya buraya çekiştirilmeme izin vermiştim.

Lerko, Tiona ve adının Jsao olduğunu öğrendiğim sessiz hizmetçi bedenimdeki yara izlerini gördüklerinde bocaladılar, narin leydinin yaşadığı zorluklar yüzlerinin renginin atmasına neden olurken sessiz kalmaları neredeyse takdire şayandı.

Yaralarımın beni rahatsız etmeyeceği konusunda kendime söz versem de suskunlukları beni gerginleştirmişti. Neyse ki benim için hazırlanan elbisenin –Şarlatan'ın rengi olan beyazdı- kolları uzundu.

Saçlarım sıcak demir ile iri buklelere dönüşürken tenime sürten fırçalar gıdıklanmama neden oldu. Gözlerimi kapayıp bana istediklerini yapmalarına izin verdim. Kendi aralarında konuşan ve bilgi almak isteyen kızları Lerko sustururken iç çektim.

Haftalar süren zorlu yolculuktan sonra tenimin yeterince yumuşak olmaması ya da hareketlerimin zarafeti konusunda endişelenecek durumda değildim.

Tek istediğim yalnız kalıp uyumaktı. Nedense ilahlar benim isteklerimi görmezden gelme konusunda oldukça ısrarcıydı.

***

Elimde tuttuğum kutu ince bir malzemeden yapılmış olsa çoktan parçalara ayrılırdı. Kan gülünü Ripreus'tan teslim alan Lerko bana getirdiğinde ileticimin benimle birlikte loca etkinliğine katılamayacağını öğrenmiştim.

Bu gösteri sadece ana karakterler içindi.

Bütün seçilmişler katlı locaların yer aldığı Kılıç Avlusu'nda asillerin karşısına çıkacaktı. Bu gösteri için Doğruluk Avlusu'nda yer alan minyatür ilah heykelleri buraya taşınmış, localar gibi yarım ay şeklinde sıralanmıştı.

Karşımda yükselen her bir loca bölmesinin içinde oturan, konuşan ve izleyen meraklı insanlar vardı. Varlıklarını tavus kuşları gibi sergilemek için birbirini gagalayan aptallar olduğunu düşünüp kendini rahatlatmaya çalışsam bile başarılı olamadım.

Biraz sonra üçerli gruplar halinde ana sahneye çıkacak ve ilk görevden elde ettiğimiz adakları, seçilmişi olduğumuz ilahlara sunacaktık. Diğer seçilmişleri yakından görebileceğim düşüncesi heyecanlanmama neden olurken Prens Hezmian'ın da sahnede yer alacağı gerçeği ile omurgamdan aşağıya bir hançerle küçük kesikler atılıyormuş gibi hissediyordum.

Boynumdan bir damla ter süzülünce sol elimi kaldırıp silmek için başlığımın altına soktum. Lerko ve diğer kızlar saçlarımı başımın tepesinde sıkı bir topuz yapıp yüzümle fazla uğraşmadıklarında şaşırmıştım. Ardından bu uzun, belime kadar uzanan tülü ortaya çıkarmış, altına beyaz bir maske takmamı sağladıktan sonra üzerine geçirmişlerdi.

Yüzümü saklamak için kullandığım maske örtü karışımı kıyafetin altında mimiklerim savaş halinde olduğundan başlığı giydiğim için memnundum. Hele ki asillerin ve rakiplerimin beni izlediği şu an da zayıflık göstermemem gerekirken.

Gerçi benim gibi saf beyazla sarmalanıp biraz sonra bir tapınağa bakire bedenimi adayacak bir rahibe gibi görünen başkasının olduğunu sanmıyordum.

Yüksek sesli borazanlar loca etkinliğinin başladığını ilan ederken yutkundum. Ripreus'un yanımdaki varlığına ne kadar bel bağladığımı o an fark ettim. İleticimin karamsar, erdemli ve ilaç aldığında seksi olan bedeni adeta benim için sığınılacak bir gölgeydi. Şimdi güneşin bakışlarından saklanamıyordum.

Alkışlayan ve heyecanla mırıldanan asiller sessiz kalınca ilk defa yakından gördüğüm Kral Zecta, en tepedeki locadaki tahtından kalkıp kısa bir konuşma yaptı. Gözlerim kraliyet kanından olan diğer aile üyelerinin üzerinde hızla dolaşıp hayatta kalan tek prensi arasa da –sahneye çıkmak yerine adağını önceden sunduğunu söyleseler şaşırmazdım ki başını omuzlarında seven kimse de itiraz edemezdi-bulduğum locanın geniş alanının sol ucunda dikilen tanıdık bir yüz oldu.

Marki Pestias'ın ikinci oğlu Berno, aynı söz verdiği gibi prense desteğini sunan ailesi ile birlikte dikiliyordu. Sol koluna giren şişman prensese aldırmadığını, onun yerine locanın daha aşağıda kalan katlarına -asillik sıralamasında tüccarlara denk gelen kata- baktığını görünce onun beni aradığını anladım.

Kraliyet balosundaki gizemli leydiyi yeniden görmek istediği kesindi. Yalnızca onu yanlış yerde aradığını bilmiyordu.

Kral Zecta kutsallık, kazanma ve seçimler ile ilgili tipik cümleler sıralandıktan sonra herkesin beklediği gösteri başladı. Altı farklı renkte cübbe giyen rahip sahnenin etrafında toplanıp sıra ile platforma çıkmaya başladılar.

Yeşil cüppeli rahip ellerini havaya kaldırıp işaretini taşıdığı ilaha adağını sunması için seçilmişi çağırdı. Yaşam ve zenginliğin tanrıçası Hibesta'nın seçilmişi merdivenlere tırmanıp locadaki her başın ona çevrilmesine neden olurken sırtı bana dönüp orta boylu adamı inceledim.

Haftalar önce kraliyet balosuna katılmak için hazırlanırken dul tüccar eşi rolümü benimseyip bana acıyan Lerko, seçilmişler hakkında bildiği her şeyi bana anlatmıştı. Konuşmayı hızla zihnimden geçirince Hibesta'nın seçilmişinin Sotaina Krallığı'nın batısında kalan Beyaz Boynuz Ormanı'na yakın bir kasabadan geldiğini hatırladım.

Üzerine geçirdiği koyu yeşil neredeyse siyah pantolon ve gömleğine eşlik eden uzun pelerini ve maskesi pullardan ibaretti. Işıkta yanardöner parlayan bu kostümle komik görünse de kimliğini gizlemek konusunda başarılıydı.

Ne kaslı ne de sıskaydı, Lerko'nun dediğine göre yirmili yaşlarının başındaydı. Ayrıca kılıç kullanmakta iyiydi. Beyaz Boynuz Ormanı'na yakın her aile gibi o da boynuz ağaçlarından bir tılsıma sahipti. Krallığın batısında oldukça yaygın olan bir gelenek vardı. Her çocuk on yaşına bastığında onun için seçilen ağaçtan bir dal koparılır kalan hayatı boyunca ona eşlik edecek bir tılsıma dönüşürdü. Ağaç ölene ya da kesilene kadar özünün onu kaderin çıkmazlarından bile koruduğuna inanılırdı.

Bu güne kadar ağaçların birini koruduğunu görmemiştim. Yine de rakibimin böylesine hurafe bir inanışa sahip olması onun hakkında ileride işime yarayabilirdi. Zihnimin kurnaz yanı bunu not edip saklarken sahneye başka bir rahip çıktı.

Cüppesi Orpinja'nın rengi olan maviydi.

Nezaket ve güzellik tanrıçasının seçilmişi de bir erkekti. Gerçi o kadar kısa ve sıskaydı ki yetişkin bir erkek yerine çocuk olduğunu düşünmeme neden oluyordu. Üzerindeki pelerin deniz köpüğünün yumuşak mavisini taşıyordu, boynuna geçirilmiş bir tüy demetinin arasında burnuna kadar gizlenmişti. Kalan kısmı ise üzerinden üç şerit geçen düz bir maskenin altına saklanmıştı.

Lerko hakkında ne demişti?

Düşmüş bir kontun üçüncü oğlu. Ellerini sıkıp açarken gergin olduğunu fazla belli etmesine şaşmamak gerekti. Bir zamanlar karşısında yükselen localarda oturup gösteriyi izleyenken bir anda gösterinin kendisine dönmüştü. Soylular acımasızdır. Bir kere dışlandığınızda hayatınızdaki her şey raydan çıkardı.

Fazlasıyla sıkıntı çekip sonunda bir seçilmiş olan adamın ne düşündüğüne emin değildim. Belki de benim gibi o da en başında burada olmak istememişti.

Neyse ki kendi kendime dramatik hikayeler yaratmadan önce son rahip sahneye çıktı. Bir an da nefesim kesildi.

Cüppenin rengi sarıydı.

Iondora'nın seçilmişi olan Prens Hezmian'ın sırası gelmişti.

Asalet ve bilgeliğin tanrıçasının seçilmişi, krallığın tarihindeki gibi onun soyundan geldiğini belli eden parlak sarı saçları ile kendisini ilan etmemişti. Otoriter adımları ile sahneye çıkarken üzerine giydiği som altından zırh ses çıkarıyordu. Başını sarıp yüzünü tamamen gizleyen miğferi alanı saran meşalelerin ışığında parladı.

Kardeşini tuzağa düşürüp ölmesini sağlayan, daha saraya adım atmadan önce seçilmişlere gözdağı olsun diye surlara idam ettiği paladinin başlığını astıran prens benden yalnızca üç metre ötede dikilirken irkildim.

Iondora gerçekten onu mu seçmişti yoksa asil kandan başka seçenek kalmadığı için mi buradaydı? Bu soruyu sormaya cesaret edebilecek tek bir kişi bile yoktu.

En korkulu ve güçlü rakibimi yandan süzerken üç rahip platformdan inip gösterinin yıldızlarını kısa süreliğine de olsa yalnız bıraktı.

Yeniden ortaya çıktıklarında ise ellerinde aynı benimki gibi ahşap kutular vardı. Her seçilmiş kendi görevinden elde ettiği nesneyi eline alıp platformun localara bakan tarafında kalan merdivenlerden aşağıya indiler.

Platform iki tarafı merdivenli, iki metre yükseklikte olduğundan ben yalnızca kendi tarafımdaki alanı görebiliyordum. İlahların heykellerinin dizildiği kısmı yalnızca gelirken avluya girdiğim diğer uçta bir an görebilmiştim.

Şu an benim için tam bir gizem olarak sahnenin diğer tarafında kalan üçlü kalabalığın gözleri önünde minyatür ilah heykellerine ilerlediklerinde onları temsil eden rahiplerden aynı anda çıkan sözleri duydum.

''Seni kutsayana, seni seçtiği ilk günkü gibi önce adağını sonra senden istediğini sun.''

Herkes anlaşmalı bir sessizliği kuşanıp sıradaki sözleri beklediğinden uzak da olsam bile bağıran rahipleri duymam kolay olmuştu.

Hibesta'nın rahibi kalabalığı ''Hasat gülü!'' diye ilan etti.

Kulaklarıma dolan sözlerle şüphe ettiğim olasılık gerçek oldu. Şarlatan ve Aeromas'ın istediği birer çiçekti. Yalnızca çiçek değil tek bir türdü. Bir gül.

Yerka ile olan yolculuğumuz sırasında ilginç bir bilgi edinmiştim. Ateş çiçeğinin ana vatanı olan Hiski'de adı farklıydı.

Güneş gülü.

Kan gülü ve güneş gülü yanında şimdi de hasat gülü başka bir ilahın istediğiydi. Kutsal olanların bir demet oluşturmak istediği fikri alayla gülmek istememe neden olurken çektiklerimi hatırlamak bu hevesin hızla beni terk etmesine neden oldu.

Bir an da Kılıç Avlusu'nu saran şaşkınlık dolu nidalarının arasında konuşmalar seçebildim.

Yanıyor.

Seçilmiş kabul edildi.

Adağı ne de asil.

Hibesta onu kutsadı.

Kral sessizlik istediğini ilan edip bağırınca herkes suskunluğu benimsedi. Çok geçmeden diğer rahip konuşup seçilmişin getirdiği nesnenin adını haykırdı.

''Rüzgar gülü!''

Orpinja'nın seçilmişinden talep ettiği rüzgar gülü aynı ilki gibi şaşkın nidalar ve coşkulu alkışlar ile karşılanırken bu sefer sessizlik için kralın haykırmasına gerek yoktu.

Diğerlerine göre daha gururlu çıkan sesi ile rahip Prens Hezmian'ın tanrıçaya sunduğu adağı aradan geçen birkaç dakika sonra haykırdı.

''Altın gül!''

Iondora, seçilmişinin kostümü ile uyumlu bir istekte bulunmuş ya da prens sergilediği gösteride adağı ile ahenk içinde olmak için altından bir zırh giymişti.

Diğer adaklardan daha coşkulu ve yaşasın veliaht prens kelimeleri ile karşılanan Prens Hezmian ile üç seçilmiş de ilahların kutsamasını alıp ilk görevlerinde başarılı olduklarını kalabalığa ilan ettiler.

Otorite, inanç ve kaybın üç suretini sergileyen seçilmişler yükseltilmiş sahneye tırmanmak yerine başka bir yoldan avluyu terk etmiş olacaklar ki sahneye çıkmak için sırasını bekleyen üç rahipten biri bana yaklaştı.

Ripreus ile bize eşlik eden adamı tanıyınca ona gülümsemeye çalıştım. Hadi ama buradaki tek müttefikim oydu. Biraz nezaketten zarar gelmezdi.

Önümde durup beyaz cübbesi dalgalanırken sevecen ifademe karşılık tepkisiz kalınca yüzümü başlığımın altından göremediğini anladım. Bunu düşünememiş olmam ne kadar gergin olduğumun başka bir kanıtıydı.

Boğazımı temizleyip ''Benim sıram mı?'' diye sorduğumda kaşları havalanıp dudakları kasıldı.

Yine de ''İkinci olarak sen çıkacaksın.'' diyerek sorumu yanıtladı.

Getirdiğim kutuyu havaya kaldırıp ''Bunu size mi vermeliyim?'' dedim.

Rahip boncuk gözlerini etrafta dolaştırıp ''Evet, evet ben alayım.'' dediğinde gerginlik konusunda yalnız olmadığımı hissettim. Sanırım zamanında geri dönemeyeceğimi düşünmüştü. Ya da sahnede işleri batırırsam onun başına gelecekler konusunda korkuyordu.

Her iki düşünce de bana olan inançsızlığını vurguladığından içime tanıdık bir alaycılık yayıldı. Bana yabancı olmayan duyguyu kucaklayınca kanı çekilen parmaklarım gevşedi. Kan gülünü rahibe teslim edip acele ile benden uzaklaşmasını izledim.

Sahneye çıkmak yerine etrafından dolaşıp başka bir yere gitmişti. Birkaç dakika sonra mor rengi cübbesi ile Patkea'nın rahibi sahneye çıkınca lila rengi kürklü pelerini ve ancak kabuslardan bir sahneye ait olabilecek demir maskesi ile sahneye seçilmişi de çıkıp ona katıldı.

Çember Oyunları'ndaki tek kadın olmadığım için sevinmeli miydim yoksa en eğlenceli bulduğum ilahın hem cinsimi seçmesiyle gerilmeli miydim? Bilemedim.

Neyse ki bunu düşünecek fazla vaktim olmadı. Şarlatan'a atanan rahip sahneye çıkıp ardından benim gelişimi ilan etti. ''Moalkica'nın seçilmişi.''

Derin bir nefes alıp omurgamı dikleştirdim. Bu bir tiyatro ve sen yetenekli bir oyuncusun Tia.

Basamakları çıkıp tam da rahibin önünde durduğumda nereye odaklanacağımı bilemedim.

Çok daha yakından ilgi, tiksinti ve şaşkınlıkla beni izleyen asillere mi?

Başından beri diğer tarafını göremediğim için sonradan minyatür ilah heykellerinin önüne dizilmiş masalara mı?

Yoksa solumda seçilmişini çağırmak için platforma çıkan kırmızı cübbeli rahibe mi?

Aeromas'ın seçilmişinin sahneye çıksa bile ilaha sunduğu güneş gülünün –ateş çiçeğinin- kabul edilmeyeceğini biliyordum. Tenim tedirginlikle ve heyecanla karıncalanmıyor olsa dudaklarım sinsi bir gülüşle kıvrılırdı.

Andros ve Sisi'yi hırsızlıkla suçlayıp mutfakta bulunan çantayı, paralı askerlerin lideri kesinlikle İpek Kelebek'in sahibine teslim etmiş olmalıydı. İtibarını kazanmak isteyen hancı ise Aeromas'ın ileticisine çantayı vermiş ve kırmızı rengi kuşanan ikili zaferle saraya geri dönmüş olmalıydı.

Her şey kusursuzdu. Tek sorun çantayı teslim etmeden önce yaptığım ufak bir eklemeydi.

Bir gece öncesinde çantayı mutfağa saklamadan önce deri kumaşın sakladığı her ateş çiçeğinin üzerine yemiş sütü sürmüştüm. Neredeyse berrak beyazımsı sıvı kuruduğunda farkı anlamak imkansızdı.

Ertesi sabah paralı asker lideri çantayı kontrol ettiğinde bu sebeple şüphe etmeden alıp gitmişti. Aeromas'ın seçilmişi ilk görevi yerine getirdiğini sanıp yanında ateş çiçekleri ile konuk evine döndüğünde ise onları bir sürpriz bekleyecekti.

Yemiş sütü sayesinde özleri çekilen yapraklar büzüşecek ve günler sonra dökülecekti. Tahminimce saraya varmadan bir gün önce farkına varacaklardı. Tabii kontrol etmeyi akıl ederlerse.

O andan sonra ne başka çiçek bulmak için zamanları ne de imkanları olduğundan yenilgiyi kabul edeceklerdi.

Böylece Çember Oyunları'ndan ilk rakibim de elenmiş olacaktı.

Tabii bütün bunlara herkesin önüne elleri boş gelen ileticiyi görmenin zevki de eklenince tüm emeklerime değecekti. Acımasız yanım bir an önce Aeromas'ın seçilmişinin sahneye çıkmasını talep ediyordu.

İç sesimden habersiz rahip aynı talepte bulunsa da merdivenleri çıkan yeni bir beden olmayınca herkes şaşırdı. Geç mi kalmıştı?

Eğlencemin meyvesini görememek canımı sıkarken Aeromas'ın kırmızı cübbeli rahibinin yüzünde de şaşkınlık ve panik görünce kaşlarım çatıldı. Kırmızı ilahın seçilmişi, kraliyet emrine karşı gelip kellesinden olmaya mı çalışıyordu?

Ne kadar eşitmişiz gibi rol yapsak da loca etkinliği tamamen krallığın gücünü ve kutsallığını göstermek için düzenlenen bir gösteriydi. Katılmamak bir seçenek değildi.

Yerimde huzursuzlanmaya başladım. Neler oluyordu?

Seyircilerde kendi aralarında arı vızıltısı gibi konuşurken kırmızı cübbeli rahip sahneden inip dördümüzü yalnız bıraktı. Kendi rahibime bakıp ne olduğunu sormak istesem de bilgisinin olmadığı sıkıca avuçladığı cübbesinden belliydi.

Kraliyet locasına bakışlarımı çevirince Kral Zecta ve çevresini saran kalabalığın konuştuğunu gördüm. Göz ucuyla altın bir miğferin köşesini seçince Prens Hezmian'ın çoktan ait olduğu yere döndüğünü anladım.

Neyse ki kısa süre sonra kırmızı cübbeli rahip geri dönüp izleyicileri sessizliğe davet etti. Ardından ağzından irkilmeme neden olan sözler döküldü.

''Aeromas'ın seçilmişi vaktinde kraliyet sarayına geri dönmedi. Bu sebeple Çember Oyunları'ndaki yerini kaybedip rekabet ve güç ilahının kutsallığından mahrum kaldı.''

Rahibin sözlerinden sonra ilahi bir dokunuş üzerimize yumruğunu indirmiş gibi nefesim ciğerlerime sıkıştı. Altı minyatür ilah heykelinden beyaz içinde kırmızı damarları olan tanrının göğüs boşluğunda yer alan alev söndü. Ardından yüksek bir çatırtı ile heykel parçalara ayrılıp toza dönüştü.

Ağzım açık önümde gerçekleşen gerçek üstü olaya bakarken ortamı panik ele geçirdi. En alt localardaki insanların –heykellere en yakın olanların- kaçmaya çalıştığını gördüm.

Avlunun ortasındaki toz gökyüzüne havalanıp geride sağlam beş ilah heykeli bırakırken rahip çatlayan sesiyle korkusunu bastırıp ''Aeromas kutsal oyunları terk etti.'' dedi.

Bu sözleri ona taptığı ilahın mı ilettiğini yoksa her Çember Oyunları'nda bunların mı yaşandığını düşünecek zamanım olmadan Kral Zecta ''Devam edin!'' diye haykırdı.

Sahnede kalan iki rahip aceleyle toparlandı. Merdivenleri hızla inip ellerinde ahşap kutular ile döndüklerinde altı yerine beş seçilmişin gösterisine dönen oyunlardan sondan ikinci seçilmiş öne çıkmadan önce diğer üçlüye söylenen sözleri rahipler tekrarladı.

''Seni kutsayana, seni seçtiği ilk günkü gibi önce adağını sonra senden istediğini sun.''

Benden uzun mu yoksa benimle aynı boyda mı başını kapatan kürk yüzünden anlayamadığım seçilmiş öne çıkıp merdivenlerden inip mor renkli damarları olan tanrı heykelinin yanına gitti.

Ahşap kutuyu saygıyla eğilirken ilahın ayaklarının dibine bıraktıktan sonra yan yana dizilmiş masaların arasında dolaşmaya başladı.

Tatlı ve iri meyvelerin olduğu masada durup bir salkım üzüm aldı. Ardından iki masa yanında üzerinde av havyalarının renkli tüyleriyle dolu bir çuvala uzanıp bir tüy aldı. Sol tarafına dönüp beş adım ilerisinde kalan masadan ise küçük bir şişe alıp ilah heykeline geri döndü.

Telaşla diğer üç heykele baktım. Önlerindeki yuvarlak kase sunaklarda çeşitli yiyecekler ve eşyalar vardı.

Hibesta için buğday ve rizze.

Orpinja için ayna ve kurdele.

Iondora için kadeh ve ok.

Patkea'nın seçilmişi ilahın önünde eğilip sunağına üzüm ve tüyü koyduktan sonra doğrulup taşıdığı küçük şişenin tıpasını açtı. İçindeki siyah sıvıyı sol avucuna döküp boş şişeyi yere bıraktıktan sonra sağ elinin parmaklarını sıvıya daldırıp bir şekil çizdi.

Geri çekildiğinde tanrının kırık ayı mor damarlı heykelin sağ göğsündeki beyaz mermer alanda kara bir lekeydi. Kullandığı sıvı mürekkepti.

Hızla başımı diğer üç heykele çevirdim. Sunaklardaki adaklar dışında sağ göğüslerinde çizilmiş semboller vardı.

Basite indirgenmiş şekiller tanıdıktı. Iondora'nın güneşi, Orpinja'nın çemberi ve Hibesta'nın demeti.

İlahların sembolleri.

Rahiplerin loca etkinliği için öylesine haykırdığını sandığım kelimeler bir an da anlam kazandı.

Seni kutsayana, seni seçtiği ilk günkü gibi önce adağını sonra senden istediğini sun.

Şarlatan'ın istediği kan gülüydü.

Asıl sorun beni seçtiği gün ona bir adak sunmamamdı. Lanet olsun neden seçildiğimi bile bilmiyordum. Ripreus bana ensemdeki deseni gösterene kadar her şeyi inkar etmiştim.

Nefesim sıkıştı, adağımı bulsam bile temsil ettiğim ilahın sembolü neydi?

Panik damarlarıma yayılıp göğsümün hızla yükselip alçalmasına neden olurken Patkea'nın seçilmişi ahşap kutudan çıkardığı gülü ilahın sol göğsündeki ateşe kaldırdı.

Rahip ''Mermer gül!'' diye ilan ettiğinde gerçekten de kadının elinde mermerden bir gül olduğunu gördüm. İlahın ana heykelinin de bulunduğu Mermer Gül Meydanı'nda yer alan onlarcasından biriydi.

O an Ripreus'un Patkea'nın seçilmişinin ilk görevini alır almaz Doğruluk Avlusu'ndan sevinçle ayrıldığını ve sarayı hemen terk ettiğini söylediğini hatırladım.

Patkea'nın seçilmişinden istediği şeyin basitliği karşısında öfkeyle doldum. Lanet olsun ben krallığın diğer ucuna gidip beni zehirleyen bir yadigarın kalıntısı ile ölümü beklerken, Patkea'nın seçilmişi saraydan çıkıp elini kolunu sallayarak Mermer Gül Meydanı'na gitmiş ve bir saat içinde ilk görevini tamamlamış mıydı?

Tırnaklarım avucuma gömülürken seçilmiş, mermer gülü ateş ile buluşturdu. Ellerinin yanmaması şaşırtıcı değildi. Ne de olsa alevleri heykellerin göğüslerine yerleştiren de bizdik.

Mermer gül mor alevler tarafından sarılıp dumana dönüşürken locadan yine sevinç dolu sesler yükseldi. Patkea'nın kutsamasını alıp ilk görevini yerine getiren kadın geri çekilirken kralın önünde boyun eğdi.

Rahibi ile avluyu terk ettiğinde öfkeli, korkmuş ve telaşlıydım.

Beyaz cübbeli -adını hala öğrenemediğim- rahip beni elimdeki kutu ile merdivenlerden inmem için yönlendirirken kısık sesle ''Önce adağın sonra görevin.'' dedi.

Basamaklar bitip ilah heykellerine doğru yürüyüp Şarlatan'ın beyaz heykelinin önünde durdum. Ahşap kutuyu sunağın önüne bırakıp saygılarımı sunarken sıkılı dişlerimin arasından konuştum.

''Beni sen seçtin, nedeni her neyse bana yol göster. Yoksa feci halde boka batacağım ve sen de oyunlardan çekileceksin.''

Yarı tehdit yarı yakarış içeren sözlerim bitince doğrulup masalara döndüm. Altı masanın her birine göz atıp ilk adımı atarken zihnimin içinde haykırdığım tek bir soru vardı.

Şimdi ne halt yiyeceğim ben?

***

Görüşlerinizi benimle paylaşır ve oylarınız ile destek olursanız sevinirim.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top