22.Bölüm: Bronz Kadeh
Keyifli okumalar...
***
İleticim iki saat sonra döndüğünde eli boştu. Sisi ile yaşadığımız son olaydan sonra dışarıda yemenin daha iyi olacağını söyleyip Semender Yolu'nun kabalığının içine dalmıştık. Pazar Yeri'ndeki tezgahları geçip Bronz Kadeh isimli bir tavernaya girdik.
Öğle saati olmasına rağmen tenha olan salonda pencere kenarı bir masaya oturup etli ekmek, elmalı turta ve naneli soğuk çay siparişini verdikten sonra Ripreus konuşmaya başladı.
''Bana dün ben handan ayrıldıktan sonra neler olduğunu anlat.''
Normalde önce onun sorularımı yanıtlamasını ister huysuz davranırdım ama yüzüne yerleşen acı ve kaderin karışımı ifadeyi anımsayınca itiraz etmeden ileticime olanları anlattım.
Sisi ile olan konuşmamıza kaşlarını çatsa da iki tüccar ve centilmen evinin sahibi olduğunu düşündüğüm sarışın adamın sözlerini dile getirirken balık etli kadın çabuk unutuldu. Aeromas ve onun seçilmişinin Semender Yolu'nda ateş çiçeğini –Dişlek'in dediğini göre malı- aradığını anlattım. Onları takip etme planımın pervasızca olduğu hakkında bir iki kelime gevelese de benim yerimde olsa aynı seçimi yapacağını bildiğimden sözlerine aldırmadım.
En son ara sokakta onu afrodizyak etkisi ile kucakladığım ana gelmiştim ki sözümü kesip ''Neden beni bırakmadın?'' diye sordu.
Dudağımın kenarı kıvrılıp ''Arzudan kafayı yediğim için olabilir mi?'' diye dalga geçsem de Ripreus'un onaylamayan kara gözleriyle nefesimi hırsla dışarı üfledim.
''Düşünemeyecek durumda olsan oradan uzaklaşmamızı söylemezdin hem kucağımda seni taşırken...'' Bir an ağzı açık kalıp söylemek üzere olduğu şeyi yuttu.
İleticimin bocalayan yüzü ile keyifle sırıtıp onun cümlesini tamamladım. ''Kıyafetlerini parçalamaya mı çalışırdım?'' Masaya dirseklerimi dayayıp ellerimi birleştirip çenemi üzerine yasladım. Oyunbaz bir tonda çıkan sesimle devam ettim. ''Ya da orda dizlerimin üzerine çöker ve-''
Ripreus ''Önemsiz kısımları atlayalım.'' dedi. Ancak onun gibi erdemli bir adam bu sözlere kayıtsız kalmayı seçebilirdi. Gözlerimi devirdim.
''Hiç eğlenceli değilsin.''
Ripreus kraliyet balosunda ona aynı suçlamayı yaptığımda karşılık verdiği sözleri tekrarladı. ''Eğlence ve ben dost değiliz.''
Dudaklarından çıkan aynı cümle olsa da bende yarattığı etki artık farklıydı. Onun eğlenen bir çocuk olduğunu düşünmüştüm, rahat yaşadığını. Şimdi ise emin değildim.
Hoş olmayan duygular içime dolarken Ripreus cevabını talep ettiği sorusunu yeniledi. ''Neden beni bırakmadın?''
Bakışlarımı ciddiyet ile obsidiyen kürelere dikip ''İki nedenden.'' dedim. Sol elimi çenemin altından çekip işaret parmağımı havaya kaldırırken sağ elimle yanağımı avuçlayıp masaya dayanmaya devam ettim.
''İlki bir centilmen evinin yakınında sevişmeye çalışan bir çift, saygın bir işletmenin sahibi için itibar kaybettirici olurdu. Sarışın elemanın kibrine oynamayı seçtim.'' Ripreus bir şey demek ister gibi dudaklarını aralayınca söyleyeceklerini tahmin edip hızla konuştum. ''Anlaşma yaptığı iki tüccar kadar ahlaksız ya da varoş durmayan sarışın, arka kapıdan çıktıktan sonra bölgesini işeyerek işaretleyen köpeklere döndü. Yani centilmen evinin ya sahibi ya da yöneticisi. Her iki koşulda da itibarı korumak için bizi kovalar, diğerlerini bizden uzaklaştırırdı.''
Ripreus dudaklarını mühürleyip başını eğince işaret parmağımın yanına orta parmağımı da katıp havaya kalkmasını sağladım. ''İkinci ve en önemli nedense Aemoras'ın seçilmişi ya da ileticisinin talepte bulunan kişi olarak orada olabileceğiydi.''
''Yani her olasılığı değerlendirmek istedin, yine de beni bırakmamanın açıklaması değil.''
İleticimin olayları kavramakta yetersiz kalmasına şaşırıp gözlerimi kırpıştırdım. Havaya kalkan iki parmağımı gözlerine doğru eğip onları oymaya çalışıyormuşum gibi öne ittim.
Ripreus elimi havada yakalarken ''Gözlerin erdemli ileticim, gece göğündeki yıldızlar gibi parlıyor.'' dedim.
Sözlerim ile yüzüne olayları kavradığını belli eden bir ifade yayıldı. ''Şarlatan'ın işaretini görüp beni tanımasınlar diye mi başımı boynuna gömdün?''
''Başka neden olacaktı?'' İç sesim edepsizce kahkaha atıp dudaklarını teninde hissetmek istedin dediğinde onu görmezden geldim. Kes sesini kaltak.
Ripreus yakaladığı ipucunun ardından gidip düşünce akışını sesli dile getirdi. ''İleticinin işaretini yalnızca seçilmişler ya da diğer ileticiler görebilir.'' Gözlerini bana merakla çevirip o an yaşananları hatırlattı. ''En son gelen adamın sesini duyduktan sonra başımı kaldırmamam için beni uyardın.''
Hala tuttuğu elimi çekip sandalyemde geri yaslanırken ''Tahminim de yanılmadım.'' dedim. Ara sokakta solgun yüzü tiksinti ile çarpılmış adamın kestane rengi saçlarının arasından görünen ela gözlerinde yüzen ışıltı tanıdıktı. Ne de olsa haftalardır baktığım kara gözlerin içinde de aynısı vardı.
Dudaklarımı keşfetmenin heyecanı ve geleceğin ağırlığı ile kıvrıldı. ''Ateş çiçeğini almaya gelen adam Aeromas'ın ileticisiydi.''
Krallığın merkezinde yükselen metrelerce uzunluğa sahip tanrı heykelinin sol elinde taşıdığı kalkanın yüzeyine işlenen ateş kızılı armanın üzerinde iki hançerin birbirini çaprazlama kesen yüzeylerinin tepesinde yükselen bir kurt başı olduğunu anımsayınca yerimde huzursuzca kımıldandım. Miğferi yüzünden yüzü gizlenen ilahın bir canavarın kan açlığından mı yoksa yenilmez bir savaşçı olup rakiplerini katlettiğinden mi hayatın rengini kuşandığını bilen yoktu.
Bakışlarım Ripreus'un yüzünde gezinip Şarlatan'ın izi olan beyaz beneklerde durduğunda ''Gözlerindeki paslı kızıl lekeler beni selamladı.'' sözleri dudaklarımdan döküldü.
Ripreus'un boynundaki damar gerilip sertçe atarken beni takdir ettiğini belli eden sesiyle ''O an doğru kararı vermişsin, gizli kalırsak kozumuz olur.'' dedi. Parmakları havalanıp kendi ensesine dokunurken ekledi. ''Ne de olsa senin işaretini göremedi, ilahlara şükürler olsun ki yalnızca ileticiler temsil ettikleri ilahların ışığını gözlerinde taşıyor.''
O ana kadar başka bir iletici hakkında düşünmediğimi fark ettim. Ripreus'u saklamanın elzem olduğuna karar verip harekete geçmiştim ama Aeromas'ın ileticisinin gözlerini görüp olayları çözmüştüm.
Bu bilgiyi yeni öğrendiğimi dile getirmedim. Hele ki Ripreus beni takdir ederken asla söylemezdim.
''Kırmızı şarapla sunaklarına şükranlarımı sonra sunarım.''
Ripreus'un gözleri kısılsa da sözlerim ona başka bir detayı hatırlatmış olacak ki ''İçtiğin şeyin etkisindeyken bunları düşünmeni taktir ediyorum Tibertia.'' dedi. Omuzlarımı kabartıp sırıtmak istesem de ileticimin andığı isimle somurttum.
''Sisi.''
''O sefil lağım sıçanına ne olmuş?''
Ripreus hancının kızına hakaret etmeme takılmadan devam etti. ''Sanırım sana ne verdiğini biliyorum.''
Elimi havada savurup ''Evet ben de biliyorum.'' dedim. ''Afrodizyak.''
''Tam olarak değil.''
Dikkatim bir an da ileticime odaklanınca öne doğru eğildim. Benimle birlikte Nedime Gölü'ne atlamadan önce de bundan bahsetmişti. ''O zaman ne?''
''Aeromas'ın seçilmişinin aradığı şey.''
Tek kaşımı kaldırdım. ''Ateş çiçeği mi?''
Ripreus başıyla onayladı. Benli'nin sarışın adama Kırmızı Fener'de de insanın kafasını dumanlandıran mallar olduğunu söylediğini hatırlayınca yüzümü buruşturdum.
Varoşların içinde dönen ticareti elbette biliyordum. Kırlangıç Limanı'ndaki bazı depolar yalnızca zevk evlerine satılan bu maddeler için ayrılırdı. Asillerden denizcilere kadar her kesimden ve yaştan talep gördüğü düşünülürse kullanıcılarını ya bağımlı yapıyordu ya da benim deneyimlemediğim bir mutluluk veriyordu.
Kızgınlıkla dişlerimi sıkarken düşünce akışımdaki hatayı düzeltim. Şimdiye kadar deneyimlememiştim.
Sisi bu konudaki açığı kapatacak kadar yüce gönüllü olduğundan yattığı adamlardan umarım bel soğukluğu kapardı.
Ripreus ''Seni bırakıp Pazar Yeri'nde bilgi edinmeye gittiğimde birkaç tüccar bana satış yapmaya çalıştı.'' dediğinde dikkatim yeniden ona kaydı.
Adamlar ya aptaldı ya da içgüdüleri çalışmıyordu. Girdiği her ortamda kendini sertçe ortaya atan ileticime böyle bir teklifte bulunmak için ikisinden birisi olmalıydı.
Merakım kabarınca sordum. ''Ve sen onlara ne dedin?''
''İlgilenmediğimi elbette.''
Elimle alnıma hafif bir şaplak attım. ''Bilgi almaya bile çalışmadın mı?''
O an sipariş ettiğimiz yemekler ve içeceklerimiz gelince sustuk. Garson Sisi'ni aksine sevecen, yirmilerinin başında zayıf bir kızdı. Bakışları ile Ripreus'u etkilemeye çalışmayacak kadar akıllı olduğundan ona bahşiş bırakmayı zihnime not ettim.
Ağzımda dağılan elmalı turta ile inlerken av hayvanları yerine yeniden meyve içeren bir şey tükettiğim için mutluydum. Ripreus etli ekmeğe uzanıp ortadan ikiye bölünce dolu ağzımla ''Hepsi senin olsun.'' dedim.
''Emin misin?''
Turta tabağını önüme çekip ''Bu bana yeter.'' dedim.
Yemekleri bölüşüp midemizi doldurduktan sonra yaladığım parmaklarım ile sordum. ''Peki, neler öğrendin?''
''Ateş çiçekleri Semender Yolu'na güney krallığı Hiski'den her ay kervanlar ile geliyor.'' Sotaina Krallığı'nın merkezinden güney krallıklarının en büyüğü olan Hiski'ye uzanan ticaret yolunda pek çok ürün kervanlar ile taşınıyordu. İnsanı bayıltacak sıcaklığa ve kum tepelerine sahip olmasına rağmen Hiski'nin topraklarının üçte birinde tarım arazileri vardı. Ateş çiçeği de burada üretiliyor olmalıydı.
''Halk arasında çok popüler olduğuna eminim.'' Alaylı sözlerime Ripreus ''Öyle.'' diyerek karşılık verince soğuk nane çayımı uzanıp bir yudum aldım. Boğazımı serinleten sıvı ile rahatlarken ''Başka?'' dedim.
''Ateş çiçeğinin pek çok kullanım alanı var. Aslında Semender Yolu'na ilk getirildiğinde şifacılar için satın alınmış.'' Bir şifacının afrodizyak etkisi yapan bir bitkiyi ne yapacağını düşünmekle uğraşmadım. Onun yerine ileticimin dudaklarından dökülen kelimelere odaklandım. ''Şifacılar bitkiyi öğütüp kuzu otu ve çan çiçeği ile karıştırıp kullanmış.''
Bahsettiği iki bitkinin de kullananı bayıltmak ya da sakinleştirmek gibi özellikleri olduğunu bildiğimden kaşlarım çatıldı. ''Sen bu bilgileri nereden aldın? Satıcılar ile konuşmadım demiştin.''
''Konuşmadım zaten.'' Tabağındaki son ekmek parçasını ağzına atıp çiğnedikten sonra ''Yaşlı bir şifacıdan ihtiyacım olan şeyleri satın alırken öğrendim.'' dedi.
''Ne aldın?''
''Yara merhemleri, zehir tonikleri ve banyo şişesi.''
Hepsinin benim için alınmış şeyler olduğunu fark edince boğazımı temizleyip ''Şu şifacı sana başka ne dedi?'' diye sordum.
''Ateş çiçeği ile yapılan karışımın şifacı kesiği gerektiğinde yaralıları sakinleştirdiğini, uyuşuk ve hayallerin kucağındayken eti kesmenin daha kolay olduğunu.''
''Tamam, oldukça işe yararmış ama bizi ilgilendiren kısım bu değil.''
İç geçirip sol eliyle şakağındaki saçları geriye itti. ''Sözümü sürekli kesmezsen sana anlatmaya çalıştıklarımı daha hızlı iletebilirim.''
Geri kaykılıp dudaklarımı sertçe birbirine bastırıp tek kelime etmeyeceğimi belli ederken gözlerimi kıstım. Ripreus ise anlatmaya devam etti.
''Şifacılar arasında yaygın olsa da etkilerini fark edince bazı zeki tüccarlar bitkiyi farklı alanlarda denemeye karar vermişler, kısa sürede zihni bulandırmasının yanında bedeni uyardığını ve mutluluk hissi ile insanları kandırdığını keşfetmişler.'' Ripreus beline uzanıp oradan katlı bir kağıt parçası çıkarıp açtı. Çizimi görebilmem için bana doğru itince kömürle çizilmiş basit bitkiye baktım.
Ripreus parmağını bitkinin uzun gövdesinden çıkan püsküllü köke dokundurdu. ''Kök kaynatıldıktan sonra ezerek kullanıldığında sakinleştirici etkisi var.'' Parmağı yukarı kayıp gövdeden çıkan yuvarlak minik yapraklarında durdu. ''İşin içine yapraklar da girince şifacıların kullandığı şeye dönüyor. Tabii yaprakları direkt çiğnersen birkaç saat için krallığın en mutlu insanı oluyorsun.'' En son olarak bitkinin başına, çiçek kısmına parmağını vurup ''Bu kısım ise bedeni zevklere teslim eden kısım.'' dedi.
Sisi'nin bana çiçek kısmını verdiği kesindi. Ripreus'da aklımdan geçenleri sözleri ile onayladı. ''Sen çiçeği tüketmiş olmalısın. Genellikle içkinin, çayların ya da suyun içine toz haline getirilip katılıyor.''
Tek kaşımı kaldırıp suskunluğumu bozdum. ''Bu yüzden mi benim ne içtiğimi sorup durdun?''
Kağıdı katlayıp yeniden beline götürürken ''Buralardaki bazı tavernalar bunu bilerek sattığı içkilerin içine katıyormuş, müşterileri bunu bilerek oraya gidiyormuş.'' dedi. Burun kemerini sıkıp ''Hana en yakın tavernada bunlardan biriydi. Oraya gitmiş olacağını düşündüm.'' diye ekledi.
Bir an da handan çıkıp bu kadar uzaktaki bir yere yemek yemek için gelmemiz farklı bir anlam kazanmıştı. Demek ki bulunduğumuz Bronz Kadeh, ateş çiçeği kullanmıyordu.
Handan çıkıp içki içmek istesem gerçekten de Ripreus'un ön gördüğü gibi en yakın tavernaya dalacağımı bildiğimden sözleri karşısında sessiz kaldım. İleticimin beni, onu çözdüğümden daha kolay çözdüğü kesindi.
Bardağımda kalan son yudumu kafama dikip sordum. ''İyi de yüksek ateşten gebermeden dolaşmayı nasıl başarıyorlar?''
İleticimin yüzünü memnuniyetsizlik hızla ele geçirirken ''O kısım Sisi'nin ayılman için hazırladığı karışımla alakalı olsa gerek.'' dedi. ''Artık içtiğin şeyde her ne varsa birbiri ile tepkimeye girmiş olmalı.''
''Bilerek yapmıştır. O şirret yılan ateşimin çıkıp birileri beni becerdikten sonra bir köşede gebermemi istemiştir.''
Dudaklarımdan çıkan zehirli kelimeler ile Ripreus ''Neden yapsın ki?'' dedi.
Suçlayıp ona doğru parmağımı kaldırdım. ''Seninle sevişmek istiyor da ondan.''
Ripreus bu güne kadar böyle bir suçlamaya hiç maruz kalmadığını açık kalan ağzı ile belli ederken ateş çiçeğinin etkilerine maruz kalan ben olmasaydım manzara karşısında gülerdim. Keyfim kaçtığından ileticime takılmak yerine ''Peki beni göle atmak yerine neden bir şifacıya götürmedin?'' diye sorup konuyu değiştirdim.
Boğazını temizleyip yeniden ciddi ifadesini takınıp ''Seni atmadım, seninle birlikte atladım.'' dedikten sonra ekledi. ''Fazla uzaktaydık, ateşin çok yüksekti. Dayanamayacağını düşündüm.'' Ripreus'un dile getirmediği sözleri zihnim tamamladı. Özellikle kefaret kafesinin zehrinden sonra bünyen hala zayıfken risk alamadım.
Soğuk suyun mu şokun mu ateşimi düşürdüğü tartışılırdı. Ne olursa olsun işe yaramıştı. Kendi aptallığım yüzünden başıma gelen olayları düşününce gözlerimi kaçırıp ''Teşekkür ederim.'' diye mırıldandım.
Ripreus minnettarlığımı suskunluğuyla kabul etti. Bir süre sessiz kalıp garsonun yeniden doldurduğu bardaklarımızı yudumladık. Zihnimde işlenen bilgiler birbirine bağlanıp bir binanın temelinden var olması gibi yavaşça yükselirken pencereden dışarıya baktım.
Ara sokakta gördüğüm Aeromas'ın ileticisinin yüzündeki tiksintiden onun tapınak rahiplerinden biri olduğunu anlamak kolaydı. Ama benim ilgilendiğim ileticisi değil seçilmişin kendisiydi.
Pencerenin ardındaki manzarada Semender Yolu'nun kalabalığı iki ilahın seçilmişi için yaşadıkları yerin bir oyun alanına döndüğünden habersiz gündelik koşturmacasına devam ediyordu. Dudağımı dişleyip keyifle belki de onlar için bir tiyatro sergilemeyiz diye düşündüm.
Neredeyse sırıtarak masaya ellerimi dayadım. ''Hadi bundan sonra yapacaklarımızı konuşalım.''
Yüzümü inceleye Ripreus ''Bir planın var gibi.'' dedi.
Göz kırpıp temsilcisi olduğum oyunbaz ilahın hoşuna gidecek kelimeleri havaya salmadan önce ''Eh öyle de denebilir.'' dedim. ''
''Ne?''
Ellerimi birbirine vurup kocaman sırıttım. ''Hadi hırsızlık yapalım.''
***
Günün geri kalanını bilgi toplayarak geçirdim. Öncelikle hiçbir şey yaşanmamış gibi –Ripreus ikimiz de sırılsıklamken beni kucağında hana taşıdığında kimse sorgulamamıştı. Zaten bu hanı bu yüzden seçmiştik- Pazar Yeri'nde Benli ve Dişlek hakkında bilgi topladım.
El değiştiren rizzeler zihinlerde hatıraların canlanmasına neden olup bilgiyi keyifli dudaklardan salarken Andros'un –Benli- Semender Yolu'nun alt kesim tüccarlarından biri olduğunu Ogian'ın –Dişlek- ise kervanları denetleyen katipler ile çalışan küçük bir işletmesi olduğunu kısa sürede öğrenmiştim. Andros, yaptığı kara borsa işleri ile ünlü bile sayılırdı. Ama şahsen de tanık olduğum üzere çok zeki biri değildi. Ogian ise bağlantılara sahip olsa da fazla ürkekti.
Bu bilgiler doğrultusunda ateş çiçeklerini nasıl ele geçirdikleri de ortaya çıkmıştı. Ogian her kervandan gelen ateş çiçeklerinden pay almak için katiplere iyi ödeme yapıyor, Andros ile iki hatta üç katına ateş çiçeğini arayan üst kesime satış yapıyordu.
İşin daha ilginç olan kısmı ise bahsi geçen bitki hakkında öğrendiklerimdi. Ripreus'un da dediği gibi bu popüler ürünün parçaları farklı amaçlar için kullanılıyordu. Şifacılar, tavernalar ve zevk evleri için değişen kısımlar revaçtaydı. Tam da bu sebepten kervanlar gelir gelmez bütün haldeki bitki parçalara ayrılıyor, gereken yerlere ihtiyaç duyulan kısımları iletiliyordu.
Yani kervanın Semender Yolu'nun ucuna vardığı gün ateş çiçeğinin bütün olarak kaldığı tek gündü.
Son kervanın gelmesinin üzerinden neredeyse bir ay geçtiğini geveze bir tüccardan öğrendiğimde Aeromas'ın ileticisinin erdemli rahip tavırlarına zıt bir işe kalkışmasının nedenini de keşfetmiştim. Çiçeğin parçaları çoktan alıcılara dağıtıldığı için kimsenin elinde tedarik kalmamıştı. Özellikle de Aeromas'ın ileticisinin aradığı düşündüğüm bitkinin baş kısmı-çiçeği- teslim alındığı gibi öğütülüp toz haline getirildiğinden bulunması imkansızdı.
Şarlatan gibi kırmızı rengi benimseyen ilahın da seçilmişinden çiçeğin başını mı yoksa tamamını mı istediği bilmiyordum. Ama iki şekilde de bitkiyi Pazar Yeri'nden elde etmek mümkün değildi.
Yani görevini yerine getirip bir an önce kraliyet sarayına dönmek isteyen seçilmiş ve ileticisi son çareye başvurmuşlar, sarışın centilmen evinin sahibi aracılığı ile kötü şöhretli Andros'un çiçeği onlara getirmesi için anlaşma sunmuşlardı.
Ela gözlerdeki aşağılamayı yansıtan kızıl parıltıları hatırlayınca rahibin alçak gönüllülük konusunda pek de başarılı olmadığı sonucunu çıkarmıştım. Öyle biri işine garantiye almak için Andros'un elinde kalan bütün malı istemiş olmalıydı.
Yani Aeromas'ın ileticisine teslim edilen çanta çalınırsa seçilmişi görevini yerine getirmekte başarısız olurdu. Dudaklarım sinsilikle iki yanından gerilip kıvrılırken avuçlarım çalma düşüncesi ile karıncalandı.
Güneş ufukta alçalıp alacalı bir gökyüzü ile bizi kutsarken Ripreus ile yeniden Bronz Kadeh'te karşılıklı oturduğumuzda, benim aksime Pazar Yeri'ne gitmek yerine hana dönüp kesenin içinde birbirine çarpan rizzelerin sesiyle gözleri, saçsız başı gibi parlayan hancıdan bilgi almasını istemiştim.
İleticim en başta hırsızlık yapalım sözlerime kaşlarını çatıp onunla alay etmemem konusunda beni azarlasa da planımı anlattığımda istemeden de olsa onayladığından sözümü dinlemişti. Şimdi karşımda oturup tam da bu nedenden öğrendiklerini bana sunuyordu.
''Haklı çıktın.'' Edindiği bilgiden hoşnutsuz olduğunu belli ederken ''Sisi, tüccarın aşığıymış.'' dedi.
Kahkaha atıp bardağımı kafama diktikten sonra konuştum. ''Ah tatlım bu konularda pek de yanılmam. O küçük haşere Andros ile fazla ilgiliydi.'' Handa kulak misafiri olduğum konuşma sırasında Sisi'nin siparişlerini alıp neşeyle mutfakta kaybolmasından kısa süre sonra masaya yemekleri ve içecekleri servis ederken önceliği zengin ve iyi görünümlü sarışın yerine Andros'a verdiği dikkatimden kaçmamıştı.
Ayrıca cazibesi ile övünürken bile ona fahişe dediğim düşüncesi ile sinirlendiğinden yatak sanatları konusunda çok da engin tecrübeye sahip olmadığını belli etmişti. Gerçekten bulduğu her yakışıklı adamla çarşafların arasında yuvarlanan biri sözlerime güler ya da edepsizce fahişelerden daha yetenekli olduğu için erkeklerin onu arzuladığını söylerdi. Bir kez daha Madam'ın öğretileri ve Kadife Lale'de geçirdiğim zamanın bana kazandırdığı tecrübelere memnun olurken Ripreus konuşmaya devam etti.
''Dediğin gibi Sisi, meşhur akşamdan kalma karışımı için bitkileri Andros'dan – öğrendiği ismi hemen benimseyip bana kim olduğunu sormamasını takdir ettim- temin ediyormuş, aslında hana lazım olan her şeyin tüccarın elinden geçtiğine eminim.''
''Kaçakçılık ve kara borsa ha?''
Kaldığımız hanın müşterilerini pek de sorgulamamasının nedeni belliydi. Hele ki kendileri pek çok şey saklarken.
''Emin değilim belki de kervan katiplerine ödeme yapıyorlardır.'' Ripreus'un sözleri ile ona Dişlek –Ogian- hakkında öğrendiklerimi anlatınca parçaları birleştirip ''Şimdi daha mantıklı geliyor.'' dedi.
Masaya uzanıp üzüm salkımından bir parça koparıp ağzıma atıp keyifle çiğnedim. ''Öyle.''
Tatlı meyvenin dilimde bıraktığı tatla mest olurken fermente halinin de en az ana ürün kadar güzel olacağını düşündüm. Ah, şarap istiyordum.
Ripreus özlem dolu iç çekişime aldırmadan ''Peki şimdi ne yapacaksın?'' diye sordu.
Başka bir üzüm tanesini koparıp dudaklarıma dayarken gülümsedim. ''Aeroman'ın seçilmişi ve ileticisinin hala Semender Yolu'nda kaldığını onayladım.'' Ticaret yolunun daha zenginlere hitap eden kesimindeki İpek Kelebek isimli bir handa – bizim kaldığımızın bir isim tabelası bile yoktu- kalıyorlardı. Dişlerimi sulu meyveye geçirip çenemden tatlı suyun süzülmesine neden olurken ''Şansa bak ki bu akşam Semender Yolu'nun ünlü havai fişek gösterileri yapılacağından her kesimden insan sokaklarda olacak.'' dedim.
''Seçilmiş ve ileticinin dışarı çıkacağını mı düşünüyorsun?''
''İpek Kelebek'in sahibinin müşterilerinin gösteriyi izlemeleri için özel teraslarında yer hazırladığını duydum. Bu konuda en iyi manzaranın kendi hanına ait olduğuna dair büyük bir iddiaya sahipmiş.'' Kalan üzüm parçasını ağzıma atıp çiğnedikten sonra yuttum. ''Yani bütün müşterilerinin buna şahit olduğundan emin olmak isteyeceğine eminim.''
Ripreus düşünce akışımı yakalayıp ''Odalarında olmayacaklar.'' dedi.
''Aynen öyle.''
''Peki ya korumaları varsa?''
Gözlerimi devirdim. ''Hanın korumaları müşterilerini korumak ve han sahibinin kasasının kitli kalmasını sağlamakla görevli. Bütün müşteriler teraslarda olacak ve giriş kapısı her zaman korunacak. Kasa ise ikinci kattaki yönetim kanadında, odalar ise aksi yönde ya da üst katta.''
Tek kaşı havalanan Ripreus ''Binanın planını nerden öğrendin?'' diye sorunca omuzlarımı silktim.
''Han sahibinin kibri krallarla yarışır cinsten. Ahmak adam yerel halka ipek perdelerden, çam ağacından kapılara, duvarlarındaki ünlü tablolardan, teras balkonlarının genişliğine kadar överken tüm detayların ağızdan ağıza yayılmasını sağlamış.''
Ripreus beni şaşırtıp ''Birileri hiç hırsızlık yapmaya kalkmamış mı?'' diye sordu. İleticim ile zihnimizde aynı sorunun şekillenmesi ile keyfim arttı.
Neşeyle ''Ben de aynı soruyu sordum.'' dedikten sonra öğrendiklerimi ona anlattım. ''Anlaşılan Semender Yolu'nun en acımasız paralı asker grubu ile anlaşmış, daha İpek Kelebek'e adım atıp da çaldıkları ile dışarı çıkmayı başaran olmamış.''
Esmer yüzünde şüphe filizlenirken sordu. ''Ve sen o binaya girip çıkabileceğini düşünüyorsun.''
Onu düzeltmek için ''Düşünmüyorum.'' dedim. Ardından o cevap veremeden çene çizgimde parmağımı dolaştırıp ifademin kibirle dolmasına izin verirken ekledim. ''Biliyorum.''
''Özgüvenini takdir mi etmeliyim?''
Kaşlarımı çattım. ''Benim kim olduğumu çabuk unutuyorsun. Ben Kırmızı Fener'in asil dolandırıcılarından biriyim.'' Parmaklarımı havaya kaldırıp bileklerime bağlı ellerimi vurgulayıp ''Kimse beni yakalamayı bugüne kadar başaramadı.'' dedim.
Ripreus sesinde en ufak bir kibir belirtisi olmadan saf gerçeği yüzüme çarpıp ''Ben seni yakaladım.'' dedi.
Ona ters bir bakış attıktan sonra homurdanıp ''O işte ilahların parmağı vardı.'' dedim.
Ripreus parmakları ile saçlarını tarayıp yorgun bir sesi dudaklarından saldı. ''Bütün bunlarla neden uğraşıyoruz ki kan gülü elimizde saraya dönebiliriz.''
Elbette ileticimin dediği gibi görevi tamamlamak için hızla kraliyet sarayına gidebilir, diğer seçilmişler ile bir hafta sonra düzenlenecek loca etkinliğine katılmayı bekleyebilirdim. İlahların işaretlediği kişilerin başarılarını kutlayacak aynı zaman da asiller için eğlence kaynağı olacak gösteriyi beklerken konuk evinde dinlenme fikri cezbediciydi.
Baloda dans ettiğim markinin ikinci oğlu Berno Pestias'ın beni orda görmek için sabırsız olduğuna emindim. Ama şimdi burayı terk edip Aeromas'ın seçilmişini rahat bırakamazdım.
Çember Oyunları'nın amacı en iyi olanı seçmekti. Görevlerde başarısız olan seçilmişlerin elenmesinin yanında başından beri Ripreus'un beni koruyacağına yemin ettiği suikastlar ve saray oyunları da işin içindeydi. Kendimi hayatta tutmak bile zor olacakken başka seçilmişler ile uğraşmak için fırsatım olmayabilirdi.
Önüme gelin bu fırsatı kaçıramazdım.
Ellerim yumruk haline gelirken zihnimde Sammy'nin sevecek yüzü belirdi. Ardından tahta iskelede sürüklenen kanlar içindeki bedeni.
Onu kurtarmak için sonuna kadar devam etmeliydim. Ripreus'un intikamını almasına yardım ederken sarayda Sammy'yi kurtarmak için fırsatlarım olacaktı.
Ama içten içe tenini yiyen kristal yadigardan onu azat edemedikleri fikri beni umutsuzca kazanmam gerektiği fikrine itiyordu. Kraliyet ailesi bile elinde olan imkanlarla bunu başaramamışsa ben nasıl onu hayatta tutacaktım?
Mantıklı olan tek bir çözüm vardı. Çember Oyunları'nı kazanmalı ve Şarlatan'dan Sammy'nin kurtuluşu için dilekte bulunmalıydım.
Tam da bu sebepten rakiplerimden birini eleme fırsatına sırt çeviremezdim. Aeromas'ın seçilmişinin görevini sabote edip onu rakip listemden elemeliydim.
Gözlerimi obsidiyen kürelere dikip kararlılıkla dolu sesimle Ripreus'a ''Çünkü kazanmam gerek.'' dedim.
İleticim suratımda ne gördü bilmiyorum, belki yüzümde en büyük pişmanlığımın derin izleri vardı. Her ne sebepten olursa olsun başka soru sormadı. Beni fikrimden caydırmaya çalışmadı. Hatta beni pervasızlığım konusunda azarlamadı bile.
Sadece dudaklarımdan çıkıp Aeromas'ın seçilmişinin oyunlardaki rolüne son verecek kelimelerimi dinledi.
***
Görüşlerinizi benimle paylaşır ve oylarınız ile destek olursanız sevinirim.❤
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top