21.Bölüm: Nedime Gölü

Keyifli okumalar...

***

Ah evet!

İlahlara lanet olsun!

Bu iki düşünce ard arda zihnimde patlarken Ripreus geri çekilemeden adım sesleri hızla bize yaklaştı.

''Kim var orda?'' Öfkeli sarışının sesi otorite ile sokağa doldu.

Siktir, siktir, siktir. Yakalanamayız.

Ripreus'un beni arkasına itip gelenler ile yüzleşmek için kaslarının kasıldığını hissedince buraya geliş sebebimi acele ile hatırladım.

Panikle damarlarımda ateşlenen adrenalin bana güç verdiğinden ve Ripreus beni tuttuğundan zorlanmadan diğer ayağımı da kaldırıp beline dolarken tek elimi kara saçlarının arasına daldırıp başını köprücük kemiğim ile boynumun arasındaki boşluğa bastırdım. Sağa doğru başımı çevirip saçlarımın savrularak onu perdelediğinden emin oldum.

Bizden iki metre uzakta adımlar sustu. Öfkeli, tiksinmiş, eğlenen ve şaşırmış ifadeye sahip dört baş bizi izlerken yüksek sesle haykırdım. ''Evet, bebeğim devam et, al beni!''

Benli gülerken Dişlek'in şaşkın suratı da durumu davranıp arzu ile çarpıldı. Sarışının teni öfke ile renk değiştirirken ''Fahişeni de al git buradan be adam!'' diye haykırdı. Centilmen Evi'nin yakınında yaşanan bu olayın itibarını zedeleyeceğinden mi korkuyordu yoksa hizmet ettiği adamın bu manzarayı görmesini mi istemiyordu emin olamadım.

Ripreus geri çekilmeye çalışınca tırnaklarımı kafa derisine geçirip ''Hayır, olduğun yerde kal.'' diyerek inledim.

Dörtlünün en arkasında kalan ve gördükleri karşısında tiksintisini saklamayan yabancı ile bakışlarımız beş saniyeden daha az süre kesişip ayrıldı ama gördüklerim bana yetmişti.

''Gidelim buradan!'' Sesi de adımları gibi sertti. Benden iki baş uzun ve ince bedeni ile sokaktan çıkarken nefesim tekledi. Kestane rengi kısa saçları, peşinden koşan sarışın adam ile zıtlık oluştururken utanmadan bizi izlemeye devam eden Benli ve Dişlek çarpılan kapı sesiyle –Değirmen Taşı'nın arka kapısı olsa gerekti- nerede ve ne için olduklarını hatırlayıp irkildiler. Sarışından kalan ödemeyi almaları gerektiği düşüncesi, birbiri ile sevişen iki yabancıyı izlemekten daha cazip gelmiş olsa gerek ki küfür edip sokağı terk ettiler.

Hızlı nefeslerim ve kucakladığım sert erkek bedeninin karışımı beni yeniden puslu bir arzuya iterken Ripreus'un dudakları bir fısıltı ile boynuma sürtündü. ''Tibertia?''

Derisini tırmalayan tırnaklarımı geri çekip başını serbest bırakırken sesim boğuk çıktı. ''Götür beni buradan.'' Yutkunup sakinleşmeye çalışırken ''Onlar gelmeden hemen.'' diye ekledim.

Ripreus sözlerimi sorgulamada Değirmen Taşı'na çıkan taraf yerine kendi geldiği yöne odaklanıp harekete geçti. Gevşeyen ve sıcaklayan bedenimi dengelemek için tek kolunu bacaklarımın altına geçirip diğerini omuzlarıma doladı. Hızlı adımları ile sarsılmamak için kollarımı boynuma doladığından gerilmiş kasları ellerimin altında dalgalandı.

Başımı göğsüne koyup gözlerimi yumdum. Ripreus uzun bacakları ile bizi uzaklaştırırken ''Sana ne oldu?'' diye sordu.

''Bilmiyorum.''

Dişlerini sıkınca sesi boğuk çıktı. ''Handan ayrıldıktan sonra bir şey içtin mi?''

İçki yasağım aklıma gelince ona vurmak istedim. Sonra da onu dudaklarım berelenene kadar öperdim. Lanet olsun. Neler düşünüyorum?

''Tibertia.''

''Ne?''

''Bir şey içtin mi?''

Zorlukla odaklanırken öfkelendim. Şimdi benim içki içip içmememin ne önemi vardı?

''Tibertia cevap ver!''

Tısladım. ''Sarhoş değilim.''

''Kahretsin kadın, ne içtin?''

Küfür ettiğini duyunca bocaladım. Sanırım bu yüzden ona istediği cevabı verdim. Tamamen şaşkınlıktan. ''Hancının kızının sarhoşluğa iyi gelen karışımını.''

Ripreus insanların arasına karışmak yerine ara sokakları kullanırken sordu. ''Sisi'nin karışımı mı?''

Huysuzca parmaklarımı ensesine gömdüm. Ripreus'un ağzından başka bir kadının adını duymak hoşuma gitmemişti. O an bunu ona da söylemeye karar verdim. ''Sisi mi? Onun adını nerden biliyorsun?''

''Hancının kızı. Adı Sisi.''

Balık etli garsonun hancının kızı olduğunu öğrenince yüzümü buruşturdum. Küçük tartışmamızdan sonra bilseydim onun elinden bir şey kesinlikle içmezdim. Bir anda bedenimin sıcaklaması, Ripreus'u öpmek istemem, kollarındayken gömleğini çıkarıp göğsünde parmaklarımı dolaştırma arzum... Düşüncelerim ile kalp atışlarım hızlanınca inledim.

Alkole iyi gelen karışım işe yaramış mıydı? Emin değildim. Tek bildiğim Sisi'nin intikam almak için bana başka bir şey daha verdiğiyle.

''O domuz bana afrodizyak verdi.''

Ripreus yavaşlarken sinirle ''Anlaşılan buralarda fazlasıyla revaçta.'' dedi.

Gözkapaklarımı aralayıp güçlü boyun çizgisinde dilimi dolaştırmayı düşünürken tek nefeste sordum. ''Ne olduğunu biliyor musun?''

''Evet.'' Obsidiyen küreler yüzümdeki aç ifadeyi fark edince büyüdü. Sıktığı çenesi ile ''O yüzden atlayacağız.'' derken sesi hırıltılıydı.

Sözlerini yanlış duyduğumu sanıp ona boş boş baktım. ''Ne?''

''Merak etme seni bırakmayacağım.''

Saçlarımı havalandırıp tenimdeki teri okşayan rüzgarla sonunda gözlerimi ısırmak istediğim dudaklarından ayırdığımda çoktan bedenlerimiz düşüşe geçmişti.

Olayları idrak etmekte yetersiz kalırken yapabildiğim tek şeyi yaptım. Çığlık attım. Ta ki buz gibi su ağzımdan içeri dolup ciğerlerimi tıkayana kadar.

Sonrasında ne oldu?

Hatırlamıyorum.

***

Oksijeni içime yeterince derin çekemiyormuş gibi hırıltı ile solurken havaya kaldırdığım kolum ile öne atılıp kendime geldim. Baldırlarımda gezinip tenimi ovalayan ellerin varlığını hissettikten hemen sonra geriye yaslanıp çarptığım sert beden ile gerildim.

Algılarıma erişmek için etrafımı inceleyip olay geçişini yakalamaya çalışıyordum ki ıslak bir tutam saçım hareketlerim ile yanağıma yapışınca her şeyi hatırladım.

Güçlü ama nazik eller omuzlarımdaki kürkü çekiştirip beni sıkıca sardı. Bedenimden beş adım uzaktaki şöminenin ateşi tenimi ısıtırken sırtımın dayandığı adama ''Açıklama istiyorum.'' diyerek talepte bulundum.

Ripreus konuşunca göğsünden yayılan titreşimi bedenimde hissettim. ''Yanıyordun.''

İleticimin kelime seçiminin ara sokakta ona söylediğim ile aynı olmasının ironisine takılmadım. Ateşimin çıkmasının yanında tenimin arzu ile alev aldığını dile getirmeme gerek yoktu. Şehvetin zihin bulandıran anısı hayalet parmaklar gibi bedenimin karıncalanmasına neden olurken kalçalarımın iki yanında uzanan bacaklarından birine tırnaklarımı acımasızca geçirip tısladım.

''Ve beni Semender Yolu'nun su kanallarından birine atmaya mı karar verdin?''

''Su kanalı değildi.'' Sinirle başımı çevirip suratına bakmaya çalışsam da tek elde ettiğim yüzümü kamçılayan saçlarımla canımın yanmasıydı. Ripreus azarlayan ses tonuyla ''Hareket etmeyi kes.'' dedi.

Yumuşak bir havlu başımın üzerine dokunup ardından hırsla çekiştirdiğim saçlarımı kurulamak için harekete geçince öfkem bocaladı. Ripreus yetenekli elleri ile her bukleyi limon sarısı havlunun içine hapsedip suyu uzaklaştırdı.

Benimle böyle ilgilenmesi bedenimin hem tutuşmasına hem de paniklemesine neden oluyordu. İki seçeneğinde şu an işime yaramadığını düşünüyordum ki ileticim sözünü dinleyip hareketsiz kaldığım için sözlerine devam etti.

''Nedime Gölü'ydü. Su kanalları yeterince derin değil üstelik hepsi Pazar Yeri'nin içinden geçiyor, gizli kalmamız lazımdı.''

Sözleri ile gözlerimi kırpıştırdım. Semeder Yolu'nun batı kıyısında kalan orta ölçekli su birikintisine ileticim kucağında beni tutarak atlamıştı.

Nedime Gölü'nin adını iki arkadaşın trajik hikayesinden aldığını anımsayınca duyduğum detayları hatırladım.

Güzel ve saygın markinin tek kızı ile fakir bir çiftçinin en küçük kızı bu gölün kıyısında karşılaşıp arkadaş olup birlikte büyümüştü. Evlenme yaşları geldiğinde birbirlerine diğerinin düğününde nedimesi olacakları konusunda söz verip aşık olacakları adamlar hakkında hayaller kurmuşlardı. Kader ise onları hiç de ummadıkları bir karmaşanın ortasına atmış, iki genç kadının Semender Yolu'nun en zengin tüccarının oğluna aşık olmasına neden olmuştu.

Sevgi ile dolup taşan kalpleri öğrendikleri gerçekle parçalara ayrıldığında ise gözyaşlarına boğulan iki kadın bir anlaşma yapmıştı. Tüccarın oğlu hangisine önce aşık olursa diğeri duygularını kalbinin en karanlık yanına gömecek, birbirlerine söz verdikleri gibi diğerinin düğününde nedimesi olarak yanında yer alacaktı.

Hikayeyi ilk duyduğumda yakışıklı delikanlının kendi gibi varlıklı olan markinin tek kızını seçeceğini düşünmüştüm. Oysa tam tersi olmuş, tek zenginliği tüccarın oğluna yazdığı mektuplar olan çiftçinin en küçük kızı aşk oyununu kazanmıştı. Markinin tek kızı ise sözünü tutmuş, ikisinin düğününde nedime olarak eşlik etmişti.

Ertesi sabah ise taşıdığı acıya katlanamamış çok sevdiği arkadaşı ile tanıştığı göle kendini atıp intihar etmişti. O günden sonra gölün eski adı unutulmuş, Nedime Gölü olarak halk tarafından benimsenmişti.

Göl, önce kederli bir dedikodu malzemesi olmuş ardından kara sevdaların yeşerdiği yere dönüşmüştü. En sonunda ise yerel halkın yarattığı bir geleneğe ev sahipliği yapar hale gelmişti.

Zihnimin arkasını karıncalandıran bir bilgiyi hatırlayınca nefesim boğazıma takıldı. Gözlerim kocaman açılırken yükselen sesimle sordum. ''Beni çiftlerin evlenmeden önce aşklarını kanıtlamak için birlikte atladıkları göle mi attın?''

Nedime Gölü intihar eden bir kadının mezarından, evlenme teklifi yerine geçen bir geleneğe nasıl dönüşmüştü bilmiyordum. İnsanları anlamak bazen imkansızdı. Ama şimdi konumuz bu değildi.

Ripreus'un saçlarımdaki elleri duraksadı. ''O aptal hikayeye inanıyor musun?''

Burnumdan hıh diye ses çıkardım. ''Elbette inanmıyorum.''

''O zaman sorun ne?''

Ağzımı açıp kelimeleri bulmaya çalışınca başarısız oldum. Sorun neydi? Aklımdan mantıklı nedenleri sıralayıp en basitine tutundum. Geleneğin kalan kısmına.

''Ya birileri bizi gördüyse ve hana gelip düğünümüz için tebriklerini sunmaya kalkarsa? Gizli kalmamız gerektiğini söyleyen sendin.'' Her kelimemle kararlılığım artıp çenem dikleşirken Ripreus yeniden saçlarımı nazikçe kurulamaya başladı.

''Kimse görmedi.''

''Nasıl emin olabiliyorsun?'' diye şüpheyle sordum.

Derin bir nefes alınca sırtımın dayandığı göğsü kabardı. ''Çünkü gölün gelenek için kullanılan kıyısından değil de yüksekte kalan sarp kayalık kısmından atladım.''

Düşüşümüzün ne kadar yükseklikten olduğunu o an düşünmesem de şimdi Ripreus'un sözleri ile neredeyse yedi metreden aşağıya atladığımızı idrak ettim. Kaya parçalarına çarpıp kendimizi yaralamadığımız için şanslıydık.

Bedenime alabileceğim yaralar konusunda kotamı çoktan doldurduğumu ilahlara haykırmak isterken huysuzca ''İyi.'' dedim. Sonra kendimi durduramadan ekledim. ''Sonuçta gerçek aşkına bağlılık yemini edip etrafındaki kadınları görmezden gelen ben değilim. Gelenekler senin canını sıkmıyorsa benim hiç sıkmaz.''

Ripreus duydukları ile homurdanırken ''Bilmediğin-'' diye başlamıştı ki sinirle sözünü kestim. Bana söylemek üzere olduğu sözleri daha önceden de duymuştum.

''Evet papağanım bilmediğim şeyler hakkında konuşmam her neyse.'' Yakınlığı bir anda dayanılmaz gelmeye başladı. Onun aşk hayatını konuşmaya hakkım yokken bedeninden etkilenmem kendime karşı öfke ile dolmama neden olunca omuzlarımdaki kürkü atıp dizlerimden destek alarak ona döndüm.

Aramıza mesafe koymanın derin bir nefes almak gibi hissettirdiğini düşünüyordum ki görüş alanıma giren manzara ile nefes almanın pek de önemli olmadığına karar verdim. O an soluğumun kesilme nedeni de kesin buydu.

Bacaklarını ayırmış oturan, şömineden yansıyan ateş ile aydınlanan iri bedeni ıslaktı. Kara saçlarını geriye doğru elleriyle taramış olmalı ki yüz hatları açıkta kalmış, onu her zamankinden farklı bir çekicilikle kutsamıştı. Esmer çenesinden bir damla süzülüp boyun çizgisinden kayarken ağzımın içi kuruyup yutkundum. O küçük damlacık güneye doğru yol alıp göğsüne yapışmış beyaz gömleğine temas edip yok olurken gözlerim irileşti.

Kol kasları ve yakasının açıkta bıraktığı tenle tezat oluşturan bu görüntüyü çekici bulmayacak tek bir kadın yoktu. Sinir uçlarımın afrodizyak etkisindeymiş gibi alev aldığını hissederken bakışlarım güçlü baldırlarını saran koyu kahve pantolona kaydı. Çizmeleri benim aksime hala ayağındaydı.

Aklımdan geçen edepsiz düşüncelere hakim olamadan gözlerim kuzeye doğru yol alıp baldırlarının üstüne çıkıp hemen belinin altındaki alanda duraksadı. Kollarına atılıp kucağına oturma fikri işaret fişeği gibi zihnimde patlarken dudağımı ısırdım.

''Bana öyle bakma.'' diyen sesini duyduğumda titredim. Gözlerimi hızla kırpıştırıp yeniden suratına odaklandığımda kara gözlerinde Şarlatan'ın ışığının arkasında başka bir parıltının yüzdüğüne yemin edebilirdim.

Sanki o da etkilenmiş gibi. Sanki...

Olasılıkları çıktıkları deliğe girmeleri konusunda azarlayıp daha dakikalar önce yaptığımız konuşmanın beni öfkelendirdiği gerçeğine odaklanmayı seçtim. Gerçi öfkem reddedilme hissinden çok endişe ile artmıştı. Ripreus benle ilgilenirken kendi için çabalamamıştı bile.

''Önce kendini kurulamalısın, ilahlar aşkına çizmelerinin içinde ayakların buz tutmuştur.'' Demin attığım kürkü avuçlayıp göğsüne bastırırken sol bacağına uzandım. ''Uzat şu ayağını.''

''Ben hallederim.'' diyerek kaçınmaya çalışsa da inat edip ona en kötü bakışımla baktım. Tamam, onun üzerinde işe yaramıyordu ama bir an da atılıp ayağını kavramamı beklemediğinden şaşırınca fırsatı değerlendirip elimde kalan çizme ile zafer çığlığı attım.

''Diğeri.'' diye emrederken hala elinde olan havluya doğru elimi savurdum. ''Saçlarını kurula.''

Deri çizmelerin ikisini de farklı yönlere bakmadan fırlatırken Martia'nın anaç tavuk halini kuşanmış gibi durmadan konuşmaya devam ettim. ''Ya hasta olursan? O zaman beni kim koruyacak?'' Emekleyerek ilerleyip kürkün altına zorla ayaklarını da sokmasını sağlarken durmadım. ''Önce kendine bakman gerekiyordu, bedenin önemsizmiş gibi davranmayı kesmen gerek.''

''Tibertia.''

Farkında olmadan ona yaslanıp havluya uzanmıştım ki ''Ne?'' diye çemkirdim.

Kara gözleri anlayamadığım bir bakışla yüzümü süzüp ardından başını çevirirken ''Bana çocukmuşum gibi davranma.'' dedi.

Elindeki havluyu çekip sinirle saçlarını kurulamak için dizlerimin üzerinde doğrulunca ''Sana çocuk gibi davranmıyorum, ben senin annen falan değilim.'' dedim.

Birden geriye doğru devrilip tepemde yükselen Ripreus'a bakar halde kendimi bulunca nefesim ciğerlerimden hızla boşaldı. İstediğinde ileticimin ne kadar çevik hareket edebileceğini unutuyordum. Böyle zamanlarda aslında bana tahammül ettiği için yavaşladığını düşünüyordum.

Başının üzerindeki havlu iki yandan sarkıp Ripreus'un yüzünü gölgelerken alevlerin ışığı yalnızca çehresinin yarısını aydınlattı. Bileklerime sarılıp beni zemine bastıran bedenden sinirli bir ses çıktı.

''Yeter.''

Birkaç saniye bile olsa yüzüne misafir olan ifadeyi görünce parmaklarım kasıldı. İçimde ona uzanıp mimiklerini ele geçiren acı ve kaderin gölgesini kovma ihtiyacı hissettim. Ama bu an ben gözlerimi kırpıp açana kadar yok oldu. Ripreus beni ittirdiği hızla doğrulup uzaklaşırken yerde kaldım.

Asla kapanmayan bir yaranın üzerine bastığımı fark etmemek için aptal olmam lazımdı. Benim hakkında çok da düşünmediğim anne konusu, ileticim için hassas bir nokta olsa gerekti.

''Daha iyi hissettiğine göre odama gidip üzerimi değiştireceğim, sen de üstünü değiştirip dinlen. Öğle yemeğini odana getiririm.''

Çizmelerini alıp hızla ayağına geçirirken tekrar ıslandığı düşüncesi yüzümü ekşitmeme neden olsa da sessiz kaldım. Ripreus sakin tabiatını kuşanıp odanın kapısını çarpmadan gittiğinde hala olduğum yerden kımıldamamıştım.

Bir anda yoldaşım olan adam hakkında yeterince şey bilmediğimin farkına varmıştım.

Ailesi neredeydi? Nasıl büyümüştü? Neden sarayda çalışıp ihanete uğramıştı?

Yana dönüp bacaklarımı karnıma doğru çekerken sol kolumu yerde sahipsiz kalan havluya uzattım. Tenimdeki soluk kesik izinin ışığı yakaladığını görünce gözlerimi yumdum.

Ripreus'un intikam için kuşandığı sert zırhının altında sakladığı kaç yarası vardı?

***

Görüşlerinizi benimle paylaşır ve oylarınız ile destek olursanız sevinirim.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top