20.Bölüm: Değirmen Taşı

Keyifli okumalar...

***

Haftalar sonra boğazımdan geçen şarabın midemi ısıtan hissiyle dudaklarım kıvrıldı. Tek seferde kafama diktiğim bardağı bir denizci gibi masaya vurup garson kızdan yenisini isterken han sahibine odalarımızın parasını ödeyen Ripreus'un dikkatinin üzerimde olduğunu biliyordum.

Ama umurumda değildi. İleticim bana istediği kadar onaylamayan bakışlar atabilirdi, kesinlikle bu gece sarhoş olacaktım. Semender Yolu'ndan ayrılıp kuzey doğuya seyahat ettiğimiz zaman boyunca sıcak havanın, insanların ve şarabın yokluğunu çekmiştim. Aradan geçen haftaların ardından sonunda Şarlatan'ın istediği kan gülü ile Hilda'nın evinden ayrılabilmiştik.

Kefaret kafesinin zehrinin tahminimizden daha güçlü çıkması –her şeye rağmen Hilda yetenekli bir şifacıydı- planladığımızdan daha geç yolculuğa çıkmamıza neden olmuştu. Kötü kokulu merhemler, mide bulandıran şifalı karışımlar ve kanlı kesikler geride kalmıştı.

Şimdi tenimden birkaç ton açık renkteki basit izlerden ibaretlerdi. Hala yara izlerimi görmek beni gerse de Hilda söz verdiği gibi yüzümde –sol kaşımın üzerindeki kesik- iz kalmamasını sağlamıştı. Şimdilik bu da benim için yeterliydi.

Damarlarıma yayılan alkol ile neşe beni aynı anda sararken etine dolgun, otuzlarındaki cilveli garsonun yan masadaki müşterilerden birinin kucağına oturduğunu gördüm. Birbirlerine utanmazca dokunup kahkaha atarken Kırmızı Fener'de görmeye alıştığım manzaraları yeniden görebiliyor olmak beni eğlendirdi.

Hiçliğin ortasına sürgün edildikten sonra eve dönmek gibiydi.

Tahta sandalyemde geriye yaslanıp ahşabın gıcırdamasına neden olurken hanın kalabalık ortamındaki sesleri memnuniyetle kucakladım. Ben buna alışıktım. Sarhoş kahkahalar, çaktırmadan dönen kurnazlıklar ve dizginlenmeden yapılan kurlara.

Ripreus sonunda yanıma gelip odanın parasını ödediğini ilan ettiğinde, aklımdan yoksunlukla geçen günlerden sonra saray entrikaları ve daha fazlasına dönme fikrinin bile yağmurlu bir günde bulutların ardından göz kırpın güneş gibi hissettirdiğini geçiriyordum.

İleticim içtiğim dördüncü – tamam belki de yedinci- bardağı elimden kapınca ona itiraz edip ''Hey!'' diye bağırsam da dudaklarından ''Senin için odana bir küvet getirmelerini istedim.'' kelimeleri dökülünce hareketini sineye çekmekte zorlanmadım.

Ripreus ayağa kalkmam için tepemde beklerken sandalyemi itip ona istediğini verdim. Ta ki başım deli gibi dönüp kıkırdamama neden olana kadar. Esmer eli havalanıp hızla beni belimden yakaladı.

Savrulup burnumun göğsüne gömülmesine izin verdiğimde kokusu beni sarmaladı. Yolculuğumuzun eseri tozun altında ona has çelikle karışmış gece açan çiçeklerin nemli kokusunu aldım. Sisli zihnim bu karışımdan hoşlandığını bildirip inlememe neden oldu.

''Tibertia dik durabilir misin?''

Duyduklarım ile gözlerimi kırpıştırıp dayandığım bedenden uzaklaştım. Ripreus'un obsidiyen küreleri beni değerlendiriyordu. Sanırım beni omzuna atıp –daha önce sarhoş olduğum seferlerde öyle yapmıştı-üst kattaki odama kadar taşıyacaktı. Midem bu fikir ile kasılınca ''Ah güçlü barbarım hemen de beni yakaladı. Ama bu leydi yürüyebilir.'' dedim. Göğsüne elimle pat pat vurup beni bırakmasını talep ettim.

Neyse ki isteğimi yerine getirdi. Hanın salonu biraz yatıktı ve cilveli garsonun hemen yanında bir ikizi vardı. Ama yürüyebilirdim.

Pampas'ın sırtında olmaktan kalçalarımın ağrıdığı, sıcak bir banyonun tutkularımın en esaslılarından biri olduğu hakkında gevezelik yaparken sağa sola sallansam da merdivenlere ulaşmayı başarabilmiştim.

Tırabzana tutunup birkaç adım arkamdan beni takip eden ileticime kocaman gülümsemem ile bakıp ''Gördün mü? Sarhoş falan değilim.'' dedim.

Ripreus tek kelime etmedi. Midemin bulanmayacağını bilsem gözlerimi devirirdim. Bu riski almak istemediğimden önümdeki zorlu mücadeleye odaklanıp her basamakta ayağımın kayıp boynumun kırılma ihtimali ile merdivenin kıyısındaki ahşaba sıkıca yapıştım. Dakikalar sonra odam olduğunu öğrendiğim kapıdan içeri girmiş, beni bekleyen küvetten yükselen sıcak buharın çekimine kapılmıştım.

Parmaklarımı oyma ahşaptan küvetin kenarlarına dayayıp soyunmam gerektiğini hatırlatan zihnimle mücadele ettim. Çizmelerimi çıkarmak için eğilmem gerekiyordu ve karnımın katlanması midem için iyi bir hareket değildi.

Zorlu hesaplamalarımın sonunda çözümü bulunca neşe ile bağırdım. ''Ah. Buldum.'' Yavaş adımlar ile arkamı dönüp odanın köşesinde kusmamı ya da sızmamı bekleyen ileticime dudaklarımı büküp emrettim. ''Sen, çizmelerimi çıkarıp beni soy.''

Bana doğru yaklaşmaya başlayan Ripreus sözlerim ile tökezledi. Gözleri genişleyip çenesi gerilirken ''Bir hizmetçi çağıracağım.'' dedi. Ardından kendi kendimi küvete atıp boğulmamam için beni yatağa oturmaya ikna etti.

Hızlı adımları ile eşikten geçip kaybolurken arkasından ''Korkak!'' diye bağırdım. Ellerimle yanaklarıma avuçlayıp homurdandım. ''Tek yaptığın kaçmak, beni yakalayıp duran adama ne oldu?''

Sorum elbette yanıtsız kaldı. Gözkapaklarım ağırlaşıp bedenim sallanırken yana devrildim. Samandan şilteler ve kürklü kamp yataklarının yerini alan yumuşak döşek ile inledim. Yine de beni saran kolların düşüncesi zihnime süzülünce içim özlem hissi ile sarmalandı.

Düşünceler başımı ağrıtınca yüzümü yeni yıkanmış çarşafa gömüp koklarken uykuya yenildim.

***

Tabağımdaki çöreği küçük parçalara bölüp gözlerimin arkasına iğneler batıyor gibi hissederken Ripreus'un bana uzattığı suyu içtim. Sarhoş olmanın en kötü yanı ertesi gün sizi vuran ağrıydı. Şu an Martia'nın tonikleri için neler vermezdim.

İç çekip dün gece mutlulukla kucakladığım seslerin şimdi bana işkence etmesi ironisine kaşlarımı çattım.

''Bugün Pazar Yeri'ne gidip biraz bilgi edineceğim.''

Elimdeki hamur parçasını tabağıma atıp ''Ne hakkında?'' diye sordum.

''Haftalardır uzaklardayız, Çember Oyunları hakkında en son bilgileri edinmemiz gerekiyor.'' İleticimin geleceğe yönelik mantıklı hamlesini kabul ettim. Sonuçta bilgi edinmek için krallığın en işlek ticaret yolundan daha iyi bir yer yoktu. Rizzelerin el değiştirdiği gibi kelimelerinde takas edildiği Pazar Yeri iyi bir seçimdi.

Sızlayan alnımı ovalayıp ''Sence diğer seçilmişlerden görevini tamamlayıp saraya dönen olmuş mudur?'' diye sordum.

''Mümkün.'' Kenara koyduğum su dolu bardağı bitirmem için yeniden önüme iterken konuşmaya devam etti. ''Doğruluk Avlusu'ndan ayrılmadan önce rahip, Patkea'nın seçilmişinin avludan gülerek ayrıldıktan hemen sonra sarayı terk ettiğini söylemişti.''

O günü ve rahibin karakterini hatırlayınca burnumdan soludum. ''Görevinin basit olduğu kesin.''

Ripreus bana aldırmadan devam etti. ''Hiç değilse bir seçilmişin haftalardır sarayda olduğu kesin, diğerlerinin de durumunu öğrenip plan yapmalıyız.''

Kafatasım ikiye ayrılmak istiyor gibi hissedince ''Şu an Martia'nın tonikleri için birini öldürebilirim.'' diye tısladım.

Kara gözler bana dönüp sessiz azarını bakışları ile bana dayatınca elimle gözlerimi perdeleyip ''Tamam ben baş ağrım ile eziyet çekerken sen planlar yaparsın.'' dedim.

Ripreus başka bir şey demeden ayağa kalkıp hancının yanına gitti. Hanın salonu sabah çok kalabalık olmasa da arada mesafe olduğundan ileticimin dudakları kımıldadığında ne dediğini duyamadım. Belindeki keseden birkaç rizze çıkarıp han sahibine verdiğinde kel ve göbekli hancı yüksek sesle gülüp bir şeyler söyledi.

Kısa süre sonra Ripreus yanıma gelip ''Handan ayrılma, odanda dinlen. Dönünce konuşuruz.'' dedi. Gözlerimi devirip handan ayrılsam bile peşime kolaylıkla düşebileceğini dile getirmedim. Onun yerine şeker kadar tatlı bir gülüşle ''İyi yolculuklar lordum.'' dedim.

Hitap şeklimle kaşları havalansa da tek kelime etmedi. Ardından bana sırtını dönüp hanın iki kanatlı kapısını açıp dışarı çıktı.

Arkasından bakıp yüzümdeki ifadenin dağılmasına izin verirken odama çıkıp kendimi yumuşak döşeğe gömme fikrine sıcak bakamadım. Ripreus'un kötü niyetleri olmadığını, güvenliğim için beni handa kalmaya teşvik ettiğini biliyordum ama bir süs köpeği gibi oradan oraya taşınıp emirleri dinleme düşüncesi zihnimin arka planında huzursuzluk yaratıyordu. Üstelik tasmam sınırsızdı.

Bu yüzden isyankar davranıp odama çıkmadım. Salonda yankılan seslere ve hanın kapısından geçen her yeni yüze odaklanıp olduğum yerde kaldım.

''Erkeğin seni geride mi bıraktı tatlım?''

Duyduğum sesle başımı kaldırıp masama dayanmış balık etli garsona baktım. Korsesinden taşmak üzere olan göğüsleri ve kıvırtan kalçaları ile erkeklerin ilgisini bolca çektiğini bilen bir kadının özgüveni ile konuşuyordu.

Ripreus'u erkeğim olarak kabul etme düşüncesi bir an irkilmeme neden olunca garson gülümseyip ''Seni zavallı şey.'' dedi. ''Ben olsam onu bacaklarımın arasında tutmayı becerebilirdim.''

Sözleri bana sinirlenecek bir şey verince dudağımın tek kenarı yukarı kıvrıldı. ''Ondan çok emin değilim işte.''

Çan çiçeği mavisi gözleri kısılıp kendine güvenini kanıtlamak için sesine şuh bir ton kattı. ''Ah kesinlikle eminim.''

Çenemi öne çıkarıp sordum. ''Adın ne?''

''Herkes bana Sisi der.''

Alayla dolan mimiklerimle ona tepeden bakarken –ondan alçakta olup sandalyede oturmam önemli değildi, bu bakışı bana Madam öğretmişti- ''Sisi'' diye adını iğrenirmiş gibi dile getirdim. Dilimle dudaklarımı yalayıp ''Erkeğimin ucuz zevkleri yok.'' dedim.

Sahiplenici vurgumun ardından hakaretim ile yüzü kızdığını belli edip beyaz yanaklarından kırmızı iki noktanın oluşmasına neden oldu. ''Sen bana fahişe mi dedin?''

Zekası karşısında onu alkışlamalı mıydım? Bu hareketin istemediğim bir kavganın fitilini ateşleyeceğini bilip ellerime hakim olsam da dudaklarımdan sivri uçlu kelimeler döküldü.

''Tatlım senden yetenekli fahişeler tanıyorum ben.'' Elimle onu uzaklaşması için kışkışladım. ''Gidip sarhoş tüccarların kucağına oturmaya devam et.''

Onunla uğraşmak yerine sessiz kalmam gerektiğini biliyordum. Şimdi başımın ağrısı iki katına çıkacaktı.

Yüzündeki kızarıklık artık boynuna yayılırken elleri yumruk haline geldi. Bir an üzerime atlayıp beni tokatlayacağını ya da saçlarıma uzanıp beni hanın ortasına sürükleyeceğini düşündüm. Neyse ki o anda hanın kapısı savrularak açılıp içeriye üç adam girdi.

Sisi yeni gelenleri karşılamak için bana ters bakışlar atıp sonrasında benim canımı sıkacağının vaadinde bulunup uzaklaştı.

Kıl payı karmaşadan yırttığımı fark edip sandalyemde geriye yaslanırken bakışlarım Sisi ve yeni gelenler üzerinde gezindi. Birlikte en temiz ve büyük masaya gidip oturduklarında Sisi onlara içki ve yemek getirmek için yanlarından ayrıldı. Üç adamdan en dikkat çekeni ikisine nazaran fazla kaliteli kumaşlara sarılı, sarı saçları omuzlarını süpürendi.

Beden dillerinden diğer ikisinin bu sarışına yalakalık yaptığını anlamak kolaydı. Asillere yaltaklanan zanaatkarlar gibi gözleri ışıldayan iki adamdan biri eğimli burnu ve yanağındaki kocaman beni ile tanıdıktı. Sisi'yi kucağına oturması için teşvik ettiğim dün geceki tüccardı.

Pazar Yeri'nde insanları kandırmaktan fazlasını yapamayacak bu ikilinin, zengin olduğu belli sarışınla ne işleri olduğunu merak edip masamdan kalkıp hancının tezgahına yaklaştım.

İçki şişelerini dizen hancı başta bana aldırmadı ben de dikildiğim yerden on adım uzaktaki masadaki konuşmalara odaklandım.

Benli –malum nedenden ona bu ismi takmıştım- ''Size garanti ederim daha iyisini bulamazsınız.'' diye enerjik çıkan sesiyle sarışın olanı ikna etmeye çalışırken Dişlek- diğer adamın çarpık ve uzun ön dişleri vardı- başıyla onayladı.

Kibirle kalkan kaşlarına uyum sağlayan sesiyle sarışın adam ''Bunu bana vaat eden kaçıncı satıcısın haberin var mı?'' dedi.

Benli elini gücenmiş gibi göğsüne götürüp vurdu. ''Aeromas üzerine yemin ederim ki ateş çiçeklerinin yerini biliyorum.''

Rekabet ve gücün ilahının adını duymamla omurgamı dikleştirdim. Sarışın adam masaya dokunmaktan tiksinir gibi parmaklarını havada savurup ''Yalancıların cezasının ne olduğunu biliyorsun.'' diye uyardı.

Dişlek sandalyesinde kımıldanıp telaşla arkadaşına baktı. Benli ise başını şiddetle iki yana savurup ''İlahlar beni lanetlesin ki doğru söylüyorum. Ateş çiçekleri-'' diye konuşmaya devam ediyordu ki yükselen sesini alçaltması için sarışın adam acele ile araya girdi.

''Anladım. Sessiz ol seni aptal.'' Benli dudaklarını birbirine bastırıp öfkesini sakladı. ''Bana yerlerini söyle bende sana söz verdiğim rizzeleri vereyim.''

Dişlek konuşmaya katılıp ''Olmaz.'' diye itiraz etti. ''Biz Değirmen Taşı'na malları getiririz.''

Sarışın adamın sert çizgiler ile dudaklarını kastığını görüp onları azarlamasını beklemiştim ki solumdan gelen hancının sesiyle irkildim.

''Beklettiğim için üzgünüm güzel leydim ne alırsınız?''

Hancının kazanacağı rizzeleri hesaplayan sesindeki neşeyi bastırıp susmasını sağlamak için ilk aklıma geleni söyledim. ''Sıcak şarap.''

Kel ve göbekli adam bana gülümseyip ''Eşlikçiniz olan beyefendi içmemeniz konusunda ısrarcıydı.'' dedi.

Ripreus'un handan ayrılmadan önce bana içki yasağı koyduğunu fark edince – böylece hancının kahkahalar attığı ve rizzelerin el değiştirdiği duyamadığım konuşmaları anlam kazanmıştı- gözlerimi kırpıştırıp bir an tepkisiz kaldım. Ardından dişlerimi sıkıp ''İyi o zaman baş ağrıma iyi gelecek bir şeyler ver.'' dedim.

Hancı ''Hemen geliyor.'' dedikten sonra ''Kızlar!'' diye bağırdı. Tezgahın arkasında mutfağa açılan koridordan biri çıkıp emirlerini alırken beklemeyip başımı zengin sarışın ve iki yalakanın masasına çevirdim.

Konuşmanın bir kısmını kaçırdığım için sinirlenirken sarışın adamın belindeki keseyi masaya attığını gördüm. ''Bu işin yarısı için elime geçince kalanını vereceğim.''

İki adam hevesle başlarını salladı. Benli ''Bize iki saat verin ardından konuştuğumuz yerde sizi bekleriz.'' dedi.

Dişlek ''Değirmen Taşı'nın arka kapısında oluruz.'' diye arkadaşını onayladı.

''Bana kazık atarsanız-'' Sarışın adam diğerlerini tehdit etmeye başlamıştı ki tezgaha çarpan bardaktan elime sıçrayan sıcak damlalar ile irkildim. Hancı ''İşte kızımın özel karışımı.'' diye övgü ile bardağı bana doğru itti. İşine dönüp beni rahat bırakmasını beklesem de konuşmayı sürdürdü. ''Bundan içip de ayılmayan kimse yoktur. Bebeğim öyle yetenekli ki annesinin zekasını almış, Pazar Yeri sahipleri bile sık sık ona –'' Elimi havaya kaldırıp hancıyı susturdum.

''Evet, evet hemen içeyim.'' Bardağı kafama düşünmeden dikip hepsini içtim. Hancının parlak kafası kadar aydınlık gülümsemesine yüzümü buruşturmak istesem de ''Harika.'' demeye kendimi zorladım.

Kahkaha atan adam ''Öyle tabi bebeğim-'' sözlerinin sonrasını dinlemedim. O an da sohbetlerine ilgi gösterdiğim üçlü sandalyelerini itip ayaklanmıştı.

Askerlerin taptığı ilahın adının tüccarların dilinde dolaşmasının garipliğine aradıkları bir çiçeğin adı da eklenince şüphelenmemek elde değildi. Belki de tüm seçilmişlere bir çiçek bulmaları emredilmişti, Ripreus ile farklı görevler olduğunu düşünmekle hata etmiştik.

Üç adam handan çıkmak için kapıya doğru ilerleyince yerimde duramayıp harekete geçtim. Ripreus Pazar Yeri'nde bilgi toplamaya çalışabilirdi, bense direkt Çember Oyunları'ndaki rakiplerimden birini keşfedecektim.

Eğer Aeromas'ın seçilmişi Semender Yolu'nda ve görevini tamamlamaya çalışıyorsa ve sarışın adamı kullanıyorsa elbette onunla iletişime geçecekti. Rakibimin yüzünü bilmek bana ileride avantaj sağlardı.

Tam da bu nedenlerin hepsine ensemdeki karıncalanma eklenince –Şarlatan beni onaylıyordu- ufacık da olsa hissettiğim tereddüttüm parçalara ayrıldı. Handan çıkıp üç adamı takip etmeye başladım.

Birkaç sokak sonra iki tüccar, sarışın adam ile yollarını ayırdığında Aeromas'ın seçilmişi ile görüşme ihtimali olan tarafı seçip sola döndüm.

***

Saklandığım kuytuda bacaklarım hareketsiz kalmaktan karıncalanırken Değirmen Taşı'nın bir centilmenler evi olduğu ortaya çıkmıştı. İlahlar benimle dalga geçiyor olmalıydı ki rakibimi yalnızca erkeklerin girebileceği bir yerde bulmuştum.

Sokağın ortasında öylece dikilip kalmamak için bir çatı kirişinin gölgesine gizlenmiş, söz verdikleri gibi Benli ve Dişlek gelmeden önce belki rakibimi görebilirim diye dakikalar boyunca kapıları gözetlemiştim.

İyi giyimli tüccarlar, düşük rütbeli muhafızlar ve asillerden birkaçının ön kapıdan girdiklerini görsem de arka kapı hiç açılmamıştı.

Aradan iki saat geçince sıkıştığım alanda ter içinde kalmıştım. Kıyafetlerimi tenimin üzerinden söküp atma isteği ile ellerim kaşınırken Benli ve Dişlek ortaya çıktı. Hızla tırmandığım yerden inip sokağın köşesine koştum. Başımı uzatıp iki adamdan Benli'nin elinde olan çantayı sıkıca tuttuğunu gördüm.

Değirmen Taşı'nın arka kapısını çalan ise Dişlek'ti. Sol eli iki hızlı, bir yavaş vuruştan sonra bir dakika kadar havada kaldı. Ardından üç kere kapıyı tekmeledi. Bir çeşit şifreli iletişimin ardından kapı aralanıp sarışın adamı gözler önüne serdi. Kendinden emin havasının arttığını fark edince- bedeni adeta burası benim çöplüğüm diye haykırıyordu- centilmen evinin sahibi olabileceğini düşündüm.

Konuşmalarını duyabilmek için sokağın köşesinde yer alan çatı kirişine tutunup tırmandım. Değirmen Taşı ve başka bir binanın arasında kalan dar sokağa su kemerinden kayarak inip sırtımı centilmen evinin duvarına yasladım.

''Söz verdiğim gibi kalan ödeme.'' diyen adamın sesi çok yakından gelince ben çatıda gezinirken üçlünün ara sokağa yaklaştığını anladım. Rizzelerin birbirine çarpan sesini nerde duysam tanırdım. Avuç içlerim gerilip nefesim hızlanırken bedenimi heyecan kuşattı.

Dişlek ürkek doğasının aksine kararlı çıkan sesiyle konuşmaya başladı. ''Size bulacağımızı söylemiştik, efendim başka isteğiniz olursa bu maldan daha fazlası gibi bulabiliriz.''

Sarışın ''Bu kadarı yeterli.'' dedi.

Benli ''O zaman keseyi alıp gidelim.'' diye talep etti.

Kibirli ses ''Onaylandığında paranın kalanını alacaksın.'' dedi.

Benli ''Ama biz-'' diye başlayınca Dişlek araya girip ''Beklediğimiz beyefendi ne zaman gelecek?'' diye sordu.

Kumaşa sürtünen zincir sesini duyunca sarışın adamın cep saatini kontrol ettiğini anladım. ''On dakika sonra.'' diye ilan etti.

Benli sözünün kesilmesinden hoşlanmamış olacak ki yeniden konuşmayı denedi. ''Neden bu beyefendi Semender Yolu'na kadar yol almayı seçti ki?'' Sesi biraz alaycı biraz meraklı çıkarken ekledi. ''Kırmızı Fener'de de kafasını dumanlandıracak mallar var.''

Sarışın öfke ile ''Kes sesini.'' dedi.

Handaki konuşmada da Dişlek'nin ateş çiçeklerine mal demesi aklıma geldi. İlahlar aşkına Aeromas seçilmişinden uyuşturucu mu istemişti?

Bu düşünce normalde kahkahalar ile gülmeme neden olurdu. Şimdiyse kaşlarım çatılmış neler olduğunu çözmeye çalışıyordum.

Dişlek'in sarışını öven birkaç sözünü daha işitirken zaman geçip açılan kapının sesi kulaklarıma doldu. Üç adamdan farklı bir ses havaya salınıp ''Göster bana.'' dedi.

Sarışının kibirli sesi hürmetle alçalıp ''Elbette efendim, işte istediğiniz ateş çiçekleri.'' dedi. Göremesem bile o anda Benli'nin çantayı açıp içindekileri gösterdiğini Dişli'nin endişe ile bakışlarını adama diktiğini tahmin edebiliyordum. Sarışın adamın tavrındaki değişimse belki de seçilmişin benden on beş adım uzakta olduğunu söylüyordu.

Yüzünü görmem gerek.

Bu düşünce ile duvardan uzaklaşıp yavaşça bir adım atmıştım ki kaslarım gevşeyip bocaladım. Daha ben düşüşümün yaratacağı sesle enseleneceğim gerçeğini kabullenemeden bileklerime dolanan eller ile arkaya doğru çekilip ardından sertçe çevrildim.

Omurgamdan yukarı yayılıp karnımın kasılmasına neden olan sıcaklık beni ele geçirdiğinde genzime dolan kokuyla dudağımı ısırdım. Bedenimin anlamsız tepkilerine açıklık getiremeden çeneme dolanan parmaklar kaba bir tavırla yüzümü yukarıya itti.

Görüş alanıma giren suratla dudaklarım aralanmıştı ki beni duvar ile kendi bedeni arasına hapseden adamın boğazından öfkeli ama kısık sesli kelimeler döküldü. ''Ne halt ediyorsun burada?''

Ağzımın için kuruyup soluklarım hızlandı. ''Ben...ben şey...''

Burnuma dolan koku beni sersemletirken beni tutsak eden bedenin farkındalığı ile dudağımı ısırdım. Avuçlarım ben farkına varamadan önümdeki göğse dayanıp parmaklarım teniyle aramda kalan gömleği avuçladı.

Boynumu sıyırıp alnıma dokunan elle birlikte hoşnutsuz kelimeler kulağıma fısıldandı. ''Ateşin var.''

Omurgam gerilip göğsüm öne çıktı. ''Yanıyorum.''

Kısık sesli mırlar gibi çıkan sesimin ortaya attığı ifadenin gerçekliğini o an kabullenmiştim ki daha ne olduğunu anlayamadan dizlerim boşaldı. Güçlü eller beni yakalamak isteyince aynı anda üç şey oldu.

Dengemi sağlamak için sol ayağımı önümdeki kaslı bacağa dolayıp ellerimle kendimi yukarı çektim.

Beni yakalamak için uzanan avuçlar belim yerine sertçe kalçalarımı kavradı.

Ve dudaklarımdan Kadife Lale'deki cariyeleri kıskandıracak bir inilti ara sokakta yüksek sesle yankılandı.

***

Görüşlerinizi benimle paylaşır ve oylarınız ile destek olursanız sevinirim.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top