2.Bölüm: Kara Baron

Keyifli okumalar...

***

''Yine içiyorsun!'' Kulaklarımı tırmalayan yüksek ses ile yüzümü buruşturdum. Derpia'nın karşımdaki sandalyeye oturmak için elindeki bastonu masaya dayamasına izin verdim. ''Bana söz vermiştin. Benimle Madam Artia'nın yerine gelecektin.''

Elimi havaya kaldırıp sözlerini kesmesini beklesem de boşunaydı. Bir an için onun beni göremediğini unutmuştum.

Derpia konuşmaya devam etti. ''İki gün önce bana söz vermiştin. Biliyorsun bu oyun sadece-''

Bu sefer daha etkili bir yöntem deneyip sözlerim ile onun konuşmasını kestim. ''Dur.'' İnleyip kafamı yasladığım masadan doğrulturken ''Sesin neden hep çok yüksek çıkıyor?'' diye söylendim.

''Kaybolan görüşün sesi güçlendirdiğini söylerler.'' Üzerine geçirdiği gül pembesi pelerini zarif omuzlarında bir an dalgalandıktan sonra gözlerini örten aynı renkli kumaşın üzerinde parmaklarını gezdirdi. ''Kör olmanın avantajları.'' deyip kıkırdadı.

Midemin alkol yüzünden bulandığını söylemek istesem de sözleri her seferinde beni suçluluk hissi ile dolduruyordu. Yine midem çalkalanıp ellerim yumruk olurken her seferinde yaptığım gibi ''Üzgünüm.'' dedim.

Derpia düz buğday rengi saçlarını elleriyle hızla örüp omzuna salarken kızgınlıkla dudağını ısırdı. ''Kes şunu Tia! Senin suçun değildi.''

Onu onaylamamı istediğini bildiğimden ''Biliyorum.'' diye mırıldansam da dokuz sene önce yaşanan olayların suçluluğu bileklerimdeki prangalarmış ve ben de bir okyanusun içinde kaybolmuşum gibi beni dibe çekip boğuyordu.

O gün onu itmeseydim, o kılıç yüzüne denk gelmesiydi kör kalmayacaktı. Korku beni ele geçirmeseydi, Kara Baron'u bile alt edebileceğim düşüncesi ile onları baştan çıkarıp yanımda sürüklemeseydim şimdi her şey çok farklı olacaktı.

Derpia hala görebilecek ve Sammy...Sammy hala yanımızda olacaktı.

Son günlerde onu ne kadar çok düşündüğümü fark edince kendimi yumruklamak istedim. Neyse ki bu dileğimi Derpia yerine getirip narin elleri ile bana vurmaya başladı.

''Yine beni dinlemiyorsun.'' Pat. ''Madam Artia'nın yerinde ne kadar bekledim.'' Pat. ''Neden her zaman söz verip kayboluyorsun ki?'' Pat.

Tam işimin çıktığını söylemek için dudaklarımı aralamıştım ki Derpia büzdüğü dudakları ile ''Yine işim çıktı dersen seni gerçekten pataklarım.'' deyip yumruklarını omuzlarıma geçirdi. Pat, pat, pat...

''Hey yeter.'' Ellerini bileklerinden yakalayıp onu durdurdum. Alkol ile dayak bir arada iyi gitmiyordu. Eğer gitmiş olsaydı Kırmızı Fener'deki her meyhanenin müşterileri mutluluktan uçardı.

Derpia yerine geri oturup ''Neredeydin?'' diye sordu. ''Dün gece eve gelmedin.''

Şimdiden ayılmaya başlamış olmalıyım ki şakaklarıma saplanan ağrı ile yüzümü buruşturdum. Parmaklarımı alnımda gezdirip dün geceyi lanetli tanrının ayaklarının dibinde uyuyarak geçirdiğimi söylememek için bahane aramaya başladım.

''Göremesem bile seni tanıyorum Tia. Şuan bahane düşünürken kesin dudağını ısırıp gözlerini kısıyorsundur.''

Fark etmeden ısırdığım dudağımı dişlerimin arasından özgür bırakıp gözlerimi kocaman açtım. Kör bir kadının sizi bu kadar iyi okuması hoş değildi.

''Hiç de bile.''

İtirazım ile dudakları kıvrılıp yanaklarındaki gamzelerin açığa çıkmasına neden oldu. ''Ne kadar zaman oldu? On beş sene mi?'' Kıkırdadı. ''Hala yalan söylerken kendini ele veriyorsun.''

Ona Kara Baron'u bile sözlerim ile kandırabileceğimi söylemek istesem de o an gözüm meyhaneye giren adamlara takıldı. Her zaman Kırmızı Fener'in sokaklarında yer alan dolandırıcı ve hırsızlardan farklı değillerdi.

Çoğunun yüzlerinde ya da kollarında yara izleri vardı. Kıyafetleri çalıntı olduğundan birbirinden uyumsuzdu. İpek ve keten. Kaliteli pelerin ve yırtık gömlek.

Uyumsuzlukları fiziksel özellikleri içinde geçerliydi. Biri neredeyse benim kadar sıska diğeri beni kollarının arasında ezecek kadar iriydi. Benzer olan tek yönleri ela solgun gözleriydi. Timorta kardeşleri Kırmızı Fener'de tanımayan yoktu. Ne de olsa şu an oturduğum meyhanede dahil Kırlangıç Limanı'na çıkan sokakların her birinde yer alan meyhanelerin hepsi onlara aitti.

''Tia?''

Derpia bedenimdeki gerilimi hissetmiş gibi ismimi soru sorar şekilde söyleyince irkilip ona odaklandım. Gül pembesi pelerini ve göz bağı ile burada ona kimse dokunamazdı. Kara Baron'un değerli falcısı Pembe Göz'ü –Derpia'nın neden bu ismi seçtiğini hiç anlayamamıştım.- kim rahatsız ederse sonuçlarına katlanırdı.

Seher vakti kendisini Durgun Su Körfezi'nin dibinde bulmak isteyen kimsenin meyhanede olduğunu sanmıyordum.

Başımı eğip Derpia'nın bedenime siper olmasını sağlarken ''Gitmem gerek.'' diye mırıldandım. Kara Baron'un kıymetli Pembe Göz'ünün aksine benim öyle bir değerim yoktu. Aksine geçen haftaki sevkiyatta Lekeli Duman'da sarhoş olan tedarikçilerin birini mekanlarında soyduğum için kardeşlerin bana olan öfkesi daha geçmemişti.

Timorta kardeşlerin mekanında bu zamana kadar kimse soyulmamıştı. Bunun sebebi Kırmızı Fener'in onurlu halkı değildi. Kardeşlerin saldığı korkuydu. Hiçbir yan kesici parmaklarını kardeşlerin bıçaklarına feda etmek istemediğinden uzak duruyordu.

Uyumsuzluğun başyapıtı olan kardeşlerin tek kuralını ihlal ettiğimden postumun peşinde koşan tazılar gibi beni arayacakları kesindi. Bu zamana kadar yakalanmamın tek sebebi kılık değiştirmekteki yeteneğim ve son bir haftadır içmek için Şarlatan'ı sık sık ziyaret etmemdi.

Şimdi ise tam görüş alanlarında ve günlük kıyafetlerimleydim. Kıyafetlerim olmasa bile kızıl buklelerim beni anında ele verirdi.

''Neler oluyor Tia?''

Derpia'nın sorusu cılız kardeş olan Antion'un sözleri ile bölündü. ''Birini arıyoruz!'' Zayıf bedeninin aksine güçlü çıkan sesiyle mekandaki her başın ona dönmesine neden olurken kollarını geniş gövdesinde buluşturmuş kardeşinin sözlerini sert kafa hareketleri ile onaylayan diğer kardeş Jupon sessizdi.

''Ah lanet girsin.''

Derpia seslere odaklanıp durumu anladığından ''Yakalandın.'' deyip kıkırdadı.

Masa ile bütünleşip gözlerimi devirirken ''Bana yardımcı olma.'' diye tısladım.

Omuzlarını silkip omzundaki örgünün sırtına düşmesine neden oldu. ''Peki.''

Sandalyemden kayıp masanın altına saklanırken Antion konuşmaya devam etti. ''Kızıl saçlı bir hırsız! Kimden bahsettiğimi bilmeyen yoktur herhalde.''

Derpia'nın önemli, benim önemsiz olduğumu düşüncesine sıkı sıkı tutunmak istesem de son bir haftadır ünümün fazla hızlı yayıldığını unutmuştum. Jupon masaların arasında gezmeye başladığında ne halt yiyeceğimi bilemeyip Derpia'nın eteğinin altına girmeye çalıştım.

Hareketim ile sıçrayıp geriye kaçınca sandalyesi sessizlikte fazla tiz şekilde yankılandı.

''Siktir Pia.''

Neyse ki biri Antion'un sözlerine karşılık ''Onun Kara Baron'un çocuklarından olduğunu duydum Antion. Eğer ona bulaşırsan...'' Adam kasıtlı olarak susunca herkesin aklından aynı şeylerin geçtiğine emindim.

Kara Baron, Kırmızı Fener'in efendisiydi. Diğer küçük bölgeleri yöneten baronlardan daha çok pis işin içinde kaybolmuş birine kafa tutmayı kimse istemezdi. Hele ki onun adamlarına zarar vermek misli ile geri dönüş almanıza neden oluyorsa. Çocukken Sian'ın parmağını kıran birinin kolunu kestiğini duymuştum. Sonraki yıllardaki namı da o zamandan az değildi.

Huzursuzlukla mırıldanan kalabalığı bastıran Antion ''Kara Baron olaya karışmayacağını söyledi.'' diye ilan edince olduğum yerde donakaldım.

Kahretsin. Beni ortada bırakmıştı.

Salak tüccarın övündüğü mercan taşlarının birkaçını çaldıysam ne olmuştu? Sonuçta onda bir sürü vardı.

Jupon'un masaların arasında dolaşan adımları mekanda gıcırdayan tahtalar ile yankılanırken kalp atışlarım hızlandı. Şimdi ne yapacaktım? Yakalanırsam ellerimi kesmezlerdi ne de olsa Kırmızı Fener'de bile ilahların kutsal günlerine inanan ahmaklar vardı.

Parmaklarımı kıvırıp açarken ellerimin sağlığından daha önemli sorunlarım olduğunu kendime hatırlattım. Yakalanırsam Kırmızı Fener'de mimlenirdim. Bir hırsız, dolandırıcı ve oyunbazın en büyük avantajı yüzünün tanınmıyor olmasıydı.

Eğer Timorta kardeşler beni meydanda ifşa ederse sonum olurdu.

Telaş ile çantama uzanıp içinde işime yarar bir şeyler ararken Derpia'nın eli saçlarıma sürtünüp başımı kaldırmama sebep oldu. Kısık sesle ''Ne kadar yardımımı istemesen de.'' dediğini duydum. Zarif parmaklarının arasında duran boya kapsülünü görünce neredeyse kahkaha atacaktım.

Hızla elinden alıp ağzımın içine yerleştirdiğim boya kapsülü ile sandalyeme geri süründüm. Derpia daha doğrusu Pembe Göz o anda elimi masanın üzerinde yakalayıp falcılık hünerlerini yerine getiriyor gibi göründü.

Jupon'un masamıza yaklaştığını görünce harekete geçmesi için Derpia'yı tekmeledim. Gerçekten irkildi mi yoksa rolünün bir parçası olarak mı harekete geçti bilinmez. Tiz bir çığlıkla ayağa kalkarken masayı ve sandalyesini devirip herkesin dikkatini çekti.

Dişlerimle kapsülü ezip avuçlarımdan taşan boya ile sahnesini tamamlarken ''Denizci soğuğu!'' diye bağırdı. Herkes mekan ateş almış gibi harekete geçip bizden uzaklaşmaya başlarken kafama geçirdiğim pelerin ile sendeleyip çıkışa doğru koştum.

Kimse oyunların arifesinde ilahların gazabına uğramayı göze alamadığından mı yoksa son zamanlarda arka sokaklarda ölen miçoların çokluğundan mıydı? Emin değilim. Ama korku bir kez ateşlenip sarhoş bedenlerin birbiri üzerine çıkmasına neden olurken önüm açılmıştı.

Kapı ile aramda duran Antion'un cılız bedenine kanlı ellerim ile uzanınca kararlı duruşuna inat gözlerinde parlayan korkuyu gördüm. Bir an beni durduracağını düşünsem de Derpia'nın ''Ona dokunmayın ölümcül, ölümcül, ölümcül!'' diye bağırdığını duymuş, fal bakarken müşterilerini kandırdığı zamanki gibi başını tutarak sallandığını görmüş olacak ki tereddütle bir adım geri çekildi.

Birilerinin ''Pembe Göz burada.'' dediğini duydum. İşte o anda Antion kendini sola doğru savurup birkaç sandalye devirerek kapı ile aramdaki tek engeli kaldırdı.

Kimse Kara Baron'un falcısı Pembe Göz'ün sözlerinden şüphe etmezdi. Ne de olsa baron bunun için bütün bilgi ağını kullanıp Derpia'nın her sözünün doğru çıkmasını sağlıyordu.

Kapı kolunu asılıp kendimi insan kalabalığının içine attığımda peşimden gelen insanların bağırışlarına aldırmadan en yakın ara sokağa kendimi atmak üzereydim ki limanda yol alan bir at arabasının tüm hızıyla üzerime doğru geldiğini gördüm. Bedenimi geriye doğru savurmaya fırsatım olmadan bir el beni kolumdan yakalayıp çekti. Sert bir göğse doğru bastırılırken belime dolanan kolla arkaya doğru havalandım.

At arabasının sürücüsünün ettiği küfürler ve nal seslerinin arasında kulağımın dibinde memnuniyetsiz bir ses ''Ezilecektin.'' dedi.

''Vay canına bu zeka ile kraliyet arşivlerinde olmalıydın.'' diye asabice tısladım.

Karnımın üzerindeki parmaklar kasılırken ''Hasta birine göre ne de gevezesin.'' dedi.

Beni tutan adamın Timorta kardeşlerin mekanındaki gösterime şahit olduğunu anlayıp kasıldım. Bedenim gevşekçe sallanıp ciğerlerim kanla doluymuş gibi öksürürken avuçlarımdaki boyayı eline bulaştırmak için uzandım.

Beklediğim gibi tedirgin olup beni bir anda bırakınca dönüp saçlarımın arasından bedenini süzdüm. Başım göğsünün hizasına anca geliyordu, bu kalabalığın içinde taştan bir sütün gibi yükselen bedenin güçlü duruşu beni tedirgin etmeye yetmezse gözlerine bakmam yeterdi. Köşeli suratının ortasına kondurulmuş iki obsidiyen gibi parlayan kara gözleri soğuk ve keskindi.

Zihnim uyarı çanlarını çalıp bulaşmaman gereken birine tosladığımı söylerken alışkanlıktan bakışlarım hızla beline kaydı.

Baktığım yeri fark edince sağ elinin belindeki kılıca yakın duran parmakları kasılıp gevşedi. Kemerinde sallanan rizzelerin şıkırtısı dikkatimi çekse de dudağımı ısırıp ''Yardımınız için teşekkürler efendim. Hayatımı kurtardınız.'' dedim.

Bir an önce tüymeliydim. Acele ile arkama dönüp bir adım atmıştım ki ''Bekle. Yüzünü göster bana.'' diyen sert sesiyle irkildim. Telaşla pelerinimin başlığına uzanınca yanımdan geçmekte olan bir çift kırmızı boyalı ellerimin farkına vardı.

Fal taşı gibi açılan gözleri ile kadın çığlık atmaya başladığında eşi tehlikenin geldiği yöne –yani bana doğru- elindeki çuvalı savurunca yeniden kaçmaya çalıştığım adama doğru savruldum. Anlaşılan ani dönüşümü beklemiyor olacak ki gerilemeye çalışırken kadının çığlığı ile telaşlanan başka bir adama çarpıp dengesini kaybetti.

Sırt üstü düşüşe geçmesi normalde beni mutlu ederdi elbette beni de kendisi ile sürüklemeseydi.

''Denizci soğuğu!'' bağırışlarının arasında suratını yer taşlarına vurup dudağını patlattığını ve kanın çenesine doğru süzüldüğünü gördüm. Sorun benim gördüğümü etrafımızdaki herkesin de görmesiydi.

Kırmızı Fener tarihi boyunca hiç bu kadar hızlı yayılan bir denizci soğuğu görmemişti. Dokunuşum ile adama hastalık bulaştırdığımı, ciğerlerinin kanla dolup patladığını iddia eden konuşmaların arasından ''Lanetlendi!'' çığlıkları yükselmeye başladığında sersemlemiş adamın tutuşundan kurtulup geriledim.

Beni geri yakalamasına izin vermeden arkamı dönüp koşmaya başlamadan önce kaldırımına yuvarlanmış keseyi görünce onu da kendimle birlikte götürmeye karar verdim. Birbirine girip kaçışan kalabalığın arasından sıyrılıp en yakın duvara koşup kendimi karanlık ile sarmaladım. El yordamı ile bulduğum ilk çıkıntıya tutunup çatıya tırmandım.

Nefes nefese kalan ciğerlerim ile avuçlarımın arasında sallanan rizzelerin sesine gülümsedim. O hengamede kesesini düşürmesi onun suçuydu.

Serin gece havasında çatıdan çatıya atlayıp yılların tecrübesi ile evin yolunu tuttum. Son çatıda duraksayıp Martia'nın azarlarına maruz kalmamak için kanlı avuçlarımı ve yüzümü çantamdaki su matarası ile temizledim. Durgun Su Körfezi'nin Kırmızı Fener'e giren sokağında çatıdan yere adım atıp soldan üçüncü kapıyı yumrukladım.

İki güçlü, yedi hızlı vuruştan sonra kapıyı açan Martia beni görünce geri çekilip içeri geçmem için bekledi. ''Kapıyı kullanman nadirdir.''

Kocaman gülüp ''Her zaman pencereleri kullanmamdan şikayet eden sen değil misin?'' diye ona takıldım.

Çocukken de bizi azarlarken yaptığı gibi ellerini beline koyup kırlaşmaya başlayan saçlarından kaçan tutamları havalandıracak kadar hırsla konuştu. ''On beş sene sonra beni dinlemeye karar verdin demek.''

Çantamı sandalyelerden birine atıp mutfak masasının üzerine tünerken omuz silktim. ''Seni memnun etmek de zor.''

Çamurlu çizmelerimin masayı kirletmesini onaylamadığını gösteren bakışları ile yüzüme bakarken ''Derpia nerde?'' diye sordu.

Yüzümü buruşturduğumu görünce derin bir nefes verip kollarını etrafında anaç bir tavuk gibi savurdu. ''Yine unuttun değil mi?''

''Hey işim-''

''Yalanların ile yaşlı kulaklarımı yorma kızım.''

Aralık kalan ağzımı kapatıp dudaklarımı büzdüm. Hareketimin sevimli olduğunu düşünmeyen tek kişinin Martia olduğunu bildiğimden fazla uğraşmayıp pes ettim. ''Nasıl isterseniz madam.''

Mutfağa dönüp ocakta kaynayan yemeğin başına geçip beni görmezden geldi. ''Yemek bir saate hazır olur.'' Elinde tuttuğu kaşığı bana doğru sallayıp ''Sen de bu arada yıkan.'' diye emretti.

Kırmızı Fener'in en belalı adamlarından kaçabilir, Kara Baron'un emirlerini yerine getirmek için insanları defalarca kandırabilirdim ama Martia'nın keskin bakışlarına karşı çıkamazdım. O yüzden masadan atlayıp üst kata çıkmak için harekete geçtim.

Benim için evde ayrılan odaya girip üzerimdeki kirli kıyafetlerden kurtulurken asil leydilerden birinin siparişini yürüttüğüm porselen küveti kapının önüne bırakılmış su ile doldurdum.

Sıcak suyun kaslarım ve kemiklerim üzerinde sihrini yapmasını izin vermek için küvete girecektim ki yatağımın üzerine bırakılmış mektubu görünce duraksayıp önce yatağıma ilerledim.

Kırmızı Fener'in sahip olduğu eğlence evlerinden biri olan İnci Yatağı'nın sembolünü görünce sırıttım. Hızla mektubu açıp içerisine karalanan kelimeleri okudum.

Şenliklerin son günü. Öğlenden sonra.

F.

Keyfim yerine gelirken elimdeki kağıdı hızla çantama sokuşturup küvete girdim. Şenlikler için plan yapan, ilahlara adaklar adamak için tapınaklarda sıraya giren asilleri ve yerel halkı düşününce benim planım daha basitti.

Sıcak bir banyo, iyi bir yemek ve yetenekli bir şeker oğlanla eğlence.

Suyun altına başımı sokarken dudaklarım kıvrıldı. Şimdiden sabırsızlanıyordum.

***

Omurgamı dikleştirip adımlarımı sabit hızda tutmaya çalışırken beni görenlerin özgüvenli bir kadın olduğumu düşündüğüne emindim. Ah öyleydim yalnızca Kara Baron'un huzuruna kabul edilmediğim zamanlarda.

Şimdi ise göğüs kafesimi şiddetle dövüp çıkmaya çalışan kalbimle, baronun cilalı parkelerine kusmamak için midemle savaş veriyordum. Bana eşlik eden korumalardan biri kapıyı üç kez çalıp geldiğimizi haber verince yutkundum.

''Gel!'' İçeriden onay veren ses gelince kaçmak için çok geç olduğunu, kaçsam bile baronun beni yakalayınca daha beter cezalandıracağını kendime hatırlatıp korumanın açtığı kapıdan içeriye girmek için kendimi zorladım.

Geniş odadaki zenginlik her zamanki gibi gözümü alıp avuçlarım çalabileceğim değerli eşyaların varlığı ile kaşınsa da bakışlarımı önümde tutmaya dikkat ettim.

Altın varaklı duvarların arasında antika masasında oturmuş, önündeki sahneyi izleyen Kara Baron'a göz ucuyla baktım. Her zamanki gibi yüzü ifadesizdi. Dudaklarının arasındaki sigaradan derin bir nefes alıp havaya dumanını salarken yırtıcı yeşil gözleri adamlarının kollarından tutup diz çökmeye zorladığı kurbanına odaklanmıştı.

Salya sümük ağlayan adam, çenesinden ve kaşından süzülen kanlarla titriyordu. ''Yalvarırım efendim! Yalnızca bir hafta! Parayı bulacağım!''

Adamın solunda duran Bies, kel kafasını kaşıyıp adamın karnına deri çizmesini geçirdi. Darbe ile iki büklüm olup yerde kıvranmaya başlayan adam hıçkırırken, sahnenin başıma geleceklerin ön gösterimi olabileceği fikri ile gerildim.

Sağ tarafta dikilen Yerka, adamın ağzından saçılan kan yeni parlattığı çizmelerine gelmesin diye bir iki adım geri çekilirken kahve gözleri yerdeki adama iğrenerek baktı. Kaliteli gömleğinin cebinden ipek bir mendil çıkarıp elindeki kanı sildi. Anlaşılan adamın yüzünü kızıla boyayan sanatçı oydu.

''Geçen hafta da aynı şeyi söyledin dostum, zamanın kalmadı.'' diyen Yerka ile adam daha çok yalvarmaya başladı.

''Zenginliğin ilahı Hibesta adına yemin ederim. Bir hafta hatta birkaç gün bile olur.'' Acıyan bedeni ile doğrulup ıslak bir köpek yavrusunun umutsuz bakışları ile Kara Baron'a bakarken patlak dudağını yalayıp devam etti. ''Limandaki fırtına yüzünden gemi zamanında gelmedi.''

Yerka tek kaşını havaya kaldırdı. ''Bu neden bizi ilgilendirsin?''

Adam tutunacak bir dal bulmanın heyecanı ile Yerka'ya doğru uzandı. Ah dostum yanlış hareket. Yerka'nın biraz önce kan olmasından hoşlanmayacağı çizmesi adamın sol elini zemine bastırıp ezdi. Kırılan birkaç kemiğin sesi adamın tiz çığlıkları arasında kaybolurken Yerka ''Cevap ver.'' diye emretti.

''Tüccar!''

Yerka ayağını geri çekip adamın görüş alanına eğildi. ''Hangi tüccar?''

İnce acılı sesiyle adam cevapladı. ''Gümüş Turna'yla birlikte gelecek olan tüccar. Bana yüklü bir ödeme yapacak ona yardım ettim. Ben-''

''Yeter!'' diye bağıran Yerka ile adam cümlesini yutup kaderinin onu ölüme götürmemesi için ilahlara yalvarır gibi mırıldanmaya başladı.

Önümdeki sahnenin hoş olmayan bir sona ulaşacağı kesindi. Kara Baron zamanında verilmeyen ödemeler için ekstra zaman tanımazdı. Adam için inandığı ilahın yolunu aydınlatmasını dileyip bir adım geriledim.

Ölüm beni korkutmayı ya da iğrendirmeyi yıllar önce bırakmıştı. Yine de bu adamın ölümünü izlemek zorunda değildim. Odadan çıkıp baron beni çağırınca geri gelirdim.

Yerka'nın baş işareti ile Bies belinden uzun bıçağını çıkarıp adamın saçlarını yakaladı. Biraz sonra adam inandığı Hibesta'ya kavuşacaktı. Sırtımı dönmeden iki adım daha gerileyip kapıya ulaşmıştım ki parmaklarım pirinç kola temas edemeden Kara Baron'un sesi ile donakaldım.

''Dur.'' Sesini yükseltmeden böylesine otorite yayabilen bir adama yamuk yaptığım düşüncesi boğazımın kurumasına neden olurken baron ''Onu öldürme.'' dedi.

Bir an emrin bana değil de Bies'e verilmiş olması ile rahatlamıştım ki kocaman olmuş gözlerimle kesişen yeşil yırtıcı bakışlarına eşlik eden sırıtışı ile ''Tibertia bu işi halledecek.'' dedi.

Gözlerimi kırpıştırdığım kısacık anda Bies yerine benim adamın boğazını kesmemi istediğini sanıp gevşeyen sinirlerimle ağzımdan ''Ne?'' sorusu kaçtı.

Yerka onaylamadığını belli eden sesiyle ''Saygın nerde kızıl?'' diye beni uyardı.

Acele ile başımı eğip ''Şaşkınlığımı affedin efendim.'' dedim.

Hayatta kaldığı için dikkat çekmekten korkan adam ürkek gözleri ile bana bakarken Kara Baron konuşmaya başladı.

''Timorta kardeşlerin mekanında hırsızlık yapmışsın.'' Sorudan çok bir bildiri olduğundan dudağımı ısırıp sessiz kaldım. Kara Baron devam etti. ''Benden bedel istediler.''

Şaşkınlıkla eğdiğim başımı kaldırıp barona baktım. Adeta nefesim kesilmişti. Anlaşılan Antion'u tahmin ettiğimden daha çok kızdırmıştım. Kırmızı Fener'in efendisinden bedel istemişti.

Kırmızı Fener'de anlaşması olan herkes mağduriyetinin bedelini ihlal edenden talep etme hakkına sahipti. Hırsızlığımın bedeli ağzına kadar rizzelerle dolu bir kese ya da kesilmiş ellerdi.

Hiç değilse başkaları için bu kurallar geçerliydi. Daha önce kimse Kırmızı Fener'in efendisinden bedel istememişti.

Kara Baron bu güne kadar hiç bedel ödememişti. Şimdi değişiklik yapmaya karar vermesi benim için hoş bir sürpriz olmazdı.

Durduğum yerde kıvranışımı izleyip zevk aldığını belli ederken dudaklarından kelimeler döküldü. ''Senin için başka planlarım var.'' Tek bir rizze ya da kesilmiş ellerimin Timorta kardeşlere hediye edilmeyeceğini ruhsuz bakan gözleri ile ilan ettiğinde tuttuğum nefesimi bıraktım.

''Ama bunun karşılığında benim için iş yapacaksın.''

Duruşumu dikleştirip bana çizilen kaderin ne olduğunu öğrenmek için bakışlarına karşılık verdim. Onun sözlerine ne olursa olsun karşı gelemezdim.

Kırmızı Fener benim evimdi. Kara Baron beni çocukken diğer evsizlere yaptığı gibi yanına almış, alkol ve sidik kokan varoş sokaklarda hayatta kalmanın yollarını öğretmişti. Zeki bir çocuktum. Kara Baron'un gözüne girersem her zaman korunacağımın ve aç kalmayacağımın farkına kısa zamanda varmıştım. O yüzden benden öğrenmemi istediği her şeyi kısa zamanda benimsemiştim.

Rıhtımda birkaç rizze yürütmekten, tüccarların liman teslimatlarını çalmaya kadar her türlü hırsızlıkta kısa zamanda ustalaştığımı görünce beni rol yapmayı öğrenmem için eğlence evlerine yollamıştı.

Kırlangıç Limanı'ndaki sarhoş bir miço, Mermer Gül Sokağı'ndan bir sanatçı, Güneş Meydanı'ndaki bir rahibe. Kim olmamı isterse o oldum. Düşkün bir serseriden asil bir leydiye kadar eşsiz bir oyunbazdım. Bir denizci gibi küfür edebilir, ipeklere sarılı asiller gibi zarifçe yürüyebilir, kalabalığın ortasında sessiz bir gölge gibi gizlenebilirdim.

İşte tam da bu yetenekler yüzünden hızlı yükselişimle güç kazanmış, Kara Baron'un taşlarından -rütbeli adamlardan- biri olmuştum. Kızıl piyon.

Belimde rizzeler ile dolu kesem, her daim sıcak su dolu küvetim ve lezzetli yemeklerimin olması bana yetmeliydi. Ama her otorite sahibinin kapıldığı güç sarhoşluğa kapılıp aptallığım ile sınanmıştım.

Kara Baron'dan çalmaya kalkmıştım.

Kibrim ve özgüvenim yüzünden dokuz sene önceki o gecede Derpia kör olmuş, Sammy bizden kopmuştu. Hatıra içimdeki öfkenin harlanmasına, pişmanlığın beni sivri pençeleri ile yakalamasına neden olunca dişlerimi sıktım.

En kötüsünün o an yakalanmamız olduğunu düşündüğüm zamanlar vardı. Öleceğim düşüncesi ile korkudan donakalmıştım. Şimdi Kara Baron'un karşısında dikilmiş, bana vereceği görevi beklerken ölmenin daha kolay bir son olacağını biliyordum.

Zor olan hayatta kalıp sonuçlara katlanmaktı. Hatam beni ayaklarımdan Kara Baron'un oyun tahtasına zincirlemişti. Ne isterse koşulsuz yapmalı, emirlerini harfiyen yerine getirmeliydim. Aksi halde canı yanan yalnızca ben olmazdım.

Reddetme imkanımın olduğu illüzyonuna kapılmak istesem de onun yerine aklımdan geçen düşüncelerden bihaber olan barona ''Ne isterseniz.'' diye karşılık verdim.

Memnuniyetle dudakları kıvrılıp elinde tuttuğu sigaradan bir nefes çekti. ''Bu aptalın iddia ettiğinin aksine çoktan limana gemi yanaştı.'' Adamın şaşkınlıkla açık kalan ağzını gördüm. Dolandırıldığını anladığı anda öfkenin şaşkınlığını silmesine mimiklerindeki değişiklikle şahit olmak istesem de bakışlarımı Kızıl Fener'in efendisine diktim.

''Tüccarın bu akşam Kadife Lale'de olacağı bilgisini edindim. Git ve benim olması gereken rizzelerle hava atan adama iyi bir ders ver.''

Tam başımı eğip emiri yerine getireceğimi söyleyecektim ki Kara Baron'un el hareketi ile Bies bana belinden bir hançer çıkarıp verdi. Zanaatkarlar Hanı'ndan alındığı belli olan kaliteli çeliğin deri sarılmış sapını tuttum.

''Ona selamımı ilet.'' diyen Kara Baron'a selam verip Yerka'nın uzattığı süslü deri kılıfı aldım. –Rolüm için önceden hazırlanmış olduğu belliydi- Hançeri dikkatlice kılıfa sokup belime yerleştirirken bu sefer odadan çıkmak için harekete geçtiğimde kimse beni durdurmadı.

Daha odanın kapısı kapanmadan kesilen bir boğazdan çıkan gurultu sesini duydum. Aptal adam dolandırılmakla kalmamış bedelini hayatı ile ödemişti.

Korumaların olduğu girişe doğru atılan her adımda hızlandım. Bir an önce Kara Baron'un ininden çıkıp yaşam dolu havayı içime çekmek istiyordum.

Özgürlüğe tek adım kalmıştı ki korumanın önüme uzanan kolu ile durduruldum. Kara Baron'un beni yerlere saçılmış kan ve ölü adamın olduğu odaya geri çağıracağı düşüncesi ile parmaklarımı avuçlarıma gömmüştüm ki korumanın beni durdurmadığını, elindeki kağıt parçasını bana vermeye çalıştığını fark edip rahatladım.

Katlanmış kağıdı açınca Yerka'nın zarif el yazısını tanıdım.

Bedelin ödenmemesi, bedel ödenmesi gerektiği gerçeğini değiştirmez kızıl.

Kardeşlere dikkat et.

Suçu kelimelere atıp parmaklarımın arasında kırışan kağıtla küfür ettim. ''Siktir bir bu eksikti.''

Timorta kardeşler peşime adam salacaktı ve Kızıl Fener'in efendisi karışmayacaktı. Geçen gece meyhanede Antion'un dediği gibi Kara Baron'un haberi vardı ve avlanma oyununa karışmayacaktı. Hiç değilse bana verilen görev yerine getirilene kadar geçerli olan av oyunundaki küçük tavşan bendim.

Yine de Yerka beni uyardığı için minnettar olmalıydım.

''Neden hayatım kolay olamıyor?''

Koruma sözlerimin kendisine yöneltilmiş olduğunu düşünüp ortası ayrık dişleri ile sırıtıp ''İçince her zaman daha kolay.'' diyerek güldü.

Onunla konuşmadığımı açıklamakla uğraşmadım. Aslında adam haklıydı, içince her şey daha kolaydı. Zaten sarhoş olduğum için o mercan taşlarını yürütüp paçayı kurtarabileceğimi düşünmüştüm.

Gözlerimin arkasına stresle yayılan batma hissi, sağlam bir baş ağrısının habercisiydi. Yine de bu akşam yapmam gerekenleri değiştirmiyordu. Bir an önce hazırlanmalıydım.

***

Görüşlerinizi benimle paylaşır ve oylarınız ile destek olursanız sevinirim.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top