Bölüm 1 •Şansım•
Merhabaa. Kısa bir hikaye ile tekrar karşınızdayım. Yazmayı seviyorum ama şimdilik ikinci bir kurguya vakit ayıramam diye düşünüyorum. O yüzden yarışma için bu kısa hikayeyi yazmaya karar verdim. Bir iki oturuşta biter diye umuyorum. Umarım beğenirsiniz canlar. Şimdiden iyi okumalar ❤️
⚜️ ⚜️ ⚜️
Esen soğuk rüzgar sanki içim yeterince buz tutmamış gibi beni daha da üşütüyordu. Atkımı burnumu kapatacak kadar tekrar yukarı doğru çektim. Ellerimde eldiven olmasına rağmen hala parmak uçlarımın donmasını engelleyemiyordum. Bu yüzden titreyen ellerimle atkıyı kavramak bir hayli zor gelmişti. Botlarımın altında ezilen karların çıkardığı sesse şu an beni mutlu eden tek şeydi.
Yıllardır hatta biz şuna kendimi bildim bileli diyelim, sessiz, soğuk bir kız olmuştum. Kurallar, dersler, iş hayatı, disiplin ve daha çok disiplin. Belirsizlik gözümü korkuturdu, rutinim hep belliydi. Her şey kontrolüm altında olmalıydı. Duygularım bile hissettiğimden ziyade hissetmem gerekenler gibiydi. Halimden şikayetçi miydim emin değilim.
Bu sıralar hep dalgın ve üşüyen bir ben vardı. Kafamı karıştıran ve nedensiz bir ürpertiyle dolmamı sağlayan şey Eren'di. Eren, nam-ı diğer sevdiğim. Ya da bilmiyorum sevmem gereken kişi. En azından sevdiğimi düşünüyordum. Liseden beri hep beraberdik. Ve o, tek kelimeyle mükemmeldi. Zekiydi, anlayışlıydı, yakışıklıydı, başarılıydı, zengindi. Tuttuğunu koparırdı, istediğini elde ederdi. Ve birine aşık olacaksam hep Eren olması gerekiyormuş gibi gelirdi. Ama hayat bu ya, Eren de başka birini severdi. O benden de öte deli divane aşıktı ona. Elif'e... Bir süredir de birliktelerdi. Kıskanıyor muyum ondan da emin değildim. Eren'le sevgili olma hayali kurmamıştım hiçbir zaman. 15'imde de, 25'imde de. Eren'in Elif'le mutlu olması beni de mutlu ediyordu. Ama diyorum ya biraz garip bir durumdu. Aşk sahiden bu muydu?
Sevilmesi gerekeni sevmeliydim, ama onun başrolü ben değildim. Uzaktan mutluluklarını izlemek benim işimdi. Şimdi de zaten Eren ve Elif'le buluşmamızdan geliyordum. Durgun olma nedenim bundandı. Her şey kontrolüm altındaydı. Şansa asla inanmazdım. Ama neydi beni huzursuz eden. Mükemmeliyetçiliğim beni yormaya başlıyordu sanırım. Rutine binmiş, kural dolu hayatım çok mu sıkıcıydı? Asla anlık planlarım olmazdı. Sahi Bahar söylesene kızım, kaç kere hadi şuraya gidelim, eğlenelim diyerek hayatın seni götürdüğü yere doğaçlama gittin, kendini özgür bıraktın? Hiç tabii ki. Sorun bu muydu?
Eldivene rağmen hala üşüyen ellerimi bir nebze ısıtmak adına birbirine sürttüm. Ezilen karlardan gelen sesleri dinlerken her zaman eve dönerken uğradığım pastaneye varmıştım bile. İşte bu da rutinimin bir parçasıydı. Her zaman köşedeki pastaneden 2 tane un kurabiyesi al ve eve git. Simit ya da başka bir kurabiye değil. 1 ya da 3 değil.
Adımlarımı hızlandırıp pastaneden içeri girdim. Yine geldiğimi belli eden kapıdaki çan kapının açılmasıyla beraber şıngırdamıştı. Artık gözümün alıştığı tezgaha doğru ilerledim.
"Merhaba Mehmet abi."
"Hoş geldin Bahar kızım. Yine aynısından 2 un kurabiyesi değil mi?"
Tam evet diyecekken gözüm yanda duran şans kurabiyelerine takıldı. Daha önce hiç görmemiştim. Sanırım yapmaya yeni başlamışlardı. Kurabiyelere daldığımı fark eden Selim abi "Bizim oğlanın işi bunlar. Tutturdu ben şans kurabiyesi pişirip satacağım diye. Biz de anlamadık. Ama vereyim mi kızım istersen?" dedi.
Neden bilmem o kurabiyeleri isteyen yoğun bir arzu belirdi içimde. Başkaları için küçük bir şey olsa da ilk defa bir rutinimi, bir kuralı bozup un kurabiyesi yerine şans kurabiyesi almak istedim.
Şans kurabiyelerinin olduğu yerde, kenarda diğer kurabiyelerden ayrılmış gibi duran bir tane olduğunu fark ettim. Bilerek mi ayrılmıştı yoksa koyarken rastgele oraya mı düşmüştü bilmiyorum. Ama aralarındaki en asi olan oymuş gibi gelmişti. Onu istiyordum.
"Şu kenardaki şans kurabiyesini alabilir miyim o zaman?"
"Vereyim hemen kızım, başka? Un kurabiyesi istemez misin?"
"Yok sağ ol Mehmet abi, bu sefer bir değişiklik olsun."
"Afiyet olsun o vakit."
Teşekkür edip elimde tek bir şans kurabiyesi ile pastaneden çıktım. İçinden ne çıkacaktı merak etmiştim. Şansa da inanmazdım ki. Yine de garip bir heyecan vardı içimde. Belki de kendimi artık kural tanımaz bir serseri gibi hissediyordum. 'Aynen abart Bahar, abart. Bu sadece bir kurabiye.'
Pastaneden çok uzaklaşmamıştım ki kenarda, yol üzerinde duran banklardan birine oturdum. Yemesem bile içinden çıkanı okumak istiyordum. Uzun zaman sonra içimi bir merak kaplamıştı. Bu gerçek bir duyguydu. Hissetmem gerektiği ya da öyle olması gerektiği için değil.
Küçük paketi yavaşça açtım. Kurabiye şimdi elimde çıplak bir şekilde dururken fazla dağılmaması için nazikçe kırdım. İçindeki kağıt artık gözükürken çekip çıkardım. Heyecandan mı yoksa soğuktan mı bilmem ama titreyen ellerimle kağıdı açtım.
'Aşk kapını çalacak. Hazır mısın?'
Ha? Çıka çıka bu mu çıkmıştı? Zaten ne bekliyordum ki? Aşk çoktan kapımı çalmamış mıydı? Yani Eren vardı ya, benim aşkım da o olmalıydı muhtemelen. Saçmalık diyerek kağıdı tam yırtacaktım ki koşarak bana doğru bir adamın geldiğini fark ettim. Ne oluyor?
"Hey, bakar mısın?"
Hızlı adımlarla tam dibimde durunca nefes nefese soluklandı. Ben ona şaşkınca ve anlamazca bakarken o devam etti.
"Seni kaçırmadığıma çok sevindim. O kenarda duran şans kurabiyesini sen almışsın sanırım."
"Evet ben almıştım ama özellikle ayrıldığını bilmiyordum. Kusura bakma."
"A yo yo sorun değil. Zaten senin alman için ayrılmıştı."
"Benim almam için mi? Anlamadım."
"Yani sen olacağını bilmiyordum tabi ama evleneceğim kız için ayrılmıştı diyelim. Ve ta daa aşk kapını çaldı, ben de senin gelecekteki kocan oluyorum. Memnun oldum."
"Pardon beyefendi karıştırdınız galiba."
"Hayır hayır bak şimdi. Ben babamla o pastanede çalışıyorum. Ve artık hayatımın kadınını bulmak istiyordum. Ama her zaman insan seçimlerim çok kötü olmuştur. Ya ihanet ya kavgayla bitmiştir. Ben de bırakalım da bu sefer evleneceğim kişiye şans karar versin dedim. Bir sürü şans kurabiyesi hazırlayıp içinde 'Aşk kapını çalacak. Hazır mısın?' yazanı da özellikle kenara koydum. Onu seçen kişi benim için doğru kişi olacaktı. İki dakika mutfağa gittim geldim, babam kurabiyeyi satmıştı bile. Allah'tan çok uzaklaşmadan seni bulabildim. O kadar kurabiye arasından onu seçmen sadece tesadüf olamaz ya? Benim şansım da kaderim de senmişsin."
Gülümseyerek cümlelerini bitirdiğinde ben de hala olayı anlamaya çalışıyordum. Baştan aşağı karşımdaki kişiyi süzdüm. Eli yüzü düzgün bir adamdı. Yazık olmuş ama bu genç yaşta kafayı sıyırmıştı anlaşılan. Umarım bir an önce sağlığına kavuşurdu.
"Bak kardeşim, Allah şifa versin. Benim de psikiyatrist bir arkadaşım var. Zor iş vallahi ama senin çaren bende değil. İlaçlarını falan aksatma ama sen. Hadi iyi akşamlar." diyerek banktan kalktım.
Arkamı ona dönüp giderken elimde bir sıcaklık hissettim. Gitmemem için elimden tutmaya çalışırken eldiven elimden çıkmıştı ve şimdi ikimizin elleri birbirine değiyordu. Eldivenin ısıtamadığı ellerim onun anlık bir temasıyla nasıl böyle alev alabilmişti?
"Hey hey, bir dakika. Gitme lütfen. Dediklerim çılgınca geliyor olabilir ama ben ciddiyim. Kafayı falan yemedim. Seni daha yakından tanımak istiyorum. Lütfen gitme, gel pastaneye oturalım biraz. Valla bir zararım da dokunmaz. Orada annem babam da var. Hem babamı da tanıyormuşsun sanırım."
"Bak, neyin peşindesin bilmiyorum ama benim bir sevdiğim var zaten. Bu konuşma çok anlamsız. O yüzden kendine yeni bir gelin adayı bulsan iyi olacak."
"Ne?! Elinde yüzük falan yoktu. Sevgilin mi var? Beni aldatıyor musun? Hem ben başkasını istemiyorum. Seni istiyorum."
"Ne aldatması ya hu!? Sevgilim falan da yok, ben seviyorum sadece. Ayrıca seni de ilgilendirmiyor."
"Nasıl ilgilendirmiyor? Niye seviyorsun ki başkasını, ne gerek var. Hem belli ki platonik. Bak ben severim seni. Hem de çok güzel severim. Çok çok severim. Azıcık şans ver bana, oturup bir konuşalım. Boşuna değildi o kurabiyeyi alman. O kadar pastaneden buraya gelmen. İnsan kime ne zaman, nasıl aşık olacak seçemez ki? Kaderimizde var, hissediyorum ben. Seni ilk gördüğüm zamandan beri hem de, hissettim bunu. Şansım benim sensin gerçekten."
"Off, cidden gitmem gerekiyor. Hadi kardeşim, görüşürüz."
"Hem ellerin eldiven giymene rağmen neden bu kadar soğuk ki? İçin mi üşüyor senin de? İnan ellerini de kalbini de ısıtırım ben senin."
O hafifçe elimi okşayıp ısıtmaya çalışırken ben ellerimizin hala temas halinde olduğunu yeni fark etmiştim. Hızla elimi ondan kurtarıp onu geride bırakarak yürümeye başladım. Ne saçmalıyordu o öyle. Hiçbir şey anlamamıştım.
"Hey! Şansım, gitme lütfen! Hem daha adını bile öğrenemedim ki. Gitme lütfen. Söz çok severim seni."
Arkamdan seslenmeye devam etse de umursamadım. Tuhaf adamdı. Sadece bu kadar. Ayağımın altında ezilen karın sesi, onun sesini bastırana kadar yürümeye devam ettim.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top