BÖLÜM - 5
• • •
Gümüşün yelesini düzeltip kapıya döndüm. Sakin ol oğlum. Tüylerini okşayıp hala atlarına binmeye çalışan gruba döndüm. Ciddi misiniz?
'Ata binmek bu kadar zor olmasa gerek. Boşa harcayacak zaman yok.' Altı üstü atlarına binecekler ve yola çıkacağız. Bu kadar zaman harcamak gereksiz, dezavantaj. Kız orda canı ile cebelleşiyor, bunlar hala zaman kaybettiriyorlar. Teker teker hepsini süzüp bahçeye yürüttüm.
'Posa Dağlarına gidiyoruz. Adı Refeâ, aradığımız bitki siyah ot gibi görünüyor. Toprak krallığının arkasından dolaşacağız. İçerden gitmememizin sebebi, merkezden geçerken sürekli kapılar ve caddeler ile zaman kaybedeceğiz. Hesaplarıma göre merkezden 1 gün sürebilecek iken dönmemizle üç saat belki daha az bir süreyle gitmiş olacağız. Tavsiyesi olan?'
Bizimkilerden ses çıkmazken, Berthilda'nın korumaları birbirlerine bakıp kafa salladılar. İvan, arkalarından yaklaşıp yanlarında durdu. Diğerlerinin konuşacak halleri de yoktu zaten. Üçü de saniyesinde çökmüş.
'Bizde aynı düşüncedeyiz. Daha önce merkezden oraya gitmiştik. Dediğin gibi bir gün sürdü. Hatta bir gün beş saat diyebiliriz ihtiyaçları katarak.'
Onaylayan bakışlar üstünde ona bakmaya devam ettim. En azından hepimiz ortağız.
'Bizim mola verecek imkânımız yok. Attan inilmeyecek. Hadi!' Yan yana ilerlerken aslında hepsinin yüzünde sormak istedikleri sorular olduğu açıktı. Ama benim de sorularım vardı.
Tut'u oraya neden ve kim çağırmıştı? Nasıl aniden ortadan yok oldu?
Yüzüme çarpan rüzgârla gözlerimi kısıp arkamdaki gruba kafamı çevirdim. Harika, en azından hızlıyız. Yapabileceğin sadece bu mu Matt? Kes sesini. Elimden geleni yapıyorum. Elinden gelen bu mu? Seni ezik yaratık. Aranızda uçabilme yeteneğine sahip insan evlatları varken, at ile sürünmek... Acınası varlıklarsınız. Gerçekten elimden gelmeyen bir şey var, haklısın. Senin o ağzını kapatamam. Kahkahası zihnimi bulandırırken, derin nefes alıp bağırdım. *Deh!* Toynak sesleri daha hızlı gelirken yavaşlamadım, yavaşlamadılar.
İzin vermeyeceğim. Huzurumu bozmasını, kafamı bulandırmasına izin vermeyeceğim.
'Başarabilecek miyiz?' yanımdan gelen sesle irkilerek sola döndüm. Adeline, genelde toplamadığı saçlarını tepeden toplamış, gözlerindeki endişeyi gizlemeyi bile gerek görmemiş. Kafamı yola çevirip orta hızla ilerlemeye devam ettim.
'Başarabiliriz. Yapamadığımız ne var ki? Bir otu mu bulamayacağız koca grup?' Alaylı sözlerimi iç çekişiyle kesti.
'Neden hiçbiriniz benim ve Katherina gibi düşünmüyorsunuz? Tut'un o otu, dağlardan temizlemediği konusunda ne kadar bilgimiz var? Tanrı aşkına, bunu düşünen adam salak değil ya! O otu bulacağından, nasıl bu kadar eminsin?'
Gümüşün yavaşlamasını umursamadan ona döndüm. Lanet olsun. Mantıklı konuşmalar şuan enerjimizi düşürecek etkenler. Geri ona dönüp atımı da çevirdim.
'Dediğin yarı ihtimal olsa da, diyelim ki gerçekleşti. Ne yapacağız?'
Kafasını sallamasıyla başımı iki yandan sıkıştırdım. Hiçbir şey kesin değil. Yola devam etmeliyiz. Yola devam ederken, şimdi atlarımızın çıkardığı o sesten başka ses yoktu. Berthilda, duruşu ve davranışı ile bizimkilerin gönlünde bu denli taht kurabildiyse halk onu başlarının tacı ilan edecekler. Ederler. Kim sevmez ki onu?
Tut, krallığa kimin daveti ile girmiş olabilir? Biz değiliz. Dört element krallığı değil. Cadı imparatorluğu son seçeneklerden biri... Su krallığı ve yer altı krallığı yüz yıllardır süre gelen ittifak ve dostluk var, bozacaklarını sanmam. Hava krallığı ile Büyücüler kaldılar. Hava krallığı ile Dört element krallığının ateşkes antlaşmaları devam ediyor olmalı. Bozmaya cüret edebilirler mi? Ya da Büyücüler? Karmaşık. Çözemiyorum. Dağa yaklaştıkça sertleşen rüzgârla yüzümü buruşturup hızımı arttırdım. Prenses, acın var da bize böyle mi sinyal veriyorsun? Bulacağım o otu. Kurtaracağız seni.
Arkam dönük atımdan inip ağaca bağladım. Bekle oğlum, geleceğim. Hafif kişneyip birkaç adım geriledi. Caroline yanımdaki ağaca bağlamış, huzursuz olan gümüşe bakıp kaşlarını kaldırdı.
'Gümüş huysuz gibi? Etrafta kötü enerji saçan biri mi var acaba?'
Kendi kendine konuşmasıyla yutkunup ağaçların arasına girdim. Enerjiyi başkası değil ben saçıyorum. Oğlum benden dolayı huzursuz, huysuz değil. Arkamdan dediklerimi bir bir tekrar eden İvan'la etrafımı dönerek çevreye baktım. Birbirimizden ayrılırsak buluşmamız zorlaşabilir. Ayrılmadan yan yana tırmanıp aramak daha doğru.
'Açılmayalım. Kaybolmaya açık bir alandayız. Hepimiz yan yana tırmanıp arayacağız. İvan zaten az önce anlattı. Hadi! Ellerimizi hızlı tutalım.'
Sırayla yanımdan geçerlerken, Bertilda'nın korumalarından kız olanının elini buz parçaları sardığını görünce onu işaret ettim. İvan, ondan hafifçe uzaklaşıp eğildi. Gözlerindeki kızarıklar aynı Sera zamanındaki gibiydi. Bitmiş ve sarsılmış...
'Görmezden gel lütfen. İyi değil ki bizimde ondan kalır yanımız yok. Kızlar son zamanda daha yakınlaşmıştı. Ona bir şey olursa kaldırabileceğimizi sanmıyorum. Bir kardeşimin daha haberini kaldıramam.'
Omzunu pat patlayıp yanında tırmanmaya başladım. Siyah ot. Tanrım, biliyorum beni pek sevmiyorsun da bari bu sefer şans benden yana olsun. Kalbimdeki titremeyle yanımdaki ağaçtan destek alarak gözümü kapattım.
Naber? Zihnimde ki fısıldamalar artarken sirkelenip, boğazımdaki yumruyu göz ardı ettim.
Ben küçük bir kıvılcımım. Büyüyünce patlama yaratırım. Zihinleri bulandırırım.
Lanet olası. Zihnimdeki kahkahasıyla çenemi sıkıp kafamı ağaca yasladım. Vur kafanı. Defalarca. Ölene kadar. Sus. Lütfen. Lütfen.
Hatırla ve hisset. Tüm kötüler, kötü haberler getirirler. İstediklerini yapana kadar durmazlar. Küçücük üzülürler. Kötü hisset.
'Matt?' Kafamı kaldırıp yanımdaki kafaya bakıp kaşımı kaldırdım. Harry, sorun yokmuş gibi çıkarken bende devam ettim. Dikkat çekeceksin aptal. Dayan, her zamanki gibi. Oyna ama benime Matt'ciğim. Hadi, küçük bir yangından kimseye zarar gelmez. Sadece küçük bir kıvılcım... Siktir git.
İnsanın zihnin derinliklerinde ne mi olur? Kötü ve kirli düşünceler... Unutmak istenilen, unutulan anılar... Hatalar ve suçlu düşler... Ve sesler. Bize fısıldayan o sesler. Bütün zayıflıklarımın sorumluluğunu kaldırmam lazım. Benim suçum. Bu hale gelmesine ben sebep oldum. İç çekip yerdeki otları incelemeye başladım. Otas bitkisi, papatya, dört yapraklı gonca. Çıkmaktan titreyen bacaklarımla kendimi yere atıp gökyüzüne baktım.
Lanet olsun. Adeline'in dediği gibi lanet otu bulamadığımız gibi neredeyse güneş batacaktı. 'Bulamıyoruz lanet olasıca otu! Zaman kaybediyoruz!' Katherina'nın bağırışıyla herkes bir araya toplanırken ayağa kalkıp üzerimi sirkeledim. Ne yapabiliriz? Karanlık Krallığa girip onu çalsam mı?
'Zaman kaybedemeyiz. Var mısın?' Yanımda ki sesle sola döndüm. 'Zamanı yeterince kaybettik. Bir halt bulamadık!' Caroline yanında ki Amy ile bir sözcükler okumaya başladı. Ellerini birleştirip, bağdaş şekilde oturmuşlardı.
duчusuz beıшe ыeюîp ôчeщî. beıш ôчeщ , lэsı böщэs teФıdэ. eычîшbe dıs Refeâ ôru , lэrıs ôщu beıшэ... lэcэbщbıs tıюeФî , ıщteщôlчuщbeщbîs zэФsı. lэrıs beıш ôчeщî , teФıdэ.
( Buluruz daima kayıp olanı. Daim olan, geri döner sahibe. Aklımda bir Refeâ otu, getir onu daime... Gecedendir siyahı, insanoğlundandır zehri. Getir daim olanı, sahibe! )
Lilamsı bulut ellerinin ortasındaki boşluktan çıkıp etrafa yayılmasıyla kızlar ayağa kalktılar. Gözleri kapalı, sımsıkı tutuyorlardı birbirlerini. Ellerini çekip dehşetle birbirlerinden ayrıldılar.
'Yok. Dağda tek bir tane Refeâ otu kalmamış.' Küfürler savrulurken sırtımı ağaca yasladım.
'Krallığa mı sızsak?' Sözcüğüm ortaya bomba gibi düşerken, hepimiz birbirimize baktık. Birisi tamam derse onun gazıyla bile giderdik. Sadece saatlerimiz vardı, günlerimiz değil.
'Çocuklar! İvan! Prens Matt!'
Kadın bağırışlarıyla etrafa bakınmaya başladım. 'Biri bize sesleniyor. Dağılın hemen.' Kadın bağırmaya devam ederken İvan'la yan yana karşıya doğru koşmaya başladık. Ses yakın, bir o kadar da yankılı geliyordu. 'Buraya gelin!' Jane'nin bağırışıyla sola doğru koşmaya başladık. Dalları kırıp kafamı eğdim. Kadın başındaki pelerini çıkarıp cebindeki bezi çıkardı.
'Kimsin sen!' Kadın yüzüne gelen saçları geriye verip, yüzündeki sinirli ifadeyi yumuşatmaya çalıştı.
'Layla Charter. Kral Tut'un yardımcısı, Prenses'in krallıktaki sağ kolu ve casusu. Elimdeki kalan son Refeâ otu. Nasıl kullanacağınızı biliyorsunuz. Acele edin ve prensese götürün. Uyandığında, bana mektup atmasını söyleyin lütfen. Eğer cevabı iki gün içerisinde göndermezsem ölmüş olacağımı da söyleyin. Ne olacağını kestiremiyorum.'
Geri pelerinini takıp uzaklaşırken arkasından İvan ve Harry *teşekkürler* diye bağırmıştı. Kadın, atına binerken, İvan elindeki bezi cebine koydu.
'Layla'nın prensesin adamı olması en ilginç olan kısmı herhalde.' Yanındaki ikili kafa sallarken gözlerimi devirdim.
'Güneş batmak üzere. Geri dönelim.' Geldiğimiz o yokuşu koşarak inerken ayağımın kaymasıyla kendimi öne verdim. Ağacın kabuğuna tutunup kendimi yukarı çektim. Ucuz yırttık. Zıplayıp gümüşün üstüne binip hemen yelesini elime aldım. *Koş oğlum! Koş!* Üstünde yükseğe zıplarken hafifçe kamburlaşıp başımı eğdim. *Deh!* Bu sefer hızlıydık işte! Kurtulacaksın! Ölmene izin yok.
Muhafızların acele ile kapıyı aralamalarıyla hız kesmeksizin giriş kapısına kadar durmadık. Alnımdan akan terleri kolumla silip saçımı geriye yatırdım. İvan, elindeki torbayı bana verip girişe koşmaya başladı. Elimdeki bezi sıkıca tutup arkasından koşmaya başladım. Merdivenleri çıkıp İvan'ın çoktan açtığı kapıya hızlıca girip diz çöktüm. Kurumuş dudaklarımı ıslatıp gözlerimi açtım. Su. Çok susadım.
'Yetiştik mi?' Bilge, elimdeki bezi hemen alıp masaya geçti.
'Çok az kalmıştı. Durumu kötüleşiyor.' Gözlerinin altındaki torbalar simsiyah olmuş, şimdiden beş kilo vermiş gibi görünüyordu. Saçları? Onlar neden kestane değil? Nasıl renk değiştirebilir? Bizim koşuşumuzu görüp merdiveni koşarak inen Kraliçe Nicole, İmparatoriçe Lucy ve annem içeri girdi. Kollarında ki damarlar siyahlıkla beraber dudaklarında ki kırmızılıkla yaklaştım. Neler oluyor?
'Kan mı kusuyor hala?' Bilge ve Alice kenardaki Kral ve Kraliçe'ye endişeyle bakıp prensesin dudağını sildiler. Alice, Bilge karışımı yaptığı için Bertilda'nın ağzını hafifçe sildi.
'Kan değil o. Şimdiki kan değil. Ateş kusuyor. Bildiğimiz ateş. Şimdi de aşırı derecede terliyor. Kusmasının aksine soğuk terler... ' Ne? Ateş mi kusuyor?
'Ateş, içinde savaş halinde. Zehir, üstüne bir de ateş. Vücuduna değişik gelse de ateş vermeniz gerekiyor. Vücudunda birtakım dengesizlikler var. Ateş içirmek iyi gelecektir. Panzehre ateş de katmanız gerek.' Kraliçe Nicole'in dedikleriyle ona döndüm. Ateş içirmek mi? Yok artık. Elenor teyze tastikleyince Kraliçe Nicole elindeki ateşi panzehir kutusunun içerisine akıttı.
'İlginç olan şeyse onun derisini yakmaması. İç organlarında ateşin verdiği hasar yerine zehrin verdiği hasar mevcut. Tüm bilgilerimi ters düz etti zehir.' Bilge, elindeki şırınga ile panzehri çekip koşarak Bertilda'nın ağzını araladı. Çenesi açılmazken bize döndü.
'Alice, prensesin ağzını açmama yardım et evladım.' Alice, elini Bertilda'nın çenesine koyup aralarken, Bilge hemen şırınganın ucunu ağzına koydu. Yutması için ağzını kapatırken, hepimiz dudaklarımızı kapatıp birkaç adım geriledik. Lütfen, işe yara.
Tüm geceler ve sabahlar senin için... Kalırız senin için. Sen yeter ki geri dön. Hadi uyan. İvan, duvara çökmüş gözlerini ondan ayırmazken, diğerleri ellerini birbirine kenetlemişlerdi. Çığlık sesiyle yataktan dikleşen Bertilda ile korkup sırtımı duvara çarptım. Saçlarını tutup çekerken, ne çığlığı duruyordu ne de gözyaşları. Göz bebeği kırmızının koyu tonundayken, beyaz yerleri de kan çanağına dönmüştü. Ne yaşadı da bu hale geldi?
'Boğuluyorum! Yanıyorum! Bırakın beni! Bırakın beni!'
Alice, kutudan aldığı iğneyi koluna yaparken son kez çığlık atarken yavaşça sesi kısıldı. Elenor teyze, hıçkırarak ağlarken annemler yanına ilerledi. Alice, Bertilda'nın alnındaki saçları geriye atarken gözünü sildi.
'Ciddi sorunlarımız var anlaşılan. Bilinci kapalıyken kâbuslarla uğraşmış anlaşılan. Vücudunun kendini hemen yenilemesi için gerekeni yapacağım. Lütfen sessiz olalım. Onu iki gün uyutacağım. Direncini toplayabilmesi için.'
Mutlu olduğuna göre, nerede kalmıştık? Çığlıklarla beraber dolan zihnimi ellerimi sıkarak sustururken akan kanlarla yere çömelip oturdum. Kan damlalarını görmemeleri lazım. Bacaklarımla çaktırmadan yere silerken, bana bakan anneme acı bir tebessüm ettim. Karşılık verirken bacaklarımı birbirine yasladım. Biliyor. Bildiğini, biliyorum.
Ölsem de gitsem. Çok zor. Delirmemek, çok zor.
• • •
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top