BÖLÜM - 10

Yorum yapıp, beğenmeyi unutmayın. İyi okumalar. 

• • •

Elimdeki kalemi masaya bırakıp kafamı kaldırdım. 'Bu mecliste kimler oluyor şimdi?' karşımda sırayla dizilen ekibe çevirdim gözlerimi. Hepsinin kafaları karışıktı belliydi ama benimki daha karışıktı.

'Şimdiye kadar bir infazdan sonra kurulan meclise tanıklık etmedim lakin babamdan dolayı biliyorum leydiler ve Lordlar, kontlar ve kontesler birkaç da üst mertebe komutanlardan oluşan ekip. Bizim işimiz daha çok kesip biçmek kısacası.'

İçeriye gelen güneş ışıklarıyla gözlerimi ufaladım. 'Lena hakkında bilginiz var mı? Arkadaşlarımı kontrol ettiniz mi?' Hepsi birbirine bakınca göz devirip bacaklarımı masadan indirdim.

'Chirs, çaktırmadan Elena'yı kenara çekip akşam sarayın bahçesine girmesini sağla. Müdireyle konuşurum.'

Koltuktan kalkıp odadan çıkarken arkasından baktım. Umarım geçen sefer gibi saçmalıkla gelmez. Düşünsene, Elena'yı beklerken tüm ekip karşında duruyor. İç çekmemle parmak şıklatma sesi yankılandı. 'Niye iç çektin arkasından.' Aslında ne düşündüğümü biliyordu da gülüyordu.

'Gülme İvan. Umarım tüm ekip gelmezler.' Hatırlamış gibi gülmeye başladıklarında gülümseyerek geriye yaslandım. Villaya döneceğimiz zaman kesinlikle o kadına uğrayacağım. Prensese orta parmak kaldırmanın nasıl eğlenceli aktivite olduğunu öğrenmiş olur belki de.

'Yalnız dersine gelen profesör de çok güzelmiş.' Höst dostum. Kaşlarımı çatmamla gözüme irice baktım. Gözlerim anında Jane'e giderken çatık kaşlarıyla yandan ona baktığını görünce sinsice sırıtıp bacak bacak üstüne attım. Demek oyun istiyorsun kardeşim, oynayalım bakalım.

'Neden, çok mu güzeldi hocam? Diyorsan seninle bir gün merkeze geçelim. Belki hoşlanacağın biriyle karşılaşırız?'

Kaşlarını kaldırarak gülümsedi. 'Harika fikirmiş! Kısa zamanda yapalım.' Sen ne çakal adamsın... 'Prensesi yalnız bırakacağımızı sanmıyorum. Size eşlik edeceğim.' Sinirli sesiyle bize bakmadan önce göz kırptım. Kızımız sinirlendi mi bana mı öyle geldi? İvan ve Jane. Yakışıyorlar da. Ya sevgili olurlarsa bunlar gerçekten? Yanımda sarılmalar falan. Ah tanrım, cıvık ilişkiler istemiyorum şuan çevremde. Sonuçları iyi gitmeyenler de var. 'Ben acıktım. Siz?'

Onaylı mırıltılarla sandalyeden kalktım. 'Canım hamburger çekiyor. Beni mutfağa götürün hadi. Orada yiyelim.' Kapıyı açıp onlara tuttum. Ayağa kalkıp koşar adımlarla geldiler.

'Unutma mutfak eksi birinci katta. Komple çalışanlara ayrılı. Dinlenme odaları, buzdolapları, soğuk odalar gibi bölümler var.'

Vay. Tabi soğutma odaları olmazsa nasıl koca sarayın malzemelerini uzun süre tutacaklar. Merdivenlerden inerken tablolar iyice gözüme batmaya başladı. Neden bu kadar çoklar ve ya çoğaldılar?

'Koridorda ki resimler mi çoğaldı? Kim nereden getiriyor bu kadar resmi?'

'Bence nereden geldiği konusunda kötü konuşma çünkü geliş kaynakları kraliçemizden.' Jane'nin yarı gülerek konuşmasıyla adımlarımı yavaşlattım. Ne yani annem resim mi çiziyordu?

Annen hakkında ne biliyorsun ki? Arkadaşların hakkında, kendin hakkında bile.

Yine başladı. 'Atölyesi mi var?' Kafa sallarken alt kata inerken durdu. 'Karşı blokta ikinci katta soldan üçüncü kapı. Bizi sokmuyor ama malum sen girebilirsin. Sende annenden gelen yetenek var mı?' Aklıma gelen anılarla iç çekip inmeye başladım. Durunca konu konuyu açıyor.

'Ses konusunda mükemmel olduğumu iddia etmiyorum. Dinlemek tercihim ama söylemek için ders almam lazım. Ses tonumu seviyorum. Resim çizebiliyorum, annem gibi. Tuval yapmayı severdim.'

Onu andıran hiçbir şeye dokunmak, yapmak istemiyorum. Uzak durmak istiyorum. 'Severdim?' Omuz silkip eğilmeye başlayan görevlilere gülümseyerek baş salladım. 'Gereksiz konular. Pek açmak istemiyorum.' Kafa sallarken diğerleri de yetişmişlerdi. İleride koca cüssesiyle gözüme çarpan kişiyle gözlerim ışıldadı. İşte adamım...

'Aaron!' bağırmamla buraya dönerken hızlıca buraya yöneldi. 'Annabeth? Burada ne yapıyorsun?' Karnımı tutup gülümsedim.

'Acıktım koca adam. Hamburger istiyorum dördümüze de.' Kolunu omzuma atıp arkamdaki dörtlüye işaret verdi. İlerideki kapıya ilerlerken etrafa bakınıyordum. Gülme sesleri, bağırmalar... Severek yapıyorlardı, isteyerek. En azından eğleniyorlar. Önemli olan bu ya. Kapıyı açınca herkes işlerini bırakıp eğildi. Bende başımı eğip elimi kaldırdım.

'Lütfen devam edin.'

Uzun masaya oturup sırayla ellerimizi masaya koyduk. Çocuk gibi gözüküyorduk aynı eminim. Başında ki aşçı şapkasıyla bize yaklaşan adamın selamına karşılık verdik.

'Hoş geldiniz mutfağıma prenses. Size ne yapmamı istersiniz?'

Yanımdaki kafalara bakıp onaylarını tekrar alıp döndüm. 'Hamburger istiyoruz. Ama bana torpil geçin ekstra köfteli falan.' Gülerek şapkasını kaldırıp taktı. 'Torpiliniz kabul edilmiştir prenses.' Geriye yaslanarak etrafı inceledim. Herkes harıl harıl çalışıyordu gerçekten.

'Sen pasta falan yapabiliyor musun prenses?' Kath'in heyecanlı sorusuyla gülümsedim. Bana yaptırtacaksın dimi seni gidi seni... 'Sana sufle yapabilirim çikolatalı. Ya da pankek, mozaik falan. Ben yemek yapmayı seviyorum genelde.' Omuz silkip karnını okşayıp yaslandı.

'Bana yeter de artar bile. Acil villaya gidip ziyafet yapmamız lazım.' Aklına gelmiş gibi kafasını bana eğdi. 'Çünkü bilirsin ben şampiyonum. Bir numarayım yani.' Göz devirip kollarımı birleştirdim.

'Herkese benden soğuk limonata, Katherina hariç.' Jane, İvan ve Chris kahkahalarla gülerken şaşkınca bana bakıyordu. 'Ne?' Dudaklarını büzüp etrafında baktı.

'Bana da ama!' Önüme gelen bardaktan yudum alıp döndüm. 'Birincilere çalışmıyoruz canım. Sonrakine tekrar şansını denersin.' Göz kırpıp yudum almaya devam ettim. Ama kıyamıyorum da. Sonuçta artık arkamdan koşturacak. 'Birinciye de getirin lütfen.'

Elini gözlerine getirip sildi. 'Beni bu kadar sevmeniz gururumu okşadı prenses. Minnettarım. Ağlayın sümsükler.' Şaşkınca bardaklarını bırakırlarken elimdeki bardaktan gülerek son yudumu aldım. Bu kız çılgın. Aaron da karşımızdaki yere oturunca ona baktım.

'Meclis için gergin misin?'

Çıkan ateşten görüntüyle dikkatim dağılsa da geri kendimi salladım. 'Hayır, gergin değilim. Sadece orada ki insanlar düşüncesi geriyor.' Kızmış yağ sesiyle irkilsem de hiç belli etmeden bakmaya devam ettim. Korkuttu be. 'Sos ister misiniz gençler?' Şefin sesiyle gülerek yanımdakilere döndüm.

'İsteriz?' 'İsteriz aynen.' Onaylarlarken gülerek ellerimi çenemin altında birleştirdim. Ortama bak arkadaş. Ekmekleri çevirip kenara almasıyla yanında ki çırağı ekmeklere sosu sürmeye başladı. Umarım acı değildir. Hardal sos olacak şöyle... Ay. Kurumuş dudaklarımı ıslatıp geriye yaslandım. Bakmak iyi olmadı daha da acıktım. 'Acıktım ne zaman hazır olacak?' Etleri çevirip havluyla alnını sildi.

'Çiğ et yemek istemezsiniz değil mi prenses?' Gözlerimi büyütüp şirince gülümsedim. 'İyice pişirin!'

'Hayatım gel bak burada ziyafet var. Çiğ et. En sevdiğin.' Alaylı kahkahalarla keyfim yerine gelmedi değil.

'Çiğ et yediğimi diyelim ki doğru bildin ama bunun kimden geldiğini bilmiyorsun, değil mi?' Ne? Pardon? İnsan... İnsan mı?

'Sen çok şapşalsın... Benimle uğraşmayı bırak da yemeğini ye. Senin için birkaç plan yapıyorum.'

Önüme gelen tabakla gülümseyerek diyeceklerimi yuttum. Sen ne güzel şeysin böyle. Patatesi alıp sosa bandırıp hızla ağzıma attım. Gözlerimi kapatıp güzelce çiğnedim. Açlıktan mı bu kadar güzel geliyor? Torpilli hamburgeri elime alıp gülümsedim. Çok güzel gözüküyor.

Peçeteyle dudaklarımı silip geriye yaslandım. Harikaydı. 'Ellerinize sağlık. Çok iyiydi!' Şakpasını takıp alnındaki terleri peçeteyle sildi. 'Onur duydum prenses. Size yapar gönderirim.' Kafa sallayarak kalkarken diğerleri de kalktı. Hala tabure de oturan Aaron'a baktım.

'Bura da mı kalacaksın?' Kalkıp omzuma kolunu attı. Çıkışa yürürken yönlendirmesiyle ilerlemeye başladık.

'Uyuman gerek, yarın zor bir gün olacak. Benjamin'in yaşından dolayı idamı baya olay oldu halk tarafından. Daha sebepleri bilmiyorlar lakin yarın kurul öğrenecek. Daha sonra da yatıştırmak için halka duyuru yapılır.'

Arkamızdaki fışırdamalarla gülümseyerek kulağına eğildim. 'Dediklerimi onayla, tamam mı?' Göz kırpınca kollarımı belimin arkasında birleştirdim.

'İstemiyorum korumalarımın bunlar olmasını. Bana başka birilerini ayarlar mısın?' Kafasını bana çevirip merdivenlerden adımlarımızı attık.

'İstemen yeterli. Görevden alır yenilerini getiririm hemen.' 'Komutanım!' 'Baba!'

İvan, Aaron ile aramı koluyla açıp ortamızda durdu. 'Beni hani şu sarı saçlı kız vardı ya Lord Spencer'ın kızı olan. Onun korumasına atar mısın?'

'Beni de Karanlık Krallığa casus olarak gönderin komutanım!' Kath'in de desteklemesiyle şaşkınca onlara döndüm.

'Beni annemin yanına gönderseniz yeter efendim.' Chris'in söylediğiyle yüzümü buruşturdum. Kuzu seni. Aaron'a baktım. 'Dediklerini yapalım.' Merdivenlerden çıkarken omzuma atılan kolla yavaşladım.

'Ne oldu istediğini alamadın mı prenses?' Kahkahalarla konuşan Kath'e şaşkınca baktım. Bu kız ne ara şekere dönüştü? Ciddiydi baya. Ya da hiçbir zaman böyle değildi. Gelen esnemeyle elimi ağzıma kapattım.

'Tamam, hadi gidelim uykusu gelmiş bile.' İvan'ın sesiyle duran ayaklarımız tekrar canlanmış, merdivenleri daha hızlı çıkmaya başladım. İçimde öyle bir şey vardı ki göğsümü titretiyordu. Bir an kendini öyle hissettiriyordu ki kemiklerim bile güçten titriyordu. Ama şimdi ki gibi de üşütüyordu. Çıkmak için, kasıp kavurmak için can atıyordu sanki. Koridorun sonundaki tanıdık yüzlerle kafamı salladım. Yorulmuyorlar mıydı acaba böyle? Kollarına dokunarak açtıkları kapıdan girdim. Kıyafetimi değiştirecek gücüm var mıydı? Yoktu.

Battaniyeyi açıp içine girdim. Kafamı yastığa koyup battaniyeyi karnıma kadar çekip yan döndüm. Uyuyabilir miyim ki? Tekrar oraya gidersem? Sephıre beni koruyamazsa şuan? İç çekip sol elimi kafamın altına koydum. Ateşlerin içinde bir kez daha yanabilir miydim? Yapabilirim, evet. Elimin üstündeki sıkı elle kapattığım gözlerimi araladım. Kath, ciddiyetle yüzüme bakıyordu.

'Sen güçsüz düştüğünde seni kaldırmak, sen güçlüyken gücüne güç katmak için buradayız. Korkma ve uyu.' Gözlerimi kapatıp eli sıkıca tuttum. Utanılacak bir şey değil bu. Güvende hissetmeliyim. Geçecek bu da her şey gibi.

Titreyerek gözlerimi açtım. Ne oldu? Şaşkınca karşımdaki yüzüne bakarken o daha çok korkmuş gözüküyor. 'Ne oldu Annabeth?' Sorusuna dudak büzüp dikleştim.

'Düştüm.'

Nerden derken tekrar kafamı kaldırdım. 'Bilmiyorum Kath. Hatırlamıyorum.' Ne pis uyanış şekli arkadaşım. Merdivenden mi düştüm acaba? Boğazımdaki kurulukla yanımdaki bardakla sürahiye uzandım.

'Akşam yemeğine ne kadar kaldı?' Yataktan kalkıp boynunu ve belini kütletti. Kızı kim bilir ne kadardır burada diktim. Of. 'Yarım saatten fazla var şimdi bende seni uyandıracaktım. Chris haber yollattı. Arkadaşın bahçede bekliyor. İstediğin bir şey var mı?'

Ayaklarımı yere değdirip kafam dik şekilde ayağa kalktım. 'Yemek zamanını birlikte yiyelim. Çağırırsın yine olur mu?' Kafa sallayıp odadan çıktı. Muhtemelen üç kafanın yanına gitti. Sahi, onlar nerede? Dolabı açıp terlemiş kıyafetlerimi çıkardım. Aynada ki yansımamla kaşlarımı çatıp yaklaştım.

Sen kimsin? Kızıla dönen saçlarım, biçimlenen vücudum. Belirginleşen kaslarıma dokunup aynaya uzandım. Nasıl ben uğraşmadan çıkıyorsun? Nasıl? Mırıldanmalarımla sesler artarken aynadan elimi çekip açık dolaba bakındım. Siyah pantolonla beyaz tişörtü çıkarıp kapağı kapattım.

Saçlarım kızılsa yaşanacakların yakın olduğunu mu işaret eder? Yoksa uzakta olduğunu mu?

'Neden kendine eziyet ediyorsun? Zihnini bulandırmaktan başka işe yaramıyor sorguların.'

Cevap vermeden kıyafetlerimi giyindim. Sanki isteyerek yapıyorum. Dolaşıyorlar işte bir an zihnime. Def edemiyorum. Zincirleri takmışlar bile. Elena, saçlarımı sorduğunda ne diyeceğim?

'Gerçekleri. Sadece gerçekleri konuş prensesim'

Gerçekler. Tabi ki doğruları söylemeliyim. Bilmeli ki başıma iş gelirse bilgi sahibi olsun. Merdivenleri özlemle inerken sanki kafamda Christian'ın kahkahaları yankılanıyordu. Bizi, bizden daha çok seven olmaz yeğenim. En çok kendini ve bizi sev başkalarını değil. Kimseye güvenip arkadaş olma. Kötüler. Hepsi, herkes kötüdür. Aslında tek bir şeyi doğru söylemiş bunca zamandır. Herkes kötü. O bile. Arkası dönük arkadaşıma yaklaşırken çiçeklerin arasından koşarak geçtim.

'Hey!' Hızla arkasını dönünce göz göze geldik. Gözlerinin altı mor halkalar ile çevriliydi. Sinirli görünüyordu. Fazlasıyla.

'Neredeydin sen!' Kaşları çatık adım adım yaklaşırken sabitçe durdum. Parmağını göğsüme koyup sertçe bastırdı. 'Ne-re-dey-din?' Her hecesinde bir kez daha vurdu. Sertçe. Düşünmeden. Yaşadıklarımdan sonra ona kızmamın anlamı yoktu. O da kendi görüşünde doğru. Bazen empati yapmasan da olur. Kişinin yerine koyup doğru olanı bulamazsın sürekli. Bir kez daha vuracakken elini tutup sıkıca sarıldım.

'Haberleri duymadın mı?' Yorgunca düşen kafasını kaldırıp arkasında ki banka sersemce oturdu.

'Ne haberi?'

Yanında ki yerimi alırken bir bacağımı aradan geçirip yüzüne dönük oturdum. 'Kraliyet yemeğinde zehirlendim. Tut tarafından.' Şaşkınca ağzını açıp elini tahtaya yasladı.

'Ciddi olamazsın?' Mırıldanmasına karşılık kafa salladım. Saçlarını arkaya atıp sinirle ellerini kıstı. 'Açıkçası JJ bir şeyler zırvalamıştı bu konuda çok takmamıştım yalandır diye.' Göz devirip kafamı eğdim. Kızcağız kim bilir ne hevesle gelip konuştu haber bulmanın sevinciyle.

'Şu an nasılsın? Nasıl oldu?'

Kafamı etrafta gezindirip kararmaya başlamış hava da son buldurdum. 'Özet geçeceğim, sıkıldım artık hatırlamaktan. Yemek yerken nefesim kesildi işte. Refea zehri. Kısacası bu. Sonra koma, kâbus işte. Panzehir için bir gün sürem vardı ve ormanda buldular. O sırada ateş kusmaya başlamışım. Kraliçe Nicole ve Kraliçe Adriana panzehrin içine onu da ekleme kararı almışlar.'

Ağzı açık dinlerken asıl içimi yakan kelimeyi mırıldandım. 'Şuan ateşi kaldıramıyorum. Kontrol edemiyorum.' Elimi tutarken acıyla geri çekti. Elimi kendime çekip bacaklarımın arasına sıkıştırdım. Dolan gözlerimi kırpıştırıp geriye çekildim hafiften.

'Özür dilerim isteyerek olmadı.'

Beceriksiz! Daha kendini kontrol edemiyorsun. Şu haline dön bir bak! Bazı parçaları birleştirmiş görünüyordu.

'Bu yüzden saçların kızıl senin.' Vay canına. Tamam o da haklı sonuçta gitmeden önce saçlarım böyle değildi.

'Canımı çok da yakmadın üzülme lütfen. Emin ol senin nerede olduğunu bilmemek ve Lena'nın acısını hissetmekten daha fazla yakmadı.' Dudaklarımı dişleyip sormaktan, duymaktan korktuğum soruyu mırıldandım. 'O nasıl?' Yüzünü buruşturup uykusuz gözlerini ovuşturdu.

'İyi değil ama olacak. Öldüğünü tekrar duyduğunda yıkıldı. Nedenini sorduğunda ona anlattık. Aşk acısı duyduklarından kaynaklı azaldı. Arkadaşlık bağlarımız daha üstün geldi ki buna ne kadar minnettarım anlatamam. Gözlerimin önünde çöküşüne nasıl katlanırdım bilmiyordum.'

Doğru. Senin gözlerinin önünde. Ben onu da anlayamadım. Fark edemedim. Nasıl arkadaştım ben? Elini yanağıma koyup gülümsedi hüzünle.

'Çok şey yaşadın gelir gelmez. Ama unutma ki ne yaşanmamız istenirse onları yaşarız. Kaderimiz zaten belli. Seçimlerimizi biz yaparız.' Kafa sallayıp elini tuttum. Bu sefer yakmıyordum. İyi hissediyordum.

'Bunlar yaşanmadan önce bir villa aldım bizim için. Kafa dağıtmak, eğlenmek için. Ben kendimi toparlamadan görüşmek istemiyorum kimseyle. Kızlara iyi olduğumu ilet. İki hafta sonra size haber göndereceğim villada buluşup kalalım. Olur mu?'

'Olur.' Konuşmasıyla geriye yaslandım. Özledim hemen herkesi. Hissettim yokluklarını aniden.

Karşıdan gelen kişiyle Elena'nın dizimdeki kafasını okşadım. 'Gitmem lazım küçük cadı.' Gülerek kafasını kaldırıp ayağa kalktı. Çok uykulu duruyor. Katherina'nın yanında ki askere döndüm.

'Arkadaşıma yurdunun kapısına kadar eşlik eder misin?' Kafasını eğip Elena'nın yanına geçti.

'Görüşürüz. Haber vericem.' El sallayıp geriye adımladı. 'Bekliyoruz.' Kath ile arkamı dönüp girişe yöneldik. İştahım falan kalmamıştı daha fazla. Hamburger zaten yeteri kadar doyurdu.

'Yemek yemeyeceğim. Uyuyacağım.' Ağzını açıp bir şeyler söyleyecekken sustu. Büyük ihtimalle yemem gerektiği ile ilgili şeyler sıralayacaktı. Her Erica konusu açıldığında resmen göğsüme taş düşüyordu. Nefes borumu sıkıyorlarmış gibi. Arkadaşım ellerimin arasından kayıp gitti. Gitti. Koşarak çıktığım merdivenleri odamın kapısını kendim açarak sona erdirdim. Kapıyı kapatıp yüz üstü yatağa uzandım. Uyumak istiyorum. Yüklerimi atana kadar da uyanmak istemiyorum. Gözlerimi kapatıp akan gözyaşlarımın yastığı ıslatmasına izin verdim.

'Pasaklı seni. Şu odanın haline bak!'

Hayret dolu seslerle gözlerimi araladım. Bulanık olan gözlerimle dirseklerimden destek alarak doğruldum. Yanan gözlerimi ufalayıp esnedim. Ne kadar mükemmel uyanış! Bulanıklık giderek netleşirken etrafa garipçe baktım. Neden yerde küller var? Annem şaşkınca yeri işaret etti. Ben de senin kadar şaşkınım açıkçası.

'Ne yaktın burada?' Ne bileyim ben. Battaniyeyi atıp saçlarımı geriye attım. 'Senin gibi bende bilmiyorum anne. Uyuyordum.' Mırıldanmamla yaklaşıp kafamı göğsüne yasladı.

'Geçecek.' Umarım.

'Hadi kahvaltı yapman lazım. Meclis kurulu başlamak üzere.' Esneyerek kalkıp içeridekilere baktım. Madem hazırlanmamı istiyorlar neden çıkmıyorlar?

'Üstümü değiştireceğim ya çıksanız?' Chris, İvan ve Matt arka arkaya çıkarken derin nefes verdim. Yorgun hissediyorum. Bir kez daha esneyip gözlerimi ufaladım. En iyisi soğuk su. Lavabonun kapısını aralayıp musluğu açtım. Sabunum dan elime döküp yüzümü ovuşturdum. Soğuk suyu iki üç kez çarpınca gözlerimi aralayıp musluğu kapattım. Havluyla kurulayıp ışığı geri kapattım. Yatağımın üzerindeki takımla anneme baktım.

'Teşekkür ederim.'

Kafasını yana eğip gülümsedi. 'Rica ederim bebeğim. Hadi giyin de gidelim. Ne kadar acele edersek şuan o kadar iyi. Meclisin önünde kusmak istemiyorum.'

Gülerek üzerimdekileri çıkardım. Çıkardığı takımı giyerken oturduğu koltukta birkaç mırıltılar çıkardı.

'Çok yorgunken kıyafetlerinde uyuma olan alışkanlığından vaz geçmelisin. Sevmiyorum bu huyunu.'

O an çok rahat geliyor ama. Kadın şimdi hamile sinir etmeye gerek yok. 'Yapmam bir daha güzellik.' Kafasını ileri geri sallarken yüzünde gülümsemesiyle etrafa bakıyordu. Kafasında düşünceler vardı belli ama nelerdi acaba? Ceketi giyinip aynanın karşında saçlarımı tepeden topladım. 'Gidelim.' Elini kaldırıp masamın üzerinde ki unuttuğum kutuyu açtı. Tacı çıkarıp kafama koyarken şekline gülümsedim. Baya kendini belli ediyordu.

'Şimdi gidebiliriz.'

Yan yana biz önde, onlar arkamızda olacak şekilde ilerliyorduk. Yanağından küçük makas alıp gülümseyerek yüzünü inceledim. Yüzüne renk gelmişti. Hamilelik güzelliğine güzellik katmış. Kapının açılma sesi kulaklarımı doldururken elimi tuttu.

'Anneannen ve deden bir ay içerisinde tekrar dönecekler. Babam hastalanmış. Şuan tedavisi yapılıyormuş.'

Üzgünce konuşurken sandalyesini çekip oturmasını sağladım. 'İyileşecektir üzülme anne. Hem düzenli mektuplaşmıyor musunuz?' Kafa sallarken suçlu çocuklar gibi dudaklarını büzdü. Şu hallere bak... Mecliste kasıp kavurursunuz ama hanım efendi. İyi değilim, biliyor. Bilmesine rağmen nasıl konusunu açmaz? Belki de konuyu açmak için hazır değildir. Önüme konulan yemeklere göz atıp arkamda dizilen arkadaşlarıma işaret ettim.

'Lütfen hadi oturun yiyelim.'

Karşımdaki sandalyelere oturup tabaklarına doldururlarken iç çekip önüme tostu çektim. Her yemek yediğimde boğazımdaki bu yumru kalacak mı?

'Saçın çok güzel oldu. Sana hava kattı.' Chris'in dedikleriyle ağzımdaki tost sanki daha da çoğaldı. Yutamadım. İnsanlar neden kötü tarafından bakmak yerine iyi tarafından bakmayı seçiyorlardı? Bardağın dolu tarafı varsa boş tarafı da vardı benim için. Bunun getirdiği yan etkiler neler? Kolumun bu halde olmasının bir sebebi vardır mutlaka. Neden kimse bunun üzerinde kafa yormuyor? Neden kimse benim hakkımda kötü yönde düşünmüyor?

'Düşünmeleri belki senin için kötü olacak.'  Olabilir.  Kadere karışamam ya dedikleri gibi. Ne gelirse kabulüm. Meyve suyunu bırakıp annemin bakışlarıyla ayağa kalktım. Geç mi kaldık yoksa?

'Gittiğimizde herkes yerlerinde olur büyük ihtimalle. Tanışmak için zaman yok. Bitince tanıştırırım seni.'

Önden giderken yanında onun adımlarına yetişip dediğini onayladım. Çok heyecanlı, bir o kadar da gergin. Benjamin'in ölümünü uygun bulmazlarsa? Omzuma dokunan elle soluma döndüm.

'Yanındayız.' Matt'ın fısıldamasıyla kolunu tuttum. O düşündüğümü düşünmüş gibi. Mecliste kanıt bendim. En büyük kart bendim. Olayın bende patlaması da ihtimaldi. Ama tek değildim. Sessiz koridordaki adım seslerimiz açık kapının içerisinde ki kafaların bize dönmesine sebep olmuştu. Öndeki annem ve bende olan bakışların yarısında hayranlık olsa da eleştriciler kendilerini şimdiden belli etmeyi başarmışlardı. Babam, diğerlerini umursamadan sevgi dolu bakışlarını üzerimizden çekmiyordu. Ortalarındaki safir rengi tahta oturup dik durdum.

'Meclis başlamıştır!'

Küçük bir alkışın ardından sadece konuşan havaya kalkan eller olmuştu. Babam ellerin inmesini sağlayacak şekilde gür sesle konuşmasına başladı.

'Benjamin Blake. Yirmi yaşında ve sahte evraklarla krallıkta kalan Karanlık Krallığın vatandaşı ve Abraham Tut'un casusudur. Kızım, Prenses Bertilda'nın hayati tehlikesini arttıracak hamlesini öğrenmemiz sonucu birçok şeyi kanıtlarıyla bulduk. Gereken kanıtlar masanın üzerindeki defterde bulunmakta. Bunun dışında gerekli şahitlerde bulunmakta. Sorusu olan?'

'Ama idam doğru bir karar mıydı?' 'Şahitler kimler?' 'Buraya nasıl girmiş?'

Önlerdeki kadın ayağa kalkıp bize baktı. 'Ona idam cezasını verdiniz. Ağır olmadı mı? Merhamet etmeliydiniz kralım.' Kocaman salonda bağırışların çoğalmasıyla tahtımdan ayağa kalktım. Etrafa keskin bakışlarımla bakınırken ayakta ki kadına döndüm.

'Kimse bize adaleti öğretmesin! Krallığına ihanet edene ne merhamet gösterilir, ne de saygı! Adalet, ben ölünce mi gelecekti? Merhamet, size göre nasıl bir kavram?'

Sert sözlerim, salona ölüm sessizliğini getirmişti. Zahmet oldu. Köşede duran İvan'ın göz kırpmasıyla tahtıma geri oturdum. Demek ki iyi iş çıkarmışım. Aferin bana.   

• • •

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top