Bölüm 5
Amaya'ya baktım. Saat bir hayli geçti. Yatmamız gerekiyordu. Ancak yazmak istiyordum.
"Bugün ne anlatacaktık?" diye sordum.
"Sekizinci sınıftan, sınavdan, içeri dünyada çıkan kavgadan... Bahsedecektik." dedi Amaya.
"Evet." dedim.
Anlatmaya başladık.
"Yedinci sınıfı yanlış hatırlamıyorsam 99,85 gibi bir ortalamayla tamamladık. Bu ortalama önemliydi çünkü ortalamamız 99,85 ve üzeri olursa baba çok istediğimiz kediyi alacağımıza söz vermişti. Ancak sonrasında bir her niyeyse artık not ortalamamız istenilen şekilde olmasına rağmen kedi almaktan vazgeçtik.
Yedinci sınıf sona erip de tatile girdiğimizde ders çalışmaya başladık. Sekizinci sınıfta LGS var biliyorsunuz, ona hazırlanıyorduk. Hım... Sanırım içeri dünyadaki kavga bu sıralar çıkmıştı.
Antalya'da anneanneyle dayıgilin yanındaydık. Yolda gelirken miydi, hatırlamıyorum inanın, aile ile tartıştık. Çok net hatırladığım şey anneannelerin eve çıktığımızda koltukta otururken tartışmaya devam ettiğimiz ve babanın bize hafifçe bir tokat attığı. Sanırım babadan şu ana kadar yediğimiz ilk ve son tokat o...
Sonra bir şeyler daha oldu ama buralar tam net değil. Bundan sonra hatırladığım şey anneannenin yatağında yatarken gözlerimizi kapatıp içeri dünyaya gittiğimiz. Orada Melek ile Hülya abla bizi sakinleştirmeye çalışıyordu. Sonra tanımadığımız bir genç geldi ve bizi alıp götürmek istedi. Melek'in zıttı gibiydi. Ancak şeytan değildi. Zaten Melek de melek değildi, ancak ismi öyleydi.
Bu genç bizim elimizden tuttuğu anda içeri dünyadaki görüntümüz tamamıyla değişiyordu. Elimizi bıraktığında eski halimize geri dönüyorduk. Melek ile Hülya abla bizim gitmemizi haliyle istemiyorlardı. Genç ise resmen bizi sürüklüyordu. Uzun bir süre gidip gitmemek arasında bocaladıktan sonra gençle gitmeye karar verdik ve Melek ile Hülya ablayı arkada bırakarak gencin elinden tuttuk, peşi sıra ilerledik.
Bunu yaptıktan sonra dışarı dünyadaki tavırlarımız tamamen değişti. Babanın bize 'Sanki bir anda bambaşka bir insan oldun.' benzeri bir şey söylediğini çok net hatırlıyorum. Bir süre bu böyle devam etti. Artık Melek ve Hülya abla yoktu, adını bilmediğimiz gençle içeri dünyanın daha önce bulunmadığımız bir bölgesindeydik.
Aradan çok zaman geçmeden Melek ile Hülya abla bu bölgeye geldiler. Bizi yanlarına almaya gelmişlerdi. Biz hem gitmek hem kalmak istiyorduk. Sonrasında adını o zamanlar bilmediğimiz -o zamanlar belki bir adı bile yoktu- gençle Melek arasında şiddetli bir kavga çıktı. İkisinin de özel güçleri vardı ve içeri dünyada savaşıyorlardı. Sonunda Melek savaşı kazandı ve genç ortamdan uzaklaştı. Ancak bu savaş Melek'e pahalıya mal olmuştu çünkü güçlerini kaybetmişti.
Bu olaydan sonra her şey eski haline geri döndü. Melek ve Hülya ablayla içeri dünyanın bilindik bölgelerine geri döndük, içeri dünyadaki bedenimizi bir zamanlar nasılsa o halini geri aldı, dışarı dünyadaki tavırlarımız normale döndü... Ve o genci bir daha hiç görmedik ta ki bu yılın yani 2021'in başlarına kadar.
Bu arada biz sınav için hazırlanmaya devam ediyorduk. Ardından okullar açıldı..."
"Hım... Sekizinci sınıfa ilişkin ne hatırlıyoruz?" diye sordum. Düşünmeye başladık. Dergi çalışmasını, hocaya bağırdığımızı, İngilizce hocasıyla yaşadığımız küçük bir olayı, arkadaş çevremizi nasıl aniden değiştirdiğimizi, okul çıkışlarında kalıp ders anlattığımızı... Bunları hatırlıyorduk.
"Sekizinci sınıfa giderken kesin olarak karar verdiğimiz bir şey vardı. O da yedinci sınıfta edindiğimiz arkadaş çevresini değiştirmek. Zaten yedinci sınıftayken yanlış kızlarla takıldığımız konusunda hocalardan uyarılar almıştık. LGS konusunda ciddi olan öğrencilerden bir çevre edinmek istiyorduk. Öyle de yaptık. Okullar açılır açılmaz gözümüze bir önceki yıldan kestirdiğimiz Selin'le takılmaya başladık. Zaten geçen yılın sonlarında TÜBİTAK projemizi onunla beraber hazırladığımız için aramız iyiydi. Ardından bir ders çalışma grubu oluşturmak istedik. Önce Seda ile Şadiye'ye sorduk böyle bir grupta yer almak isteyip istemeyeceklerini. İstemediler. Sonrasında yazdan kurslara katılmış oldukları için sınav konusunda ciddi olduklarını düşündüğümüz Kevser ile Fatıma'ya sorduk. Kabul ettiler ve bir ders çalışma grubu oluşturduk.
Günler, haftalar birbirini kovalıyordu. Bol bol ders çalışıyorduk, hocalara soru soruyorduk. Okul çıkışlarında bazen kalıp kızlarla beraber konu anlatımları yapıyorduk...
Bu arada hazır aklımızdayken İngilizce öğretmenimizle yaşadığımız küçük olayı da anlatalım.
Sınıftaydık, birkaç gün içerisinde bir etkinlik yapılacaktı. Hoca bizim de etkinlikte yer almamızı, bir yazı hazırlamamızı istedi. Biz de yapmak istemediğimizi, ders çalışacağımızı söyledik. Şöyle ki o dönem soru çözmek için öğle yemeği yemediğimiz oluyor, teneffüslere de çoğunlukla çıkmıyoruz. Hoca da bunun üzerinde sanki çok bir şey istedik gibilerden bize bağırdı. Sanırım o gün okuldan eve dönerken ağlamıştık.
İnsanlar bağırmak ve ağır sözler söylemek konusunda çok çabuklar. Karşı tarafı ne kadar incitebileceklerini hiç düşünmüyorlar.
Bir de Hikmet Hoca ile küçük bir anımız var. Kendisi matematikçiydi ancak bizim sınıfın derslerine girmiyordu. Kurslara giriyordu. Biz matematik sorularımızı genelde kendisine gösterirdik. Bir defasında, okul çıkışında nöbetçi olduğu bir gündü sanırım, bir buçuk saat kadar soru çözmüştük kendisiyle. Yani biz evde çözemediğimiz soruları kendisine sormuştuk, o çözmüştü.
Ünay hocaya da çok soru sorardık."
"Başka aklına gelen bir şey var mı?" diye sordum. Benim aklıma bir şeyler geliyordu ama anlatabileceğimiz cinsten şeyler değildi pek.
"Düşünüyorum ama benim de aklıma pek bir şey gelmiyor." dedi Amaya.
"İşte sekizinci sınıf bu şekilde geçiyordu. Sene sonuna doğru bir ekip kurduk ve dergi çıkarmaya karar verdik. Biz dergi için iki yazı yazdık ve yazılardan büyük bir kısmını düzenledik. Derginin tasarımını da baştan sona yaptık ancak kullandığımız programda sıkıntı çıktığı ve başka bir programa aktarım yapıldığı için derginin bir kısmı okul müdür yardımcımız tarafından yeniden tasarlandı.
Tabii dergi bastırmak için belli bir miktar paraya da ihtiyaç vardı. Profesyonel bir dergi bastırmak istiyorduk. Hocaların büyük bir kısmı ise bunun imkansızlığını dile getiriyordu.
Biz para toplanması için bir kermes düzenlenmesini istedik, bu şekilde gereken parayı toplayabileceğimize inanıyorduk.
Bir gün Harun Hoca'nın dersindeydik... Hoca dergi mevzusuyla en çok ilgilenen hocalardandı. Derginin nasıl basılacağı konusu gündeme geldi. Hoca profesyonel bir dergi bastırmanın imkansızlığından, derginin ancak siyah beyaz bir ihtimal renkli kağıtlara bastırılabileceğinden bahsetti. İşte ne olduysa o zaman oldu.
Şöyle ki... Biraz tuhaf bir şey oldu. Bir anda sanki gözlerimiz karardı gibi oldu ve sadece sesler duyuyorduk. Sonra görüntü geri yerine geldi, her şey normale döndü. Sınıfta çıt çıkmıyordu ve herkes bize bakıyordu. Biz de en az onlar kadar şaşkındık. Ne olduğunu anlayamıyorduk.
Sonra arkadaşımızdan öğrendik ki o gün oldukça yüksek sesle hocaya bağırmışız. Bağırırken de bir yandan ellerimizi sıraya vurmuşuz.
O gün biz sustuktan sonra Harun Hoca biraz ağladı. Keşke böyle bir şey olmasaydı, keşke bu olay yaşanmadan mezun olsaydın gibi ifadeler kullandı. Teneffüste yanına gidip özür diledik ve ağladık. Hocaya psikolojik sıkıntılarımız olduğundan, ne olduğunu hatırlamadığımızdan bahsettik. Evet, hatırlamıyorduk. Ne söylediğimizi biliyorduk ancak ne bağırdığımızı ne ellerimizi sıraya vurduğumuzu hiçbir şeyi hatırlamıyorduk. Hoca sinirlenip parladığımızı falan söyledi. Başka bir şey olmadığını. Psikolojik sıkıntılarımız olduğu kısmını pek dikkate almadı anlayacağınız.
Hocayla konuştuktan sonra okulun arka taraflarına gittik. Yürürken bir yandan da okul duvarlarını yumrukluyorduk. Sonra okul bahçesindeki ağaçların yanına gidip ağaçlardan birini yumruklamaya başladık. Ardından yere çöktük ve tiz bir sesle bağırdık. Arkadaşımız Selin o sırada yanımıza gelmiş bizi sakinleştirmeye çalışıyordu. Tir tir titriyorduk.
Sonraki ders yine Harun Hoca'ylaydı ve yazılımız vardı. Yazılıyı erkenden bitirip dersten çıktık ve eve gittik.
Korkmuştuk. Çünkü ne olup bittiğini anlayamıyorduk. Bu olaydan bir süre sonra hocamıza mektup ve şiirler yazdık. Ayrıca bize hediye gelen ve kullanmaya kıyamadığımız için yıllardır sakladığımız iki kalemi hocaya hediye ettik.
Şöyle ki... O olayın ardından birkaç hafta boyunca insanlar için tehlikeli bir canavar olduğumuzu düşündük durduk. Vurulmamız, öldürülmemiz gerektiğini... İnsanları kırdığımızı, insanlara zarar verdiğimizi... İnsanlardan uzak durmamız gerektiğini...
Sanırım bu da bu kadardı."
"Bir dahaki bölümde kaldığımız yerden anlatmaya devam ederiz." dedim.
"Öyle yaparız." dedi Amaya.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top